Makale

İLÂHÎ DUYGU

İLÂHÎ DUYGU

Halil ASLANGÜL

Tanrısal duygu, insânı ülküdür. Bu yüce duygu ve ülküden uzak bu­lunan fert ve cemiyette ne fazilet güneşi doğar ve ne de meziyet çiçek­leri açar. İnsanlar maddî menfaat ve ihtirasın esiri olmaktan kurtulamaz.

Tanrının yerde, gökte sayısız nimetleri, sonsuz iyilikleri var. Yeryü­zü, nimetinin bir sofrası; denizler rahmetinin bir damlası; ay-güneş mer­hametinin birer şulesidir.

Gülümseyerek hayata gözlerini açan her çiçek, uçan her kelebek, içi­mizden gelen her ses, alıp verdiğimiz her nefes, zerre-küre bütün varlık­lar Tanrısal varlığın canlı, şanlı birer belgesidir.

Kâinatın şehrâyin içinde yanan özelliği, tabiatın baştan başa ruhları büyüleyen güzelliği, gökyüzünün mavi renge boyanmış muhteşem bir sa­ray tavanını, güneşin mihanikî bir lâmbayı andırması, ayın güneşten aldığı ışığı altm renginde yeryüzüne aksettirmesi, göklerin korkunç gü­rültüsü, şimşeklerin çakması, yağmurların yağması, yıldırımların düş­mesi, ilkbahar yağmurlarından sonra yeşil bir kuşağın gökyüzünü sar­ması, yeryüzünün ormanlar, ummanlarla süslenmesi, arıların binbir çiçe­ği yuğurarak bal yapması, balıkların Bermode limanına yumurtlaması, yumurtadan çıkan yavruların dönüp dolaşarak anavatana gelmesi bunlar hep kendi kendine mi oluyor?

Bütün bu olayları gelişi güzelliğe hamletmek veya şuursuz tabiata atfetmek demek en az tabiat kadar şuursuz, duygusuz olmak demektir.

Mimarsız yapı yapılmayacağına, mühendissiz plân çizilmiyeceğine, mürettipsiz harfler bir araya dizilmiyeceğine, yazarsız kitap yazılmıyacağına, kaptansız gemi yürümiyeceğine, hâkimsiz hüküm verilmiyeceğine, hükûmdarsız ülke idare edilemiyeceğine göre: Kâinatta olup bitenleri yapıp eden, bunlara çeki-düzen veren, her biri en az dünyamız kadar bü­yük yıldızları boşlukta döndürüp dolaştıran, kâinatı idare eden kimdir?

Bir elmanın düşmesinden, bir çiçeğin açmasından, bir semaverin kay­namasından hükümler çıkaran, atomları keşfeden, gökyüzünün haritasını yapan, yeryüzünün ölçümünü yapan ilim ve fikir adamları Tanrısal var­lığa inanmışlardır. Meselâ:

Milâddan 500 yıl önce yaşamış olan büyük filosof Sokrat, akliyle Al­lahın varlığına inanmış, bu inancından dolayı mahkemeye verilmiş, zehir içirilerek ölüme mahkûm edilmişse de Allahsız yaşamaktansa Allah inancı içinde Ölmeyi tercih etmiş, kendisine verilen zehiri içerek hayata gözle­rini yummuştur. Demek ki, duyan, düşünen her insanın Allah’ın varlığına inanması insanlığının icabıdır.

Volter: «Eğer Allah olmasaydı insanlar duygu ve düşüncelerinde yine bir Allah yaratırlardı», der. 16. Yüzyılın ünlü filozofu Dekart da: «Düşünüyorum, varım. Mademki varım bir yaradana muhtacım.» derken Tanrısal varlığa işaret eder.

Cihan peygamberi Hz. Muhammed : «Her doğan Müslüman doğar.» demekle insan ruh ve şuurunun derinliğinde Tanrısal varlığın mevcut ol­duğunu duyurmuştur. Çakmakta şerarenin, çelikte cazibenin varlığı gibi insan ruh ve şuurunda da Allah duygusu mevcuttur. İnsan hiç bir mürşit görmese bile yine ruhunun vahyini duyarak, vicdanın sesine uyarak Tanrı varlığına inanması gereklidir. Cahiliyet devrinin duygulu şâiri Lebid: «Allahsız her şey batıldır.» derken hiç bir yerden ilham almadan sırf vic­danın sesini duymuş ve bu sesi aksettirmiştir. Peygamberimiz de bu sözü beğenmiş ve yeri geldikçe söylemiştir.

Kahramanlık duygusu, vazife ve sorumluluk kaygusu, yurt sevgisi? büyük saygısı, temizlik ruhu, iyilik ülküsü gibi iyi duyguların kaynağı hep Tanrı inancıdır.

İslâm şairi Mehmed Âkif bir şiirinde şöyle de:

«Ne irfandır veren ahlâka ulviyyet, ne vicdandır.

Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.»