Makale

Alevi-Bektaşi Kaynaklarında Kur'an Tasavvuru

Alevî-Bektâşî Kaynaklarında
Kur’an Tasavvuru

Yrd. Doç. Dr. Osman Eğri
Gazi Üniv. Çorum ilahiyat Fak.

Bektâşîlikte, Hz. Peygamber’e vahy gelmesi husûsunda herhangi bir şüpheye yer yoktur. Bektâşî büyükleri eserlerinde, Hz. Peygamber’e vahy gelen bir Peygamber olduğunu işlemişlerdir. Vîrânî Baba, bu konuda şunları söylemektedir: "İmdi bil ve âgâh ol ki, Ra- sûl-ü Ekrem aleyhisselam hevâ yı hevesle asla bir söz söylememiştir, illâ vahy-i Hüdâ ile buyurmuştur".(Vîrânî Baba, Vîrâni Baba Risalesi, Ankara, 1961, Emek Yayınları, s. 65) Baba, bu düşüncesine delil olarak da Necm Suresi 3 ve 4. ayetleri("0, kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahy iledir." Necm, 3-4) göstermektedir.
Yemînî, Hz. Peygamber’e Cebrail’in vahy getirdiğini şu beyitlerde ifade etmektedir:
Meğer Cebrâil ol dem hazır oldu Ki Hakk’dan Ahmed’e vahy geldi Eriştirdi Rasûl’e Hak selâmın Ne emrolduysa arz etti tamâmın. (Yemînî, Fazî- letnâme, İsmail Özmen, Alevî-Bektâşî Şiirleri Antolojisi, Ankara, 1995, Saypa Yayın Dağıtım, c. II., ss. 52-100, s. 54)
Âşık Paşa yı Velî, Caribnâme’sinde peygamberlerin görevlerini açıklamaktadır: "Onlar, kendilerine kitap verilerek, iyilikleri insanlara anlatır, öğretirler. İnsanları Hakk’a davet ederler. Onlara Allah’tan risâlet gelmiştir. Cebrâil vasıtasıyle kendilerine vahy olunanı halka ulaştırırlar." (Aşık Paşa yı Velî, Caribnâme, haz. Bedri Noyan, Ankara, 1998, Ardıç Yayınları, s. 306)
Bilindiği üzere, Alevî-Bektâşî kültüründe Hz. Ali’nin çok önemli bir yeri bulunmaktadır. Hz. Ali’nin, söz ve öğütlerine değer verilir. Çünkü o, "Allah’ın arslanı, velîlerin sultânı"dır. Özellikle, Hz. Ali’nin hutbe, mektup ve vecîzelerini içersinde barındıran Nehc’ül-Belâğâ adlı eser, Alevî-Bektâşî düşüncesini derinden etkilemiştir. Nehc’ül- Belâğâ’da Hz. Ali’nin Kur’an-ı Kerim hakkındaki şu ifadeleri yer almaktadır:
"Kur’an, öğüdünde aldatmayan, yol göstermede insanı azdırmayan, söyleyişte yalan söylemeyen bir öğütçüdür. Kur’an’la oturup kalkan, doğrulukla oturup kalkar. Bilin ki; hiç kimseye Kur’an’dan sonra bir ihtiyaç, bir yoksulluk gelip çatmaz. Dertlerinize onunla şifâ dileyin. Güçlükleriniz için onunla yardım isteyin. Allah’tan dileklerinizi onunla dileyin." (İmam Ali Buyruğu (Nehcü’l-Belâğa), haz. Abdülbâki Gölpınarls, İstanbul, 1972, Yeni Şark Maarif Kütüphanesi, s. 54)
"Kur’an’ı öğrenin. O, sözlerin en güzelidir. Hükümlerini belleyin. Çünkü bu belleyiş, gönüllerin ilkbaharıdır.
O’nu güzel bir tarzda okuyun. Bu okuyuş, haberlerin en güzelini okumaktır." (A.g.e., s. 111)
Hz. Ali, sadece Kur’an hakkında bilgi vermekle yetinmeyip, onun öğrenilmesini de istemektedir. Bektâşî büyüklerinin eserlerinde rastlanılan Kur’an bilgisi, bu tavsiyelerin yerine getirildiğini göstermektedir.
Hz. Ali, bir hutbesinde cemaate Kur’an öğrenme hakkında şunları söylemektedir: "Gel, Kur’an-ı Kerim’i okumaya gayret sarf et! Hükümleriyle amel eden ve okunuşuna özel bir itina göstererek ona saygı duyan kâmil insanlar içinde yaşa! Kur’an-ı Kerim’i güzel bir âhenk ve sesle okuyup, anlamı üzerinde düşünmek, büyük bir mutluluk vesilesidir. Kur’an’ı derin bir heyecan ve kendinden geçercesine okuyarak Allah’a yakın olmak isteyenler, bu arzularına kavuşurlar." (Haz- reti Ali Dîvânı, tere. Müstakimzâde Süleyman Efendi, İstanbul, 1981, Ana Y., s. 52-53) "Kur’an-ı Kerim’i okuduğunda, korku ve azap bildiren ayetlerle karşılaşırsan, durakla. Büyük bir ta’zim ile gözlerinden yaşlar akıtarak ve anlamlarını derin derin düşünerek oku. Duraklama esnasında, ya dil veya kalb ile münâcaatta bulun: ’Ya Rabbi! Sen dilersen adâletinle kabahat işleyenleri cezalandırırsın, fakat beni o zümreden eyleme’ de! Ben her hata ve kusurumu kabul edip senin dergâhına geldim. Çünkü ayıpları örten ve kusurları affeden ancak Sen’sin. Kabahatli olanların, Sen’in kapından başka gidecek yerleri yoktur. Kur’an’ı okurken, hoşa giden ve Cen- net’teki dereceleri bildiren ayetlerle karşılaşırsın.
Samimi bir kalb ile, içten âh ve enîn ederek Allah’a yaklaşmış kimseler gibi, sen de Cennet’i iste. Mutluluk, ancak münâcaatla elde edilir." (A.g.e., s.54-55)
Bektâşîliğin pîri olan Hacı Bektâş Velî’nin Kur’an hakkındaki görüş, davranış ve tutumları da, Bektâşî düşüncesindeki Kur’an tasavvurunun şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Menâ- kıb-ı Hünkâr Hacı Bektaş Velî’de anlatıldığına göre; Hacı Bektaş Velî, Lokman-ı Parende’nin yanında ders okurken, hocası Lokman-ı Perende bir gün Hünkâr’ın sağında ve solunda iki kişinin oturduğunu görmüş; onlara yaklaştığında ise kaybolmuşlardır. Hacı Bektaş’a onların kim olduğunu sorduğunda o, sağındakinin Hz. Muhammed, solun- dakinin Hz. Ali olduğunu, birisinin kendisine Kur’an’ın zahirini, diğerinin ise batınını öğrettiğini ifade etmiştir. (Menâkıb-ı Hacı Bektâş Velî, haz. Abdülbâkî Gölpınarh, İstanbul, 1958, inkılâp Kitabevi, s. 5)
Yine Menâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektaş Velî’ye göre; Hacı Bektaş Velî Bedehşan ilini zapt edince ahalisi onu başlarına padişah yapmak istemiş, o ise bunu reddederek halka namaz kılmayı ve Kur’ân okumayı öğretmiştir.(A.g.e., s. 14)
Velâyetnameler’de anlatıldığına göre; Bektaşi büyükleri, hafızlık derecesinde Kur’an’ı bilen ve ye- ri-zamanı geldiğinde okuyan insanlardır. Meselâ; Demir Baba Velâyetnamesi’nde Mustafa Baba’nın kırkından sonra Akyazılı ve Demir Baba’lar "hatim" okumaktadırlar. (Demir Baba Velâyetnâmesi, çev. Bedri Noyan, İstanbul, 1976, Ant Yayınları, s. 73)
Demir Baba, Vîrânî Baba’nın isteği üzerine "Fetih Suresi"ni okuyup tefsirini yapacak kadar Kur’an bilgisine sahiptir. (Bkz. A.g.e., s. 143)
Hüseyin Baba’nın vefatından sonra da arkasından "Yasîn Suresi"ni okuduğu anlatılmaktadır.(Bkz. A.g.e., s. 154)
Bütün bu anlatılanlardan Demir Baba’nın Kur’an’ı çok iyi bilen bir Bektâşî büyüğü olduğu anlaşılmaktadır.
Veli Baba, A’raf Suresi 40. ayeti ("Doğrusu ayetlerimizi yalan sayıp, onlara karşı büyüklük taslayanlara, göğün kapıları açılmaz; deve iğne deliğinden geçmedikçe Cennet’e de giremezler. Suçluları böyle cezalandırırız." A’raf, 40) yorumlayarak, Allah’ın ayetlerini yalanlayanlara göklerin kapısının açılmayacağını; onların Cennet’e giremeyeceklerini ifade etmektedir. Onların Cennet’e girmelerinin devenin iğne deliğinden geçebilmesi kadar imkansız olmasının nedenini de, enbiyâ ve evliyâyı tasdik etmemeleriyle açıklamaktadır. (Velî Baba Menâkıbnâmesi, haz. Bedri Noyan, İstanbul, 1995, Can Yayınları, s. 253, 254)
Bir Bektâşî Erkânnâme’sinde imanın alâmetleri analojik (benzetme) bir yöntem kullanılarak açık- lanmaktadır: İman, bir ağaç gibidir. Kökü Kur’an’dır. Kabuğu hayadır. Gövdesi şükürdür. Budakları takvâdır. Yapraklan tövbedir. Yemişi inâye- tullahtır. İmanın mânâsı, Allah ve Rasûlü’ne yakîn elde etmektir. İmanın aslı kelime-i tevhiddir. İmanın cemi’si yoldan dikeni kaldırmaktır. Yani, gönülden gıll ü gışı atıp onu saf hâle getirmektir. (Sırrî Rı- fâî Alevî, Bektâşî Tarîkatına Ait Usul Âdâb ve Âyinler Mecmuası, el yazması eser, Süleymaniye Kütüphanesi, H. 1284, s. 30 b)
Görüldüğü üzere, Bektâşî düşüncesine göre iman ağacı, Kur’an kökü ile beslenmektedir. Hacı Bektâş Velî’nin çocuk yaştan itibaren Kur’an öğrenmeye başlamasını da, iman ağacını kökünü fidanken beslemek şeklinde açıklamak mümkündür.
Vîrânî Baba, Risâle’sinde Bakara Suresi 1. ayeti ("Bu, doğruluğu şüphe götürmeyen ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren kitaptır." Bakara, 2) naklederek, Kur’an’ın içinde şüphe olmadığını ve doğru yolu gösterdiğini ifade etmektedir. Ona göre bu doğru yolu gösterdiğinin ifade etmektedir. Ona göre bu doğru yol da; "sırât-ı müstakîm"dir. (Vîrânî Baba Risâlesi, s. 26)
Âşık Paşa yı Velî, Kur’an hakkında şunları söylemektedir: Kur’an, mü’minlere rahmet ve ulu devlettir. Kur’an sırrını bilen, Allah’ın nûruna ulaşır. Allah, nurunu Kur’an’ın içinde gizlemiştir. Yerde ve gökte, Kur’an gibi bir kitap yazabilecek bir varlık yoktur. (Âşık Paşa yı Velî, Caribnâme, s. 395-397)
Seyyid Nizâmoğlu da, Kur’an’a bağlılığını mıs- ralara taşımıştır:
Bu aşk bir bahr-i ummandır, buna hadd ü kenâr olmaz
Delîlim sırr-ı Kur’an’dır bunu bilende âr olmaz. (Özmen, a.g.e., c.ll., s. 499)
Eserinin pek çok yerinde Kur’an ayetlerine atıf yapan Vîrânî Baba, birkaç yerde de Fatiha Sure- si’nin tefsirini yapmaktadır.(Bkz. Vîrânî Baba Risâlesi, s. 12-13, 49)
Vîrânî Baba, Kur’an’ı, yine Kur’an ayetleri ile nitelendirmektedir: Lokman Suresi 2-3. ayetlerin ("Bunlar, iyi davranan kimseler için rahmet ve doğru yol rehberi olan hikmetli Kitâb’ın ayetleridir." Lokman, 2-3.), Ra’d Suresi 1. âyetin ("Elif Lâm Mîm Râ. Bunlar kitâb’ın ayetleridir. Sana Rabb’inden indirilen Kitap haktır; fakat insanlardan çoğu inanmazlar." Ra’d, 1.), Tâhâ Suresi 1-5. ayetlerin ("Tâ Hâ (Ey Muhammedi) Kur’an’ı sana, sıkıntıya düşesin diye değil, ancak Allah’tan korkanlara bir öğüt ve yeri ve yüce gökleri yaratanın katından bir kitâb olarak indirdik." Tâ Hâ, 1-5.), Nemi Suresi 1. âyetin ("Tâ Sîn. Bunlar Kur ’an’ın Kitâb-ı Mübîn’in ayetleridir." Nemi, 1.), Lokman Suresi 2-3. ayetlerin ("Bunlar, iyi davranan kimseler için rahmet ve doğru yol rehberi olan hikmetli Kitâb’ın ayetleridir." Lokman, 2-3) metin ve anlamlarını Risâle’sine alan Baba’nın, okuyucuların zihninde Kur’an hakkında kesin bir kanaat oluşturmak istediği görül- mektedir.(Vîrânî Baba Risâlesi, s. 47-50) Ayrıca bu metinden anlaşılmaktadır ki, Vîrânî Baba hafızlık derecesinde Kur’an’ı bilmektedir. Çünkü herhangi bir konuda muhtelif surelerden, muhtelif ayetleri delil gösterebilmektedir.
Yunus Emre, insanın bu dünyada var olması ile Kur’ân’ı bilmesini özdeşleştirmektedir. Ona göre, Kur’ân’ı bilmeyen bu dünyaya gelmemiş gibidir: Her kim Kur’ân bilmedi Sanki cihâna gelmedi Derdine derman bulmadı İşlerine pişmân ola. (Yunus Emre Dîvânı, İstanbul, 1954, Maârif Kütüphanesi, s. 96)
Yunus Emre, bir başka dörtlüğünde Kur’an okumanın, Münkerve Nekir meleklerinin kabirde yapacakları sorgu ve suâli kolaylaştıracağını haber vermektedir:
Kur’an oku sen ey velî Terkeylegil haram malı Münker Nekir’in suâli Tâ ki sana âsân ola.(A.g.e., s. 96)
Hakk âşığı şâirler, âşıkların ayırdedici özelliklerinden de bahsederek, aşkı sevdirmeye çalışmışlardır. Aşkın ve âşığın mahiyetini açıklayarak, yolu kolaylaştırmayı düşünmüş olmalıdırlar. Âşık, öncelikle mâşûk’u olan Allah’ın, Hz. Muhammed’e vahyetti- ği Kur’an’a çok düşkündür. Kur’an, âşığı olduğu "Hakk’ın kelâmı"dır. O, Kur’an’ı sadece dinlemekle kalmaz, çok sevdiği Rabb’inin ayetlerini çok okur; canı ve gönlü ile Kur’an’ı sever. (Âşığın Kur’an’a bağlılığı konusunda bkz. Âşık Paşa yı Velî, Caribnâme, s. 153) Vaktini onunla geçirir. Çünkü Kur’an, çok sevdiği Rabb’inden, çok sevdiği Habîb’i vasıtasıyle insanlığa iletilmiştir. Bu yüzden Bektâşî âşıklarının şiirlerinde, yüzlerce ayete atıf ve telmîh bulunmaktadır. Kur’an’ı gece gündüz okuyan âşık Seyyid Nizâmoğ- lu gibi aşkın sınır tanımayan bir deniz olduğunu yine Kur’an’dan öğrenir ve şöyle söyler:
Bu aşk bir bahr-i ummandır, bana hadd ü kenâr olmaz
Delîlim sırr-ı Kur’an’dır, bunu bilende âr olmaz. (Özmen, Alevî-Bektâşî Şiirleri Antolojisi, c.ll., s. 499)
Hakk’ın sözüne (Kur’an’a) ve hak (doğru) söze kulak vermek, kişinin kalbini kötü duygu ve düşüncelerden arındırarak, aşk denizinde yol almasına yardımcı olur. Şeyh Safî Buyruğu’nda Hak söze (Kur’an’a) kanmanın ve aşkın, kalbi temizleyen bu fonksiyonuna işâret edilmektedir:
Hak söze kanmayınca Hakk’a dayanmayınca Kalbinin pası gitmez
Aşka boyanmayınca.(Şeyh Safî Buyruğu, çev. Mustafa Erbay, Ankara, 1994, Ayyıldız Yayınları, s. 74)
Hakk’ın sözü olan Kur’an’ı sürekli okuyan âşık, Kur’an ahlâkı ile ahlâklanarak, yürüyen bir Kur’an hâline gelir. Artık onun sözleri de Kur’an’dan başka bir şey değildir. Âyetle konuşur. Eşyâ ve hâdiselere Kur’an perspektifinden bakar. Yunus Emre, âşığın geldiği bu manevî dereceyi şu beyitte dile getirmektedir:
Sayru olmuş iniler Kur’an ününü dinler Kur’an kendisi olmuş kendi Kur’an içinde.(Yunus Emre Dîvânı, s. 127)
Yunus Emre, İslâmî ilimlerin kaynağı durumundaki Kur’an’ın okunup, hükümleriyle amel edilmesi konusundaki görüşünü şöyle ifade etmektedir: Okudun idi mushafı Ki hil’at gösterir sâfî Çünkü amel eylemedin Gerekse var yüz yıl oku.(A.g.e., s. 146)
Yunus Emre’nin yukarıdaki değerlendirmesine etki eden görüşler arasında şüphesiz yolunu dergâhına uğrattığı Hacı Bektâş Velî’nin doğrudan etkisi olmuştur. Hacı Bektaş Velî, Kur’an’la birlikte diğer kitaplara inanmayı tasavvufî açıdan değerlendirmekte ve kutsal kitaplara imanın kitaplar tarafından telkîn ve tavsiye edilen ahlâktan soyutlanamayacağını ifade etmektedir: "Şimdi senin için kibir, hased, cimrilik, tamah, öfke, gıybet, kahkaha, şamata ve maskaralıkla doludur. Şimdi azîzim! Hangi kitapta bunlardan birisinin iman ehlinin içinde bulunabileceği buyurulmaktadır? Nerede kaldı Allah’ın kitaplarına ve peygamberlerin tebliğlerine inandığın?" (A.g.e., s. 9)
Kur’an’ın okunması ile yetinmeyen Yunus, pek çok defa bu konuya değinmiş, Kur’an’daki emir ve yasaklara, tavsiye edilen ahlâk ve âdaba mutlaka uyulması gerektiği üzerinde sıklıkla durmuştur. Bir başka beytinde şöyle söylemektedir:
Çün okursun kitâbı tutmak gerek âdâbı Ol farîze sende yok öyle tut ki yatarsın.(A.g.e., s. 223)
Bektâşîlik’te insanın olgulaşması üç safhada ele alınmıştır: "Bilmek, bulmak, olmak". Bu olgunlaşma safhaları, Kur’an öğrenmeye uyarlanacak olursa; bir kimse Kur’an ilmini öğrense, Kur’an öğrenmiş olur. Öğrendikten sonra, Allah’ın emir ve yasaklarını baştan sona yerine getirirse, Kur’an’ın hükümlerine uymuş ve onun ahlâkı ile ahlâklanmış olur. Kur’an, Hakk’ın sıfatıdır. (Bkz. Seyyid Ahmet Rıfat Efendi, Mir’âtü’l- Mekâsıd fi Def’il- Mefâsıd, İstanbul, 1293 H., s. 116)
Âşık Paşa yı Velî, bu safhaları biraz daha ayrıntılandırarak, Kur’an okumanın beş makamı olduğunu ifade etmektedir:
Birinci makam; Kur’an hâfızı olmak ve Kur’an’ın yedi kıraatini bilmektir. İkinci makam; Kur’an’ın mânâsını bilmektir. Üçüncü makam; sure ve ayetlerin ayrı ayrı mânâ ve maksûdunu ve sebeb-i nüzulleri bilmektir. Âyetleri, inceden inceye şerh ve tefsir edebilmektir. Dördüncü makam; Kur’an’da okuduğu bilgilerin gereği ile amel etmektir. Beşinci makam ise; yapılan amel ve itaatlerin Allah tarafından kabul edilmesidir. (Âşık Paşa yı Velî, a.g.e., s. 150-151)