Makale

Ramazana Merhaba

RAMAZAN AYI MÜMİNİN YILLIK HAYATINDA BİR ÖNEMLİ DÖNEM.. ONU HAKKIYLA DEĞERLENDİRMEK İSE BİR VAZİFE...

Mustafa VARLI
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

RAMAZANA MERHABA

Oruç, insanın elinde olan babı şeyleri yapmaktan kendi Kendini alıkoymasıdır.
İslâm’daki her ibadet emri, değişik yönleriyle insanı olgunlaştırmaya, onu "üstün varlık" yapmaya yöneliktir. Bunun sonucu olarak ibadet, insanın sağlam bir ruh, sağlam bir şahsiyet yapısına sahip olmasını gerçekleştirir. Oruç, yalnız bedenle yapılan bir ibadet olduğu halde, manevi bir mefhum olan insan ruhunu eğitip etkilemektedir. Böylece oruçla, ruh terbiyesinin beden terbiyesinden başlayarak gerçekleşebileceği gerçeği ortaya çıkmıştır, zira beden ile ruh arasında çok sıkı bağlar vardır. Birisini ihmal ederek diğerini geliştirmek mümkün değildir.
Şu halde orucun gayesi, önce bedeni, sonra da ruhu eğitip geliştirmek sonunda Müslüman’ı, madde ve manası ile gelişmiş bir varlık olarak bütün insanlığa ve eğitim sistemlerine örnek yapmaktır. Bu örnek bütün insanlık için geçerli olduğu gibi, özellikle bizim milli eğitimimiz için de geçerlidir. Zira madde eğitimi ile mana eğitimi birlikte yürütülmediği sürece, insan varlığındaki manevi noksanlıkların düzeltilmesi mümkün olamamaktadır.
Oruçlu insan, belki görünüşte aç olan insandır. Fakat iffetli insandır. Karnını doyurmak için başkasının malına değil, kendi malına bile el uzatamayacak derecede gözü tok eğitilmiş insandır. Bu tür gözü tok eğitilmiş insanlardan oluşan cemiyette, güvensizlik söz konusu olur mu?
Diğer yönden insan oruç ile güçlüklere karşı sabretmeyi, nefsinin arzularına gem vurmayı ve bunlardan da önemlisi Allah’a ve kullarına karşı utanma duygusunu geliştirip kendini Allah’ın denetimi, altında hissederek O’nun yasakladığı şeyleri yapmaktan kaçınmayı öğrenmiş olur. Bu yıllık eğitim devrelerinde önüne geçilmesi çok zor arzularına gem vuran insan, ilâhî denetimin sürekliliğini kavrayarak, diğer zamanlarda da sevilen, olgun bir insan olur. Dilini, gözünü, vücudunu haramlardan korur, sonunda da kalbini kötü düşünceden arındırarak, meleklerden üstün bir varlık derecesine yükselir.

NİÇİN ORUÇ?

Allah’ın her emrinde ve yasağında, insan için sayılamayacak derecede yararlar vardır. "Oruç tutunuz" şeklindeki kesin ilâhi emir, boşuna verilmiş bir emir değildir. Bunda insan için pek çok hikmetler, pek çok yararlar vardır. Oruç, insan ile Allah arasında sağlam bir iletişim kurulmasını sağlar. Çünkü insan, oruçlu olduğunu hiç kimseye ispat edemez. Fakat hiç bir ispata gerek kalmadan, Allah’ın bildiğini bilir. İnsanın oruçlu olduğunu, yani O’nun emrine uyduğunu Allah bildiğine göre, başkasının bilmemesi önemli değildir.
Bu düşünce, insanı âdeti "insanüstü" yapar, Allah ile beraber olma duygusuna yüceltir.
Aynı zamanda oruç, Allah’a yakın olmanın karşılığında yerine göre maddeye değer verilmemesini sağlar. Oruç tutan bir müslüman, cebinde para da olsa kendisi açtır. Parası olduğu halde o an, onu kullanamıyacağı, bir meşrubat bile içemiyeceği için, para ona göre, değersiz bir maddeden farksızdır. İşte bu anlayış, oruç tutan müslü-manın gözünde parayı ilâh olmaktan çıkarır.
Oruç, insana kendi varlığını hatırlatır, kendi kendini tanımasına yardım eder. Bir günlük açlık kar-şısında kıvranışı ile kendini her zaman doyuran Allah’ı daha iyi tanımasını ve O’na inanmasını, O’na güvenmesi fikrini aşılar.
Aç olan bir insanı, eli altında bulunan yiyecek ve içeceklerden yararlanmaktan alıkoyan etken ne olabilir?
Sofra hazırdır, renk renk çekici meyveler ve sebzeler göz önündedir. Fakat oruçlu insan, onlara el uzatmaktan kaçınır. Oysa ona engel olabilecek bir mani yoktur. Başında polis yoktur, jandarma yoktur, bekçi yoktur, ana-baba, öğretmen korkusu yoktur. Ama yanından ayrılmayan, içinden çıkmayan Allah kavramı, O’nun emrine uyma anlayışı vardır. Burcu burcu kokan lokantaların, fırınların önünden; şınl şırıl akan suların yanından geçtiği halde, oruçlu insanı yemek ve içmekten alıkoyan şey sadece müslüman olma şuurudur.
Bu şuur, aynı zamanda bir eğitimdir. Gerektiğinde kendi malına, kendi sofrasına, kendi bahçesindeki ağacına bile el uzatmama ve sabretme eğitimidir. Bu eğitim korkuya dayalı bir dış baskı eğitimi değil, akla, mantığa ve sevgiye dayalı kapsamlı bir eğitimdir. Belli bir disiplin altında Allah’ın emrine uyma eğitimidir.
Şu halde oruç, insana disiplinli olmayı öğretir. Zira her gün orucun başlangıcına ve bitişine son derece hassasiyet gösterilmesi gerekir. "İmsaktan beş dakika sonra sahur bitirilirse veya iftar zamanından üç dakika önce iftar edilirse ne olur?" denemez. Çünkü oruç bir disiplindir. Allah’ın çizdiği zaman birimlerine hassas bir şekilde uymaktır.
Oruç, insanın göreve bağlı olma anlayışını da pekiştirir. Zira oruç tutan insan, hiç kimsenin bulun-madığı yerde de orucunu bozacak şeyleri yapmaktan kaçınır. Bilerek orucu tehlikeye düşürmesi halinde, bu suçunun cezasını kendi kendine verir. Bunun için adlî bir merciye ya da bir kolluk kuvvetine gerek yoktur. Cezası ne ise, cezasını kendisi verir, kendisi çeker ve tekrar benzeri bir suçu işleme-meye söz verir. Oruçtaki bu anlayış, işçiyi de, memuru da görevine bağlı olmaya, yalnız bile olsa verilen emirlere karşı gelmemeye alıştırır. Oruçta işlediği bir suçtan dolayı kendi kendine ceza veren kimse, elbette benzer bir cezaya çarptırılmamak için verilen görevi eksiksiz yerine getirir, yapmadığı görevin ızdırabını içinde hisseder. Bir takım mazeretlerle kendini suçsuz göstermeye çalışmaz. Kendi aleyhine bile şahitlik yapar.
Düşünebilen her insanın da anlayabileceği gibi orucun, fert, aile ve toplum üzerinde pek çok olumlu etkileri ve yararları vardır.
Bununla birlikte Müslüman, her ibadette olduğu gibi, oruçta da faydayı amaçlamamalı; Allah’ın emrini bir kul olarak yerine getirmeyi düşünmelidir.


“Allah’ın her emrinde
ve yasağında türlü hikmetler var..
Ramazan, o çok hikmetli ibadetlerin yoğunlaştığı bir ay..”


Oruç, bütün dinlerde ortak ibadettir..

Oruç semavî ve bazı beşerî dinlerde ortak ibadettir. "Ey iman edenler! Oruç sizden önceki ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı" âyetinin ifade ettiği mânâ budur.

ESKİ DİNLERDE ORUÇ

Eski Hind Dinleri"nde belli gün ve bayramlarda "Tezkiye-i Nefs" için oruç tutulduğu bilinmektedir. Eski Hind toplumunda kadınların da kendilerine mahsus günlerde oruç tuttuklarına rastlanılmıştır.
"Brahmanizm’de her ayın 11 ve 12’nci günlerinde oruç tutulmuştur. Bu dinde oruç konusunda katı hükümler getirilmiş, hasta ve yaşlılar bile oruç tutmaya zorlanmışlardır.
"Eski Çin Dinleri"nden bazıları (Taoizm vb.) oruç, sağlığı koruduğu ve ölümü geciktirdiği için önemli sayılmıştır.
"Eski İran Dinleri"nden Manilik’te oruç, bir perhiz ve riyazat vesilesi olarak vardır.
" Eski Mısır Dinleri"nde, dinî bayram günlerinde oruç tutulmuştur. W"Eski Kureyş"te, İslâmiyetten önce "Receb-ül Esam", "Şehr-i Muder" ve "Aşure Günü’nde oruç tutulduğu tespit edilmiştir.





SEMAVÎ DİNLERDE ORUÇ

"Yahudi"ler, mensup oldukları çeşitli ülkelere göre değişik gün ve şekillerde oruç tutmuşlardır. Genellikle belâ ânında, Allah’ın kendilerine gazap edeceğine inandıklarında, kıtlık zamanlarında oruç tutmuşlardır. Sevinç vesilesi ile oruç tutulduğu da olmuştur.
Yahudilik’te önemli sayılan bir oruç çeşidi de "kefaret" orucudur.
"Hristiyanlık"ta oruç genellikle dünya nimetlerinden perhiz olarak tutulmuştur. Perhizden maksat, nefsi terbiyedir.
Birer hak din olarak Hristiyanlık ve Yahudilik’te Ramazan Ayı’nda oruç mevcutken, bu dinlerin aslî hüviyetlerinin bozulmaya başlamasından sonra Ramazan orucunun zamanı ve gün sayısı papazların ve hahamların arzularına göre değiştirilmiştir.
"İslâmiyet’te oruç, 2’nci Hicret yılında farz kılınmıştır.
Bir farz ibadetdir.


NİÇİN RAMAZAN, NEDEN BİR AY?

Oruç, her yıl Ramazan ayında olmak sarayla senede bir ay farz kılınmıştır.
Neden Ramazan ayı ?
Niçin bir ay ?
Şayet kulların uzun süre aç kalmaları isteniyorsa; her yıl uzun ve sıcak yaz günlerinde oruç tutmaları emredilirdi. Yahut kulların belli bir süre aç kalmaları, fakat fazlaca zorlanmamaları isteniyorsa-, yine her yıl kısa ve serin kış günlerinde oruç tutmaları emredilirdi.
Kulların sadece otuz gün aç kalmaları istenmiş olsaydı, ayrı ayrı zamanlarda oruç tutmaları, meselâ her ay üçer gün veya daha fazla, ya da daha az emredilirdi.
Şu halde neden özellikle Ramazan ayı ve niçin bir ay ?
Allah’ın bilgisi, insan oğlunun bilgisi ile kıyas edilemez. 0, sonsuz bilgiye sahiptir. Orucu emrederken, her yıl on gün zaman değiştiren "Kameri yıl" yerine, her yıl sabit olan milâdî aylara göre oruç tutmayı emredebilirdi. Bu takdirde, yer kürenin değişik bölgelerinde yaşayan insanlar, her yıl aynı zamanda oruç tutacak; bir kısmı daima uzun ve sıcak yaz günlerinde, diğer bir kısmı da kısa ve serin kış günlerinde oruçlu olacaktı. Sonuç olarak, oruç ibadetinde bile -hâşâ- bir "adeletsizlik" söz konusu olacaktı. Meselâ, Ortadoğu, Avrupa ve Afrika’da yaz yaşanırken, Avustralya’da kış yaşanmakta-, Ortadoğu, Avrupa ve Afrika’da kış yaşanırken, Avusturalya’da yaz yaşanmaktadır. Hal böyle olunca meselâ, her yıl Ağustos ayında oruç emredilmiş olsa, Ortadoğu, Avrupa ve Afrika’da yaşayan müslümanlar, her yıl en sıcak ayda oruç tutarlarken; Avustralya’da yaşayanlar, her yıl en serin ayda tutmuş olacaklardır. Aralık-Ocak gibi bir kış ayında oruç emredilse, durum tam aksi olacaktır. Bunun için oruç, kameri ay olan ve yıl içerisinde on gün yer değiştiren Ramazan ayında tutulmak üzere emredilmiştir. Böylece yerkürenin herhangi bir bölgesinde yaşayan bir müslüman, her yıl Ramazan ayında oruç tutmakla, yaklaşık on yıl içinde yılın bütün mevsimlerinde oruç tutmuş olacaktır.
Orucun neden bir ay olduğu konusu da üzerinde düşünmeye değer hikmetlerle doludur.
Şurası psikolojik* olarak bilinmektedir ki-, otuz gün süreyle aralıksız yapılan düzenli bir eğitim, insana pek çok yeni alışkanlıklar kazandırmaktadır.
Orucun, her yıl ardarda bir ay oluşu da, benzeri hikmetler taşıyan bir eğitim şeklidir.
Bu şekliyle oruç, her yıl bir ay olmak üzere bütün müslümanları, hayatları boyunca sürekli bir eğitime tabi tutmak suretiyle, onların bir takım kötü alışkanlıklannı bırakarak, iyi alışkanlıklar kazanmalarını ve böylece topluma daha faydalı olmalarını sağlamaktadır.





Gazal i’ye göre oruç

İmam-ı Gazali orucu üç mertebeye ayırmıştır.
"İlk Mertebe" avamın orucudur. Bu, oruç süresince aç, susuz ve şehevî arzulardan uzak durmaktır.
"İkinci Mertebe" havassın orucudur. Bu, avamın orucuna ilâve olarak, bütün azaların oruç tutmasıdır. Gözün harama bakmaması, dilin yalan, dedikodu ve gıybetten kaçınması; kulağın günah ve çirkinleri dinlemekten uzaklaşması, elin harama uzanmaması, ayağın haram ve kirliye adım atmamasıdır.
"Üçüncü Mertebe" ise havass-ül havassın orucudur. Bu da havassın orucuna ilâve olarak, kalbin yalnız Allah’a açılmasıdır.
Böyle insanlardan oluşan toplumda içtimaî barışın kolayca sağlanacağı izahtan varestedir.



ORUÇ BİR ÂDET DEĞİL

Günümüzde pek çok kişi, diğer ibadetlerde olduğu gibi oruç konusunda da onun ruhuna değil, dış görünüşüne önem vermektedir. Oysa oruç bir ibadettir, âdet değildir.
İbadetin âdet haline dönüşmesi, onu yozlaştırır. Değerini düşürür. Ruhsuz bir ceset haline getirir.
Unutulmamalıdır ki oruç ve ramazan, maddî bir ticaret alanı değil, beden ve ruha yönelik bir eğitim devresidir. Genci ile yaşlısıyla, erkeğiyle ve kadınıyle bütün müslümanların severek ve isteyerek katıldığı bu eğitim seferberliği, kurallarına göre uygulanabilse; müs-lümanı Allah yolundan caydırmaya hiç bir etkenin gücü yetmez.
Bir taraftan oruç tutulduğu halde, diğer taraftan Allah’ın yasakları işleniyorsa; bir taraftan her yıl bir ay süre ile oruç eğitimi yapıldığı halde, diğer taraftan bu eğitimin sosyal hayatta etkisi görülmüyorsa, Ramazan ayından sonraki müslüman, her türlü hatâsı ve katılığı ile Ramazan ayından öncekinin aynısı kalıyorsa, ortada bir eksiklik, uygulamada bir aksaklık var demektir. Bu eksiklik bulunup tamamlanmadıkça, bu aksaklık da düzeltilmedikçe; Ramazan’a ve oruca saygıdan söz etmek zordur.
Ramazana ve oruca saygı, sadece minarelerdeki mahyalarla, gazete ve dergi ilaveleriyle, özel simit ve helvalann dağıtılmasıyla olmaz. Ramazan ve oruca saygı, emredildiği gibi disiplinli yaşamakla olur. İnsanlar arasındaki sevgi ve saygıyı yaşatmakla olur. Sadece Ramazanda değil, her zaman ve her yerde Allah korkusu ve sevgisini taşımak ve yaşamakla olur.

“Ramazan ve oruç, bol meyveli bir bahçe gibidir. Beden ve ruh için, dünya ve ahiret için her türlü hikmet ve manevî yarar... Toplayabilene ne mutlu...”