Makale

Ana

HİKAYE / Nuran GÜNER

“Çilekeş Türk Kadını ana olarak, eş olarak evinin direğidir., o yıkılırsa yuva da yıkılır. Acaba kaçımız farkındayız?.”

ANA

Naciye Hanım, orta halli bir ailenin hemen bütün yükünü omuzlarında taşıyordu. Bu yüzden zamanından önce yaşlanmıştı. Üniversiteden ilkokula, okuyan 4 evlâdının annelik görevleri; küçük bir memur olarak geldiği Ankara’daki işinde kısa zamanda yükselen ve şimdi daire müdürü olan kocasının, evinden çok daire işleriyle meşgul olması; tek maaşla 4 çocuk okutmanın zorluğu... Bütün bunlar Naciye Hanımı evin hem erkeği, hem hanımı, hem hiz-metçisi... Her şeyi yapmıştı.
Kucaklarında ilk çocukları Tuğrul, Ankara’ya geldiklerinde, yabancı oldukları bu şehirde nasıl tutunacaklarını bile bilmeyen iki genç evli idiler. Kocası Kemal o zamanlar öğretmendi. Bir yandan da fakülteye devam ediyordu. Kemal, yorgun argın geldiği o-kuldan, fakülte derslerine de çalışsın diye Naciye Hanımın gösterdiği çabalar unutulur mu idil Çocuğun sesini duymasın, yemek zamanı radyo haberleri saatına rastlasın, evde göze kötü görünen birşey olmasın diye diye işte yıllar geçti. Çocuk 1 iken 4 oldu. Kemal, fakülteyi bitirdikten sonra girdiği yeni memuriyetinde tutulup sevildi.
... Naciye bunları düşündü, elindeki önlüğün düğmelerini pekleştirirken.. Haline şükretti. Tuğrul üniversitede, Naci lisede, Havva ortaokulda, en küçükleri Serap ise henüz ilkokulda idi. Bu yıl başlamıştı okula.. Biraz sonra ve herkesten önce uyanacak, "-Annee, önlüğüm!." Diyecekti. "-Yavrum!." Dedi düğmeleri dikerken. "-Daha dün bir bugün iki. Yıllar geçecek, okullar bitecek.. Kim bilir nasıl bir genç kız olacaksın?. Allah kaderini ak etsin.."
Sanki elindeki önlüğü onarmıyordu da, sevip okşuyordu..
İşte ordu uyandı bile.. Daha kahvaltı masasına oturmadan, herkes ayrı şey istiyordu..
Serap önlüğünü beğenmişti. Sekerek ve "Bana bakım" diyerek, odadan odaya dolaşmaya başladı. Kemal yeni elbisesinin hazırlanmasını istedi. Zira o gün toplana vardı..
Havva, Serap’ı yine kıskandı ve ağlattı.
Akşamdan bitiremediği ödevine başlamışa.. Gözü artık ne kahvaltıyı görür, ne de Se-rap’m mutluluğunu paylaşırdı. Bir yandan da söylendi: "-Bize de alınacak değil ya.. Biz eskilerle de gider geliriz"..
Naciye ona lâf yetiştiremeden, bu defa Naci’nin sesi duyuldu: "-Anne, bugün arkadaşlarla geleceğiz. Sofrayı düzgün isterim".. "-Tamam oğlum" dedi, "-Düzgün tutarım"..
Naci lise son sınıfta idi ve lâfının üstünü lâf konulamazdı, üzerinde imtihan stresi vardı zira ve imtihanda başarılı olmalıydı. Üniversite imtihanı denilen o at yarışında..
Tuğrul mu, işte en olgunları o idi ve anneciğine acır dururdu. Gerçi O da söküğünü yamayamaz, ütüsünü yapamazdı ama, anacığının küçükle küçük, büyükle büyük olup koşuşturmasını izler, üzülürdü..
"-Bu kadar insanın kırık- döküğüne bu tek kadın ne yapsın" diye mırıldandı..
O gün beklenmedik bir şey oldu. Çocuklarını tek tek uğurlayan; en son da kocası Kemal’in kundurasını bağlayıp, paltosunu giydirerek "-Güle güle" diyen Naciye’nin birden gözlen karardı.. Kocasının arkasından kapadığı kapıya tutunmak istedi ise de, kalmayan gücü onu taşıyamadı, gürültüyle yere yığılıverdi. Kemal gürültüyü duyup geri döndüğünde, gözlerine inanamadı. Evin yükünü yıllardır omuzlarında taşıyan; hiç hastalanmayacakmış gibi gelen dağ gibi karısı, eşikle kapı arasında sereserpe yatıyordu. Dünyalar birden başına yıkılıverdi..
Naciye Hanım hastanede gözlerini açtığında, kocası Kemal karşısında oturuyordu. O ne, bugüne kadar çocukların okul işleri; e-vin pazarı, alışverişi; hatta aşı hastahane nedir bilmeyen, sadece daire işleri, resmi işlerle meşgul Kemal bir tuhaf olmuş, birkaç on yıl yaşlanmış, çöküvermişti.. Hayatın soğuk yüzü ile ilk defa karşılaşan Kemal’in a-yağı yere değmiş; resmî işleri dışında bir de evi, karısı, çocukları olduğunu anlayıvermişti.
Karı-koca uzunca süre konuşamadılar. Hatta ağlayamadılar da., ikisinin de solukları boğazlarına tıkanmıştı sanki.
Neden sonra Naciye, "Çocuklar" diyebildi.. Bu ilk kelime ikisi için de bir kurtuluş oldu sanki.. Boğazlarına tıkanan solukları açıldı, hıçkıra-hıçkıra, doya-doya ağladılar, ağladılar..
Hıçkırıkları bozan yine Naciye’nin sesi oldu: "-Serap’ımm saçını kim tarar? Ütünüzü kim yapar? Sofranızı kim kurar? Çamaşırlarınızı kim yıkar?"
Kendisini değil, bu halde bile kocasını, evlâtlarını düşünüyordu..
İşte "Ana" bu idi…