Makale

İSLÂM'DA ANARŞİNİN YERİ YOKTUR

İSLÂM’DA ANARŞİNİN YERİ YOKTUR

Prof. Dr. İbrahim CANAN

KUR’AN ve Hadiste ehemmiyetle üzerinde durulan konulardan biri de anarşidir. Kuran’da fitne ve fesad kelimeleriyle ifade edilen anarşi’yi Hz. Peygamber aleyhissalâtü vesselam here kelimesiyle de ifade eder. Herc’i Resulüllah "çokça öldürme" (1), "birbirinizi öldürme, kişinin komşusunu, amcaoglunu ve akrabalarını öldürmesi" şeklinde tarif eder.(2)
İslâm alimlerine göre, cihad sayılmayan ve Resulüllah tarafından tel’in edilmiş olan fitne, müslümanlar arasında cereyan eden öldürme hadiseleridir. Buhari şârihi Ibnu Hacer, fitneyi: "Dünyevî iktidar talebiyle düşülen ihtilaf olup, bu ihtilafta kimin haklı, kimin haksız olduğu belli değildir." diye açıklar. Resulüllah, içtimaî dengenin, cemiyeti yıkıma götüren fitnenin çıkmasına her zaman müsaid olduğunu, bunun çıkmaması için itinalı ve dikkatli olunması ge-rektiğini " fitne uykudadır, onu u-yandırana lanet olsun" hadisi şerifiyle ifade buyurmuştur.(3)

FİTNE MERDUDDUR
Kuran-ı Kerim, fitnenin katiden beter olduğunu ifade buyurur (Bakara 191). Ve onun bertaraf edilmesi için icabediyorsa savaş yapılmasını emreder (Bakara 193). Dinimiz Allah nazannda en makbul amelin cihad olduğunu söylerken fitneyi şiddetle reddeder, tel’in eder. Hadiste: "Kılıçlanyla karşılaşan iki müslümandân ölen de, öldürülen de cehennemliktir." bu-yurulmuştur. (4) Aleyhissalâtü vesselâm’ın "Benden sonra tekrar (cahiliye ahvaline) rücu ederek, birbirlerinin boyunlarını vuran kâfirler olmayın..."(5), "Mü’mine sövmek fısktır, onu öldürmek de küfürdür."(6) gibi sözlerinde haksız öldürme manasındaki anarşinin küfür ederek ifade edildiğini görürüz. Kuran’da dahi "yeryüzünde fime ve fesad çıkanlmaması"(Araf 56) emredilmiş ve "Allah’ın fesad çıkaranlan sevmediği" (Kasas 37) belirtilmiştir. Bir ayette de haksız yere bir müslümanı öldürene "ebedî cehennem" vadedilmiştir (Nisa 93).


İNSAN MAHLÛK ATIN EŞREFİDİR, HUKUKU ÇİĞNENEMEZ

Dinimiz; dinine, diline, rengine bakmadan her "insan"ı mükerrem ilan eder (Isra 70). Ve onun haksız yere öldürülmesini şiddetle yasaklar. Mü’min şöyle dursun, kâfir ve fâsık kimse de sırf küfrü ve fışkı sebebiyle öldürülmez. Kâfirin sadece cihad sırasında öldürülmesi meşrudur. Harp hali dışında Kâfirde öldürülemez. Ayet-i kerime, işlemiş olduğu cinayet sebebiyle kısas veya çıkardığı fesad sebebiyle ceza dışında yani gayr-ı meşru olarak bir insanın öldürülmesini bütün insanları öldürmeye denk bir cinayet addeder. Ayet mealen söyledin "Kim bir canı, bir can mukabilinde kısas olarak veya yeryüzünde, bir fesad çıkarmaktan dolayı olmayarak, öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur." (Maide32)
Dinimizde, sâdece öldürmeye değil, her çeşit haksız muamele ve zulme karşı, bütün insanlar koruma altındadır. Bir Buhari hadisinde:
"Mazlumun bedduasından sakın! Zira onun bedduası ile Allah arasında hiç bir perde mevcut değildir." buyurulmuştur.(7) Başka rivayetlerde mezkur kişi, "kâfir"(8) veya "fâcir bile olsa" açıklamasına yer verilir ve ilâve edilir: "Onun fücuru kendisini ilgilendirir sizin zulmünüzü meşru kılmaz)."(9) Hadiste yasaklanan zulüm, mutlak bırakıldığı için bunun cana veya "mal"a veya "ırz"a karşı olması farketmez, hepsi zulümdür, haramdır, yasaktır.(10) İslâm devletinde yaşayan herkes, mü’min olsun, kâfir olsun, ayırım yapılmaksızın devletin himaye ve garantisi altındadır.(ll)

FERD CEZA VEREMEZ
İslâm, görüldüğü gibi, insana verdiği kıymet icabı insan hukukunun korunması için getirdiği manevî müeyyidelerden başka, diğer bir kısım hukukî prensipler va’zetmiş ve icraî tedbirler almıştır.
Bu cümleden olarak, ferdlere ceza verme yetkisi tanımaz. Her çeşit suçun cezasını devlet verir. Hatta öldürmeyi gerektiren suçlar işlenmiş olsa bile, bunun cezasını devlet vermelidir. Böyle bir suç kişiye karşı işlenmiş olsa bile, kişi veya yakınları caniyi tecziye edemezler. Onlara düşen beyyine ikame ederek mahkemeye başvurmaktır. Sözgelimi, bir kimse babasının katilini öldürecek olsa mahkeme nazarında suçlu duruma düşer. Eğer babasını, o kimsenin öl-dürdüğünü yeterli delillerle isbat edemezse, kısasen kendisinin öldürülmesine hükmedilir. Zina durumu da aynı. Bir erkek hanımını zina halinde yakalasa bile "zinanın şeri cezası öldürmektir" diyerek zâniyi öldürme cihetine gidemez. Böyle bir harekete tevessül eden suçlu durumuna düşer.
İslâmdan çıkan mürtedin cezası da ölümdür, ancak bu cezayı devlet verir, ferdler veremez.(i 2) Eğer İslâm bu meselede gevşek olsaydı, anarşiye açık kapı bırakmış olurdu. Şu halde, İslâm adına çıkıp cinayet işlemek, halk mahkemesi kurmak mümkün değildir. Islâmın neşri i-çin çalışılır, fakat cinayete gidilemez; bunun dinde fetvası yoktur.

RESULÜLLAH’IN DEVLET BAŞKANI OLARAK YAPTIKLARI FERDLERE ÖRNEK OLAMAZ
Bu noktaya gelmişken, yanlış anlatılmaya çalışılan bur hususu açıklamak isteriz: Resulüllah aleyhissalâtü vesselam, Yahudi asıllı Ka’b Ibnu’l-Eşref gibi bazı şâirleri öldürtmüştür. Bu hâdise anarşik bir eylem gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Burada dikkatten kaçan husus, bunu Hz. Peygamberin bir devlet reisi olarak yapmış olduğudur. Aleyhissalâtü vesselâm’m her davranışı ferdlere örnek değildir. Devlet reisi, kanun koyucu olarak yaptığı icraau ferdlerin taklit etmesi gerekmez. Resulüllah şair öldürtmüştür, biz de şair öldürelim mantığı geçersizdir. Hâdise tahlil e-dildiğinde, Resulüllah’ın öldürttüğü ferdlerin harp suçlusu olduklan görülür ve harp halinde olan bir devletin, kendisiyle harp etmekte cilan bir cepheye ve onun aktif elemanlarına karşı takındığı bir tavır olarak karşımıza çıkar. Nitekim, Resulüllah’ın devlet reisi olarak tevessül ettiği bu icraatlar karşı tarafın düzenini bozmuş, savaş tedbirini bozmuş, böylece daha çok kan dökülmesini önlemiştir. Devlet dışında hiç bir müslüman, vicdan, din adına, dinin kendine tanımadığı bir yetkiyi kullanarak ölüm cezası veremez.

ANARŞİDEN UZAK DURMAK
Resulüllah’ın hadislerinde anarşiye bulaşmamak esasur. "Fitne sırasında yatan oturandan, oturan ayakta durandan, ayakta duran yürüyenden, yürüyen koşandan hayırlıdır..." buyurulmuştur. Bulunduğumuz yerde anarşi var ise elden geldiğince ondan uzaklaşmak tavsiye edilir. Buhari ve Müslim’den gelen bir kısım hadislerde böyle durumlarda, anarşinin ulaş-mıyacağı uzak ve tenha yerlere çekilmek emrolunmuştur.(i3) Bu imkânı bulamayanlara, evinde kalmak, fitne evine kadar gelme durumunda ise, Hz. Adem’in iki oğlundan hayırlısını örnek almak: Kabil değil Hâbil olmak yani öldür-mektense öldürülmeyi tercih etmek, tavsiye edilmiştir.(l4) Resulüllah, bu mesele açıldığı vakit ilgili ayeti de okumuştur. Ayette, Hâbil, "Seni öldüreceğim!" diyen kardeşi Kabil’e şöyle cevap verir (meâlen): "Andolsun ki, beni öldürmek için elini bana uzatırsan ben seni öldürmek için elimi sana uzatıcı değilim. Çünkü ben, Kainatın Rabbi olan ALLAH’tan korkanm. Şüphesiz dilerim ki, sen kendi günahınla bir-likte benim günahımı da yüklenirsin de o ateş yaranından olursun. İşte zalimlerin cezası budur!" (Maide 28-29)
İslâm’da müdafaa-i nefis helaldir, ancak anarşi durumunda terki efdaldir.(i5)
Bu Kuranî düsturu İslâm’da ilk tatbik eden Hz. Osman olmuştur. O, evine kadar giren anarşistlere mukabele etmemiş, dağılmalarını beklemiş, ancak sonunda şehid e-dilmiştir. Arkadan çıkan fitnelere çok az sayıda sahabe katılmıştır. Hatta katıldı demek bile fazla; bir kısım sahabe kendilerini hâdiselerin içinde bulmuşlar, çıkmakta zorluk çekmişlerdir. Şâbî der ki: "Cemel Harbine, .Hz. Peygamberin ashabından Ali, Ammâr, Talha, Zü-beyrden başka hiç kimse iştirak etmemiştir. Eğer beşincisini bulursanız ben yalancıyım." (16) Şu halde ölenlerin miktarı on binle ifade edilen Cemel Vak’ası’nda savaşanların arasında sahabe miktarı devede kulak bile değildir. Çünkü elbirlik Fitneden kaçınmışlardır.

DEVLETE İSYAN
İslâm, devlete karşı isyana cevaz vermez. Hadiste, mevcud imam zalim bile olsa, "malını alsa, sırtına vursa da itaatten aynlma" (17) diye emredilmiştir. Bu sebeple açıktan açığa küfrü emret-medikçe devlete isyan caiz değildir-, fitne çıkmaması için itaat gereklidir. (18) Nitekim, Ahmed ibnü Hanbel zamanında Abbasi Devleti, saraya nüfuz eden Mutezililerin yobazlığı sebebiyle herkese "Kuran mahlûktur" dedirtmeye çalışmış, demeyenlere nice işkenceler, hapisler, dayaklar, idamlar icra etmiş olmasına rağmen, ulema, bu zalimlere isyan vacib oldu diye bir fetva vermemiştir. Ahmed İbnü Hanbel bu mihnette öldürülmekten kıl payı kurtulabil-miştir. Sahabe devrinden itibaren her devirde sıkça kötü idareciler başa geçmiş ise de, âlimler din adına: "Onlardan daha iyileri, daha liyakatlıları var! Bunlar meşru değildir, itaat etmeyin, azledin!" şeklinde bir fetva vermemiştir. Yapılan tavsiye Hasan-ı Basrîden beri sabretmek baştakilerin ıslahı için Allah’a tazarru ve niyazda bulunmaktır. (19)
Şunu da belirtmek isteriz, zamanımız öylesine Batı menşeli fikirlerin istilası altında ki, İslâm için samimi düşünen birçok insanımız ve bilhassa gençler, anarşi ve fitne meselesinde İslâm’ın bu yaklaşımını kavrıyamıyorlar. Tahrik edici, sokağa dökücü, saman alevi gibi yanıp sönücü, istikbal vedetmiyen, az bir zaman sonra felâket getirecek cazip sloganlara aldanıyorlar. İslâm’ın Kuran, hadis gibi temel kaynaklarına dayanan, ulema yorumundan geçen bu düsturlar, garip karşılanıyor, hakkıyla takdir görmüyor. Hatta gençliğimiz kasdî, planlı gayretlerle birbirine karşı tahrik ediliyor. İslâm adına çalışanların İslâmî düsturlarla hareket etmesi gerekir. İslâmî ve meşru hedefe, gayr-ı meşru yolla, Batı’nın ihtilalci, merhametsiz, kardeşi kardeşe kırdırıcı metodlarıyla gidilmez. Elbette İslâm için çalışacağız, fitneye karışmamalı demek egoizme, sefahata saplanmak memleket meselesi karşısında nemelâzım kuyusuna kendimizi atmak demek değildir. Müsbet hareketle, Islâmî prensipler çerçevesinde manevî cihad yapmak gerekmektedir. Bizzat Resulüllah aleyhissalâtü vesselâm’ın hadislerinde bu çeşit cihada yani, nefsimizin, çevremizin, kendi insanlarımızın uyarılması, onlara hakikatlerin götürülmesi, İslâm’ın hayatımızda hayatlanması, yaşanması için yapılacak gayrete Cihad-ı ekber dendiğini hepimiz bilmekteyiz. Öyleyse dinimiz için gayret gösterirken, kaynağı, katili bilinmeyen, ulemada fetvasına rastlanmayan cafcaflı sloganlara itibar edilmemesi gerekir.
Son olarak mevzuyu şöyle özetlemek isteriz: Fitne ve anarşi’nin İslâmdaki telinini kavramak öncelikle sağlam bir İslâm kültürü gerektirir. Keza insana saygı, insan haklarına hürmet kuvvetli bir i-manla fiile geçer. Ahiret mesuliyeti, ebedî ceza inancı içine yerleşmemiş olan, bir insana karşı işlenen haksız bir cinayetin bütün insanlığa karşı işlenmiş bir cinayet değerinde olduğunu -inanandan gelen bir heyecanla-vicdan derinliklerinde hissetmeyen, titremeyen insanı, anarşiden ne önleyebilir, vazgeçirebilir? Dinimiz, savaş halinde bile düşman tarafın çocuk, kadın, sakat, din adamı gibi, savaşa fiilen katılmayan gruplannı öldürmekten men edecek derecede insana kıymet verirken müslüman anadan-babadan olan evlâtlarımız anarşi adına kendi yakınlarını bile çocuk-kadın demeden öldürmektedir.
Yani anarşiyi önleme meselemiz, öncelikle, yeni yetişen nesle sağlam bir İslâm inancı, yeterli bir İslâm kültürü verme meselesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu eksik kalınca, onun yerini "made in Avrupa" anarşik sloganlar doldurmaktadır. Tabiat boşluğu sevmez.


Buhari, Fiten, 5. Ibnu Mâce, Fiten, 10,(3959). eş-Şeybânî, Şertıu’s-Siyeri’l-Kebir, Kahire, 1971,4,1410; Aclunî, Keşfu’l-Hafa, 2,83. Buharî, iman, 32; Müslim, Fiten, 14-15. Buharî, Fiten, 8, Nesâi, Tahrim, 28. Buhari, İman, 36. Buhari, Zekat, 63.
8- Müsnedl Ahmed Ibni Hanbel, Kahire, 1313, 3,153.
9- a.g.e., 2,367.
10- Ibnu Hacer, Fethu’l-Bari, Mısır, 1959,4, 102.
11- Avde, Abdûlkadir, et-Teşrîul-Cinâî el-islâmî, Beyrut, tarihsiz, 1,276-277; Kâsânî, Bedayi, 7,252; Fetevau’l-Hindiyye, 2,232; Bilmen, Ömer Nasûhî istılahat-ı Fıkhiyye, 2.tab, İstanbul, tarihsiz, 3,388.
12- Bu hususa geniş açıklama ve örnekler için, İslâm Işığında Anarşi adlı kitabımıza bakılsın, S. 337-341.
13- Buharî, Fiten, 15; Müslim, 13.
14- Ebu bâvud, Fiten, 2; Tirmizî, Fiten, 29; Müs-ned-i Ahmed, Fiten, 1,448.
15- Nevevî, Şerhi Müslim, 18,9-10.
16- Zehebî, el-Müntekâ Min Minhaci’s-Sünne, Kahire, 1374. s, 389.
17- Müslim, İmaret, 52.
18- ibnu Hacer, Fethu’l-Bari, 16,240.
19- Aliyyul-Kari, Şerhu Fıkhi’l-Ekber, Mısır, 1955, S.148; Nevevî, Şerhu Müslim, 12, 232-235; Pezdevî, Usûlü’d-Din, Kahire, 1963, s.190; Gazah, ihya, Mısır, tarihsiz, 2,346.