Makale

DİN DUYGUSUNUN TOPLUMDAKİ YAPICI ROLÜ

DİN DUYGUSUNUN TOPLUMDAKİ YAPICI ROLÜ[1]

Muhterem Müslümanlar,

Bugün sizlere cemiyet ile din arasındaki bağıntıdan kısaca bahsedeceğim.

Beşer tarihi bize gösteriyor ki, insanlar yaratıldıkları günden beri toplum halinde yaşayagelmişlerdir. Toplum ise, kendisini teşkil eden fertlere birtakım haklar tanır ve buna karşılık bir kısım vazifeler yükler. Hakların tâyini, va­zifelerin taksimi ise bir nizama bağlıdır.

İşte bu nizamın sağlanmasında en kudretli âmil dindir. Çünkü dinin yap­tığını hiçbir şey yapamaz. Din kalblere hitabeden, gönülleri aydınlatan ilahi bir nizamdır. Din daima hayır menbaıdır.

Dinî duygudan mahrum olan cemiyette, can emniyetinden, mal emniyetin­den, ırz ve namus masuniyetin den bahsolunamaz, Çünkü o cemiyette yüksek duygular yerine kötü duygular kaim olmuş, meziyet ve fazilet hiçe sayılmış­tır. Böyle bir toplumda büyük küçük tanınmaz, saygı sevgi bilinmez, hayadan eser kalmaz, ırz ve namus daima tecâvüze uğrar.

Ahlâkan bu derece alçalmış, bir cemiyeti, içine düştüğü buhrandan kurta­racak tek çare, dindir, dinî duygudur, Allah korkusudur. Herkesin yanıbaşına bir zabıta memuru, bir polis dikmek imkânsızdır. Ama her ferdin kalbine hi] Allah korkusu yerleştirilebilir. Allah korkusu bir kerre kalblerde yerleşti m artık herkes, kendisinin her yerde ve her zaman kontrol altında bulunduğuna sözlerinin, fiil ve hareketlerinin, başkalariyle olan muamelât ye münasebetleri­nin tesbit edildiğine ve bütün bunlardan hesaba çekileceğine inanmıştır. Bu inanç, kendisine rehber olacak, vazifesinde bir yolsuzluğa, bir haksızlığa sap­masına yer vermiyeeektir.

Çünkü din ona «Allah’dan kork, ülû’l-emre itaat et, ana ve babana hür­mette bulun, komşularınla iyi geçin, muhtaçlara yardım et, israf ve sefahate düşme, çalış, helalinden kazan, yalan söyleme, adaletten ayrılma, hile ve desi­se yapma, içki ve kumara yanaşma, dedikodu yapma, emânete riâyet et.» diye emreder. Aksi yönde hareket edersen «Dünyada rezil, âhirette sefil olacağın muhakkaktır.» der. İşte bütün bunlar, cemiyetin huzur ve sükûnunu, terakki ve tekâmülünü hedef tutan birer ahlâk: düsturudur. Dersini bu şekilde alan bir insan Allah’ını tanır, hayatını düzenler, hukuka riâyet eder, yurduna, yurtdaslarına ve bütün insanlığa iyilikten geri durmaz, bağlı bulunduğu top­lumun şerefli bir uzvu olur.

Mademki cemiyetin huzur ve sükûnu, terakki ve tekâmülü en büyük eme’ limizdir. O halde, ahlâkî yönden hasta olân kalbleri, dini ilâçlarla tedavi et­mek, dinin verdiği istikamette salâha yöneltmek, kopmuş olan içtimâi bağları yeniden bağlamak, gevşemiş bulunanları da onarmak gerektir. Bu merhaleye varıldı mı artık «Her hikmetin başı Allah korkusudur» sim tecelli etmiş, feyz ve huzur kaynağı sağlanmış olur.

★ ★ ★

(Bu hutbe Süleyman Ateş tarafından hazırlanmış, Hutbe Komisyonunun, tetki­kinden geçmiştir.)



[1] Hatibin bu hutbede okuyacağı âyet: 3, sûre (Âl-i İmrân), 102. âyet.