Makale

HAT SANATI

Mustafa BEKTAŞOĞLU

HAT SANATI

Hat; çizgi, satır, yazı, padişah yazısı, buyruk, ferman anlamına gelir. Hattat, el yazısı çok güzel olan sanatkâr, iyi yazı yazan, yazı yazmakta usta ve becerikli olan kimse demektir. Hat sanatı, hiç şüphe yok ki, yazı temeli üzerine kurulmuş bir resim sanatıdır.
Bilindiği üzere, hat sanatı, kamış kalem ve is mürekkebinin işbirliğiyle insan elinin vücuda getirdiği bir çizgi sanatıdır. Dünyada bu kadar çeşitli yazı varken ve hepsi kendine göre güzel yazılabiliyorken, nasıl olmuş da sadece İslâm yazısı gerçekten benzeri bulunmayan bir sanat haline gelivermiş? Onun sahip olduğu bu estetik nereden doğuyor? Bunların cevabını Hz. Ali’nin hikmet dolu su sözünde bulabiliriz: “Yazı, üstadın öğretisinde gizlidir, çok yazmakla kıvam bulur; İslam dini üzere olmakla devam eder". Hattın asırlar boyunca sanat âlemine hükmedisinde, iste bu mistik kudretin rolü çok büyüktür. Ayrıca, harflerin başlı basına kıvraklığı ve birbirlerine bitişmekle kazandıkları sekil zenginliği, değişik istiflerle yazılabilmeleri, İslâm yazısına, sanatın ilk şartı olan sonsuzluk ve yenilik kapsamını daima açık bırakmıştır.
Bu sanatı yazıya hak ettiği emeği vermek Osmanlı Türklerine nasip olmuştur. G kadar ki “Arap Yazısı” gibi bir mânâ taşıyan bir tarif yerine “İslâm Yazısı" demeyi tercih etmeseydik ve mutlaka bir millete maletmek gayretinde olsaydık, buna “Türk Yazısı” dememiz gerçeği ifade ederdi. Zira, bir dağ kadar yüksek ve geniş olan bu yazı sistemini hangi etek noktasından alıp şahikasına çıkardığımız, insafla bakan herkes kabul ve tasdik eder. Bir başka deyişle hat, eğer Dsmanlı Türkü’nün eline geçmeseydi hüsn-i hat (güzel yazı) olmak yolunun başlangıcında boynu bükük kalırdı.
Modern resmin öncülerinden Picasso’ya “Benim, resimde varmak istediğim son noktayı, İslâm yazısı çoktan bulmuş” dedirten de, hep bu anlayış değil midir? Hem okunup, ibret alınmak, hem de mücerred (abstre) bir resim tablosu gibi duvara asılıp seyredilmek... işte bu, sadece İslâm yazısına hastır1.
Eski yazıların olgunlaşmasında, güzelleşmesinde Türklerin çok hizmetleri vardır. Yazı Türklerle kemale ermiştir, dersek büyük bir hakikati ifade etmiş oluruz. Biz sanat bakımından bununla iftihar etmekle haklıyız. Bu yazılardan Türk’ün zarafeti ve hudutsuz sanat istidadı, Türk ruhunun inceliği okunur. Atalarımızın eli, sanat kalemini maharetle kullanmıştır. Bütün büyük eserlerimiz, camilerimiz, kütüphanelerimiz, müzelerimiz, Türk kaleminin hünerli ürünleri olan şaheser yazılarla süslü ve baştanbaşa doludur.
Hat sanatkârlarının usta ellerinden çıkmış nefis yazılardan oluşan sergilerin günümüzde büyük rağbet görmesi; sayıları gittikçe azalan bu türlü yazılardan ele geçirebildiklerini güzel çerçeveler içinde odalarının duvarlarına asarak onları seyretmekten zevk alanların günden güne çoğalmaları, Türklere yüz yıllar boyunca şeref vermiş olan bir sanatın ve o sanatın en yüksek seviyesine çıkarmış olan sanatkârların bugünkü nesiller tarafından da takdir edildiğini gösteriyor.
Bütün yazıyla uğraşanların kabul ettikleri bir gerçek vardır: Türkler bu yazıya kendi zevk ve inceliklerinden öyle şeyler katmışlar ve öyle geliştirmişlerdir ki, özellikle en çok kullanılan sülüs, nesih ve celî yazıların gelişmesinde, bütün İslam ülkeleri içerisinde üstün bir yere erişmişlerdir.
İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İNAL diyor ki, “Türkler, zevk-i selim erbâbını hayran ve sitâişhân edecek derecede zarif, lâtif metin, dilinsin, nefis, na- zar-rüba yazılar yazmışlardır ki Arap, Acem ve diğer müslüman milletler arasında ortaya çıkan hattatlar hiçbir devirde bu mertebeye yaklaşamamışlardır.”
Ressamlık gibi hattatlık da herkese açık bir sanattır. Hattatlar arasında imamlar, müezzinler, küçük memurlar, bakkallar, katipler olduğu gibi; kadılar, müderrisler, şeyhu’l-İslamlar, vezirler, beylerbeyleri, sadrazamlar ve padişahlar da vardır. Padişahların çoğu ünlü hattatlardan yazı dersi almışlardır.
Hattatlıkta yalnız hünere değer verilmiş, dalkavukça davranışlara hiçbir zaman itibar edilmemiştir. II. Mahmut, III. Ahmet gibi padişahlar gerçekten çok iyi birer hattat oldukları halde kendilerine yaranmak için “Reisülhattatîn: Hattatların başı” ünvanını vermek kimsenin aklından geçmemiştir. Tam tersine; padişahlar değerli hattatlara saygı göstermişlerdir. Hatta yazı yazarlarken onların hokkalarını tutmayı kendileri için zevkli bir hizmet saymış padişahlar görülmüştür.
Ressam Malik Aksel: "Yazı sözün resmidir. Resim gördüklerimizi nasıl belirtirse, yazı da sözlerimizi belirtir." der. Hat sanatı bizim alelâde sözlerimizle meşgul olmadığı, Kur’an-ı Kerim ile İslâm inanışının ana fikirlerini özetleyen seçkin cümleleri güzel biçimler içinde sunmaya çalıştığına göre, hat sanatının aslında fikirlerin resmini yapmakla meşgul olduğunu söylemek daha yerinde olacaktır. Hat sanatının resim karekteri üzerinde ciddiyetle durmuş olan Prof. İsmail Hakkı BALTAClOGLU’nun da dediği gibi, yazı yalnız düşünceyi anlatmaya mahsus bir âlet ve güzellik aracı olmakla kalmamış; belki İnsanî duyguları anlatan bir dil, bir çeşit resim olmuştur.
Hattatlar sanat eseri mahiyetini taşıyan eserlerini vücuda getirirken Kûfi, Sülüs, Celî Sülüs, Nesih, Reyhâni, Muhakkak, Tevkî, Celî Tâlik denilen ve yazılışta her birinin kendine mahsus kaideleri olan yazı çeşitlerini kullanmışlar ayetleri, Hz. Peygamberin sözleri demek olan hadisleri, Kelâm-ı Kibar denilen Islâm büyüklerinin vecizelerini bu yazılarla yaptıkları düzenlemeler içinde isleyerek eserlerini vermişlerdir. Hattatlar bu yazılara o kadar güzel formlar vermişlerdir ki güzellikleri seyredenleri hayran bırakmış, başka başka sanatkârlar siyah-beyazdan oluşan bu güzellikleri renkli motifler ve yaldızlarla süsleyerek cildbendlere saklanır, çerçeveler içinde duvarlara asılarak ömür boyunca seyredilir hale getirmişlerdir.
Hat o kadar resimdir ki, bir resimde var olan güzelliklerin benzerleri soyut görünüşler içinde onda da vardır. Orantı yani tenasüp bunların başında gelir. Bir kompozisyonda harflerin kendi başlarına ve beraber olarak konusundaki incelikler, düzenlemelerin zarifliği, süslerin boşluklarda tuttukları yerler, metin bir zevkin mahsulüdür. Bunlar bazen son derece sade, bazen de Ayasofya’da- ki levhalarda görüldüğü gibi azametli olurlar. Sanatkârın mahareti tablonun doyum olmayan güzelliklerini ortaya koyar.
Bir hattat ancak uzun bir çalışmadan sonra güzele, en güzele ulaşabilir. Bir sonuca varmak için tıpkı bir ressam gibi çalışmaya, denemeler yapmaya mecburdur. Harflerin nihai karekterine ulaşabilmek için yapılan meşk çalışmaları bazen yapılan “Karalama” çalışmaları ise elin hünerini kaybetmemesi için hayat boyu devam etmektedir.
Hat sanatı, harflere yeni biçimler arayan bir sanat olmaktan ziyade, bulunmuşun en güzeline ulaşmayı gaye sayan bir sanattır. Bu sanatta kaidelerin dışına çıkmak hoş karşılanmaz. Onun için hattatlar yazıda yenilikler yapmaya heves edecekleri yerde, kimi kendilerine usta olarak seçmişlerse, yazıda onun maharetini elde etmeye çalışırlar.
Hat sanatında başarılı olmanın uç noktası en büyük usta olarak kabul edilen Seyh Hamdullah veya Hafız Osman yahut Râkım gibi yazmak, yazdıklarını onun yazdıklarından ayırt edilemeyecek seviyeye ulaştırmaktır. Sanatın sırrına erişmek için kaide bu olmakla beraber, ellerine verilen bir yazının, altında imza olmasa bile, tanınmış hat ustalarından hangisi tarafından yazılmış olduğunu şaşılacak bir isabetle bilen insanlar çıkmıştır. Bu da gösteriyor ki, sanatta üstün derecelere ulaşmış hattatların her birinin yazılarında onların şahsiyetlerini belli eden özellikler vardır. Hattatların düz yazılarında yakın benzerlikler olmakla beraber, Celî yazılarla yapılan istifler, müsennalar, levhalar ve türlü yazı düzenlemeleri tamamen sanatkârın kendi yaratıcı gücünün özelliklerini aksettiren tablo hüviyetinde orijinal sanat eserleridir2.


Hulasa
Hüsn-i Hatt’ı okumak lâleyi koklamak gibidir. Bir milletin yazısının güzelliği, o milletin kültür seviyesiyle orantılıdır.

[1] M. Uğur DERMAN, Husn-i Hat Bibliyografyası, IX-X.
(2) Şevket RADO, Kaynaklar 43-47.