Makale

Kainatın Nurlandığı Gece MEVLİD KANDİLİ

LÜTFİ ŞENTÜRK
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Kainatın Nurlandığı Gece
MEVLİD KANDİLİ

29/30 Ağustos 1993 Pazar/ Pazartesi gecesi mübarek mevlid gecesidir; Peygamberimiz Efendimizin dünyayı şereflendirdikleri kutlu gecenin yıldönümüdür.
Bu yıl, bu kutlu geceyi, millî tarihimizde seçkin yeri olan Ağustos ayında idrak etmiş bulunuyoruz. Bu ay, büyük milletimiz için zaferler ayıdır. Anadolu’yu Müslüman Türk’e vatan
yapan 26 Ağustos 1071 Malazgirt Meydan Savaşı ile bu anayurdu düşmanlardan kurtaran 30 Ağustos 1922 Dumlupınar Meydan Muharebesi bu ayda kazanılmıştır. Böylece bu yıl her üç bayramı bir arada kutlayacak ve bunun dinî ve millî duygularımızın kaynaşmasında ve milletçe bütünlüğümüzün sağlanmasındaki katkısı büyük olacaktır.
Evet değerli okuyucu, 14 asır evvel
böyle bir gecenin sabahında güneş ufuktan doğmadan insanlığın hayat ufkunda ilâhî bir nur doğdu. Şairin dediği gibi:
"Envâr ile kaînat doldu, işte bu gece sabah oldu."
Hz. İbrahim oğlu Hz. İsmail ile birlikte şöyle dua etmişlerdi: "Ey Rabbı-mız, soyumuzdan onlara senin ayetlerini okuyan, kitabı ve hikmeti öğreten, onları kötülüklerden arıtan bir peygamber gönder. Her zaman üstün gelen, her şeyi yerli yerinde yapan yalnız sensin." (1)
Hz. İbrahim ile Hz. İsmail, bu dualarıyla soylarından gelen insanları uyaracak, onlara doğru yolu gösterecek, Allah’ın emir ve yasaklarını bildirecek kendilerinden bir peygamber gönderilmesini istiyorlardı. Duaları kabul edilmiş ve o peygamber böyle bir gecede dünyaya gelmişti.
Hz. Isa da Peygamberimizi adıyla müjdeliyordu. Nitekim Saf Sûresi 6 ncı âyette şöyle buyurulmuştur:
"Hatırla ki, Meryem oğlu İsa : "Ey İsrail oğulları, ben size Allah’ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim demişti
Böylece Peygamberimiz Hz. İbrahim ile oğlu Hz. İsmail’in dualarına ve Hz. Isa’nın müjdesine mazhar olarak dünyaya gelmişti.
Bu gecenin sabahı gerçekten feyizli bir sabahtı. İnsanlık için yepyeni bir gün doğmuş, aydınlık bir devir açılmıştı. Hz. Adem’le başlayan Tevhid akidesi yeniden canlanmış, cehalet ve batıl inançlarla bunalan ruhlar, bu doğuşla aydınlığa kavuşmuştu.
Bir fazilet güneşi ve hidâyet meş’alesi olan Peygamberimiz Efendimizin doğumu, Allah’ın tüm insanlara büyük bir lutfudur. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade buyurulmuştur:
"İçlerinden, kendilerine Allah’ın ayetlerini okuyan, onları kötülüklerden arıtan, kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle, Allah, mü’minlere büyük bir lutufta bulunmuştur. Halbuki onlar önceleri apaçık bir sapıklıkta idiler." (2)
Gerçekten insanlar, Ayet-i Kerî- me’de bildirildiği gibi idiler. Peygamberimizden önce insanlar her türlü değer ölçülerini yitirmiş, yollarını şaşırmışlardı. Küfür gönülleri karartmış, haksızlık alabildiğine yayılmıştı. Hayır ve fazilet namına hiç bir şey kalmamış, sosyal hayat bozulmuştu. Hak, kuvvete mahkum olmuş, merhamet ve şefkat kalplerden silinmişti. Kadın, esir muamelesi görmüş, bir eşya gibi alınıp satılmıştı. Çocuklar sakîm bir düşünce ile ve fakat çok acımasızca diri diri toprağa gömülmüştü. Bunları bu toplumda yaşamış insanlar söylüyordu. Nitekim Habeşistan’a hicret
eden ilk müslümanlar Habeş Kralına hicrete mecbur oluşlarının sebeblerini anlatırken bunları itiraf ediyor ve şunları söylüyorlardı:
"Ey Hükümdar, biz cehalet içinde yaşayan bir millet idik; putlara tapıyor, ölü hayvan eti yiyorduk. Fuhuş yapıyorduk. Akraba ile ilgilenmiyor, komşuluk haklarına riâyet etmiyorduk. Kuvvetli olanımız zayıfı eziyordu. Biz toplum olarak bu muztarip halde iken Allah Te- âlâ bize acıdı, lütfederek içimizden birini peygamber gönderdi. Soyu, iffet ve şerefi hepimizce bilinen birisi. 0, bizi Allah’a ibadet etmeye çağırıyor, atalarımızın tapınagel- dikleri ağaç ve taş parçalarını ter- ketmemizi söylüyordu.
Bize, doğru söylemeyi, emanete ve akrabalık bağına riâyet etmeyi, komşularla güzel geçinmeyi, kan dökmekten sakınmayı öğütlüyordu. Hayasızlıktan, yalandan, yetim malı yemekten, namuslu kadınlara iftira etmekten, uzak durmayı öğütlüyordu“ (3)
Görülüyor ki, o günkü toplum, içine düştüğü bu bunalımdan büyük ölçüde rahatsızlanmış, beklediği kurtarıcıyı bulunca ona sımsıkı sarılmıştı.
Bu kurtarıcı son peygamberdir, kendisinden sonra peygamber gelmeyecektir. Çünkü peygamberi Allah tayin eder. Cenâb-ı Hakk, ondan sonra peygamber göndermeyeceğini bildirmiştir. Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurulmuştur:
"Muhammed, içinizden herhangi birinizin babası değil, O, Allah’ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir." (4)
Peygamberimiz, önceki peygamberler gibi bir milletin değil, tüm insanlığın peygamberidir. Diğer peygamberlerden farklı yönlerinden birisi budur. Nitekim Kur’an-ı Kerîm’de:
"Ey Muhammed, biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir." (5) buyurulmuştur.
Peygamberimiz anılırken akla ilk gelen şey, onun Kur’an-ı Kerîm’de övülmüş olan yüksek ahlâkıdır, ünu yüce Mevlâ terbiye ettiği için bir insanda bulunması düşünülebilen güzel huyların hepsi onda toplanmıştı. Ahlâkının güzelliğine düşmanları bile hayrandı.
Daha gençliğinde halk arasında “El-Emîn - güvenilir" kimse olarak tanınmıştı. Islâmiyetin kısa zamanda hızla yayılması, şüphe yok ki, onu tebliğ eden peygamberin yüksek ahlâkı ile ilgili idi. Nitekim Kur’an-ı Kerîm’de bu husus şöyle ifade buyurul- muştur:
"Allah’ın rahmetinden dolayı ey Muhammed, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalbli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi, iş hakkında onlara danış, fakat karar verdin mi Allah’a güven. Doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever." (6)
Peygamberimizin yaşadığı hayat ile telkin ettiği esaslar arasında tam bir ahenk mevcut idi. O, telkin ettiklerinin canlı örneği idi. Başkalarına söylediklerini önce kendisi en mükemmel sûrette uygulardı. Onun sözleriyle hayatı arasındaki ahengi göstermesi bakımından muhtereme eşi Hz. Hatice’nin şu sözleri ne kadar önemlidir:
" Ey Muhammed, Allah Teâlâ hiç bir vakit seni utandırmayacaktır.
Çünkü sen akrabalık bağlarına hürmet ediyor, borçluların borcunu ödüyor, yoksullara yardımda bulunuyorsun. Misafirlere ikram ediyor, doğruları destekliyorsun." (7) Değerli okuyucu, Peygamber Efendimize göre ahlâk her şeydi. O ahlâka o kadar önem verirdi ki, dinin ne olduğunu soranlara dinin güzel ahlâktan ibaret olduğunu söylerdi. Hatta ahlâkı güzel olmayanı, konuştuğu zaman yalan söyleyeni, söz verdiği zaman sözünde durmayanı, emanete hıyanet edeni, diğer dinî vecibelerini yerine getirmiş olsa bile, olgun mü’min olamayacağını söylerdi.
Kur’an-ı Kerîm, Peygamberimiz Efendimizin, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar için en güzel örnek olduğunu bildirmektedir. Onu örnek almak, Kur’an’a uymaktır. Çünkü Hz. Aişe’nin ifadesiyle onun ahlâkı Kur’an’dı.
Şimdi âlemlere rahmet gönderilen o yüce peygamberin doğumunu anarken, yalnız kaside ve ilâhîler söylemek ve bazı yerlerde olduğu gibi kandil simitleri dağıtmakla yetinmek yeterli olmaz. O’nun doğumunu anmaktan asıl gaye, cihanşümul olan nübüvvet ve risâletini, yüksek ahlâkını, fazilet ve adaletini, şecaat ve doğruluğunu anmak ve kendisini bütün bunlara uyma azmini tazelemektir. Allah Teâlâ’nın sevgisine, rızasına ve mağfiretine mazhar olmanın tek yolu, onun sevgili peygamberine uymaktır. Nitekim Kur’an-ı Kerîm’de:
"Ey Muhammed, de ki, Allah’ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah affeder, merhamet eder." (8) buyurulmuş ve Allah’ı memnun etmenin, peygamberine uymakla, onu örnek almakla mümkün olacağı bildirilmiştir.
Mevlîd-i Nebî’nin aziz milletimize ve bütün Müslüman kadeşlerimize kutlu olmasını ve o yüce peygambere layık ümmet olma bahtiyarlığına bizi erdirmesini Cenâb-ı Hak’tan niyaz ederim.
Salât ve selâm, her türlü tahiyyat O’na, onun âl ve ashabına olsun.

(1) Bakara: 129
(2) Âl-i Imran : 164
(3) Es-Sîretü’n-Nebeviyye, İbn Hişam, 0.1, S.335
(4) Ahzap:40
(5) Sebe: 28
(6) Âl-i Imran: 159
(7) Buharî, Kitabu bed’il-vahy.
(8) Al-i Imran : 31