Makale

İslam sanatı ve Batıya tesiri

BATIDA AYDINLANMA İSLAM RÖNESANSINA DAYANIR...

İbrahim URAL

İSLÂM SAN’ATI VE BATIYA TESİRİ

"Hat sanatı da öteki plastik sanatlar gibi, görme ve gördüklerini İfade etme sanatıdır. Bu sanatın plastik güzelliğini kavramak için, onu okumak, manevi yükünü bilmek gerekmez." (Nihat B0YTAŞ Vakıflar DS XV| sh 161)

Doğuşundan itibaren on asır boyunca dünyada etkin ve hâkim bir medeniyet kurmuş olan İslâm Kültürünün bazı kurumları yeterince incelenmiş değildir. İslâm estetiği ve İslâm Medeniyeti Tarihi bu tür branşlardandır. Gustave Le Bon ve Corci Zeydan’ın İslâm Medeniyeti hakkında yazdıkları kitaplardan sonra, müslüman bilginler Türk İslâm Medeniyetinin Avrupa Uygarlığına etkileri konusunda yayınlar yaptılar. Türkiye’de İsmail Hâmi Danışmend, Ahmet, Gurka n ve diğerleri bu mevzuda kitaplar yazdılar. Batıda Sigrid Hunke’nin yazdığı kitap geniş yankılar yaptı. Afrikalı bilginler, Endülüs ve Sicilya’da gerçekleştirilen kültür, medeniyet ve sanat hamlesi konusunda araştırmalar yaptılar. Fakat bu çalışmalar, sayıca azdır. Zaman itibariyle ise elli, altmış yıllık bir birikimin sonucudur.
İslâm mütefekkirleri ve sanatçıları Kur’an’ın ve hadislerin ışığında, kâinata ve tabiata olumlu bir yak-laşımla bakıyorlardı. Tasavvuf Edebiyatı bunun en tipik örnekleriyle doludur. Mevlânâ’nın, Şeyh Sadi’nin, Yunus Emre’nin, Hacı Bayram Veli’nin bu açıdan incelenmesi faydalı olacaktır. Batı sanatında tabiatla gerçek anlamda ilgilenme klâsizmle başladı. Ondokuzuncu asırda Natüralizm akımı ile müfrit bir çizgiye geldi. Öte yandan Kapi-talizm’in global üretim ve sınırsız tüketim anlayışı, tabiatın ve doğal kaynakların tahribini artırıyordu.
Doğal çevrenin kirlenmesi böyle başladı.
İslâm Sanatının büyük ölçüde orjinal olduğu, kendi kaynaklarından esinlenerek geliştiği müşahede olunmuştur. Mimarî sahasında bazı yabancı etkilerden bahsedil-mişse de bu konular bilginler arasında, tartışmalıdır. Kelile ve Dim-ne gibi eski Hint kültüründen alınmış eserlerin sayısı belirlidir. Eski Yunan felsefesinin bazı İslâm bilginleri üzerinde belirli bir tesir icra ettiği bir realitedir. Ama İslâm Kültür ve Medeniyetinin de bir kaç asır sonra, daha geniş çapta, buna mukabele ettiği S.Hunke, M. watt, w. Durant ve daha başka batılı bilginlerce bile kabul ediliyor...
Avrupa’nın İslâm Dünyası’nı keşfi, Haçlı seferleri sırasında mümkün oldu. Doğu-lslâm Dünyası ko-nusunda peşin hükümlü olan Avrupalılar Ortadoğu’da zengin, müreffeh ve kültürlü toplumlar buldular. Bilmedikleri bazı teknolojileri müslümanlarda gördüler. Pusulayı, barutu, kâğıdı, poliçe ve çek yoluyla havale göndermeyi öğrendiler. Ünlü gezgin Marco Po-lo’nun seyahat kitabı Asya’nın imkânlarını ve güzelliklerini Batıya tanıttı. Venedik, Cenova, Piza gibi İtalyan şehir devletlerinin tüccarları Anadolu Selçuklularının, Eyyûbi Devletinin lüks ticaret mallarını Avrupa’ya taşıdılar. Küçük el sanatlarında ve "geometrik yüzeyler üzerinde hendesî çizgilerle satıhlandırma" konusunda gösterilen ilgi ve merak Türklerle beraber Güneydoğu Avrupa’ya kadar yayılmıştır. Alman mütefekkiri johann Gottred von Herdier (1744-1803) "İnsanlığın Tarih Felsefesine Ait Düşünceler" adlı kitabında Şark-İslâm sanat ve edebiyatının en güçlü unsurlarından geniş muhayyile, sembolleştirme ve tecrid etme (soyutlama) yeteneğinin önemli olduğunu vurgulamıştır. Ona göre, sanatçılar için çok önemli olan bu kabiliyetler, klâsik İslâm döneminde Abbasi halifesi Harun Reşid devrinde gelişmiştir. Sonraki asırlarda bu tarz, Avrupa’da da yaygınlaşmıştır.
Ondördüncü asırda Osmanlıların Avrupa’ya geçmesiyle birlikte Balkan şehirleri İslâm-Türk sanatıyla tanıştı. Edirne başkent oldu. Fetihler Osmanlı Sanatını Balkanlara taşıdı. Evlâd-ı Fatihan, Anadolu kültür ve sanatının esaslarını Güneydoğu Avrupa’da da kurdular.
İtalya’da ve Fransa’da seramik sanatının canlanması, onikinci asırda, bu sanatı Endülüslü müslüman ustalardan öğrenen meraklı öğrenciler sayesinde mümkün oldu. Venedik şehrinin cam ve vitray sanatçılan, öteki İtalyan şehir devletlerinin mücellitleri mesleklerinin inceliklerinin çoğunu Sicilya Adasındaki müslümanlardan öğrendiler. Avrupa’nın dokumacılık sanatı da, İslâmî motif ve desenlerden etkilendi. Park ve bahçecilik konusunda ise İran’ın tesiri görüldü. Will Durant "İslâm Medeniyeti" adlı kitabında bu etkileşimleri incelemiştir. İslâm Sanatı Avrupa’ya üç kanaldan girmiştir. Bunlar, Endülüs (İspanya), Sicilya ve Balkanlardır. Anadolu Selçukluları devrinde Türk ve Acem halıları Bizans saraylarının en değerli eşyalan arasına girmişti.
Sivas en ünlü halıcılık merkeziydi. İznik, çiniciliğin merkeziydi. İznik çiniciliğine Avrupa’nın gös-terdiği ilgi günümüzde de sürmektedir. Anadolu’daki Ahilik ve Fütüvvet teşkilâtı Türk sanatkârlarını her yönden eğitiyordu. Âdâb eğitimi ve tasavvuf terbiyesi müslüman Türk sanatkârlarının manevî motivasyonunu tamamlamıştır. Fütüvvetnâmeler, Türk sanatkâr ve esnafının el kitabıydı. Avrupa’da ise meslek ahlakıyla ilgili eserler ondokuzuncu asırdan itibaren yazılmaya başlamıştır. Selçuklularda ve -özellikle- Osmanlılarda hükümdarların mutlaka güzel sanatlardan biriyle meşgul olması geleneği, devlet ri-calinin sanat ehline yakınlık göstermesi sonucunu da doğurmuştur. Telif ve patent hakkı kavramının bilinmediği o dönemlerde bu uygulamaların sanatın ve sanatkârın korunmasında önemli rolü olmuştur. Bilginler ve medrese öğretim üyeleri de güzel sanatlarla ilgileniyorlardı. Kimi hattat kimi şair, kimi müzehhipti. Batıda ise zorunlu iş dışında ek bir meşgale ile (hobi) uğraşmak ancak yirminci asırda yaygınlaşmıştır.
Müslüman yazarlar eserlerinde tabiatı ve gökyüzünü tasvire ayn bir önem vermişlerdir, özellikle-müfessirler kevnî âyetlerin yorumunda kâinatın yaratılışındaki hikmet ve güzelliklere dikkat çekmişlerdir. Ibn Tufeyl adlı bilgin "Hayy ibn Yekzan" adlı eserinde tabiatın kendisini, Cenab-ı Hakkin büyüklüğünü ispat eden bir belge olarak görmüş, ıssız bir adada tek başına yaşamak zorunda kalan bir insanı anlatmıştır. Bu eser onüçüncü asırda Latince’ye tercüme edildi. Ibn Tufeylin eserinde savunduğu tez-, tabiatın kendisinin bir eğitici ve gerçek olduğudur. Aynı tezi onsekizinci asırda Fransız mütefekkiri Jean Jacques Roussea-u savunmuştur. "Emil" adlı eğitsel pedegojik romanında en iyi öğretmen olarak tabiatı göstermiştir.
Bu tez, eğitim tarihinde iki asırdan beri tartışılmıştır. Müslüman terbiyeciler ise-, "Fıtrat=Yaratılış" kav-ramı üzerinde durmuşlar, insanın fıtrî tabiatına aykırı olan sosyal ve fiziki çevrenin zararlarını ele almış-lardır.
Ortaçağ’da İslâm Medeniyetinin en önemli merkezlerinden olan Sicilya’da güneş parlak, yağmur ise boldu. Bu sayede müslümanlar iyi yönetilen bir ekonominin meyvalarını toplamakta gecikmediler. Palermo, İslâm dünyasının en güzel şehirlerinden biri oldu. Müslümanların temiz giyim, estetik zevk, sanat ve iç dekorasyon merakı hayatı güzelleştirdi. Adadaki gayr-i müslim halk, Müslümanları birçok konuda taklid ediyordu. Sicilya’nın Normanlar tarafından işgali (1060-1091) ve daha sonraki değişiklikler islâm kültür ve medeniyetinin izlerini kaybettirdi. Ama yine de bazı tesirler kendini göstermeye devam etti. Meselâ La zizza Sarayında ve bazı dini yapılarda Afrika tarzı tezyinat kendini belli etmiştir. Osmanlılarda tezyinî sanatlar sadece tezhip ve nakışlardan ibaret değildir, ince dericilik ve kitap ciltleme sanatı da Osmanlı Türklerinin en çok başarılı oldukları sahalardandır.
Bu sanatlar Orta Avrupa yoluyla Batıya girmiştir. Osmanlılar, Venedik’i ve Macaristan’ı bu sanatların intikali için bir köprü olarak kullandılar. Osmanlı idarecilerinin Avrupalı devlet büyüklerine diplomatik hediyeler olarak yaldızlı ve işlemeli-ciltli kitaplar gönderdikleri biliniyor...
İslâm sanatlarına gösterilen ilgi sadece Avrupalı sanatçıların duyduğu "egzotik" bir merak değil... Yıllarca Batı Kültür normlarında eser vermiş bazı yerli sanatçılar da İslâm estetik değerlerine yöneliyorlar. Bu sevindirici gelişmeler İslâm Kültürünün yeni bir hamlesini gündeme getiriyor. Yirmibirinci as-nn, İslâm’ın her sahadaki büyük atılımlarına şâhid olacağını kuvvetle ümit ediyoruz. Müslüman aydınlara, bu konuda da önemli görevler terettüp etmektedir.

BÜTÜN SAN’ATLAR CAMİYE, CAMİ DE İBADETE GÖTÜRÜR...

Dünya sanatına muazzam bir katkıda bulunan İslâm sanatı; insanlığın ortak geleceğini imar etmede belki de en büyük payı sağlayacak olan bu hudutsuz zenginlik, aynen bilim, sosyal veya felsefi hayat konularında olduğu gibi temel teşkilâtlanma prensibi olan islam dininden ayn düşünülemez.
Dünyada İslâm sanatının büyük eserleri üzerinde rasgele gezinen bir göz dahi bu sanatın derin bütünlüğünü ve orijinalliğini anında farkeder. Anıtın coğrafi yeri yahut yapılışındaki gaye ne olursa olsun, onun maddesinde aynı ruhsal deneyin yaşadığı derhal anlaşılacaktır. Ben kendi hesabıma büyük Kurtuba Camiinden Tlemcen’in küçük mescitlerine; Fes’in Kayruvanına veya Kahire’nin ibni Tulün Camii’ne; istanbul’un Muazzam camilerinden, İsfahan’ın küçük cennet gibi mescitlerine; Samarra’nın dönen çıkışlı ciddi minarelerinden, Semerkand’da Timur türbesine yahut Hindistan’da Tac Mahal’in pırıl pırıl yanan sandukalarına; Granada’nın Eihamra sarayından Isfahanın Ali Kapu ve Şehel Sütun camilerine kadar, her zaman bütün bu eserlerin Allah’ın emri ile aynı kişi tarafından yapıldığı duygusuna kapılırım. İslâm sanatı, aynı zamanda hedef alınan amacı, temaları, plastik ve teknik sözcükleri emir altında tutan bir dünya görüşü ifade etmektedir.
Dediğimiz gibi İslâm’da bütün sanat insanı camiye, cami ise ibadete götürmektedir. Taşların duası olan cami, müslüman toplumun bütün faaliyetlerinin merkez kuvveti olduğu gibi aynı zamanda bütün İslâm sanatlarının odak noktasıdır.

Alim KORKMAZ