Makale

GİTTİK GÖRDÜK YAZDIK- KIBRIS GERÇEĞİ

RÖPORTAJLAR VE HABER YORUM: GAFFAR TETİK - İ.MAHİR DURMAZ

GİTTİK
GÖRDÜK
YAZDIK- KIBRIS GERÇEĞİ


Doğu Akdeniz’in sıcak ülkesi yavru vatanı...Kimler kondu, göçtü, kimler geldi geçti senden...Ah bir dilin olsa da söyleyebilsen, sergüzeştini anlatabilsen... Mezepotamyalılar, Mısırlılar, Asurlular, Persler, Makedonyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Emeviler, Aslanyürekli Rişarlar, Luzinyanlar, Venedikliler vs...
Ve sonunda Osmanlı Hükümdarı II. Selim kararını verir. Kıbrıs feth edilecek... tarih 1571. Piyale Paşa ve Vezir Lala Mustafa Paşa kumandasındaki donanma, çetin savaşlar sonunda 70 bin şehid vererek Magosa’ya girer... Artık o gün Kıbrıs bir Beylerbeyliğidir. Anadolu’dan onbinlerce Türk gelip adaya yerleşmiş, nüfus yönünden çoğunluğunu sağlamıştır.
19. yüzyılda bir sancak olan Kıbrıs, 1878’de özel bir antlaşma ile geçici olarak ingiltere’ye bırakılır. Nüfus çoğunluğu Türklerden oluşan ada İngiltere’nin idaresinde 36 yıl kalır. I. Dünya Sava-şı’nda tümüyle ingiltere’nin eline geçer. Bu durum II.Dünya Savaşı sonrasına kadar devam eder. 1946’dan sonra adanın Yunanistan’a bağlanmasını amaçlayan ENOSİS hareketleri başlamıştır. Bu amaçla kurulan Rum gerilla örgütü EOKA, önce ingilizlere, daha sonra da Türkler’e karşı terör eylemlerine başlar. Türkiye, Yunanistan, İngiltere, Kıbrıs Türk ve Rum ioplulukları arasında 1959’da başlayan beşli görüşmeler sonunda, üç devletin garantisi altında, bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulur. (1960), bu durum ancak 1964’e kadar devam eder. Bu tarihten sonra yasal düzen Rumlar tarafından bozulmuş, zaman zaman yapılan görüşmeler netice vermeyince, Türkiye garantör devlet olması sıfatıyla 20 Temmuz 1974’te Barış Harekatını gerçekleştirir.
Bugün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde 170 bin Türk yaşamaktadır. Hepsi huzurlu, hepsi mutlu. Ama gelecek endişesiyle...
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Butros Gali’nin liderliğinde masaya oturulmuş, birşeyler konuşuluyor, isteklerde bulunuluyor. Kim ne istiyor? Hedeflenen amaç ne?
Yıllarca akıtılan Türk kanında filizlenen mutluluk çiçekleri kopartılmak mı isteniyor? Kıbrıs Türkünün gönlünde açan gülleri, yeniden baldıran otunun zehirine mi dönüştürülüyor?
Barış Harekatı öncesi ve sonrası Kıbrıs Türkünün durumu nedir?
işte bütün bunları 2. tur görüşmeler başlamadan önce ilmik ilmik irdeleyelim okuyucularımıza sunalım istedik. Bu maksatla KKTC’ne gittik. Cumhurbaşkanı Rauf DENKTAŞ, Başbakan Derviş EROĞLU, Milli Eğitim Bakanı Eşber SERAKINCI, Türk Mücahitler Derneği Başkanı Halil PAŞA ile görüşmeler yaptık. Halkın düşüncelerini öğrendik.
Oraya gidip de o topraklara terini ve kanını harç eden Mehmetçikle görüşmemek olur mu? Kuzey Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alay Komutanı Albay Ergin SAYGUN’u ziyaret ettik. Bütün yetkililerden, sorduğumuz açık sorulara açık cevaplar aldık. Bugünkü huzur ortamını yakalamalarının sevinci ile dolu olan bu gönüllerden ilgi gördük. Sıcak sevgileriyle karıştı sıcak sevgilerimiz. Bu sevgiyle oradan ayrıldık.
Yurda dönüşümüzde, oradan edindiğimiz intibaları, bizden üç gün sonra KKTC’ni ziyaret eden ve problemleri yerinde gören Diyanet İşleri Başkanımız Mehmet Nuh YILMAZ’a ve KKTC ile ilgili işlerin koordinasyonundan sorumlu Devlet Bakanımız Orhan KİLERClOĞLU’na ilettik. KKTC ile ilgili olarak bugüne kadar neler yapıldı, neler yapılacak? Düşüncelerini sorduk, fikirlerini aldık.


KUZEY KIBRIS TÜRK
CUMHURİYETİ CUMHURBAŞKANI
RAUF DENKTAS:

"Rum, 1963’de çıktığı yolda aynen yürümektedir."

Cumhurbaşkanı Rauf DENKTAŞ, Diyanet Aylık Dergi için görüşme isteğimizi, 11.05.1993 tarihinde saat 14.30 da bekletmeden kabul etti.
Her zamanki âli cenaplığı ve babacan tavrı ile, cıvıl cıvıl kuş seslerinin doldurduğu, ruha huzur veren kabul salonuna geçtik. Güler yüzlü bir şekilde bizi karşıladı. "Yan taraftaki odada derginizi inceliyordum. Çok güzel ve güçlü bir dergi. İçinde arşivde saklanacak kıymetli bilgiler var. Sizleri tebrik ediyorum. KKTC’nin haklı davasını gündeminize aldığınız için ayrıca teşekkür ediyorum" diyerek söze girdi.
Bu cana yakınlığı heyecanımızı yatıştırdı. Arkadaşım Mahir DURMAZ fotoğraflarımızı çekti ve hemen konuya girdik.
Sayın Cumhurbaşkanı! Siz, bu mücadeleye yıllarını vermiş bir insan ve halen de KKTC’nin Cumhurbaşkanı olarak, Kıbrıs Türkü’nün 1974 öncesi ve sonrasının siyasi, ekonomik ve huzurluluk yönlerinden bir mukayesesini yapabilir misiniz lütfen?
1974 öncesi iki kısma ayrılabilir. 1963’den 1967 sonuna kadar olan dönemde, Kıbrıs’ta Türklerin durumu, aşağı yukarı bugün Bosna-Hersek’teki müslümanların yaşadıkları gibi bir hayattı. Onların bugün karşılaştıkları zorluklar, katliamlar, haksızlıklar gibi biz de pek çok sıkıntılara maruz kalmıştık ve hayatımız bunlara göğüs germekle geçmişti.
Yarının ne olacağı belli değildi. Evlerden, yollardan alınan insanlarımız, Rum polisi tarafından götürülüyor, bir daha da haber alınamıyordu.
Hak yoktu, adalet yoktu. 103 köy yakılmış, yıkılmıştı. Nüfusumuzun dörtte biri yakın köylere göç etmiş, çok kötü hayat şartlan altında yaşamaktaydılar.
Türkiye’den gelen para ve Kızılay yardımı da olmasa, Kıbrıs Türkleri çöker giderdi. Makaryos, Kızılay yardımından bile "Gümrük Vergisi" alıyordu. Herkes büyük bir heyecanla, Rumun kulu-kölesi olmamak için 70.000 şehidin kanlarıyla sulanan ve Türk toprağı olarak bilinen bu toprakların, Yunanistan’a ilhak edilmemesi için insanüstü bir direniş göstererek yaşamaya çalışıyor ve Anadolu’dan gelecek yardımı bekliyordu. Eğer Anadolu’dan yardım gelmezse, garantörümüz olan Türkiye yardım elini bize uzatmazsa, yok edilecektik. Bunun bilinci içinde Ankara’dan gelecek seslere, haberlere bakıyorduk.
1967 Kasım ayında Makariyos ve Grivas kuvvetleri, Yunan askerlerinin de iştiraki ile büyük bir zırhlı saldırı başlatarak bize vurdular. "Muratağa, Geçitkale ve Boğaziçi" köylerinde, aklın alamıyacağı katliamlara giriştiler. Allah’a şükür Türkiye bize elini uzattı. Müdahale için Türkiye’den gemiler Kıbrıs’a hareket etti. Fakat Amerika derhal araya girdi ve son anda bir anlaşma yapıldı. Yunan askerleri geri döndü ama, çoğu sonra yine geri geldi. Grivas Adadan çıktı, o da sonra geri geldi. Katliam durduruldu. Mesela Geçitkale’de yaşlı bir adam yaralanmış, can çekişiyor. Üzerine gaz yağı dökerek yakmışlar. Bunların destanı da var.
Nihayet bu olaydan sonra Makaryos, işi zamana bırakma durumuna geçti. Bize askeri bir hareket yaptığı anda, Türkiye’nin müdahale edip bizi kurtaracağını sezdiği için: "Türkler beni meşru hükümet olarak kabul etsinler ve askeri barikatları kaldırsınlar. Azınlık olarak serbestçe yaşasınlar. Kendilerine bir şey yapacak değilim" dedi. Ama bütün haklarımız da gasbedilmiş olarak yaşamaya devam ettik. Bu, 1974’e kadar böyle devam etti.
Kıbrıs Türkleri, ortağı bulunduğu hükümetin tüm dairelerinden, organlarından atılmışlardı. Cumhurbaşkanı Muavini tanınmıyordu. Anayasa yırtılıp atılmıştı. Makaryos, kendisinin Cumhurbaşkanı olduğunu, aralarında küçük bir âsi azınlık bulunduğunu söylüyordu hep dünyaya.
Afedersiniz, Zat-ı Âliniz o zaman Cumhurbaşkanı Yardımcısı idiniz galiba değil mi efendim?
1968’e kadar Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Dr. Fazıl KÜÇÜK’tü. 68’den sonra unvanı ben taşıyordum, ama tanıyan yoktu. Görev veren yoktu. Dolayısıyla biz yine görevimizi Türk cemaatine yönelik olarak yapıyorduk.
Efendim, biz "Barbarlık Müzesi’ni de gezdik. Tüylerimiz ürperdi. Cereyan eden insanlık dışı o katliamlar, buradaki Türk insanının nasıl yaşadığını çok güzel dile getiriyor.
Toplu katliam yapılan Atlılar, Geçitkale, Muratağa köylerine de gittiniz mi?
Gitmedik, gideceğiz. Barbarlık Müzesinde
şehidlerin kanları ve beyinleri duvarlara, tavana sıçramış. Medeni dünya için yüz karası değil mi?
İşte Bosna-Hersek canım. Bosna-Hersek, dün bizim yaşadığımızın aynısını yaşıyor bugün. Haktan, adaletten, insan haklarından bahsedenlere ne buyurulur?
Bugün Bosna-Hersek’te bunlar oluyor. Avrupa’nın ortasında oluyor. Kim ne diyor, ne yapıyor? Herkes ayak sürtüyor. Zaman geçsin de müslümanlar yıkılsın yokolsun diye bekleniyor. Dolayısıyla bizde de 74 Barış Harekâtı’na kadar hayat aynen böyleydi. Yani biz, günübirlik yaşıyorduk. Yarınımız ne olacak bilmiyorduk. Büyük bir çöküntü içindeydik. Ekonomi sıfırla çarpılmıştı. Hiç bir yasal hakkımız yoktu. Kendi kendimizi idare etmeye çalışıyorduk.
68’de Yunan askeri ve Grivas Adadan gidince görüşmeler başladı. Kleridis’le ben görüşmeye başladım. 68-74, görüşmeler dönemidir. Herkes zanneder ki görüşmeye dün başladık. Görüşmelere Türkiye’den ve Yunanistan’dan uzmanlar geldi. Uzlaşmaz taraf bizmişiz diye dünya bizi suçluyordu. Hem eziliyoruz, hem de uzlaşmaz taraf olarak gösteriliyoruz. Çünkü eşitlik istiyoruz. Biz de insanız diyoruz. Türkiye’nin garantisinden vazgeçmiyoruz. Bölgesel otonomi istiyoruz. Tabi Makaryos bunları kabul etmedi. "Ya azınlık olduklarını kabul ederler, yahutta oldukları gibi kalırlar. Akdeniz güneşinin altında tereyağı gibi eriyinceye kadar, kendi kendilerine devam etsinler" dedi. Biz umurunda değildik. Çünkü dünya kendisini destekliyordu.
68-74 arası, görüşmeler dönemi olduğu için biraz rahattı durumumuz. Yani halkımız bir köyden bir köye gidebiliyor, kardeşini görebiliyordu. Ama o gidiş tehlike doluydu. Rum polisi sizi yollarda durdurur, hakaret ederdi.
74’te Yunanistan Makaryos’u devirmek için harekete geçince, Türkiye garantörlük hakkını kullandı, müdahale etti. Artık beklediğimiz olmuştu. Neticede kurtulduk. Bu, sanki Allah’ın bir tokadı gibi geldi bize. "Türk askeri, Rumun suratına Allah’ın tokadını yapıştırdı da aklı başına geldi" diye ümit ettik. Fakat hiç de öyle olmadı. Hristi-yan dünyası Makaryos’a: "Sen meşru Kıbrıs hükümetisin. Meşru cumhurbaşkanısın" diyerek kendisini yine ayakta tuttu. Dolayısıyla Makaryos bizimle uzlaşma yoluna yine gelmedi.
1977’de baktı ki Türkler oldukları yerde kökleşiyorlar, bir federasyon anlaşması yaptı. 5 ay sonra da öldü. Yerine Kipriyanu geldi. 1988’e kadar o idare etti Rumları. O da hiç bir şekilde bizimle anlaşma yoluna gitmedi.
Makaryos’un yaptığı anlaşmaya Kipriyanu uymadı mı yani, anlaşmayı geçersiz mi saydı?
Geçersiz saymadı da, uygulamadı. Görüşmeleri benimsemedi. Allah’tan biz 1975’te Ma-karyos Adaya dönmeden, Kleri-dis’le bir "nüfus mübadelesi" anlaşması yapmıştık. Bu anlaşma neticesinde çok kötü zorluklar içinde bölük-pörçük yaşayan insanlarımızı kuzeye çektik. Yoksa çok perişan olacaktık. Böylelikle kuzeyde biz "Federe Devlet" kurduk. Güneyde, Rum idaresinde kimse kalmadı. Hepsi geldiler.
Efendim işin esprisi: Makaryos öldüğü zaman, "Rauf DENKTAŞ’a kahrından öldü dediler. Yani size çok kızdığı için çareyi ölmekte bulmuş.
Evet, o bir noktada doğrudur. Benim yüzümden değil de Türk Bayraklarını her sabah karşısında dalgalanır gördüğü için, hırsından kalbi durdu.
Neticede Kipriyanu 11 yıl, yani 1988’e kadar Kıbrıs Rum idaresini dünyaya, Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanıtıp anlaşmaya yanaşmadı. Sonra seçimleri kaybetti ve: "Ben federasyona taraftar değilim. Bizim milli davamız, Rum idaresini Kıbrıs Cumhuriyeti olarak dünyaya tanıtmaktır" dedi. Yerine Vasiliu geldi. Vasiliu, Kipriya-nu’nun partisinin desteğini almak için Kipriyanu’ya bir mektup verdi ve dedi ki: "Ben de aynı yoldan gideceğim. Beni destekle." Öyle de yaptılar. 1988’den 1992 yılı sonuna kadar o da dünyayı aldattı. Güler yüzlü bir adam. Büyük bir pazarlamacı. "Ben Türklerin her hakkını vereceğim, hiç bir endişeleri olmasın" dedi de, sonra Nevvyork’ta: "Mademki öyle, aç elini bakalım, nedir kabul ettiğin, görelim" deyince, gördük ki hiç bir şey kabul etmemiş. Ama seçimi kaybetti. Yerine Kleridis geldi.
Kleridis, benim 68’den 74’e kadar müzakere ettiğim müzakereci, güçlü bir Rum lideri. Kle-ridis’in seçimi kazanabilmesi için kendisini Kipriyanu destekledi. Yani federasyona inanmayan bir kişi. Kıbrıs’ı Rumlaştırmak isteyen kim varsa Kleridis’i destekledi. Tabi bu benim için sürpriz olmadı. Vasiliu dedi ki: "Benim seçimi kaybetmemin sebebi Rum tarafı. Genel Sekreterin fikirler dizisini kabul etmiyor. Ondan kaynaklandı."
Yani Butros GALİ’mi?
Evet, uzlaşma istemiyor. "Galinin fikirler dizisini değiştireceğim" falan diyen Kleridis, şimdi baktı ki Türk tarafının da bu fikirler dizisine itirazı çok, aynı sahtekârlığa o da başladı.
Rum, 1963’te çıktığı yolda aynen yürümektedir. Bu yol, Kıbrıs’ı Rumlaştırma, Yunanlaştır-ma yoludur. O gün ne istiyorlarsa, bugün de aynı şeyi istiyorlar.
Sayın Cumhurbaşkanı, demin Vasiliu için "güler yüzlü adam" ifadesini kullandınız. Acaba onların güler yüzlülüğü mü işi etkiliyor, yoksa bir Hristiyan ittifakı mı söz konusu?
Hristiyanlık meselesi tabi ki var da esas mesele, her ülkenin bir çıkarının olması. Amerika’nın çıkarı, oradaki Yunan lobisini memnun etmektir. Yunan lobisini memnun etmek için Amerika buradaki Türk’e, Türklerin istediği hakları veremez, verdirtemez. Bunu bilmemiz lazım.
Çünkü orada seçimlerde etkin büyük bir Yunan nüfusu var. 34 milyon Yunan var ve çok zengindirler. Seçimlerde para yardımı yaparlar. Bugün Başkan CLİNTON’nun etrafında 10-15 tane Yunan asıllı danışman var.
İngiltere’nin Rum tarafında üsleri var. O üslerden korkuyor. "Türklerin de bu Adada hakları var" derse, yani adaleti, hakkı savunursa, Rumlar, üslerde yaşayan İngiliz vatandaşlarını perişan eder. Öyleyse o da bize yardımcı olmuyor.
Fransa, Rum idaresine büyük çapta silah satıyor. Rumlar, silahlanmak için günde bir milyon dolar harcıyorlar.
Rusya, sadece silah satmakla kalmıyor, Rumlardan kredi de alıyor. Biz bu mücadeleyi bu kadar kötü şartlar içinde sürdürüyoruz. Dolayısıyla biz ne söylersek söyliyelim, onlar bize: "Kıbrıs’ta meşru idare Rum idaresidir. Siz uysal davranın, bazı haklar alacaksınız" diyorlar.
Peki Efendim, Birleşmiş Milletler’de yaptığınız görüşmelerde sizden daha çok ne istendi? Neden bir anlaşma olmadı?
Bir kere Rum bizim isteklerimizi kabul etmiyor. Rumun istediğini de biz kabul etmiyoruz.
Onlar Kıbrıs toprağının bütününde egemenlik hakkı istiyor. Biz, kendi toprağımızda egemenlik hakkı istiyoruz. Onlar GALl’nin ortaya çıkarttığı ve 40.000 Türk’ü yerinden edecek, yeniden göçmen haline getirecek olan haritaya yapıştılar, daha da toprak istiyorlar bizden. Biz onu kabul edemiyoruz. Onlar 25-30 bin Rumun içimize geri gelmesini istiyor; bizim halkımız "25-30 kişi bile gelemez" diyor. Bunu kabul etmeyince adımız "uzlaşmaz "lığa çıkıyor.
Fakat onlar da sizin mücadele gücünüzü takdir ettiklerini söylüyorlar.
Evet. Fakat o mühim değil. Mühim olan bu kadar fedakârlıktan sonra halkımızın yine korku içinde yaşamaması. Kendi toprağında huzur içinde yaşaması, işlerin yine eskiye dönmemesi.
Görüşmelerin devamı hakkında yeni bir gündem belirlendi mi?
Son toplantıdan sonra bize: "Kıbrıs’ta bir hazırlık çalışması yapınız, hazırlıklı geliniz" dendi. Bu hazırlık çalışması yapılmış değildir. Gidinceye kadar ne yapılabilir? Yapılabilecek bir şey yok. Dolayısıyla bizi yine Nevvyork’ta baskı altına almaya çağırıyorlar.(1)
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Hükümetinden, yapılacak görüşmeler için yetki istediniz. Ne yetkisiydi bu, biraz açar mısınız lütfen?
Yetki verilsin meselesi şu: Biz Nevvyork’ta ve dünya karşısında iki kesimli bir federasyon konuşuyoruz. Meclisten geçen yetki bu. Biz bunu konuşurken Başbakan, iç zorlukları nedeniyle milli bir bayrak açıyor, "Bir karış toprak yok. KKTC yaşayacak. Olduğu gibi bu iş devam edecek" diyerek feryad ediyor ve "bizi satıyorlar" diye de halka şikayet ediyor. Bunun için dedim ki: "Neyse davamız, onu birlikte söyliyeceğiz. İki ses çıkmamalı. O yol nereye kadar giderse gider ama, zamansız laf etmek zarardır".
İç nedenlerle o hesabı yapamadı. Onun için ben mecbur oldum bunu söylemeye. Ben görüşmelere gideceğim, orada federasyon konuşacağım, sen burada: "Denktaş bizi satıyor" diye beni suçlayacaksın. Bu olmaz. Gel bakalım. Ne söyleyeceksen, Mecliste söyle. Halkına söyle. Karar çıkart. Eğer hakikaten karar senin dediğin gibi çıkarsa, mücadele etmiyeceğiz. Bu iş bitti demek lazım. Çıkartamadı tabi.
Benim kendilerinden ricam, Kıbrıs davasını partiler üstü bir dava olarak tutun. O parti böyle dedi, bu parti şöyle dedi sözleri bize gelmez. O zaman inandırıcılığımızı kaybederiz. Şimdi inşallah yoluna koyuyoruz.
Bundan sonra yapacağınız görüşmelerde Türkiye’den ne bekliyorsunuz? Neler yapılabilir?
Federasyon olacaksa bile KKTC’nin artık tanınması lazım. Başka türlü Rumun ayakları yere inmeyecektir. Bizi tanımayıp, Rumu bütün Kıbrıs’ın Hükümeti olarak tanıyan bir dünya karşısında Rum, hiç bir şekilde bize yaklaşmaz.
Diğer İslâm Ülkelerinin size karşı tutumu nasıl? Onlardan beklediğiniz ilgi ve yardımı görebiliyor musunuz?
Onlar, Kıbrıs meselesini hiç bir zaman bizimle oturup değerlendirmek istememişlerdir, islâm Konferanslarında raporlar yazılır, kararlar çıkartılır, ama o kararları kimse uygulamaz. Söylemesi acıdır ki biz, Avrupa ülkelerine pasaportumuzla gireriz de, islâm Ülkelerine giremeyiz. Bunu bilmiyor kimse.
Peki Efendim! Biraz da içe dönük konulara değinelim müsadenizle. Birkaç cami düğün salonu, nikah salonu olarak kullanılıyor. Bu da halkta bir tedirginlik meydana getirmiş. Siz ne diyorsunuz bu konuda?
Bu, Sarayönü Camisidir. Resmi evlenme salonu olarak kullanılıyor. Burası kullanılmaya başlanalı 40 sene olmuş. Bugün başlamamış ki. Sonra bugün cami eksikliği de yok. Bir aile yuvasının kurulması için daire olarak kullanılıyor. Bu iş için kullanılacak münasip bir bina yoktu. Bunların şikayetini yapan insanlar, ellerini ceplerine atsınlar da: "işte para; şimdi toprağımız da var. Şu camiyi restore edelim. Şuraya da bir evlendirme dairesi yapalım" desinler.
Bizim vakıflarımız çok zor durumda. Çünkü din adamlarının maaşı vakıfların sırtına yüklenmiş. Ekonomimize yararlı olacak olan bu müessese batmak üzeredir. Ben onun için Diyanet İşleri Başkanınızı davet ettim. Yakında gelecek, (Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri YILMAZ, Türkiye Diyanet Vakfı Mütevelli Heyet Üyeleriyle birlikte 18.05.1993 tarihinde Kıbrıs’a gittiler) durumu bir görsün, değerlendirsin. Din işlerimize bir el atsın. Bunu topyekün ele almak lazım.
Halktan biri: "Ben mücahitlik yaparken camiye Rumu sokmadım, camiyi bozdurtmadım. Ama maalesef şimdi bozuldu" dedi.
□Bu cemaat, adanın 3-5 yerinde bölük-pörçük ezan okunurken, şimdi bütün topraklarımızda ezan sesini duyan bir cemaat haline gelmiştir. Her köyde bir cami açılmıştır. Onları niye görmüyorlar da kırk sene evvel topraksız, yersiz-yurtsuz kaldığımız bir zamanda, mecburen nikah dairesi olarak kullanılan yeri görüyorlar?
şahsın söylediği yer ambardı. Bir cemaatın akidesini mücadelesiyle ölçmek lazım. Orasını cami yapmak isteyen, elini cebine atacak. Kuru lafla olmaz bu işler. Ben şimdi Girne’de muazzam bir cami yapalım diyorum. Böylece Rum, Gir-ne’den umudunu tamamen kessin. Şimdi o konuya Türkiye Hükümeti de el attı. Inşaallah oraya güzel bir cami yapılacak.
Din adamı yetiştiren İmam-Hatip Lisesi gibi bir okul eksikliğinden bahsediliyor?
Din adamı yetiştirdiniz, ne maaş vereceksiniz kendisine? Hiç bir şey veremiyorsunuz. Ne kadar din görevlisine ihtiyaç var, eksiğimiz nedir? Diyelim ki 70-80 tane. Eğer bunların karınlarını doyurabilseydik, biz çoktan bu 70-80 kişiyi Türkiye’de yetiştirir getirirdik buraya. Bu işler: "İşte bunlar dinlerine bağlı değil" falan gibi şeyler kaynatmakla, dedikodu üretmekle olmaz.
Bu cemaat çok sıkıntı çekmiştir. Büyük bunalımdan geçmiştir. Şimdi gençlerde dine karşı bir bağlılık vardır. Bunu yavaş yavaş ısındırmak lazımdır.
Magosa’daki "Buğday Ca-mi"ide hiç bir zaman için cami olarak kullanılmamış. Adından da anlaşılacağı gibi buğday ambarı olarak kullanılmış. Ama Türkiye’den gelenler bilmiyor bunu. Camiyi "şu yaptılar, bu yaptılar" diye aleyhte propo-ganda yapıyorlar. Halbuki burası camiydi de başka yere dönüştürmekle ilgisi yok. Tek taraflı düşünmemek lazım.
Vermek istediğiniz başkaca bir mesajınız var mı?
Ben 69 yaşındayım. Kıbrıs Türkünü bu kadar huzur içinde, emniyet içinde görmedim. Allah razı olsun Türkiye’mizden, askerlerimizden. Bundan sonra daha güzel günlerimiz olacak inşallah.
Bize gösterdiğiniz hüsnü kabul ve verdiğiniz değerli bilgiler için size çok teşekkür ediyoruz sayın Cumhurbaşkanı.

(1) Rauf DENKTAŞ’A, New-york’taki "Şok Görüşmeye",
BM’in beş daimi üyesinin de katılması istendi.

TOPLU MEZARLAR

MURAT AĞ A, SANDALLAR YE ATLILAR..
Kıbrıs’ta, bu köyler tamamen Türk olan savunmasız ve küçük köylerdi.
Türkler, ata yadigârı bu topraklarda hiç kimseye zarar vermeden yaşıyorlardı. Rumlar, bölge halkını sürekli tedirgin etmiş, 1958 yılından itibaren masum Türkleri şehid ederek, geriye kalanları korkutup kaçırmaya çalışmışlardı. Fakat her türlü baskıya rağmen toprağını terk etmeyen Türk halkı, 14 Ağustos 1974’te büyük bir Rum saldırısına maruz kalmış ve topluca ölüm çukurlarına doldurulmuşlardı.
Önce Muratağa Köyü’nde Türk halkı toplandı. Çöplük olarak kullanılan bir bölgeye götürüldü. Elleri-kolları bağlandı. Erkek çocukların kafaları kesildi, kız çocukların başlarına kurşun sıkıldı. Bir kısmı ise diri diri çukura atılarak yakıldı. Sonra üzerleri toprak ve çöplerle kapatıldı.
Daha sonra sıra Sandallara ve Atlılar’a gelmiş ve bu köylerin halkı da aynı şekilde şehid edilmiştir. Bu masum insanların suçu sadece Müslüman-Türk olmalarıydı.
Çevrede yapılan aramalarda, kazılan toprak yığınlarından, 17 Ağustos 1974 ve 29 Ağustos 1974’te toplu mezarlar bulundu.
Birleşmiş Milletler gözlemcilerinin ve yabancı basının gözleri önünde çukurlar açıldı. Ortaya çıkan görüntü tüyler ürperticiydi. 16 günlük Selden Ali Faik’ten 15 aylık Betül Hüseyin’e; 4 aylık Hayriye Ariften 70 yaşındaki Derviş Sadık’a kadar Muratağa ve Sandallar’da 89, Atlılar’da 37 şehit yatmaktaydı.
Yanmış başsız vücutlar, vücutsuz başlar, kollar, ayaklar birer birer toprak altından çıkarılıyordu. Bağrına bastığı küçük yavrularıyla genç kadınlar, 70’lik ve 90lık ihtiyarlar, çocuklar ve kadınlar yan yana konuldu.
Cinayetin işlendiği gün köyden uzak olan ve canını kurtaran akraba ve yakınları, cesetlerin üzerine kapanıyor, bağrışmalar ve ayyuka çıkan feryatlarla Rum vahşetini dünyaya haykırıyorlardı.
Toplu mezarlardan çıkarılan şehitler için özellikle bulundukları yere, 14 Ağustos 1980’de tamamlanan birer anıt-mezar yapıldı.
Bu anıtlar, Rum’a hayranlık duyanların utanç içinde boyunlarını eğip ağlayacakları, insanlığın ise bu vahşi Rum mezalimini her zaman hatırlayacakları yerlerdir.

KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ BAŞBAKANI
DERVİŞ EROĞLU:

"Türk Ordusunun buradaki varlığı bizim en büyük güvencemizdir."

Sayın Başbakan, Kıbrıs’ın genel yapısını, 1974 öncesi ve sonrası olarak değerlendirebilir misiniz lütfen?
□ Evvela şunu söyleyeyim; 1974 öncesi K. Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ekonomisinden söz etmek pek mümkün değildir. Çünkü 1974 barışına kadar Kıbrıs’ta ekonomi Rumların elinde idi. Biz kendi bölgemizde daha çok mücahitlik yapıyorduk. Akşamları nöbet, gündüzleri de kapalı tarım topluluğu şeklinde yaşamaya çalışıyorduk. Kendi yönetimimizin dairelerinde çok az sayıda memurumuz vardı. Genelde bütün halk mücahiddi. Bir ara Türkiye Cumhuriyeti Devletinin gönderdiği 10 milyon Kıbrıs Lirasını bütün çalışanlar ve mücahidler olarak eşit şekilde paylaşarak hayatımızı devam ettirdik. Fert başına düşen gelir, 1974’ten itibaren 570 dolar civarında idi. 74’ten sonra ekonomik gelişmeler başladı. 74’e kadar bütçe Rumların elinde idi. Biz ancak Türkiye’nin gönderdiği yardımlarla, hatta Kızılay’ın gönderdiği yardımlarla hayatımızı idame ettiriyorduk.
74’ten sonra güneyden gelen göçmenlerle Türkiye’den gelen göçmenlerin yerleştirilmesi işleriyle uğraşılması, bu arada Rumlardan kalan tesislerin çalıştırılması için müteşebbisler arandı. 74’ten önce ithalat-ihracat yoktu. Turizm hareketi yoktu. Sanayi faaliyetleri yoktu. Ekonomik hareketlerin dışında kalmış bir toplum olarak 74 harekatı bizi yakaladı. Daha sonra kendi müteşebbislerimiz ağır ağır ortaya çıkmaya başladı. Ithalat-ihracat derken sanayi gelişmeye başladı. Hükümetimiz organize sanayi kurarak, sanayicilerimizi çeşitli teşviklerle teşviklendirip bu sektörü canlandırmaya çalıştı. Ülkede turizm ön plana çıkartılmaya çalışıldı. 74 barış harekatından sonra bize kalan 200 yatak kapasitesini, 8000’e çıkardık. Bunların entegrasyonu yolundaki faaliyetler devam etmektedir.
Hizmet sektörünün planını çıkartırken üniversite olayını ülkede geliştirdik. Bugün dört üniversitemiz var, beşincisini de yakında açacağız. Bir üniversitemiz yabancı dille eğitim yapıyor. Bu üniversitelerde okuyan Türkiye de dahil, 26-28 ülkeden öğrenci var.
Tarım sigortasını hayata geçirdik. Çünkü ülkemiz kuru iklim şartları taşıyor. Kuraklık olduğunda tarımcımızı destekleyerek bu sektörün canlılığını sürdürmesine gayret ettik, inşaat sektörü de ilerlemekte. Türkiye’den gelenler de buraya uyum sağlamış, güneyden kuzeye gelen insanlarımız güneyi unutmuş ve bu toprağa dört elle sarılmıştır. Yeni bir devlet kurmanın huzur ve mutluluğu içerisinde daha ileriye yürümenin çabası içerisindeyiz.
Efendim BM’de yapılan görüşmelerde Butros Gali bazı şeyler istedi, mesela bir harita koydu masaya... Bu konuda sizin teklifiniz ve görüşleriniz ne oldu?
□ Rumlar kendilerini Kıbrıs’ın tümüne hakim olarak görüyorlar, dünya da onları destekliyor. Fakat 4 Mart 1964 tarihinde güvenlik konseyi bir hata yaptı. Her halde bilerek yaptılar bu hatayı. Kıbrıs Cumhuriyeti’ne barış gücü gönderirken, Adadaki Türk varlığını kabul ettiler. Bugün kuzeye ve güneye ayrılmasına rağmen Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanınmaktadır. Kleridis de bunun hâlâ Kıbrıs Cumhurbaşkanı olarak tanınmaktadır. Aslında gerçek değildir bu.
Bugün adada iki ayrı devlet vardır. Bizden istenen devletimizin ortadan kaldırılmasıdır. Güneye göç eden Rumların eski yerlerine, memleketlerine dönmesi istenmekte, yine bizden bir federasyon oluşturabilmek için toprak istenmekte, toprağımızın aşağı yukarı %20’si istenmektedir. Bu 40.000 göçmen demektir. Bir de Rumların aramıza tekrar dönmesini istiyor genel sekreter, ilk etapta 30-40 bin kişi gelsin, diğerleri bilahere mallarına mülklerine kavuşur. Bizim nüfusumuz 170 bin. 40 bin’i topraklarımızdan çıkacak, 40 bin de gelecek, 80 bin. Demek ki nüfusun yarısı göçmen olacak. Bu barış değil huzursuzluk getirir. Bizim istediğimiz Kıbrıs Türküne geçmişi aratmayacak, hatta bu günleri aratmayacak bir çözüm. Güzel bir çözüm istiyoruz. Bugün halkımız kendi devletinin çatısı altında hayatını sürdürmektedir ve mutludur. Rumlarla içice yaşamayı kabulleneceksiniz, Türk askeri çıkacak, Türkiye’nin fiili etkili garantisi ortadan kalkacak, Agik sürecine bağlanacak, işte görüyoruz. Bosna-Hersek’te kanlar akıyor, dünya seyirci. Bu şartlarda bir antlaşma yapmak mümkün değil. Anlaşamadığımız toprak konusudur. Rumların aramıza yeniden gelme istekleridir. Bir devlet kurulacak, yönetim 7 yıl Rumda, 3 yıl Türk-te kalacak, cumhurbaşkanı Rum olacak. Türk askeri çıkacak, bizim garantimiz Avrupa Topluluğu ve Agik olacak. Buna evet demek mümkün değildir.
■ BM’de zorlayıcı kararlar alınırsa ne olur?
□ Güvenlik Konseyinden çok kararlar çıktı. En son çıkan karar 789 sayılı karardır. Ama 789 sayılı kararı kabul etmemiz mümkün değil. Kararın görüşme zemini bozulmuştu. Görüşme zemini bozulduğu için genel sekreter son 30 martta taraftarımızı da çağırdığında sanki 789 sayılı karar yokmuş gibi hareket etmeye çalışmıştır. Ama o karar, güvenlik konseyi kararı olarak ortaya çıkmıştır. Gali fikirler demeti ortadadır.
Haritası da bunun içindir ve harita 789 sayılı karara girmiştir. O bakımdan Newyork’ta bizi zor günler bekliyor.
Genel sekreter bugün ilk etapta Maraş’ı istiyor. Türk askeri de çekilsin istiyor. Nevvyork’a gittiğimizde 789 sayılı kararı karşımızda bulacağımızdan ben eminim. Genel sekreterin kendi fikirler demetinden vazgeçmesi, fikirler demetin-deki haritanın 789 sayılı karara gittikten sonra bu kararı yokmuş gibi kabul etmesi, bana göre mümkün olmayacak. Halbuki 789 sayılı karar olmasa biz rahat görüşebiliriz. Hatta görüşmelere burada başlar, bazı konularda anlaşabileceğimiz kanaatine vardıktan sonra Nevvyork’a giderdik, çok daha iyi olurdu. Ama burada direkt görüşmeler de yaptırılmıyor.
■ Bütün bunlara rağmen, Güvenlik Konseyi’nden bir takım yaptırımlar uygulattırılma yoluna gidilirse, zorlama metodları uygulanırsa direnme durumunuz ne olur?
□ Evet, şimdi burası Kuveyt değil. Dolayısıyla Irak’ta yaptırım uygulandı ama, ortadoğunun petrolü üzerinde Irak’ın oturup bir güç olmasını engellemek için yapıldı bu. Kıbrıs’ta öyle bir durum yok. İkincisi, ingiltere’nin zaten burada üsleri var. Üçüncüsü, 170 bin nüfuslu bir ülkeye güvenlik konseyinin yaptırımlar uygulamaya girişmesi, zannederim dünya devletleri tarafından da hoş karşılanmaz. Kaldı ki burada toplumların serbest iradesiyle bazı gerçekler ortaya çıkmıştır.
Biz KKTC’ni kurarken kendi halkımızın istekleri doğrultusunda hareket ettik. Self- determinasyon hakkımızı kullandık. G. Konseyinin hakkımızı elimizden alma hakkı yok. Yine görüşmelere devam ediliyor. Görüşmelerde bu noktaya gelindiyse yine halkımıza müracaat edeceğiz. Referandum yapacağız, ondan sonra o anlaşma yürürlüğe girecek, bunu genel sekreter de kabul etmiştir. Bu görüşmeler devam ederken görüşmeden kaçan tarafta olmadığımıza göre bize yaptırımlar uygulanması mümkün değil. Türkiye’ye hiç uygulayamazlar. Çünkü burası Türkiye’nin tanıdığı bir ülkedir.
KKTC’ne Türkiye’nin verdiği kanaatler vardı. İki halkın kabul edeceği bir antlaşmaya biz hayır demeyiz şeklinde. Bu da zannederim dünyaya gerekli mesajı vermektedir. Garantörlüğü de yürürlüktedir. Burada askerinin bulunması anlaşmadan doğan hakkını kullanmasıdır.
■ Kamuoyuna yansıyan bir durum var. Acaba birlikte hareket etme
konusunda sayın DENKTAŞ’la aranızda bir ihtilaf mı var?
□ Şimdi şunu söyleyeyim: Dış politikada birliğimiz, birlikteliğimiz devam ediyor. Sayın Cumhurbaşkanı, başkanlık döneminden parlementer sisteme geçip cumhurbaşkanı olan kişi olduğu için, iç politikadan kopamıyor. Dolayısıyla iç politikaya müdahil olduğu anda baş ağrıları oluyor, ama biz Hükümet olarak sayın Cumhurbaşkanı ile birlikte hareket ettik ve KKTC’ni ilân edinceye kadar birlikte olduk. Görüşmelerde devamlı kendisine sonsuz destek verdik. O bakımdan iç politikada cumhurbaşkanımızın aktif görünmesinden bazı uzlaşmazlıklar, bazı ayrılıklar görünür gibi olsa da, bu dış politikaya etki yapmaz, ilân ettiğimiz ve şu anda yaşatmaya çalıştığımız devlete ve bu devletin halkına zarar verecek her türlü eylemin ikimiz de karşısındayız. O bakımdan bu konudan hiç endişemiz yoktur. Ama iç politikada baş ağrıları oluyor. Biz bir siyasi parti olduğumuz için tabiiki iç politikada da etkinliğimizi sürdüreceğiz-
Sayın Cumhurbaşkanımızın oğlu da bir parti kurmuş, şimdi benim partimin muhalifidir. Onun için zaman zaman karşı karşıya gelmeler olabilir. Cumhurbaşkanımızın oğlu ile ve kurduğu partiyle. Ama bu bizim Cumhurbaşkanına olan güvenimize ve dış politikadaki birlikteliğimize etki etmez.
■ Rusya Dış işleri Bakanlığı, Adadaki Barış Gücü Askerlerine yapılacak yardım konusunda görüşlerini serdederken; "Bizim artık Kıbrıs barış gücüne vereceğimiz paramız yoktur." dedi. Bu meyanda Türk askerinin Ada’dan çekilmesi isteniyor. Türk askeri adadan çekilirse durum ne olur?
□ Birleşmiş Milletler o lafı söyleyemez. Bu güne kadar da açıkça Rum kesimi söylüyor, burada Türk askeri işgalcidir diye. Kendilerini destekleyen bazı devletler olabilir ama G.Konseyi hatta Amerika, Rusya, "Türk askeri burada işgalcidir" diyemez. Zaman zaman şunu söylüyorlar; anlaşmalardan doğan hakkını kullansa bile, Anayasal durum gerektirdikten sonra ayrılması gerekirdi. Kıbrıs’ta kalması biraz uzadı. İşgalci demiyorlar ama dolaylı sözlerle ima etmeye çalışıyorlar.
Bana göre Anavatanımızın buradan askerini çekmemesi gerekir. Türk Askeri çekildiği anda Kıbrıs Türkü’nün can güvenliği kalmaz. Biz 170 bin, onlar 6C0 küsur bin ve fevkalade silahlanmış durumdadırlar. Bizim garantimiz Türkiye’dir ve hatta Anavatanımız dışında herhangi bir anlaşmaya da biz karşıyız.
Bu garanti anlaşmasının sulandırılmasının da biz karşısındayız. Bu günkü garanti sistemi, bizi tatmin eden bir garanti sistemidir. Türk ordusunun, burada varlığı bizim en büyük güvencemizdir.
■ Efendim, burada bizim halkla da temaslarımız oldu, onlara sorular sorduk. Rumlarla yeniden birleşme konusunda aldığımız sonuca göre %15’lik bir kesim "birleşilebilir" görüşünü savunurken, %85’i "asla birleşenleyiz" düşüncesindeler. Sizin görüşleriniz nedir bu konuda?
□ Bence artık Türklerle Rumlar birarada yaşayamazlar. Bu kesindir. Çünkü bir anlatma olur da bizleri iç içe yaşamaya mecbur ederlerse, kısa bir süre sonra birbirimizin boğazına yapışacağız, çünkü her ailede bir acı vardır. Ve bunlar dün olmuş kadar tazedir. Biz Türkler biliyorsunuz şehitlerimizi unutmayız. Her evden bir şehidin çıktığı bir ülkede, Rumlarla Türkleri birarada yaşatmak kadar hatalı bir çözüm olamaz. Çünkü o çözüm yürümez, ömrü kısa olur.
Bazı kişiler birlikte yaşarız diyebilir, her ülkede istisnalar olabilir. Bizde de çok az bir kesim bu yanılgı içine girmiş olabilir. Hatta bunlar bazan daha da ileri gidiyorlar ve: "bazı fanatik liderler olmasaydı bu durumlar olmazdı" şeklinde konuşmalar yapıyorlar. Bu çok yanlıştır. Bir devlet kurmak kadar kutsal bir görev olamaz. Devleti yaşatmak kadar da kutsal görev olamaz. Biz devlet kurduk, bu devleti yaşatıyoruz. Görüşme masasında da devletimizin varlığı gerçeğinden hareket edilmesi üzerinde duruyoruz. Çünkü bu gerçeği dünya kabul etmese de vardır. Ayrı bir devlet kurma şuuruna varmış bu halk, bir de kendi bayrakları altında ayrı ayrı yaşamaya alışmış olan halkı, Rumlarla tekrar biraraya getiremezsiniz.
■ Şehidlerimiz dediniz de aklıma geldi. Size gelmeden önce Girne’de Karaoğlanoğlu şehidliğini ziyaret ettik. Oldukça bakımsız olduğunu, bir hayli ihmal edilmiş olduğunu gördük. Acaba buraya gereken ilgi mi gösterilmiyor?
□ Şehidlikler için ayrı bir bakım ünitemiz vardır. Ayrı bütçemiz vardır. Karaoğlanoğlu Şehidliği de yeniden ele alınması gerekiyordu. Şu anda gördüğümüz gibi yan tarafta bakım çalışmaları yapılmaktadır.
■ Sayın Başbakan,
Biz burada kiminle görüşmüşsek hepsinden aldığımız ortak bir sonuca göre; Kıbrıs’ta camiler bakımsız, ilgiden yoksun ve hâlâ bazı camiler nikah salonu, sanat galerisi gibi kültürel etkinlikler için ayrılmış. Adada Din görevlisi yetiştirecek bir İ.H. Okulu da açılmamış. Bu husustaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?
□ Bir kere vakıflar idaremizin bütçesi hakikaten zayıftır. Biz bu konuda Diyanet İşlerimizin Türkiye ile birleştirilerek, Türkiye bütçesinden de yararlanılması üzerinde çalışmalar yaptık. Türkiye’nin ilgili Devlet Bakanlarıyla görüştük. Bütçe olarak maalesef yatırımlarımız yeterli değildir. Türkiye Cumhuriyeti bütçesinden zaman zaman pay alarak alt yapılarımızı tamamlamaya çalışıyoruz. Ama küçük bir devlet olsak da devletin bütün kurum ve kuruluşları tamamdır. Türkiye’den senede 600700 milyar yardım alıyoruz. Bu da alt yapı maksat-larıyla kullanılıyor. Şu anda Müftülüğü vakıflara bağladık. Vakıflar kendi kendine yeterli bir kuruluş olmadığı için devlet olarak pay ayırıyoruz. Ayırdığımız pay da maalesef yeterli olmadığından, tüm camilerimize yeterli bakımı yapamıyoruz. Mümkün olduğu kadar yine pay ayırmaya çalışıyoruz.
Bir ikincisi, camilerimizin sosyal içerikli kullanılması: Bir cami yıkılmak üzereydi, cami olarak da kullanılmıyor, ambar olarak kullanılıyordu. Bir kişi müracaat etti, bakımsız kalacağına, anlaşarak resim galerisi haline getirildi. Bu konuda bilhassa Buğday Cami’si üzerinde çok duruldu. Buğday camisi şu anda Lala Mustafa Paşa Camiinin bakıma alınması dolayısı ile cami olarak kullanılıyor. Bunun dışında başka bir şey yoktur.
Biz de başlangıçta camilerin sosyal amaçlı kullanılmasını kabul etmemiştik, fakat incelemelerimizden sonra işin öyle olmadığı ortaya çıktı.
İ.H. Okulu konusu ise: Haklısınız, öyle istekler bize de gelir. Bu konu, bizde öğrenci potansiyeli, İ.H. Lisesi açacak kadar değildir. Eğitim Bakanlığı da müracaat yapmıştır. Ben de Türkiye’den rica etmiştim. Buradan Türkiye’ye Imam-Hatip Lisesi’ne giden öğrencilerimize burs verilsin demiştim. Müracaatımız şimdi de devam ediyor. Fakat pek fazla giden olduğunu söyleyemem. Bir liseyi açıpta yaşatamayacaksa-nız önemi yok.
■ Sayın Başbakan, bize ayırdığınız kıymetli zamanlarınız ve verdiğiniz değerli bilgileriniz için size çok teşekkür ediyoruz Efendim.

DÜNYAYA İTHAF OLUNUR!
LEFKOSA’DA
BİR
BARBARLIK MÜZESİ

Lefkoşa’nın Kumsal mahallesindeyiz. Burada, şehid Mürüvvet İLHAN Sokağı’ndaki halen müze olan 2 numaralı eve yolunuz uğrarsa, içeriye girip manzaraya bakmaya yüreğiniz dayanır mı bilinmez.
"BARBARLIK MÜZESİ.."
Adana’dan Lefkoşa’ya yerleşmiş Cuma TÜRKKAL da şimdi bu Dr. Evini bekliyor. Bizi giriş kapısında karşıladı. Kendisine sorduk:
"Cuma Bey, ne hissediyorsun burasını beklerken?" Üzüntüsü, kırışmış yüz hatlarında kendini gösteren bir ifade ile cevap verdi:
"Daha çok müzenin giriş kapısının yanında duruyorum, içeriye girince sanki omuzlarıma bir ağırlık çöküyor, ilk günler daha zor oldu ama, artık bu tablolarla iç-içe yaşamaya alıştım. KKTC hakkında söz söyleyenler, gelip burasını görsünler."
Biz de gördük. Kapıdan girdiğinizde karşınıza diki-liveren korkunç manzara ile irkiliveriyorsunuz birden. Saçlarınız sanki dikenleşiyor, yüzünüze ürperti dalgaları yayılıyor.
1963 senesinde Rum çeteleri tarafından Lefkoşa ve çevresinde işlenen vahşetin resimleri, duvarlarda asılı duruyor.
Küçük İbrahim AHMED’in bir yanağından giren kurşun, diğer yanağından çıkmış.
Rum zulmü sebebiyle terk etmek zorunda kaldığı evine geri dönen İbrahim Salih ŞENSES, ağzından akan kanla yere yığılmış.
Ekmekçi Hasan MEHMED’in kafasının sağ tarafı parçalanmış.
9 yaşındaki Salih HASAN’ın karnı deşilmiş, bağırsakları dışarıda.
Pilot Yüzbaşı Cengiz TOPEL, kafasının arkası parçalanmış, kan içinde yatıyor. ^.
Din adamı Hasan İBRAHİM’in burnunun yarısı ile, sağ kaşından itibaren yanağı kopmuş.
75 yaşındaki Mustafa BEKİR, balta ile belinden ikiye bölünmüş; belden yukarısı bir tarafta, aşağısı bir tarafta.
Ayvasıl Köyünde toplu mezardan çıkarılmış bir ceset, üzerinde elli kurşun.
Rum tedhişçi Nikos SAMPSON, daha çok Türk’ün kanına girmek için sol eline Türk Bayrağı’nı almış, sağ elinde otomatik silah.
Dr. Binbaşı Nihat İLHAN’ın eşi Mürüvvet İLHAN ile üç çocuğuna ve ev sahibi Hasan Yusuf KUDUM’un eşi Feride Hanım’a ait banyoda, tuvalette dökülmüş saçlar; duvarlarda ve tavanlarda kan izleri, beyin parçaları..
Salonun ortasındaki camekanlı bölümde bu şehid-lere ait kanlı havlular, kanlı elbiseler, körpe çocuk ayakkabıları....
Tam bir "BARBARLIK TABLOSU...."
Evini Binbaşıya kiraya veren Hasan Yusuf KU-DUM’u orada gördük. Şimdi müze olan kendi evinin yan balkonunda, yanındaki teyibi gözleri derinlerde, dinler gibi gözüküyor. Yaşlı ve soluk siması, buğulu gözleri ile bize bakıyordu. Yanına yaklaşıp teybimizi önüne uzattığımız zaman, kendi teyibini kapatıp yorgun bir sesle konuşmaya başladı:
■ Hasan Bey, yaşanan vahşet anında siz de buradaymışsınız. Nasıl oldu anlatır mısınız?
Olaydan birkaç gün önce, Mürüvvet Hanımın eşi Binbaşı Nihat İLHAN, Mürüvvet Hanıma dışarıya çıkmamasını, dışarıdan bir şeyler alınacaksa ev sahibi olan benim almamı tembihlemişti. Biz de öyle yapıyorduk. Ben ve eşim Binbaşının çocuklarını yalnız bırakmıyorduk. Ortalık karışık ve tehlikeliydi. Rumlar yer yer baskınlar yapıyor, katliamlara girişiyorlardı.
Olay günü akşam vaktinde yemekten önce namaz kılacaktık. Hanımlar abdest almaya hazırlanıyorlardı ki birden silah sesleri gelmeye başladı. Şu ileriden (parmağıyla işaret ederek gösteriyor ve sanki o günü yaşıyordu), Kanlıdere’den ateş ediyorladı. Ben kalktım, panjurları kapatmaya çalıştım ama yapamadım. Çünkü ateş bizim eve yönelmiş, kurşunlar bizim evde patlamaya başlamıştı. Binbaşı’nın eşi çocuklarına sarılıp banyonun küvetine saklanmıştı. Eşim de tuvalete kaçmıştı.
Bu arada evimizin kapısı otomatik silahlarla parçalanarak kırıldı. İçeri girdiler, beni kurşunladılar. Hem ateş ediyorlar, hem de "taksim istersiniz ha.." diye bağlıyorlardı. Ben yere yığıldım, ölmemiştim. Yüzükoyun yerde yatıyordum. Deni öldü zannettiler.
Daha sonra önce tuvalet kapısını kırarak eşimi, sonra da banyo kapısını kırarak küvetin içinde yavrularına sarılmış vaziyetteki Mürüvvet Hanımı ve üç çocuğunu taradılar. Hatta eşimin başı tuvalet taşının üzerine düşmüş, daha ölmemişti. Kafasına kurşun sıkarak öldürdüler. Başı yere düştü. İşte o beyin parçaları hala tavanda durur. Oraya hiç ba-kamam. Yüreğim parçalanır.
Mürüvvet Hanım ve çocuklarına çok kurşun sıktılar. Onlar hemen öldü. Küvetin içi kan dolmuştu. Sanki kanda yüzüyorlardı. Allah hepsine rahmet etsin.
Karşımızdaki evlerden komşuları da esir almışlar. Onları dipçiklerle, tekmelerle dövdüler. Sonra alıp gittiler.
Gece yarısı saat üç civarında sürünerek ayağa kalktım. Çok kan kaybettim, fakat öldürmeyen Allah öldürmüyor. Gidip ilgili yerlere haber verdim.

Kıbrıs Türk Mücahidler Derneği Başkanı
HALİL PASA:
"Kıbrıs, yazısını kanla yazdığımız tapulu malımızdır, kimseye toprak tavizi vermeyiz."
■ Sayın Başkan, derneğinizin amacı ne, neler yapıldı da böyle bir dernek kuruldu, genel bilgi verebilir misiniz?
□ Biz, 1 Ağustos 1958 - 30 Kasım 1976 arasında yeraltında mukavemetcilik yapmış, mücahitlik yapmış, terhisinden sonra da derneğimize üye olmuş olanlardan müteşekkil bir sosyal kuruluşuz. Lefkoşa’da ve diğer yerleşim birimlerinde üyelerimiz var.
1974’den önce mücadeleyi biz yürüttük. Kıbrıs Türk halkına bu kutsal topraklarda var oluş kavgası taâ 1878’lerde, Osmanlı Ordusunun Girne Kalesi’nden hareket edip, Anadolu’ya gittiği günden başlayan bu mücadele hâlâ bitmemiştir, devam etmektedir. Ne zaman Osmanlı Ordusu adadan, yavru vatandan çekilmiş, o zaman Kıbrıs Türk’ünün mücadelesi başlamıştır. Bu da biliyorsunuz Kıbrıs Adası’nın İngilizlere kiralanmasıyla başlayan bir olaydır. Tabi o zamanlar Kıbrıs Türk halkı, adanın her tarafına yayılmış durumda idi. Rumun kafasında da, Yunan megola ideası içerisinde Kıbrıs Adası’nın Yunanistan’a bağlanması vardı. Kendi emelleri buydu.
Meseleye baktığımızda, Kıbrıs Adası’nda Rum Ortodoks Kilisesinin hareketleri hiç bir zaman durmamıştır.
Bizim kuşağın yaşadığı bir sürü olaylar vardır. Şöyle ki; ikinci Cihan Harbinden sonra Rum ve Yunanlıların, İngilizlerle yaptıkları görüşmelerde Kıbrıs Adası’nın gene Yunanistan’a ilhakı gündeme gelmiştir. 1950 yılında bundan bir önceki Başpiskopos Makarios’un Başpiskoposluğa getirilmesiyle birlikte, Rum Ortodoks Kilisesi, "Kıbrıs Adası Yunanistan’a bağlansın mı?" diye bir referandum yapmıştır. Netice alamayınca bu defa, 1952’den başlayarak Kıbrıs kanadında Makarios, Yunan tarafında 2. Cihan Harbinden kalan tedhişçi Albay Grivas ikilisi bir yeraltı örgütü kurdular ve 1 Nisan 1955’de evvela İngilizlere karşı tedhiş hareketlerine başladılar. Peşinden 1956 yılında bu tedhiş hareketleri biz Türklere karşı başladı ve gittikçe tırmandırıldı. Katliamlar, yakmalar, yıkmalar... O tarihe kadar Kıbrıs Türk halkı kendini savunacak bir örgütten yoksundu. O zamanın halkından gelen istek ve teşvik doğrultusunda savunma için yeraltı teşkilatının kurulması kaçınılmaz olmuştu. Böylece 1957 sonlarından başlayarak "Türk Mukavemet Teşkilatı" kuruldu. Bu teşkilatın amacı sadece savunma idi.
Bu teşkilat, ada sathında önce 6 sancak olarak kuruldu. Tabii bu sancakların kendilerine bağlı şubeleri de vardı. 1958-59 yılları böyle geçti.
Sonra Londra-Zürih antlaşmalarında (16 Ağustos 1960) Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Cumhuriyetle birlikte Yunanistan’dan 950 kişilik bir kontenjan alayı Kıbrıs’a geldi. Anavatan Türkiye’den de 650 kişilik bir alay geldi. 1878’de gidip, 1960’da gelen Türk Ordusunun ikisini birden görmüşcesine hatırlayanlar vardır.
Makarios ve çevresi daha başından beri samimi değildi. Makarios’un ilk beyanı; "Bu antlaşmalar bir sıçrama tahtasıdır" olmuştur.
Bu düşünceyle, devletin de imkanlarını kullanarak yeraltı örgütlerini daha da güçlendirdiler. Ve bildiğimiz 21 Aralık 1963 kanlı noel olayları oldu. Rumların bu tedhiş örgütüne verdikleri emir şuydu: "Türkleri, tavuklarına varıncaya kadar keseceksiniz." Bu bir abartma değildir. Ve Kıbrıs Ada-sı’nda Rum Ortodoks Kilisesi ortada olduğu sürece kin kalkmaz.
1960’da kurulan Cumhuriyete göre, iki halkın 30/70 oranında temsil edilmesi öngörülüyordu. Ordu ve polis teşkilatında ise %60 Rum, %40 Türk olacaktı. Ama bunlar kağıt üzerinde var, fiiliyatta yoktu. Tabi burada asıl amaç özellikle 1935 yılından başlayarak, biz Türklerin Anadolu ile irtibatının kesilmesi idi. Dolayısıyla Anadolu ile yaptığımız ticaretimiz kesintiye, uğramıştır.
1963 kanlı noel olaylarından sonra uzun yıllar kutsal bir direniş vardır. Küçük yerleşim birimlerinden çekildik, nüfusumuzun daha yoğun olduğu beldelere toplandık. Hiç bir zaman 63 kanlı noe-linde olduğu gibi bir cephe muharebesi beklemiyorduk. Ama oldu. Biz, Lefkoşa ve bazı yerlerde çekileceğimiz yerlere kadar çekildik ve karşılıklı savunma hatları oluşturduk. Kendimizi savunduk. Kıbrıs Türk Halkı Mukavemet Hareketi, zaten milli birliğin eseridir.
Zaman zaman basında, buraya yapılan yardımlar dile getirilerek serzenişte bulunuluyor. Bunu anlamak mümkün değildir. Burası serhat boyudur. Bugün buradan (Lefkoşa içi) 150 metre ileriye yürüyen, beşer-onar metre mesafede, mevzilerimiz karşılıklı kazılmış ve askerimiz, mücahidimiz, Rumlarla burun burunadır. Şu anda burada 170 bin Türk yaşıyor. Bunlar Ankara’nın veya İstanbul’un bir mahalleciğidir.
Bunu böyle değerlendirmek lazımdır.
Kıbrıs Türk halkı, özellikle TMT, Anavatanın buraya gelebilmesi için zemini ve yolu hazırlamıştır. Kıbrıs Türk halkının hemen hemen bütünü mücahittir. Yani cephede varsa idi on kişi, cephe gerisindeki tüm halk da aynı şartları yaşardı. Çünkü mücadele bir bütün halinde idi.
Bugün artık Ada’da anayasalı bir devlet ve ona bağlı olarak nizami birlikler var. Askerimiz, polisimiz, her kurumumuz düzenli, disiplinli olarak eğitimi sürdürüyor.
■ Efendim, mesela Türk Askeri Ada’dan çekilsin vs. gibi bir takım tartışmalar var. Bu konuya bakış açınız nedir?
□ Meseleye sathi bakmamak lazım. Bir kere bütün dünya da kabul eder ki, Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri, uluslararası antlaşmalardan doğan vecibelerini yerine getirmek için buradadır. Ve 74’ten bu güne kadar Kıbrıs Adasında her şeye rağmen barış ve huzur vardır. Kimin ne dediği önemli değil. Kıbrıs Türk halkı ne söylüyor, önemli olan budur. Bugün Anavatan Türkiye’de hangi iktidar vardır ki, Kıbrısta art niyetli olsun? Kıbrıs namus meselesidir, şeref meselesidir, milli meseledir. Kim bu konuda taviz verebilir? Mümkün değildir. Biz bunu bileceğiz, bunu söyleyeceğiz. Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri burada işgalcidir, istilacıdır diyenlere karşı biz deriz ki; "eğer uluslararası anlaşmalar bir şey ifade ediyorsa, biz buna uyuyoruz, Türkiye’nin yaptığı da budur."
Türkiye artık bölgesinin süper gücüdür. Bu gibi sözlerden etkilenmemesi lazım. Biz bu bayrağı göndere boşa mı çektik? Kıbrıs Tür-kü’nün bu milli direnişi, Balkanlara, Kafkaslara, Baltık ülkelerine, Orta Asya’ya da meşale olacak kıvılcım saçmıştır. İşte korkulan budur.
Yani bu hareket numune teşkil etmiştir. Bizim şu anda zamana ihtiyacımız var. Artık dünyanın Türkiye’ye ve Kıbrıs Türküne bakış açısı değişmiştir. Ufuk şimdi biraz daha genişlemiştir. Daha da genişleyecektir.
İki toplumun anlaşmasını herkes ister. Ada’da iki halk arasında barış olsun. Ama nasıl bir anlaşma? Biz Rum ve Yunan’ı çok çok iyi tanırız. Onlara göre biz eşit iki toplumdan biri değiliz, çoğunluk içinde azınlığız. Eğer biz haklı olmasaydık, 74’te askerimizi buraya getiremezdik.
■ Efendim, Adada iki toplum yeniden bir araya gelebilir mi?
□ Şimdi bir defa o kadar husumet girmiştir ki, iki halkı tekrar bir araya getirmek, o kadar kolay değildir. Ve bulunacak muhtemel bir çözüm, iki halkın eşitliğine dayalı, içice değil, yanyana olacak olan bir çözüm şekli olabilir. Bugün için mümkün değil ama ileriki yıllar ne getirir bunu kimse bilemez. Toprak tavizi veremeyiz. Kimin toprağını kime vereceksiniz? Toprak, bizim yazısını kanla yazdığımız tapulu malımızdır.
Anayasamız, egemenlik hudutlarının değiştirilmesini değil, tartışılmasını dahi yasaklamıştır. Peki kim çıkacak da toprak tavizi verecektir? Buna kimsenin gücü yetmez. Artı, Anayasamızda bizim bir geçici 10. maddemiz vardır. Bu madde diyorki: "Uluslararası şartlar gerektirdiği sürece, Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri, Kıbrıs Türk Halkının güvenliğini sağlamaya devam eder". Uluslararası şartlar ne kadar devam eder? yarım asır bir asır, Allah bilir. Zaten o maddeye dayanarak Türkiye’ye savunma işbirliği öneriyoruz. Hele Türkiye’nin garantörlüğünden asla vazgeçilemez. KKTC’nde bunu istemeyen hiç kimse yoktur.
"Efendim Kıbrıs Adası, iki idareyi kaldıracak kadar büyük değildir" gibi sözler söyleyenlere biz deriz ki: "KKTC toprakları ya benimdir, ya Yunanındır. Ancak tarih hakkı, coğrafya hakkı benimdir. Sanılmasın ki Rumda korku yoktur. Rumlarda korku dağları sarmıştır. Yunan cephesi de öyledir. Biz kendimizi küçük görmeyelim."
Türk askeri buradan gidemez. Bugün her evde bir şehid, her evde saklanan kanlı elbiseler vardır. Biz bunları nasıl unuturuz? Bugün Allah korusun, burada Bosna-Hersek benzeri durumlar mı yaşanmak isteniyor? Buna ne Amerika’nın, ne İngiltere’nin, ne de Fransa’nın hakkı vardır. Şu anda huzur içerisinde olan, hiç olmazsa gece başını yastığa koyduğu zaman korkusuzca uyuyan insanı tekrar nasıl huzursuzluk batağına iterler? Benim insan olma hakkımı nasıl elimden alırlar?
Bosna-Hersek’i görüyoruz. Geçmişteki durumumuzu da biliyoruz. Yüzbinlerce insan koyun gibi boğazlanırken, onbinlerce kadın ve çocuğun ırzına geçilirken, Kıbrıs konusunda ahkâm kesen hangi Batılı ülke kılını kıpırdatıyor? Şunu da söyleyeyim, kimse harp istemez. 58, 63, 67, 74 olmak üzere biz dört harp gördük. Benim yaşım 58’dir. 64’de doğan çocuğumuza yıllarca sebze, meyve yediremedik.
Kıbrıs gerçeklerini bilebilmek, yapısını anlamak o kadar kolay değildir. Bir diğer husus, Akdeniz ülkelerine mahsus bir halk topluluğudur burası.

Kıbrıs Türk Mücahidler Derneği olarak, Anavatan Türkiye’ye, yüce Türk Milletine güvenimiz sonsuzdur. Biz, yüce Türk Milletinin fertleri olarak, Yavru Vatan Kıbrıstayız. Burada serhat boylarındayız. Hiç bir zaman, Türkiye Kıbrıs’ı bırakabilir mi? diye bir endişemiz yoktur. Böyle birşeyi hayal dahi edemeyiz.
Anavatanımıza gönül dolusu selamlar, sevgiler götürün.

BARIS VE ÖZGÜRLÜK MÜZESİ
(Karaoğlanoğlu Şehidliği)

Girne’nin 5 mil kadar batısında, Girne-Alsan-cak yolu üzerinde, 1974 Kıbrıs Barış Hareka-tı’nda ilk Türk çıkarmasının başladığı mevkide yer almaktadır.
Müzenin bir yanında Karaoğlanoğlu Şehidliği, diğer yanında ise Özgürlük Anıtı var. Biz gittiğimizde şehidlik yeni yapıya kavuşturuluyordu. Albay İbrahim KARAOĞLANOĞLU, Pilot Binbaşı Fehmi ERCAN ve iki erle birlikte 20 Temmuz 1974 gecesi, binanın giriş kapısında şehid olmuşlar.
Beşparmak Dağları’nın altındaki sahilde, hemen deniz kenarındaki müzenin bahçesi, harekat sırasında kahraman ordumuz tarafından tahrip edilen ağır ve orta tanklar; havanlar, zırhlı keşif araçları, geri tepmesiz toplar, çekili sahra obüsleri, ağır makineli tüfekler ve diğer ağır silahlarla tam bir mezarlık. Ama farkı, ölüler burda toprağın altında değil, üstünde. Gelen geçene ibret..
Orasını ve onları görünce insan, Mehmetçiğin nasıl bir orduya karşı başarı kazandığını çok güzel kavrayıveriyor hemen.
Beşparmak Dağları.... Korkunç kalelerden daha muazzam, daha geçit vermez şekilde örülmüş Allah yapısı yerler. O günün şartlarında, o dağların siperlerinde gizlenmiş, bu ağır silahlarla donatılmış bir orduyu darmadağın edebilmeyi düşünmek bile hayal. Ama Türk ordusu hep zor olanı başarmış da öyle geçmiş dünya tarihinin şeref levhalarına.
Dik dağların hemen altından denize uzanan dümdüz ova ve deniz. Silah mezarlığının içinden geçip, "Barış ve Özgürlük Müzesi"ne geliyorsunuz. Bina delik-deşik. Duvarlarda şehidlerin kan izleri var. Giriş kapısının üstünde Namık KEMAL’in şu kıtası yer almış:
"Yare nişandır tenine erlerin,
Mevt (ölüm) ise son rütbesidir askerin,
Altı da bir üstü de birdir yerin,
Arş yiğitler vatan imdadına".
Ölümü, vatanı uğrunda bir hiç gören ne muazzam bir iman coşkunluğu. İçerde şehidlerin elbiselerinin üzerinde kanlar. Vatan için bunlar birer rütbe. Sevgiliye koşar gibi gidilen ölüm.
Müzede, Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı ile,
Binanın savaşta uğradığı tahribat aynen muhafaza edilmiş.
Gül bahçesine girer gibi toprağın kara bağrına giren aziz şehidlerimiz!..
Ruhlarınız şâd, yüce Allah’ın rahmeti üzerinizde olsun.

TÜRK KUVVETLERİ ALAY KOMUTANI
ALBAY ERGİN SAYGUN:

“Buradaolan hudut, Türk Askerinin ve Türk Milletinin asaletinin bir örneğidir."

■ Sayın Albayım, ne kadar zamandan beri buradasınız Efendim?
□ Ben bir yıldan beri burada görevliyim.
■ Birleşmiş Milletler’de bazı devletler "Türk kuvvetleri Adadan çekilsin" gibi laflar ediyorlar. Askerimiz buradan çekilmeli mi, çekilirse durum ne olur? Gözlemlerinize dayanarak bir açıklamada bulunabilir misiniz?
□ Önce şunu söyleyeyim. 1974 yılında bir "Barış Harekâtı" yapıldı. Bu, hakikaten bir barış harekâtı idi. Yani Kıbrıs’a barış, 1974 yılında geldi. O tarihten bu yana da burada, Kıbrıs Tür-kü’nü tehdit eden, rahatsız eden herhangi bir durum ortaya çıkmadı. Bu, buradaki "Türk Barış Kuvvetleri"nin gelişinin ne derece haklı olduğunu gösteren ve gelişindeki isabeti ortaya koyan bir durumdur.
Buradan asker çekilip çekilmeme konusu ise tamamen siyasi makamları ilgilendirir. "Asker çekilsin" diye karar alınırsa ona uyulacak. Bunun başka bir şekli yoktur. O zaman ne olacağını da tabi bugünden bilmem mümkün değil.
Ama şunu söylemek mümkün. Güney Kıbrıs Rumlarının silahlanmaya harcadığı para, günde bir milyon küsur dolardır. (Cumhurbaşkanı DENKTAŞ da aynı rakamı vermişti.) Ellerinde, kendi savunma ihtiyaçlarının çok fazlası üzerinde silahları var. Buna rağmen yeni silahlar almak için çeşitli bağlantılar yapmaktadırlar. Bu durum, onların niyetlerinin tamamen savunmaya yönelik olmadığını ortaya koyar.
Burada ben, bu Alayla ilgili olarak da bazı şeyler söylemek istiyorum.
Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurulmasını öngören Londra-Zürih Anlaşmaları gereği bu adaya gelmiştir. Türkiye "garantör" bir devlet olduğu için, o zamanki Türk toplumunun nüfusuna orantılı olarak 650 kişilik bir birlikle burada temsil edilmiştir. Yunanistan da aynı şekilde 950 kişilik bir birlik göndermiştir. İki ülkenin birer Alayı, 1960 yılının 16 Ağustosunda göreve başlamıştır. O tarihten bu yana yani 33 yıldır da Alay, burada kendisine verilen görevi yerine getirmektedir.
Aynı şekilde Rum tarafında da bir Yunan Alayı aynen mevcuttur.
1963 yılının "Kanlı Noel’i diye bilinen, yani Rum tedhişçilerin Türk toplumunu topluca katletme haraketine giriştiği zaman da Alay, Lefkoşa’nın bu bölümünde yerleşerek buradaki Türk toplumunun güvencesini sağlamıştır.
1974 Barış Harekâtı’nda da başlangıçtan itibaren harekâtın sıklet merkezini oluşturmuştur. Eğer tabir doğruysa, yükünü taşımıştır. Ve çok büyük yararlıklar göstermiştir. Bu yararlıklarından ötürü de "Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası" ile "Mümtaz Birlik" olarak taltif edilmiştir.
■ Efendim, 1974 yılında yapılan "Barış Harekâtı’nda bu Alay işe nasıl girdi, neler yaptı?
□ O zaman Kıbrıs’ta yapılan harekât, Girne’den bir "Anfibi" yani çıkarma ve yarma harekâtı; Beşparmak dağları’nın Lefkoşa tarafına da helikopter indirmesi ve paraşüt indirmesi şeklindeydi. "Gönyeli"dediğimiz bölgede,
"Ortaköy"ün 2 km. kadar batısında, o bölgeye helikopter ve hava indirmesi yapıldı. Bu Alay, oranın emniyetini sağladı. Ancak, o gün hem "Rum Milli Muhafız Ordusu"nun, hem de onların "Hava Alayı "nm taarruzuna maruz kaldı. Bu taarruzun sebebi, havadan atılan ve helikopterle inen birliklerin toparlanmasına ve Girne’den çıkanlarla birleşmesine imkan vermeden imha etmekti. Fakat Alay 650 kişi gibi çok az askerden teşekkül etmesine rağmen, 20 Temmuz gecesi sabaha kadar göğüs göğüse, gırtlak gırtlağa muharebe edip, Gönyeliyi bırakmadı.
Ertesi sabah da karşı taarruza başlayıp 950 kişiden ve ilave olarak da ellerinde tankları ve zırhlı personel taşıyıcıları bulunan Yunan Alayı’nı püskürttü ve ta hava alanı bölgesine kadar giderek o bölgeyi temizledi. İşte bugün o sınırlardayız.
■ Sayın Albayım,
Lefkoşa’da askerlerimizin daha çok iç bölgelerde değil de hep ileri hatlarda bulunduklarını gözlemledik. Tabi göğsümüz kabardı. Tesbitimiz doğru mu acaba?
□ Şimdi burada çizilmiş olan hudut, Türk askerinin, tabi Türk Milletinin, asaletinin en güzel örneğidir. Türk Milleti’nin dedim çünkü asker Milletimizin içinden çıkar. Yani Milletimizin kendisidir.
Alay o kadar şiddetli taarruzlara maruz kalmasına şehit vermesine, hatta bazı personelin hunharca katledilmesine rağmen, karşı taarruza başladıktan sonra, meskûn mahalle gelince durmuştur. Sivile herhangi bir zarar vermemiştir. Çünkü biz Millet olarak ancak harbedenle savaşırız. Bizim kadınla, çoluk-çocukla, ihtiyarla bir savaşımız yoktur. Onun için bu bölgede, meskûn mahallin başladığı hatta bizim askerimiz durur.
■ Peki Albayım, buradaki askerlerimizin şu andaki moral durumları nasıl, herhangi bir tedirginlikleri var mı?
□ Hiç bir tedirginlikleri yoktur. Hepsinin morali fevkalâde üstündür. Dağa-taşa yazı yazmışlardır.
Hudut milli olmalı. Hudutta görev yapmanın gururunu hepisi içinde hissetmektedir. Görürsünüz biraz ileride "Hudut Görevi Her Askere Nasip Olmaz" diye yazılıdır.
■ Efendim, bu topraklara terini ve kanını akıtmış olan askerlerimizi bu halkanın içine alamasa idik eğer, büyük boşluk hissedecektik ve çok üzülecektik. Bizi kabul ettiniz ve çok kıymetli bilgiler verdiniz. Çok teşekkür ediyoruz. Askerlerimiz övünç kaynağımızdır. Dergimiz aracılığı ile başkaca bir mesajınız var mı?
□ Her zaman, her yerde Milletimizin emrindeyiz. bundan onur ve kıvanç duyuyoruz.
■ Selâm sana Ergin Albayım. Selam sana asker Mehmedim. Senin olduğun her yerde göğüsler ileride, başlar dik.

KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ MÜFTÜ VEKİLİ
AHMET CEMAL İLKTAC:
"95 camide din görevlisi var, 56 camide ise yok. Bütçemiz kısıtlı olduğu icinf buralara maalesef din görevlisi gönderemiyoruz."
■ Müftü Bey, bize kısaca kendinizden bahseder misiniz?
□ 1946, Gazimagosa kazasına bağlı Boğaziçi Köyü doğumluyum.
ilkokul tahsilimi burada tamamlayıp, orta ve lise tahsilimi Gazi Magosa Namık Kemal Lisesi’nde ikmâl edip, 196364 ders yılında mezun oldum.
Mezkûr tarihi takip eden süre içerisinde 3 yıl, 5 ay Mücahitler safında yer aldım. 1967-68 öğretim yılında yüksek tahsile başladım ve 1970-71 ders yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldum.
1 Ağustos 1972 tarihinde Kıbrıs Müftülüğünde ve başladım. 1980 Mayıs’ından bugüne kadar da Vekâleten Kıbrıs Müftülüğü görevini ifa etmekteyim.
■ Peki, KKTC’de ne kadar yerleşim birimi ve kaç cami var.
Camilerin görevli durumu nasıl?
□ KKTC’nde Lefkoşa’da 57, Magosa’da 89, Gir-ne’de 46 olmak üzere 192 yerleşim birimi; Lefkoşa’da 55, Magosa’da 66, Girne’de 28 olmak üzere toplam 149 cami mevcuttur. Bunların 54’ü minareli, 95’i minaresizdir. Halen 93 camide Din görevlisi vardır. 56 camide ise yoktur. Bu camilerde acilen din görevlisine ihtiyaç vardır.
Bütçemiz kısıtlı olduğu için buralara din görevlisi veremedik. Ayrıca 14 yerleşim birimi de cami yapımı talebinde bulunmuştur.
■ Osmanlı Devrinden kalma camiler var mı, varsa bir dökümünü yapabilir misiniz?
□ Bugün halen Osmanlı Devrinden kalma 10 adet cami var. Bunların bölgelere göre dağılımı ise şöyledir:
1- Arabahmet Camii -Lefkoşa
2- İplik Pazarı Camii -Lefkoşa
3- Laleli Camii-Lefkoşa
4- Sarayönü Camii -Lefkoşa
5- Turunçlu Camii -Lefkoşa
6- Akkavuk Mescidi -Lefkoşa
7- Piri Osman Paşa Camii - Lefkoşa
8- Mehmetçik Köyü Camii - Mehmetçik
9- Ağa Cafer Camii -Girne
10- Seyit Mehmet Ağa Camii - Lapta.
■ 1974 Barış Harekatından sonra cami yapıldı mı, yapıldı ise adlarını ve bölgelerini verebilir misiniz?
□ 1974 Barış Harekatından sonra:
1- Nurettin Ersin Paşa Camii - Göçmenköy / Lefkoşa
2- Müftü Ziyai Efendi Camii - Lefkoşa
3- Balıkesir Köy Camii -
Balıkesir / Lefkoşa
4- Fatih Camii - Güzelyurt / Lefkoşa
5- Rauf Denktaş Camii -Kaplıca / Gazi Magosa
6- Topçuköy Camii -Topçuköy / Gazi Magosa
7- Göçmen Köy Camii -Görneç / Gazi Magosa
8- Çamlıbel Köy Camii -Çamlıbel / Girne
9- Akdeniz Köy Camii -Akdeniz / Girne
olmak üzere 9 cami inşa edilmiştir.
KKTC’de bulunan camilerin bir çoğunun tamire ihtiyacı vardır. Gazi Ma-gosa’daki Lala Mustafa Paşa Camii ile Lefko-şa’daki Arabahmet Camii şu anda Türkiye Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmektedir.
■ Müftü Bey, verdiğiniz bilgiler ve Lefkoşa’da kalmamızda, gösterdiğiniz yakın ilginiz için size çok teşekkür ediyoruz.