Makale

Aşk ve Sevgi Üzerine Kurulan Bir Dindarlık Örneği Rabia Hatun

Aşk ve sevgi üzerine kurulan bir dindarlık örneği
Rabia Hatun

Prof. Dr. Süleyman Uludağ
Uludağ. Üniv. İlahiyat Fak.

"O’ndan sadece O’nu" istemek. İşte gerçek ve büyük dindarlık. Böyle bir dindarlık bilincinin oluşmasında Rabia’nın payı büyüktür."

Rabia Hatun, hicrî ikincî, milâdî sekizinci yüzyılda yaşamış önemli kadın evliyadan birisidir. Basralıdır. 95/714’te doğduğu tahmin edilmektedir. Vefat tarihi 185/801’dir. Basralı fakir bir ailenin dördüncü evladı olarak doğduğundan "Rabia"/Dördüncü adını aldı. Küçük yaşta anne ve babasını kaybetti, kölelik yaptı. Sonra özgürlüğüne kavuştu.
Rabia’nın yaşadığı dönemde pek çok âbid- ler ve zâhidler vardı. Bunlar içinde âbide-zâhide hanımlar da vardı. Allah Teâlâ’nın rızasını ve mahabbetini kazanmaya ve O’na ermeye önem vermekle beraber, âbid ve zâhidlerin ilk amaçlan ahirette cehennemin korkunç azabından kurtulmak, ikinci amaçlan ise cennete girip orada nânunimet içinde yaşamak, yeyip içmekti. Cehennem kaygısı ve korkusu havfa/korku- ya dayanan bir dindarlığın, cennete girme ümidi ve arzusu ise recaya/ümide dayanan bir dindarlığın hâkim unsuru durumuna gelmesine sebep olmuştu.
Cehennemdeki müthiş azab/işkence de, cennetteki tarif edilmesi mümkün olmayan zevk u safâ da insanın bedeniyle ilgili idi, çoğu zaman acı ve zevk de maddî ve bedensel olarak algılanıyordu. Rabia’nın yaşadığı dönemde korku ve ümit ağırlıklı zühd hayatı yavaş yavaş sevgi ağırlıklı bir dindarlığa dönüşüyordu. Bu dönüşümün öncülüğünü yapan en önemli simalardan biri de Râbiatü’l-Adeviye’dir. Allah sevgisinden bahseden Müslüman dindarlar onun bu dönüşüme olan katkısını her zaman takdirle, minnet ve şükranla anmışlardır.
Rabia, doğuştan duygulu ve içli bir hanımdı. Yoksul bir aileden gelişi, yetim kalışı, belli bir süre hizmetçilik yapması onu daha da içli hâle getirmiş ve duygu yüklü yoğun bir dinî hayat yaşamasına sebep olmuştu. Bazı kaynaklar onun bir muganniye/ses sanatkârı olduğunu da kaydederler. Yoğun olarak yaşadığı Allah sevgisini fevkalâde güzel bir şekilde terennüm etmesinde bu özelliğinin de payı olmuştur.
Rabia’nın belirgin birtakım nitelikleri vardır. Bunlardan bir kaçına burada işaret ediyoruz.
Kur’an, iki cinsin dindarlığını eşit olarak vurgular ve bu konuda; müslim/müslime, mü’min/mü’mine, kânit/kânite, sâdık/sâdıka, sâbir/sâbire, hâşi’/hâşi’a, mutasaddık/muta- saddıka, sâim/sâime, âfif/afife, zâkir/zâkire, (Ahzab, 35) deyimlerini kullandıktan sonra: "Allah bunlara büyük bir mağfiret ve mükâfat hazırlamıştır." der. Bu ayette Islâm’da, imanda, taatta, dürüstlükte, sabırda, tevazuda, iyilik se- verlikte, oruç tutmada, iffette ve zikirde olmak üzere dindarlığın temelini oluşturan on hususta kadınlar erkeklerle bir ve eşit tutulmuştur. Aradaki fark erkeklerin daha önce zikredilmesinden ibarettir.
Hz. Peygamber; "Allah suretlerinize/cinsiyet farkına değil, gönlünüze bakar" buyurmuşlardır.
Attâr, Rabia’nın hayat hikâyesini Hak-Erenler/Ricâluilah listesine kayd eder ve ’bu kadının erenler listesinde yeri ne?" diye soranlara cevap verir: Bir kadın yüce Allah’a giden yolda erkekçe yürürse artık o kadın değil, erdir, der. Tevhid/birlik makamında çokluk ve ikilik olmadığından cinsiyet farkı ortadan kalkar herkes bir olur.
Rabia, derûni bir dinî hayat yaşar, etrafına feyz saçardı. Onun sohbet meclislerine dönemin büyük alimleri de ilgi gösterirdi. Bir gün onun meclisinde bulunan ünlü zâhid Sâli el Mürrî: "Bir kimse bir kapıyı devamlı olarak çalarsa gün gelir o kapı ona açılır" deyince Rabia Hatun dedi ki; "Bu sözü daha ne kadar tekrarlayıp duracaksın, bu kapı ne zaman kapandı ki açılması söz konusu olsun? Sâlih el Mürrî: "Tuhaf şey, adam cahil, kadın âlim" demekten kendini alamadı.
Sufyan Sevrî bir gün: "Allah’ım benden râzı ol" deyince Rabia dedi ki: "Önce sen O’ndan râzı ol, sonra O’nun rızasını iste. Râzı olmadığın bir zâtın senden râzı olmasını isterken haya et!"
Rabia’ya göre cehennem ve cennet önemli idi. Çünkü, yüce Allah, ibadete ve iyi davranışlara yöneltmek için insanlara cenneti vaad etmiş, kötülük yapmakta direnenleri de cehennemle tehdit etmiştir. Acaba iyilik edenlere İlâhî güzelliklerin temaşa edilmesinin vaad edilmesi, kötülük yapanlara da bundan mahrum kalacakları bildirilerek tehdit edilmeleri daha anlamlı ve etkili değil miydi? Şüphesiz ki öyledir. Ama bu herkesin değil, mahabbet ehli ve gönül ehli olan aşıkların tutabilecekleri, âriflerin önemini kavrayacakları bir husustu, işte Rabia da bu yüksek dinî şuura sahip büyük dindarlardan idi. Onun için ibadet hayatına düzenli bir şekilde bağlı kalmakla beraber, Allah sevgisi ve Hak rızası üzerinde yoğunlaşıyor, İlâhî güzellikleri temaşa etmenin hasretiyle yanıp tutuşuyordu.
Herkes Hak Teâlâ’dan dünyası ve ahiretiyle
ilgiyi bir şeyler isterken "O’ndan sadece O’nu" istemek, işte gerçek ve büyük dindarlık. Böyle bir dindarlık bilincinin oluşmasında Rabia’nın payı büyüktür.
Aşk ve sevgi üzerine kurulan bir dindarlık bazı hallerde nazlanmayı beraberinde getirir. Rabia Hak Teâlâ’ya şöyle niyazda bulunuyor: -Allah’ım! Ya huzurlu olarak namaz kılmayı nasib et veya kalb huzuru olmadan kıldığım namazları kabul et.
-Rabbim! Yarın beni cehenneme atarsan feryadı basar ve derim ki; Seni seviyorum, sevilen sevenine böyle mi yapar?
Güzel bir bahar günü idi. Çiçekler açmış, ortalık yeşile bürünmüş, kuşlar ötüşüyordu. Evinin bir köşesine çekilip gönül dünyasında İlâhî güzellikleri seyre dalan Rabia’ya hizmetkârı seslendi. Dışarı çıkta, Yüce sanatkârın sanatını gör. Rabia cevap verdi:
-Sen içeri gir de Yüce Sanatkârı temaşa et! Şüphesiz ki sanatı seyretmek güzeldir, ama sanatkârı seyretmek daha güzel değil mi?
Rabia’nın en çok korktuğu şey hicrandı, sevdiği Hak Teâlâ’dan ayrı düşmekti, O’nunla arasına çekilecek bir perdenin O’nu temaşa etmesine engel olması idi. Rabia korkuyordu ama bundan korkuyordu. Ağlıyordu ama bunun için ağlıyordu. ’Ağlamana sebep ne?’ diyenlere ’hicran’ diye cevap veriyor ve ekliyordu:
-Olmaya ki ruhumu teslim ederken ’sen bize kayık değilsin’ desinler.
İstediği şey vuslattı, ermekti, temaşa idi. Korktuğu şey hicrandı, ayrı kalmak, uzak düşmekti, araya bir perdenin çekilmesi ya da çekilen perdenin açılmaması idi. Bunun için niyaz ediyordu:
Seni hem arzuladığım için seviyorum, hem de sevilmeye lâyık olduğun için. Arzuladığım için sevmem Senden başkasını anmama engel oluyor, sevilmeye layık olduğun için sevmemin sebebi de şu aramızdaki perdeyi kaldırdığın için Seni temaşa etmem. Ne ondan ne de bundan dolayı övülmeye lâyık olan ben değil, Şensin, hamdolsun Sana!