Makale

DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU KARARLARINDAN

DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU KARARLARINDAN

T. C.

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI

Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı

Karar No. 100

Konu; Hz. Mnhammed adlı mecmualar Hk. Ankara, 21.4.1969

Olgunlaştırma Dairesi Başkanlığının 10.3.1969 tarih ve 558, 24.3.1969 – 559, 11.3.1969- 575, 19.3.1969 - 601, 25.3.1969 - 664, 3.4.1969- 715, 8.4.1969- 730 ve 15.4.1969 gün 797 sayılı yazılarına ekli, İstanbul’da münteşir "Hz. Mnhammed ve Hayatı" adlı haftalık resimli dergilerin 1-7. sayılan tetkik edildi.

Bu konunun müzakeresinde: Diyanet İşleri Başkan V. Lûtfi Doğan, Kurul Baş­kanı İsmail Ezherli, Üyelerden Dr. Ali Arslan Aydın, Dr. M. Esad Kılıçer, Hüseyin ÖZgün, İbrahim Atay, Osman Keskioğlu ve Dr. Lûtfi Doğan hazır bulunmuşlardır.

1 — Derginin sahibi olarak “Temel Yayınlar" denilmekte, Neşriyat Müdürü ve Sorumlu Müdür olarak İsmail Erener ismi gösterilmekte, “Niçin ve Nasıl Çıkıyoruz” başlığı altında: “Biz uzun ve yorucu bir çalışma ile ehliyetli kimselere titizlikle in­celeterek bu mecmuaya, doğruluğunda şüphe edilmeyen bilgileri ve olayları topladık. Ayrıca yine ehliyetli ressamlara bu bilgilerin ve olayların bir kısmını resimletmeye çalıştık.” denilmekte, 4. sayının 56, sah ifesinde ise, "Yazılar derlemedir. Bir yandan İslâm - Türk kaynakları, diğer yandan Doğu ve Batı kaynakları taranmış, teker te­ker elden geçirilmiş ve bilgili kişiler tarafından metinler hazırlanmıştır... Fakat biz olayları resimleyerek bunları haftalık bir mecmuada toplamayı ve böylece az okuma bilenlere bile faydalı olmayı uygun bulduk. O zamanlara ait hakikî resimler olma­dığı için ressamlarımız resimlerini... geçen yüzyıllarda hazırlanan o zamanlara ait tarih albümlerinden faydalanarak çiziyorlar. Mecmuada adı geçen şahıslar İse, yine aynı kaynaklardaki tarif ve resimlerden çıkarılıyor. Sonra bu resimler arasında bir seçme yapılıyor ve mecmuaya konulacaklar seçiliyor."

2 — Peygamberimiz Efendimiz hayatlarında asla puta tapmadığı halde, 46. sahifede, “Eski kaynakların çoğu Hazret-i Muhammed (S.A.) in Mekke’deki dinlerle hiçbir ilişkisinin bulunmadığını iddia etmektedir. Halbuki daha sonraları görülen bâzı davranış ve hareketleri, herkes gibi O’nun da ilk zamanlarda atalarının dînine bağlı bulunduğunu göstermektedir.” denilmekte, 113. sahifede ise, "Hazret-i Muhammed (S.A.) İn din bakımından ne durumda olduğu ve ne gibi değişiklikler geçirdiği açık bir şekilde bilinmemektedir. Ancak kendi ailesinin çoğunlukla puta tapıcı olu­şu yüzünden O’nun da ilk zamanlarda onlar gibi hareket ettiği düşünülebilir." cüm­lesi Allâhu Teâlâ tarafından korunmuş o]an Yüce Peygamberimiz’in târihi gerçek şahsiyetine bir iftira teşkil etmektedir.

3 — Târihî gerçeklere muhâlif olarak (S. 43) de, “Hazret-i Muhammed (S.A.) in çocukluk ve delikanlılık çağları hakkında inanılır kaynaklardan pek az bilgi elde edilebilmektedir.” denildiği halde hemen arkasından, "Şurası muhakkak ki O, fakir olduğu için bu yaşlarda pek çok iğlere girip çıktı. Çobanlık yaptı. Bir ara Mekke’­de küçük bir dükkân işletti. Kervanlarda satış memurluğu yaptı..." sözlerindeki te­ferruatlı bilginin kaynağı gösterilmemektedir.

Mecmuanın 44 ve 45. sahifelerine alınan Ayet-i Kerîmenin açıklamalarında, vatan, din ve ırz müdâfaası için Allah yolunda gerektiğinde girişilmesi farz olan cihâdın “Savaş” anlamında anlaşılmasının yanlış olduğu iddia edilmekte, Peygamber Efendimiz’in, bir seferden dönüşlerinde, “Şimdi biz küçük cihad’dan büyük cîhan’a dönü­yoruz, nefislerimizle yapacağımız c ili ad büyük cihaddır.” meâlindeki Hadîs-i Şerif­leri, bir kısım tasavvuf erbâbına mal edilerek (S, 52’de), “Hz. Peygamber’in vefatın­dan sonra savaşlar başlayınca tasavvuf erbabı savaşa ‘küçük cihad’, insanın kendi kendini İyileştirmesi için yaptığı cehd ve gayrete “büyük cihad (cihâd-ı ekber)’ de­mişlerdir.” şeklinde târihî ve dînî gerçekler tahrif edilmekte, aynı sahifede Kur’ân-ı Kerîm’de bulunmayan ve yukâtilûne alâ tamau’d-dünyâ” sözleri âyet imiş gibi gös­terilmekte ve şu cümleler, Ehl-i Sâlib’e karşı yapılan savunma savaşları taarruz ve taassup olarak vasıflandırılmaktadır: "İslâm âlemi Haçlı seferlerinin hücûmuna uğ­radıktan sonra, karşı taarruz ve bundan dolayı da taassup başlamışsa, İslâm’ın rûhu ile bunun alâkası yoktur.”

4 — Hazret-i Hatice için yazarın 59. sahifede, "Hisleri başkalaştı, içinde derin bir aşk doğdu. Hali pek değişmişti. Günden güne soluyordu... Hazret-i Muhammed (S.A.) e karşı duyduğu büyük ve sonsuz sevgisini ağlayarak anlattı.” cümleleri ile 61. sahifede Peygamberimiz’in nikâh merasimi İçin, ‘‘Ziyafet gecenin geç saatle­rine kadar sürdü. Hurma şarabı tulumu da açıldı.” sözleri mübâlâğalı ve saygı hu­dudunu aşan İfadelerdir. Yazarın 71. sahifede Hazret-i Peygamberimiz’e vahiy gel­mesi olayını anlatırken yazarın, “... Bâzan etrafındaki şeyleri görmek ve anlamak hissini kaybediyor, âdetâ taş kesiliyordu. O hallerinde artık nefes aldığı işitilmiyor, sonra uyuyordu. Bir ara göğsü yine kuvvetle kabarıp iniyor, O’nu ancak uzun bir uyku sakinleştiriyordu. Fakat birdenbire tekrar nefesi sıkışmaya başlıyor, rüyalar görüyor, kanter içinde yatağından fırlıyordu.

Hatîce O’na mümkün olduğu kadar sâkin bir sesle, ne olduğunu soruyor, fakat Hazret-i Muhammed (S.A.) ya hiç ses çıkarmıyor veya anlaşılmaz kelimelerle cevap veriyordu. Altı ay İçinde Hazret-1 Muhammed (S.A.) dermandan düştü. Çok zayıfla­dı. Yürüyüşü bozuldu. Saçı sakalı karmakarışık oldu. Gözlerinde garip bir parıltı peydahlandı.” ve ayrıca aynı sahifede, “Yine buhranlı bir gündü. Hatice’ye şunlaıı söyledi: ‘Deli olmaktan korkuyorum. Kendimde cin çarpmış insanların bütün İşaret­lerini görüyorum. Sen sakın bundan kimseye bahsetme’.” gibi acaip birçok cümleler kullanması, bu konuda çirkin iftiralarda bulunan müsteşriklerden nakil yapmış ol­duğu kanaatini vermektedir.

56. sahifede, “Tabiîdir ki en büyük rehberimiz Tanrı Kelâmı olan Kur’ân-ı Azimüşşan’dır,” diyen yazar, vahiy konusunda ve Peygamberimiz’in şahsiyeti hususunda âyet-i kerîmelere müracaat etmediği gibi, Kâ’be hakkında 5. sayının iç kapağında (S. 76), "Kâ’be’nin kuruluşu halikında çeşitli söylentiler vardır. Yeryüzünde kurulan ilk kutsal yapı olduğu da söylenmektedir. Her ne kadar gerçek bilinmiyorsa da Kâ’be’yi Hazret-i İbrahim’in kurduğu, Kur’ân-ı Kerîm’e de dayanılarak bütün müslümanlarca kabûl edilmektedir...” cümleleri ile, Kur’ân-ı Kerim’in Âl-i İmrân Sûre­sindeki âyet-i kerîmeler "Söylenti” olarak vasıflandırıldığı gibi bu konudaki İslâm inançlarını da sarsma gayesinin güdüldüğü sezilmektedir.

5 — Dergilerde birçok has İsimlerde hatalar yapıldığı gibi (S. 18, 20, 41, 122), coğrafi cihetlerde yanılmalar olmuştur (S. 2).

Dergilere alınan âyet-i kerîmelerin meâllerinde ve yazılışlarında da birçok yan­lışlık ve eksiklikler bulunmaktadır (S, 13, 64, 65, 73, 84, 112), Fıkıh mezheplerinin bir kısmı Hicretin üçüncü asrında zuhur ettiği halde, sahife 73’te yazar, dört sünnî mezhebin hepsinin de Hazret-i Peygamber’den 150 sene sonra meydana çıktığım ile­ri sürmektedir.

6 — Dergilerin muhtevasının yansından çoğunu temsili ve hayâli resimler teş­kil etmektedir. Hz. Hatîce, Hz. Hamza, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali ve diğer İslâm büyüklerini bu şekilde uydurma resimlerle göstermek İslâm âdâbına uyma­yan bir davranıştır.

Yukarıda bir kısmına İşaret edilen yanlışları muhtevi, târihî ve dînî gerçekleri tahrif, böylece dînî İnançları sarsan ye İslâm âdâbına aykırı neşriyat yapan bu der­gilerin okunmasının ve neşrinin bu şekilde devamını Müslüman halkımız için çok za­rarlı olduğu kanaatına varıldığından:

a) Bu dergi hakkında Müslüman halkımızın Başkanlıkça uyarılmasının,

b) Bu karana bir örneğinin bütün müftülüklere tamim edilmesinin ve Başkan­lık dergisinde yayınlanmasının uygun olduğuna ittifakla karar verildi.

DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU

T. C.

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI

Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı

Karar No. 94

Konu: Hatalı Mushaf Tâb’ı Hakkında Bir Ankara, 11.4.1969

Tetkik adlı eserin tetkiki Hk.

Yüksek Başkanlıkça 27.3.1969 gün ve 467 sayı ile Kurulumuza havale buyurulan Olgunlaştırma Dairesi Başkanlığının 27.3.1969 tarih ve 676 sayılı yazısına ilişik: Türkiye İslâm Enstitüleri Talebe Federasyonu Genel Başkanı Cahit Baltacı’nın önsözünü havi "Doğan Kardeş A. Ş. Hatalı Mushaf Tâb’ı Hakkında Bir Tetkik" adlı risâle İncelendi:

Bu eserin müzakeresinde Diyanet İşleri Başkan V. Lûtfi Doğan, Kurul Başkanı İsmail Ezherli, Üyelerden M. Şehid Oral, Dr. Ali Arslan Aydın, Dr. M. Esad Kılıçer, Haşan Ege, Hüseyin Özgün, İbrahim Atay, Osman Keskioğlu ve Dr. Lûtfi Doğan hazır bulunmuşlardır.

Risâte, Doğan Kardeş A.Ş’nin tâb’etmiş olduğu, Hafız Osman Hattı Mushâf-ı Şerifte, vâki’ sehviyat dolayısiyle Başkanlığımız hakkında bâzı asılsız İddiaların ileri sürüldüğü görüldü. Yapılan müzakere sonunda, adı geçen risâledeki iddia ve ithamlara cevap olmak üzere, bu konuyu aydınlatmak üzere, Kurulumuzca hazırlanan ekli yazının ve buna mesnet teşkil eden 10.7.1963 tarihli ve 113 sayılı Kurulumuz kararının Başkanlıkça yayınlanma­sının uygun görüldüğüne ittifakla karar verildi.

Yüksek Başkanlıktan 27 Mart 1969 tarih ve 467 sayı ile muhavvel Ol­gunlaştırma Dairesi Başkanlığının 676 sayılı yazısına İlişik Türkiye İslâm Ens­titüleri Talebe Federasyonu Genel Başkanı Cahit Baltacı’nın önsözünü taşı­yan (Doğan Kardeş A.Ş. Hatalı Mushaf Tâb’ı Hakkında Bir Tetkik) adlı risâ­le incelendi:

Risalede, Doğan Kardeş A.Ş. tarafından basılan Hafız Osman Hattı Mushâf-ı Şerîf’te vâki’ sehivler dolay isiyle Başkanlığımız yer yer itham edilmek­tedir. Bu sebeple Başkanlığımıza ve Kurulumuza yöneltilen tenkidleri kısa­ca cevaplandırarak matbuatta büyük gürültülere sebebiyet veren bu hatalar mes’elesinin Başkanlığımızı ilgilendiren yönünü aydınlatmak isteriz.

Her şeyden önce şunu belirtelim ki, Mushâf-ı Şerîf’in her türlü hatâ ve noksandan âzâde olarak basılması, hepimizin en temiz dileği ve en içten ar­zusudur, Risâleyi yayınlayanların da böyle bir duygu ile harekete geçtikle­rinden eminiz.

Evvelâ adı geçen risaleye "Federasyon olarak teşkil ettiğimiz teknik he­yetimizin kısa zamanda tesbit edebildiğim hatalar listesi" başlığı altında ko­nan listeye bakalım:

Bu listede 66 kelime vardır. Bunların 35’i Başkanlığımızca tesbit edilip hazırlanan ve bu risaleye konan listede mevcuttur. Başkanlığımızın listesin­de 43 kelime gösterilmişti. Risaleye bunların 6’sı meskût geçilmiş, 2’si ise, —belki istinsah hatâsı olarak— listeye alınmamış, fakat kendi listelerine ko­nulmuştur. Böylece listelerinde yer alan 66 kelimeden 29’u onlarca tesbit edilmiş oluyor. Şimdi bunları birer birer inceleyelim:

1 — (HUD) kelimeleri 6 yerde "hatt-ı kıyâsı" denilen mûtad imlâya göre yazılarak, Mushâf-ı Osmânî yazısına uyulmamıştır. Ancak Resm-i Mushâf-ı Osman’daki ya­zı şekli ile İstanbul tâblarındakî hatt-ı kıyâsî arasında değişiklik mes’elesinin yalnız bu kelimelerden ibaret olmadığını risâleyî yayınlayanlar da bilirler sanırız. Meselâ kelimelerle kelimesi arasında; ilmî yönden nasıl bir ayırım yapılabilir?

2— (Hûd) kelimeleri olmak üzere, 4 yerde de nokta ve hereke eksikliği veya fazlalı­ğı vardır. Listelerinde yer alan 66 kelimeden Başkanlığımızın tesbit ettiği 37 kelimeye bu 10 kelimeyi İlâve etmiş oluyorlar.

Listelerinde bulunan diğer 19 kelimeyi de açıklayalım:

3— kelimeleri Başkanlığımızdaki nüshada doğru yazılı haldedir.

4 — kelimesi Mushâf-ı Osman’ın yazısında elifle değil, yâ ile yazılıdır. Hattâ mûtad imlâda da böyledir. Kâmusu’l-Muhît ve diğer Arapça lügatlere bakılınca, bu açıkça görülür. Nitekim Mekke, Mısır ve Bağdat tâb’ı Mushaflarda da yâ île yazılıdır.

5 — Meryem Sûresinde olduğu halde yanlış olarak sûre­sinde gösterilen kelimeleri elifle değil yâ ile yazılıdır. Mushâf-ı Osman hattına uygun olan budur. Hâfız Osman merhum da böyle yazmıştır. İslâm ülkelerinde matbu Mushaflar da yâ iledir.

6 — kelimelerinde geçen harekeye gelince; vasıl halinde bunlar konulmaz, onun İçin hareke değil, cezm İşareti konulmuştur. Türkiye, Mısır, Bağdat tâblarında böyledir. Meselâ 1305 yılında Osman Bey Matbaasında basılan Mus­haf- ı Şerif’te böyledir 1966 yılında 185 tasdik numarası İle İstanbul’da Bozkurt Matbaasında basılan Mushaf-ı Şerîf’de bu gibi yerlere, umumca kabûl edilen kaide îcâbı, normal olarak siyah cezm işareti konulmuş ancak husûsî bir şekilde ayrıca kırmızı renkte harekeler de konulmuştur Fakat bu umûmî bîr kaide değildir. Böylece bunlar aslında doğru iken, yanlış gösterilmiştir.

7 — buradaki H harfi, mim değildir. H harfinin aynı şekilde yazılmıştır, İkisi aynı olduğu halde sonuncuyu listelerine al­mamışlardır.

8— bu kelimedeki lam harfinde kısa bir kesinti vardır. Bunu, listede gösterildiği gibi, bir elif ilâvesiyle şeklinde yazmak tahrif etmektir.

9 — kelimesinin muteber Alİyyü’1-Kâri hattında böyle yazılışına cevaz vardır.

10 — kelimesinde hemze de cezim de vardır. Yerleri değişmişse de okunmasına mani’ değildir.

11 — kelimelerinin İmlâsı hakkındaki ihtilâfı, Ebû Amr Ed-Dânî’ntn Mukni’nden kendileri de naklediyorlar. Süyûtî’nin itkan’ında da belirtildiği gibi bâzı ke­limelerde elif, vav harflerinin kıyas dışı zâid olarak yazılışı vardır. Aliyyü’l- Kârî hattında bu tarzdaki imlâ tecvîz olunmuştur. Mısır tablamda bu İmlâ ile yazılıdır.

12— kelimelerinin yazılış ve telâffuzları hakkındaki ihtilâfı yine kendileri naklediyorlar, işte üstelerinde gösterilen kelimelerin durumu budur.

Burada şuna da işaret edelim ki, nedense pek karışık olan bu liste tanzîm olunurken, İlmî gerçeklere sadâkat gösterilmemiştir. Listeye göz gezdirenler sûrelerin karmakarışık sıralanmasında bir ma’nâ veremiyeceklerdir.

Liste, o kadar dikkatsiz hazırlanmış ki, Başkanlığımız listesinde gösterilen kelimesi hakkında —doğru olarak— İyi çıkmamış de­nildiği halde, bu kelime Federasyon listesinin başına alınmış ve hizasına eksik kaydı düşülmüştür. Dikkatle bakılınca, Başkanlığın tesbîtinin doğru olduğu görülür. Daha garibi şudur ki Başkanlığımız listesinde bulunan kelimesinin başından kısmı atılarak kendi listelerine şeklinde yazılmıştır ki, bu fahiş bir tahriftir. “ ” ile bambaşka ma’nâlar alır.

Sekte işaretlerinden bahsederken, “ ” kelimesinin sektesiz olarak okunacağını, bunun da lügat bakımından (Çorbacı) ma’nâsına geleceğini iddia etmek, ilmî ciddiyetle bağdaşmayan bir tutumdur. Çünkü, harekeler doğru konulduğuna göre, okuyucu bu kelimeyi doğru olarak okuyacaktır.

34. sahifedeki Âyet-i Kerîmede “ ” yanlış olarak yazılmıştır. Hatâları düzeltmek iddiasında bulunulurken, böyle bir hatâya düşülmemesi gerekirdi.

Risâlede "İlim Gözü İle Hatâlar" başlığı altında, Mekkî ve Medenî sû­reler, âyet sayısı Muhammed Sûresi yerine Kıtâl Sûresi yazılması, Secâvend işâretleri ve Rükü ayınları üzerinde durulmaktadır:

Bilindiği üzere Kur’ân-ı Kerîm’de 71 sûrenin Mekkî, 19 sûrenin Medenî olduğu İttifâkî olup, kalan 24 sûrede hem Mekkî ve hem Medenî âyetler bulunduğundan, bunlar hakkında ulemâ İhtilâf etmiştir.

Âyet-İ kerîme sayıları da kıraat ve tefsîr İmamlarına göre farklıdır. Ebu’l-Kasım Ömer Bin Muhammed, Abdu’l-Kâfi’ye göre âyet adedi 6236’dır. Ve muteber olan da budur. 6666 olduğu rivayeti de yaygındır.

34. sahifede, âyet bölümlerini cümle bölüşümü ile îzah, boşuna bir gayret göstermektir. Çünkü, cümle kuruluşu başka, âyetler başkadır. Kur’- ân-ı Kerîm’de bunun misâlleri vardır. Nîtekim lâfız ve ma’nâ itibâriyle ri­sâlede gösterilen En’âm Sûresinin 135. Âyetine benzeyen Zümer Sûresinin 39 ve 40. Âyetlerinde (…..) dan sonra durak konulmuştur. Bu bütün Mushaflarda böyledir. Bunu, cümle teşkîli bakımından acaba nasıl îzah edecekler? Bu misalleri çoğaltmak mümkündür. Maksadımız; bu nokta­dan hareket etmenin bir şey kazandırmıyacağını söylemektir.

Bâzı sûrelerin iki ismi vardır. Ve sûre adları tevkifidir. Muhammed Sû­resine Kıtal Sûresi demek, iddia edildiği gibi yanlış sayılamaz.

Secavend işaretlerine gelince; bunlar çok çeşitlidir. Bu sebeple, bun­larda ulemâ ihtilâf etmiştir, Kur’ân’ın tilâveti üzerine müessir olacak mâhi­yette değildir. Nitekim Mısır ve Mekke tablarında bunların gayet az kulla­nıldığını görüyoruz.

Şimdi, yapılan bu açıklamaların ışığı altında, tenkid konusu yapılmak istenen Din işleri Yüksek Kurulu’nun 22.11.1967 tarihlî ve 235 sayılı kara­rından, bu konu ile ilgili satırları okuyalım.

Bu kararda secâvend ve âyet başları İhtilâfı bulunduğu belirtildikten sonra aynen şöyle deniliyor: ... Bunun, Kur’ân-ı Kerîm’in aslını tağyîr ve tahrif mâhiyetinde bir hatâ olmadığı cihetle, eksik olan nokta ve harekele­rin Mushaflar İnceleme Kurulunca tashîhi temin ve kontrol edildikten sonra mühürlenerek tevzîine izin verilmesinin uygun olduğuna İttifakla karar verildi” denilmektedir.

Onların da dedikleri gibi; şimdi İnsafla düşünelim, bu kararda ne var: Bu kararda söylenenleri farkedecek durumda olmayanlar, nasıl olur da Ku­rul Üyelerinin İlmî niteliklerinden (S. 31) söz etmek selâhiyetini kendilerin­de görürler?

Yüksek Kurul; adı geçen Mushaf’ta eksik olan nokta ve harekelerin Mushaflar inceleme Kurulunca tashîhî temin ve kontrol edildikten sonra mühürlenerek tevzîine izin verilmesinin uygun olduğuna, İttifakla karar ve­riyor. Bu Kurul başka daha ne yapsın? Yapılacak başka bir şey var mıdır? Bilinmelidir ki, doğru olanları yanlış göstermek, yapılanları görmemezlikten gelmek sûretîyle ilmî inceleme yapılmış olmaz.

Adı geçen şirket bu kararı tatbik etmeden Mushafları satışa arzedince, Diyanet İşleri Başkanlığı 27.3.1968 tarih ve 310-313-246 sayılı yazı ile İs­tanbul C. Savcılığına müracaat ederek bu konuda Mushafları İnceleme Ku­rulu Yönetmeliğinin 20. maddesi gereğince işlem yapmasını istemiş, ancak İstanbul C. Savcılığı Basın Bürosu 1968/867 sayılı kararı ile tâkipsizlik ka­rarı vermiştir. Demek Başkanlık bu hususta da kanunî vazifesini yapmıştır, Şâyâri-i teessüftür ki, adı geçen risâlede bu dâvâdan hiç söz edilmemiştir. Ehl-i insâfa sığınanlar kendileri de insaftan ayrılmamalı idi.

Şunu da belirtelim ki, adı geçen şirket tâkipsizlik kararı aldığı halde, Başkanlığımız, mezkûr şirkete elinde kalan Mushafları tashîh etmeği kabul ettirmiştir. Kurulumuzun bir örneği İlişik 10.7.1968 tarih ve 113 sayılı kara­rında bu İşin bütün safhaları etraflı olarak aydınlatılmıştır. Adı geçen risâ­lede, nedense bu karardan da hiç söz edilmeyerek sükût ihtiyar olunmuştur.

Bütün bu gerçeklerden sonra Doğan Kardeş Şirketinin tâbettiği Mushaftan sorumlu olanlar, adetâ Başkanlığımız imiş gibi mezkûr risalede böyle bir hedef tutulmakta, hattâ Din işleri Yüksek Kurulu Üyeleri ithâm edilmektedir.

Risalede yer yer mügâlâtalar da vardır: "Diyanet ve kanun sorumlula­rının lâkaydîliklerî onlara cesaret vermiş, netîcede Türkiye târihinde ilk ola­rak hatâlı ve tasdiksiz Mushaflar piyasaya arz edilmiştir." (S. 21) deniyor. Bu söz doğru değildir. Maalesef zaman zaman hatâlı Mushaflar basılmıştır. Başkanlığımızdaki bu işle ilgili dosyada matbû bir liste var. Başında "Bozkurt Kitabevince Sebat Matbaasında (Ceb için) tabedilen ufak kıt’ada 137 No.’lu Mushâfı Şerîf’de vâki’ sehviyât listesidir" yazılıdır. Ve bunda 90 ke­lime vardır.

Bu meseleyi ilmî yönden incelemesi gereken adı geçen risâlede, her nedense Başkanlığa ve Din İşleri Yüksek Kurulu Üyelerine yersiz târîzlerde bulunulmuştur. Bu cihet gerçekten üzücüdür. Bu îzâhatımızı okuyanların da hakikati anlayacaklarından emin bulunmaktayız.

Bu hususta Başkanlığımızın, üzerine düşen vazifeyi yaptığı kanaatin­deyiz.

T. C.

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI

Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı

Karar No. 113

Konu: Doğan Kardeş A. Şirketince bastırılmış Ankara, 10.7.1968

olan Kur’ân-ı Kerîm nüshası Hk.

Doğan Kardeş Anonim Şirketinin bastırmış olduğu Kur’ân-ı Kerîm nüs­hasında vâki’ hata ve noksanların ne suretle düzeltilmesinin mümkün ola­cağı ve ne gibi tashihat yapılırsa, bu baskının eksikliklerden âzâde kılına­rak okunmasında bir sakınca kalmıyacağı hususundaki Yüksek Başkanlığın 27.4.1968 tarih ve özel 115 sayılı yazıları ile adı geçen şirketçe verilen 24.6.1968 tarihli dilekçenin Yüksek Başkanlıkça Kurulumuza havale buyurulması üzerine keyfiyet incelendi:

Müzakerede Diyanet İşleri Başkan Vekili Lûtfi Doğan, Kurul Başkan Ve­kili Dr. Ali Arslan Aydın, Üyelerden M. Şehid Oral, Dr. M. Esad Kılıçer, Hü­seyin Özgün, Osman Keskioğlu, Dr. Lûtfi Doğan ve A, Hamdi Kasaboğlu hazır bulunmuşlardır.

Doğan Kardeş Anonim Şirketince bastırılan Kur’ân-ı Kerîm nüshası hak­kında Kurulumuzca verilen 22.11.1967 tarih ve 235 sayılı karar ve Mushaf­ları İnceleme Kurulunca daha sonra aynı konuda alınan karar ile hatâ ve ek­sikleri muhtevî rapor ve hatâların yerlerini gösteren Kur’ân-ı Kerîm nüshası tetkik edildi:

Mushafları İnceleme Kurulu kararında; mezkûr Kur’ân-ı Kerîm nüsha­sında (103) hareke eksik ve fazlalığı, (5) harf eksikliği, (3) harf fazlalığı, (9) kelime teşekkülünde tehâlüf olduğu, (63) yerde bir âyetin İkiye bölün­düğü, (33) yerde iki âyetin birleştirildiği, (1) yerde de bir âyetin dörde bölünmüş olduğu, (Yebsutu) ve emsâli kelimeler (Sad) ile yazılacakken, (Sin) ile yazıldığı, (Şürekâ) ve emsâli kelimeler (Vav) ile yazılması gere­kirken (6) yerde (Elif) ile yazılmış olduğu ve diğer bâzı yazılış hatâları ile cem’an (1728) yerde (Secâvend) eksiklik, fazlalık ve tehâlüfü ve birkaç sûrenin isimlerinin de yanlış yazıldığı bildirilmektedir.

Mushaflar İnceleme Kurulunun işbu kararında belirtilen ve raporunda dercedilen hususlar, incelemelerindeki itina ve ihtimamı göstermesi bakımın­dan şayanı takdir görülmekle beraber, zamanın kısalığı, Kurul üyelerinin çeşitli kıraatları nazar-ı i’tibâre alan mukayeseli, derinliğine bir araştırma yapmaya imkân vermemiş, ancak, Kurulun esas aldığı İmam Mushâf-ı Şerîf’e, mezkûr Hafız Osman nüshasının uygun olup olmadığını tesbitle yetinilmiştir.

Kurulumuzca bu kere yapılan araştırma ve incelemelerde harf, hareke ve nokta eksik ve fazlalıkları tesbit edilmiş, âyet-i kerîmelerin ikiye bölün­düğü veya iki âyetin bir yazıldığı veya secâvend uyuşmazlığı gibi hususların, çeşitli kıraat imamlarının telâkki tarzlarından neş’et ettiği, aykırı gösterilen bâzı secâvend farklarının kıraat usûlüne daha uygun düştüğü görüldüğü ci­hetle, bunların Kur’ân’ın tilâvetine müessir olarak hatâ sayılamayacağı kanaatına varılmıştır. Nitekim Mushafları İnceleme Kurulu Başkanı aynı görü­şü savunmuş. Üyelerin kararına bu yönden muhâlif kalmıştır.

Ayrıca, Mushaflar İnceleme Kurulu kararını, ilişiğindeki raporu ve mez­kûr Kur’ân-ı Kerîm nüshasını incelemek üzere. Kurulumuzca, hâfız olan ve kıraat ilmine vâkıf bulunan üyelerden teşkil edilen üç kişilik komisyon tara­fından hazırlanan raporda; harf, hareke, nokta eksik ve fazlalıklarının (43) adet olduğu ve bunların düzeltilmesinin zarûrî görüldüğü, tecvidle ilgili İşa­retlerin aslında bir eksiklik sayılmayacağı gibi, sık sık görülen secâvend de­ğişikliklerinin de Kur’ân-ı Kerîm’i doğru tilâvet hususunda bir sakınca teş­kil etmediğini, bu ve emsâli eksiklerin Kur’ân-ı Kerîm’in ma’nâ ve lâfzına bir nakîse getirecek nitelikte olmadığı, bu cihetle, bunların düzeltilmesinin zarûrî görülmediği İfade edilmekte, düzeltilmesi zarûrî olan hatâ ve eksik­ler bir liste halinde tesbit edilmektedir.

Yapılan müzakere sonunda: Mezkûr Kur’ân-ı Kerîm’de;

1 — Ekli listede gösterildiği gibi (43) adet hareke, nokta ve harf ek­siklik ve fazlalığı tesbit edilmiştir.

2 — Bâzı kıraat üstadlarının görüş ve anlayış farklarından meydana gelen:

a) Tecvîd’İ ilgilendiren imâle, işmam, İdgâm, teshil ve sekte işâretlerinin yazılmadığı,

b) Bâzı kelimelerin teşekkülünde değişik yazılış tesbit edildiği,

c) Secâvend tahâlüfü, eksik ve fazlalığı bulunduğu görülmüştür.

ç) Ayrıca bâzı âyetlerin ikiye bölündüğü, iki âyetin bir gösterildiği ve bir yerde de bir âyetin dörde bölünmüş olduğu bildirilmiştir. Meselâ mezkûr Mushaf ta; Fâtiha Sûresinde(……) olarak iki ayet gösterilmesi hatâ sayılmıştır. Halbuki bâzı müfessîrler ve mezhep imamları, kıraat imamlarının okuyuşu­na ve hadislere dayanarak bu âyeti iki âyet olarak kabûl etmişlerdir. Bu, Âsim kıraati na dayanan ve Hanefî İmamlarınca da benimsenen görüştür. Bu misâlden ve Kur’ân-ı Kerîm’in âyet adedindeki ihtilâftan da anlaşılacağı veç­hile, bu gibi âyet yazılıştan ve durakların tesbiti, bilinen kıraat imamlarının okuyuşu ve müfessirlerin görüşü icâbıdır. Bunları tashihi gereken hatâ ola­rak göstermek doğru değildir.

e) (Kıyâme) Sûresi yanlış olarak (Beled) Sûresi yazılmışsa da bu ha­tânın, bütün nüshalar üzerinde tashihi hem zordur, hem de Kur’ân-ı Kerîm’i doğru olarak tilâvet etmeye bir engel teşkil etmez.

Bu duruma göre, 17. asrın büyük hat üstâdı Hâfız Osman merhum el yazısı nüshasından tıpkı baskısı yapılan bu Mushâf-ı Şerîf’in Müslümanlar tarafından eksik ve hatâdan sâlim ve doğru olarak okunabilmesi için:

1 — Mezkûr Kur’ân-ı Kerîm’de sayfa ve âyet numaraları yazılmadığı için, ekli listede belirtilen (43) adet; hareke, nokta ve harf eksik fazlalık­larının mezkûr şirket tarafından bastırılarak satışa arzedilen her Kur’ân nüs­hasının, bildirilen sûre ve belirtilen âyetleri üzerinde itina ile tashih edilme­si gerektiğine,

2 — Kur’ân-ı Kerîm okuyuşuna te’sir etmeyen, yukarıda bildirilen di­ğer noksan ve tehâlüfler, san’at hususiyetleri ve esâsa te’sir etmeyen secâvend değişikliği olarak mütalâa edildiğinden bunların tashihine lüzum olma­dığına,

3 — Kurulumuzun 22.11.1967 tarih ve 235 sayılı kararında; "... Eksik olan nokta ve harekelerin Mushaflar inceleme Kurulunca tashih ve kontrol edildikten sonra mühürlenerek tevziine İzin verilmesi..." belirtilmişken, bu lâzimeye riâyet etmeyen Doğan Kardeş Anonim Şirketi hakkında:

a) Başkanlığımızca 27.3.1967 tarih ve 310-313-246 sayılı yazı ile İs­tanbul C. Savcılığına yapılan ihbar ve Mushaflar İnceleme Kurulu Yönetme­liğinin 20 nci maddesi gereğince işlem yapılması talebine, adı geçen Savcı­lıkça 10.6.1968 tarihinde "Adem-i Takip Kararı" verildiğinden,

b) Doğan Kardeş Anonim Şirketince mezkûr Kur’ân-ı Kerîm nüshaları üzerinde düzeltilmesi zarurî görülen hatâ ve eksikleri tashih etmeye hazır olunduğu 24.6.1968 tarihli dilekçede bildirildiğinden,

c) Bu durum muvacehesinde, gerekli tashihat yapıldıktan sonra adı geçen Mushaf nüshalarının Mushaflar İnceleme Kurulunca mühürlenmesi­nin mezkûr yönetmeliğin 20 nci maddesine aykırı olmayacağı hususunda Hu­kuk Müşavirliğince verilen hukukî mütalâa üzerine:

Yukarıda 1. maddede gösterilen (43) yerdeki harf, hareke ve nokta eksiklikleri mezkûr nüshalar üzerinde düzeltildikten sonra, bu Mushaf nüs­halarının her birinin Mushaflar İnceleme Kurulunca mühürlenmesinde bir sakınca kalmayacağına ekseriyetle karar verildi.