Makale

Türkiyede Terör ve İç Yüzü (Açık Oturum)

Halil KAYA

TÜRKİYE’DE TERÖR VE İÇYÜZÜ

TERÖR BEYNELMİLEL BİR ORGANİZASYON...
TERÖR, ORGANİZE OLMUŞ PLÂNLI BİR HAREKET...
TERÖR, SİYASAL-EKONOMİK- KÜLTÜREL HER! TÜRLÜ VASITAYI SİLAH OLARAK KULLANAN KANLI BİR EYLEM...
TERÖR, TOPLUMU ÇÖKERTMEYE YÖNELİK AMAÇ BİRLİĞİ...

Diyanet Aylık Dergi gündemdeki konuları kaynağına inerek araştırmaya devam ediyor.
Bu kez özellikle son haftalarda tırmanışa geçen terörü masaya getirdik. 12 Eylül öncesi, sonrası ve bugün terör ne safhada, kaynağı nedir?
Bu soruları değerli bilim adamı ve uzmanlarımız sizler için tartıştı.

AÇIK OTURUM
1. BÖLÜM
TERÖR VE TERÖRÜN KAYNAĞI
H. Mert- Bugün burada siz değerli bilim adamı ve uzmanlarımızla "Türkiye’de terör ve buna karşı alınacak tedbirler" üzerinde konuşacağız.
Değerli konuklar, terör bütün dünyada gündemde bulunuyor, ülkemizde de uzak ol-mayan bir geçmişte bunun acı sonuçlarını hep beraber yaşadık. Bu yoğun terör ve terörist hareketlere karşı milletçe, devletçe küllî bir onarma harekâtı da yaptık. Meclis feshedildi, siyasî partiler kapatıldı, Anayasa kaldırıldı. Bugün bu müesseseler yerine yeni düzenlemeler yapıldı, onlar yürürlükte. Bu onarma harekâtıyla terörün hızı kesildi ama, soluğu bir türlü kesilemedi. Kısmî de olsa terörist olaylarla hemen her gün karşılaşıyoruz.
Bu sebeple, diyebiliriz ki, terörle yaşamaya adeta alıştık. Hatta son haftalarda, aylarda bir tırmanışa geçtiği de gözleniyor. Terörle beraber yaşamaya alıştık dedim ama bunu kesinlikle, artık umursamıyoruz" manasında söylemedim. Rahatsızız, milletçe müstahak olmadığımız bu sonuçtan dolayı huzursuz bulunuyoruz.
Terör, terörizm ne demek?.. Bir defa, organize plânlı hareketler. İkinci olarak, beynelmi-lel bir organizasyon. Üçüncü özelliği, terörün belli bir silahı yok. Her taraftan, her silahtan faydalanıyor. "Ekonominin kötüye gitmesi, fiyatların artması" diyor, faydalanıyor, "din ve mezhep farklılığı" diyor faydalanıyor; "etnik farklılık, bölge ve bölgeler arası kalkınmışlık farkı" diyor, faydalanıyor bunlar yoksa icat ediyor. Mutlaka birşeyleri bulup istismar ediyor.
Terörün dördüncü özelliği, amacı, toplumu çökertmek. Bu iş bir "ilim" olmuş artık. Dokt-rini, kitabı, kürsüleri var; hücreleri var. Bütçeler yapılıyor, kamuoyu mühendisleri, anarşi mimarları yetiştiriliyor. Stratejik konumda bulunan, istismara müsait zaafları olan, üzerinde siyasî emeller besledikleri ülkelerin, toplumların içerisine bu kamuoyu mühendislerini, anarşi mimarlarını sokuyorlar, huzur tahribatı yapıyorlar.
Şimdi, bu kısa girişten sonra ilk sualim, solumda bulunan Sayın Doğu Ergil’e. Efendim, Türkiye’de terörün kaynağı nedir? Tabiî önce, terörün bir kısa tanımını yapar mısınız di-yeceğim? kaynağı nedir; içerden mi, yoksa dışardan mı kaynaklanıyor? Türkiye’de artık bir ideolojik gruplaşma yok; teröre dayalı kütle eylemi yok; anarşi ve terörü davet edecek bir ekonomik kıtlık yok. Yani, ekonomik yapının ortaya çıkardığı bir terör mevcut değil. Görülen o ki, bir PKK, Doğu, Güneydoğu meselemiz var ve bunlara açıkça destek veren uluslararası kuruluşlar mevcut. Efendim, nedir bu terörün kaynağı, lütfeder misiniz?
Prof. Dr. Doğu Ergil- Terörün çeşitli kaynaklan var; ama, önce size bir kısa tanımını sunayım. Belki sizin takdiminiz kadar parlak olmayacak ama sunmaya çalışayım. Terör dehşet demek.’ Yani korkutmak, yıldırmak anlamında dehşet Eski tabirle söyleyecek olursak tedhiş.. Yani, insanları korkutmak ve yıldırmak yoluyla belirli şeyler yapmaya ya da yapmamaya zorlamak. Sonuç olarak işin içinde bir "zor" unsuru var. bu zor, öldürmek, acı vermek ve zarar vermek biçiminde belirlenebilir ya da bunun tehdidi şeklinde ortaya çıkabilir. İşte bu tehdit veya tehdidin arkasındaki uygulama ile insanları belirli şekilde düşünmeye ve davranmaya zorlarsınız. Ya da onları hiç bir şey yapmamaya, demoralize etmeye, yani felç etmeye.. İşte terörizme kalkmış olanların istedikleri uysallığı, baş eğmeyi böyle sağlayabilirsiniz. Terör ve terörizmin amacı budur.
Şimdi, kaynağı nedir ülkemizde? .. Hiç kuşku duymamak lâzım ki, bir şeyin sadece iç ya da dış kaynağı yoktur, çeşidi kaynaklan olabilir. Çünkü, çeşitli amaçlar vardır ve o amaçlan güden çeşitli gruplar, çıkar çevreleri vardır. Bunlar olduğu sürece de farklı görüşler, farklı çıkarlar ve bunların belirtisi olacaktır. Terörizm bu farklı çıkar belirtisinin en radikal biçimidir. Yani, öldürmeyi ve zarar vermeyi amaçlayan en radikal biçimidir. Çok güzel buyurduğunuz gibi, nerede bir farklılık varsa, nerede o farklılığı bir dava, bir haksızlık olarak algılayan insanlar, gruplar varsa ve bunun başka şekillerde, mesela; demokratik bir örgütlenme yoluyla dile getiremiyorlarsa, bir ideoloji, bir platform ortaya koyup insanları cezbederek siyaset sahne-sine çıkamıyorlarsa veya çıkma zahmetine katlanmıyorlarsa, bir yeraltı grubu, bir terör örgütü kurup kendi isteklerini ve görüşlerini zorla kabul ettirmeyi amaçlayabilirler ve bir yeraltında yaşam biçimi ortaya çıkar. Yani, yasa dışı hayat tarzı. Terörizm işte budur; bir yasa dışı, yeraltı hayat tarzıdır.
Şimdi, sorunuzun öbür boyutuna dış kaynağına değinmek istiyorum. Türkiye’ye batağımızda Türkiye’nin çeşitli kuşaklarla kavrandığını görürüz. Kuzeyde, Bulgaristan’dan başlayarak, bütün Sovyetler Birliğini de içine alan bir kızıl kuşak vardı biliyorsunuz. Türkiye’ye yönelik en büyük tehlikenin geldiği söylenen ve zaman-zaman da geldiği saptanan bir kızıl ku-şak. Şimdi bu kuşak giderek pembeleşti. O yüzden bu tehlikenin azaldığını varsayıyoruz. Ondan sonra, doğumuzda, yani güneydoğumuzda İran’la başlayan ve ülkemizde içine alan bir yeşil kuşak oluşmaya başladı. Radikal İslâm dediğimiz, İslâm’ı bir politize program olarak gören dünya görüşü. Bu, güneyimize doğru yayılmayı amaçlayan ve biraz da Körfez Savaşı bunalımı içinde bunu önlemeye yönelik arayışların da bulunduğunu göz önünde bulunduralım. Bu yeşil kuşak güneyimize doğru uzanamadı; fakat, doğuya doğru gelişti. Yani, Pakistan ve Afganistan doğrultusunda gelişti... Şimdi, Sovyetler Birliğinin çözülmesi süreci içinde, oradaki Türk kökenli
İslâm cumhuriyetlerini kavramaya çalışan ve hatta orada birtakım tedhiş hareketlerini, yani terör hareketlerini de örgütlediği bugün belgelenmiş. Geçenlerde Sovyet sözcüsü bu tür silahlı eylemcilerin bu cumhuriyetlere girdiğini ve terör hareketlerinde bulunduğunu belirtti, dünyaya açıkladı.
Ondan sonra, tam güneyimizde bir kara kuşak var. Bu kara kuşak askerî diktatöryalardan meydana geliyor. İşte, ırak ve Suriye’yi içine alan ve ülkemiz üzerinde çeşitli a-maçlar sergileyen, bu arada ülkemiz için belki etnik birtakım sürtüşmeleri, farklılıkları gündeme ge-tirip, bu farklılıkları bir çatışma platformuna çekmeye uğraşan bir kaygıyı taşıyor.
Ondan sonra, Kıbrıs’tan başlayarak Yunanistan’ı içine alan rengi pek belli olmayan; ama alacakaranlık kuşağı diyebileceğimiz, ne zaman ne yapacağı belli olmayan bir kuşak var karşımızda. Türkiye’yi, her zaafından yararlanarak uluslararası düzlemde zor duruma düşürmeye çalışan ve Türkiye’yi zayıflatan, istikrarsızlığa yöneltmek isteyen her grupla işbirliği yaptığı, işte, bizim çeşitli haber alan örgütlerimizin de saptadığı bir alacakaranlık kuşak ve o kuşaktan inanılmaz biçimlerde ve boyutlarda Türkiye’ye yönelik pek çok fesat programı ve örgütü nüfuz edebilir.
İsterseniz bunu biraz somutlaştırmak istiyorum. Kuzeyimizdeki kızıl kuşağın, işte KGB ve Bulgar gizli servisleri aracılığı ile neler yapabildiğini bundan önceki yıllarda yaşadık. Hatta KGB varlığını sürdürüyor. Türkiye üzerindeki emelleri konusunda bir bildiğim yok. Daha önceki faaliyetlerini biliyorduk.
O kadar etkiliydi ki Türkiyede ........örgütleri de sızmışlardı aramıza.. İşte bildiğiniz gibi Mehmet Ali Ağca’yı KGB’nin etkisiyle Bulgar Gizli Servisi kendi emeli için Avrupa’da kullanabilmiştir.
Şunu söyleyeyim: Sovyetler Birliğinin bir imparatorluk olarak çözülmesinden ve komünist sistemin bir siyasî ve iktisadî sistem olarak etkinliğini yitirmesinden sonra bizdeki radikal sol örgütlerin de etkinliğinin kalmaması gerekirdi. Çünkü, ideolojik tabanını yitirdi. I-deolojik inanırlığını yitirince de sosyal desteğini kaybetti. Fakat, bakıyoruz mesela Maoculuk Mao’dan önce öldü Çin’de. Fakat bizde hâlâ kalıntıları uzantıları var..
Bu bir anasyonizmdir. Yani, zaman dışılık...lrak’ın zor durumda kaldığı zaman Türkiye’de hangi grupları harekete geçirdiği; Suriye’nin. Türkiye’nin özellikle su konusundaki öncelikli rolünü zayıflatabilmek için takındığı tavır içinde Türk terörizmini nasıl kullandığı malum.. Kıbrıs Harekâtımızdan sonra Yunanlıların ve Kıbns Rum Kesiminin Türkiye’deki çeşidi istikrarsızlaştırıcı unsurlarla işbirliği yaptıkları; ASALA gibi bir Ermeni tethiş örgütünün Yunanistan’da ve Kıbrıs Rum kesiminde el üstünde tutulduğu da biliniyor. PKK da aynı şe-kilde Lübnan’da Bekaa vadisi’ndeki kamplarda eğitiliyor. Kıbrıs Rum kesimi ile ortak programlar yürütüyorlar.
Dışarıdaki düşman güçlerin içeridekilerle nasıl işbirliği yaptıkları böylece anlaşılıyor.
H.Mert- Yani Hocam, şu konuda herhalde mutabıkız: Türkiye’deki terörün kaynağı dı-şarıda.. Bir yerlerden plânlanıyor ve Türkiye’de uygulamaya konuyor.
D.Ergil- Doğrudur; ama içerde de sorun var, içerde sorun olmasa dış etki bu kadar önemli olmaz
H.mert- Yani içerde de bazı bahaneler var. Stratejik konumuz sebebiyle belki istismara müsait bazı zaaflarımız bulunduğundan, bunları istismar e-diyorlar ve üzerimize geliyorlar dışardan.. İkinci sorum Profesör Doktor Sayın Sina Akşin’e:
Hocam, "Jön Türkler ve İttihat ve Terakki" isimli bir kitabınız var. Ben bu panele gelir-ken hemen baştan sona okudum. Burada Ermeni sorununu detaylarıyla işliyorsunuz, başka konularla beraber. Ermeni iddia ve idealleriyle Batı’nın ilgisini, irtibatını da çok güzel izah ve ifade ediyorsunuz. Şimdi, size sorum şu. Terörün dış kaynağı konusunda ne buyuruyorsunuz, özellikle bu sözünü ettiğim Ermeni terörü boyutunda işi ele alarak lütfeder misiniz efendim?

Prof. Dr. Sina AKŞİN

S.Akşin- Doğu Ergil arkadaşımın söylediklerine birtakım ilâvelerde bulunayım.
Bir kere, "bu fesatlıklar hep dışardan yapılıyor" düşüncesinden vazgeçmemiz lâzım. Yani, içerde müsait bir zemin olmasa bunlar dışardan ne yaparlarsa yapsınlar etkili olamazlar. İçerde müsait bir zeminin olması gerekiyor.
Biliyorsunuz ben tarihçiyim, Osmanlı ve genel olarak Türk tarihiyle uğraşıyorum. Belki size acayip gelebilir; ama bizdeki Celali isyanlarıyla bu Türkiye’deki kargaşa or- ’ tamını garip benzerlikler olarak düşünüyorum. Celalî isyanları biliyorsunuz böyle on yıllarca sürmüş. 16’ıncı yüzyılın sonu veya 17’nci yüzyılın önemli bir bölümünde Anadolu’da birtakım karışıklıklar olmuş. Osmanlı iktisat tarihçilerinin tespit ettiğine göre o senelerde Türkiye’de bir nüfus patlaması var. Daha doğrusu sadece Türkiye’de değil bütün Akdeniz Havzasında, özellikle de Akdeniz Havzasının kuzey ülkelerinde İspanya, İtalya, Fransa, Yunanistan ve Türkiye’de.. O zamanın ekonomik imkânları tabiî dar. Yani. millet yiyecek bulamayınca birbirini yemeye başlıyor ve bu birbirini yeme olayı yalnız Osmanlı Devletinde değil, işte o sırada İtalya’da da, İspanya’da da, Fransa’da da cereyan etmiş. Böyle bir nüfus artışının getirdiği problem.
Şimdi, Türkiye’de de dikkat ederseniz bir nüfus patlaması yaşıyoruz.
Bu kadar nüfusa iş bulacaksınız, okul yapacaksınız, yol, su, hastane vb. imkânlar tahsis edeceksiniz. İşte burada toplum bunalıma giriyor. Bu durum bizi istismara müsait duruma getiriyor.
Bir yerde bir odacılık için sınav açılıyor stadyum doluyor, herkes birbirini yiyor torpil bulacağım diye. Yani, nüfus fazlalığının problemini iş bulma olayında yaşıyoruz, hastane koridorlarında görüyoruz, okullarda dersanelerin dolup taşmasında görüyoruz. Bu da anarşiye müsait zemin yaratıyor, diye düşünüyorum.
Mesela-, üniversite genci neden böyle bir şeye bulaşıyor?.. Çünkü, biliyor ve korkuyor ki diploma aldıktan sonra iş bulamayacak Terör, böyle bir adamı kolayca avlıyor..
H.Mert- Yani, diyorsunuz ki, "bak işte, sana yüce bir dava, yüce bir heyecan..." zaten delikanlılık da var...
S.Akşin- Evet tabiî... Bakınız Celâlî isyanları dedim. Osmanlı’da Celalî isyanlarının ilki suhte isyanları şeklinde, medreselerde zuhur etmiştir. Çünkü medreselere genç insanlar doluşmuşlar, sonunda ilmiyeye girme ihtimalleri zayıflamış fazlalıktan ötürü. İşte o zaman adam maceracı olaylara girebiliyor. Yol kesmeye başlıyor. Suhteyle yol kesmenin ne ilgisi var?.. İşte böyle bunları yapabiliyor.
Bugüne gelirsek Ermeni meselesini sordunuz. Biliyorsunuz Ermeni tedhişi birdenbire patlak verdi, 1975’te başladı.. Cumhuriyetin 52. yıldönümüydü. Bir izah budur. Bir başka izah daha var. 1975 Kıbrıs Barış Harekâtının ertesi yılı oluyor.. Ben ikinci izahın daha kuvvetli olduğunu sanıyorum. Böyle ansızın musluğu açar gibi başladı Ermeni terörü..
H.Mert-Yani kökü-kaynağı dışarıda ama bahanesi içeride.. Amacı ise Türkiye...
S.Akşin- Evet tamamıyla.. Ayrıca bu büyük bir ahlâkî düşüklüktür. Ermeni tehciriyle hiçbir ilgisi olmayan, olamayacak olan birtakım insanları bu şekilde vurulmaları, öldürülmeleri gerçekten bir ahlâkî düşüklüktür.
H.Mert- Demek terör ve tedhişin bir de ahlâkî yönü var.
S.Akşin- Tabiî var.. Çünkü, bu bir savaş... Savaşın bile bir mantığı olmalı değil mi? Bakınız yaptıklarına hiç alakasız bir takım insanların öldürülmesi, çocuklarının yetim bırakılması, eşlerinin dul kalması söz konusu. Tedhişin sebebi ile hiç alâkası olmayan bu insanların böyle bir muameleye maruz bırakılması, ahlâkî düşüklük değil midir?
Birde bu tedhiş ve cinayetlerin veriliş biçimine temas edeceğim. Basından, radyo-televizyondan olduğu gibi veriyoruz. Bu da onların reklâmı oluyor. Adeta yeni cinayetlere yaldızlı-renkli bir davetiye... Kendilerini duyuruyorlar... Amaçlarına biz de alet oluyoruz.
Evet, Ermeni tedhişi gerçekten Türkiye’nin ciddi bir problemidir. İnşaallah bir daha tekrarlanmaz, fakat maalesef biz bu tedhişi hâlâ yaşıyoruz. Nitekim Sovyet sözcüsü geçenlerde kendi ülkelerindeki tedhiş örgütlerinin faaliyetlerini açıklarken, ASALA’nın hâlâ yaşamakta olduğunu, aktif hale geçmeye hazırlık için Ermenistan’a gittiğini ve orada hazırlıklara baş-ladığını belirtti. Bu arada bunu da söyleyeyim inşaallah bize yönelik bir şey olmaz diyoruz; ama çok da hazırlıklı olmalıyız.
H.Mert- Teşekkür ederim Sayın Aksin.. Şimdi söz sırası Prof. Dr. Sayın Orhan Türkdoğan’ın: Sayın Hocam, sizin "Sosyal şiddet ve Türkiye Gerçeği" adlı kitabınızda "sosyal şiddet" gerçeğine dikkat çekiyorsunuz. Ve şöyle diyorsunuz: "ülkemizde sosyal şiddetin felsefesiyle ilgili hiçbir reform başlatılmamıştır." Şunu da ilâve ediyorsunuz: "10 yıl süreyle ülkemizi acımasızca kana boyayan ve aydın, öğrenci, güvenlik görevlisi, işçi ve sade vatan-daş, binlerce insanımızın hayatlarını yitirmelerine yol açan şiddet olaylarında bizlere ışık tutan, çözüm yolu getiren sistematik bir araştırmamız yok." Böyle buyuruyorsunuz. Bu kitapta kozmetik kültür, cılız sosyal doku gibi orijinal tabirleriniz de var.
Efendim, şimdi açıklar mısınız, bu yaklaşımınız neyi ifade ediyor? Yani siz, terörün sosyo-psikolojik boyutunu nasıl izah ediyorsunuz?.





Prof. Dr.
Orhan TÜRKDOĞAN

O.TÜRKDOĞAN-Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanan ve Türkiye’mizin terörizmle ilgili meselelerini tartışma gündemine getiren ortak masadaki tartışmanın çok yararlı olacağı kanaatindeyim..
Türkiye 23 yıl süreyle terörizmin içine katılmış ve hakikaten Sakar-i ya Savaşında vermediği büyük kayıpları vermiştir. Henüz bu terörizm’in baskısı altından kurtulmuş da değildir. Sayın Başkanın belirttiği gibi Parlamentonun yapmış olduğu bir araştırma yok, hükümetlerin yapmış olduğu bir araştırma yok UNESCO nun bu alandaki önemli bir enstitüsü vardır, onunla temasları yok Birleşmiş Milletlerin terörle ilgili seksiyonuyla irtibatları; olmamıştır ve hakikaten acıdır.
H.Mert-Hocam, üniversitelerimizin var mı?
O.Türkdoğan- Çok azdır efendim. Yapılmıştır Siyasal Bilgilerde. O da Dev-Yol üzerine yapılmıştır. Onun dışında maalesef doktora tezi olarak üretilmiş bir eser de yoktur.
Ayhan Songar Beyefendinin, hapishanelerdeki bazı terörist grupla da yapmış olduktan konuşmalar, bir de Aydın Yalçın Beyin itirafçılarla ilgili konuşmalarını havi yayınlar, dönemin Dâhiliye Bakanı Faruk Sükan Beyefendinin Mithat Cemal yoluyla kaleme almasına izin verdiği yayınlar vardır. Yani, elinizin parmağındaki sayılar kadar çok az yayınlarınız mevcuttur. Sayın Ergil Beyin ve benim bağımsız yayınlarımız mevcuttur.
Kenedy’nin öldürülmesi olayında 20 cilt yayın yapılmıştır. 200 bilim adamı bu cinayetin aydınlatılması için kullanılmıştır. Bu bilim a-damlarının önemli kadrosu sosyolojiden, antropolojiden ve psikolojiden ve hukuk alanından geliyordu.
Müsaade ederseniz ben konuma girmek istiyorum. Son yarım yüzyılda, Türkiye’nin sosyal yapısında önemli değişmeler olmuştur. 1948’den itibaren çok partili hayatın sınırlan içerisine girmiştir. Tarımda mekanizasyon sürecinin içine itilmiştir. Böylece, tarihinin hiçbir döneminde olmayan teknolojik gelişme başlatılmıştır. Bu, köylerden kentlere önemli nüfus akımlannın ortaya çıkmasına, yapısının değişmesine sebep olmuştur.
1950’de ekonomik sistem dengeli devlet-fert ilişkisinde devletçi modelden liberal ekonomiye doğru kaydırılmıştır. Dönemin politik felsefesi "Türkiye küçük bir Amerika olacaktır" motifini işlemek suretiyle kapitalistleşme sürecini hızlandırmıştır. Bu giderek sosyal yapıda büyük parçalanmalara sebep olmuştur. Böylece, eski geleneksel aile dayanışması, cemaat bütünleşmesi yerini liberalizmin getirdiği ferdiyetçi ortama terketmiştir. Ferdiyetçilik, özgürlük veya birincilik dediğimiz bu nesne artık eski yapı kavramlarına karşı gelmeye başlamıştır. Bu yeni bir unsur getiriyor. Bu da kültür kavramı. Tabiî yerini karmaşık kültüre terkediyor. Kültür, siyasal katılmayı, demokratik katılmayı işliyordu. Kültür, ferdî özgürlüğü, liberalizm hareketini istiyordu. Kültür, yeniden kimlik arama sürecini istiyordu.
Nihayet kültür, önemli bir soru soruyordu: Türk toplumunun yapısında ekonomik eşitliği nasıl sağlayabiliriz?
İşte, sosyal yapıda meydana gelen en önemli değişmeler bunlardır.
H.Mert- Yani kilit sosyal doku buyurdunuz...
O.TÜRKDOĞAN- Evet, eski cemaat yapısından cemiyet yapısına, kentleşme sürecine geçilmiş oluyordu. Fakat, o yapının kültür unsurları, o yapının dayanışmacı unsurları terkediliyordu.
İbni Haldun çok geniş ve çok güzel işlemiştir bu şehirleşme olgusunu...
Bir de İmparatorluktan Cumhuriyet’e geçişte milletleşme vetiresi var.
Benim ikinci olarak çok önemli gördüğüm nokta bu; ümmetten millete geçiş vetiresi.. Bu geçişte ülkemiz sınırları içerisinde milletleşme sürecinde Türkiyenin hâlâ problemleri var.. Dil problemi, mezhep farklılığı, etnik farklılık iddiası gibi..
Bir diğer önemli nokta; ekonomik sistemin çelişkilerinden kaynaklanmaktadır. Kapitalist sistem Türk toplumunun malı değildir, dışardan ithaldir. Dışardan ithal edilen bu kapitalist sistemin Batı’daki gelişimi manevî değerlere dayanır. Veber açıkça "Protestan Ahlâkı ile Kapitalizmin Ruhu" adlı eserinde "kapitalizm, bilim, demokrasi ve hukuk Batrnın malıdır ve Protestan ahlâkına aittir" diyor. Bu nedenle, "Batı’ya ait bu kapitalist sistemin bir önemli manevî yapısı vardır" diyordu veber, "Bu da Protestan ahlâkı" diyordu.
Böylece. Kapitalist sistem Batı’nın manevî değerleriyle gelişmişti. Bizim aldığımız iktisadî sistem, bizim malımız olmadığı için biz ona manevî içeriğini kazandıramadık. Bu nedenle, iktisat sistemimiz pür ekonomik sistemdir, manevî değerlerden yoksundur.
Bu yabana şablon ve kalıplar Türk toplumunun dengeli yapısını bozmuştur. Aşın kazanç hırsı, tüketim ekonomisine giriş ve tasarruf kavramlarının öldürülmesi gibi önemli kültür kodlarının yıkılmasına neden olmuştur. Bu Batı sistemine Amerika’da bile karşı ç-kışlar olmuştur. Bu Kapitalist sistemin Amerikan toplumu için büyük yıkım olduğu ifade edilmiştir.
Sosyal yapıdan kaynaklanan ö-nemli bir nokta da-, aydın sınıfın karşı kalkınma modellerinde yer almaları, topluma yabancılaşmaları olmuştur. Genellikle aydının Batı’da yetişmesi, Batı değer ve sistemlerine bağlı olmaları, kendi kültür ve değerler sisteminin dışında bulunmaları, bir yabancılaşma unsuru getirmiştir. Bu yabancılaşma eğitim sistemini etkilemek suretiyle millî âdetlerden uzaklaşmaya sebep olmuştur. Şunu unutmamak lâzımdır ki, milletini sevmek ve millî değerlere bağlanmak o milletin kültür özelliğidir. Hiçbir insan kültür değerlerinin dışına çıkamaz. Millî olmak milliyetçi duygular beslemek bir milletin kültür özelliğinin en başında geliyor. Türk aydınının kendisine yabancılaşması ve Türk toplumunun gerçekten kimlik anlayışına duçar olması, çok kısa zamanda bir kültür yozlaşmasına neden olmuştur toplumumuzda.
Kuşaklar arası çatışma büyük tehlikedir...
Her şeyin Batıdan alınmasına gidilmiş, orijinalite muhafaza edilememiştir.
Orijinalin olmadığı yerde o işin kopyası vardır. Her kopya aslı karşısında çirkin gözükür. Batı’dan alınma müesseselerimiz eğitime de intikal etmiş, bu defa Batı eğitimi ile Türk millî eğitimi arasında kuşaklar çatışması denen bir çatışma ile karşı karşıya gelmişizdir ki, bu iki kuşak birbirini negatif yöne itmiştir.
Türkiye önemli bir şekilde aşın siyasallaşma ve ideoloji girdabına itilmiştir. Bu benim görüşüm değildir. Bunu, Batılı yazarlar da açıkça söylüyorlar, ama, esasında benim kanaatim de budur. Türkiye aşın siyasallaşma içerisine itilmiştir ve bu da Marksizm şeklinde gelişmiştir. 12 Eylül öncesi Türk üniversitelerinin önemli bir kesiminde Marksizm adeta hayatî doktrin olarak öğretilmiştir. Bu ümit bugün iflas etmiştir ve Türkiye tarihinin en azından 60-70 senesini saçma bir teoriyle geçirip gitmiştir. Heba olmuştur bu yıllar ve gençlik bugün bu belanın içerisindedir.
H.Mert- Hocam teşekkür ederim.
Şöyle algıladık sanıyorum: Bir kültürel çözülme var. Tabiî sebeplerini çok güzel izah etti-niz. Çarpık şehirleşme, aydın yabancılaşması vesaire. Şöyle algılayabilir miyiz Hocam: Bir milletin kültür değişimi normaldir; ama, bunun ilmî şartları vardır. Biz cumhuriyet dönemine bir hızlı kültür değişimi ile girdik, ilmî şartlarına belki riayet etmeden, birdenbire, keskin, sert, yukardan müdahaleyle.. ...Ve bu da bir hazımsızlık, nesiller arası çatışma doğurdu. Bu da teröre müsait bir ortam hazırladı.

Şimdi söz sırası sayın Fehmi Koru’nun.
Sayın Fehmi Koru siz terörle ilgili çeşitli makaleler yazıyorsunuz, gittiğiniz ülkelerden ör-neklemeler yapıyorsunuz. Anladığım kadarıyla terörün kaynağı konusundaki yaklaşımınız, bu kaynağı siyasî ve ideolojjik olduğu tarzında. Kendiliğinden, tabandan gelişen bir şey olmadığı tarzında. Hatta 23 Mayıs 1991 günü yayınlanan yazınızda "Bir Eksen kayması" tabiriniz var.. Bir de İngiliz-ABD çatışmasından söz ediyorsunuz. Hindistan la ilgili bir konuda İngiliz-ABD çatışması yani hep dışardan tarzında.. Sizce nedir kastınız ve bu işin gerçeği nedir, açıklar mısı-nız?
F.Koru- Bu oturumda tek akademik çevre dışında insan olmanın rahatsızlığını duyuyorum. Çünkü sayın hocalarımız gayet vukuflu bir şekilde terör olayına yaklaştılar; yalnız bir şeyden de ısrarla kaçındılar. O da son birbuçuk yıl içerisinde ülkemizi tekrar içine almış olan bu terör meselesinin, yeni daha yakın terör olaylarının derinine gitmekten kaçındılar.. Bunda herhalde zamanlamanın büyük rolü var. Çünkü Doğu Beyle birlikte biz yaklaşık altı ay kadar önce böyle bir kapalı oturumda yine terör konusunun tartışıldığı bir oturumda bulunmuştuk, orada öncelikle İslâmî terörü konuşmuştuk Niye? Çünkü o zamanlar birbiri ar-dına öldürülen insanlarımız daha çok lâik kişilikli insanlardı ve kamuoyunda da sanki bu insanların ortadan kaldırılması Islâmf birtakım örgütlerin eseriymiş gibi görünüyordu. O zaman biz oturduk, "İslâmî terör" adı verilen o terörü konuştuk; ama, gelişmeler öyle bir yön aldı ki, bugün bu birbuçuk yıl içerisinde sadece lâik kimliği ile tanınan insanların değil, çok daha başka kimlikli kişilerinde bulunduğunu görüyoruz Bunların içerisinde çok sayıda bilim adamları var, generaller, albaylar var, çeşitli rütbede askerler var; polisler, emniyet müdürleri var; doktorlar var ve hepsi bu terörün aslında, Türkiye’de belli bir amaç gerçekleştirmeye yönelik gibi görünüyor, fakat, arak. o şablona da uymuyor. Yani, şablon, daha önceki kuşak teorisini hatırlarsak, Türkiye’de diyelim, ihtilalci bir yöntemle düzen değiştirmeye kalkışan insanlar eğer yeşil kuşak içerisindelerse ona uygun davranışlar sergiliyorlardı; ama, bugün baktığımız zaman ne yeşil kuşağı, ne kırmızı kuşağı, hatta eğer Türkiye’deki etnik hareketin nedeninin bir takım tercihini düşünürsek san kırmızı kuşağa da uymuyor. Çünkü, karmakarışık bir durumda şu anda. Yani, hiçbirine uymuyor. Demek ki, çok daha başka tercihler söz konusudur ve amaç da basit değildir. Amaç, daha kapsamlı, daha karmaşıktır ve sadece Türkiye için de söz konusu değildir bu karmaşıklık Başka ülkeler de bizim gibi terörün hedefi durumunda olabiliyorlar zaman zaman.
Ben aslında buraya gelmeden önce burada konuşacaklarımı kafamda tasarlarken terörü başlıca üç ana gruba ayırmayı düşünmüştüm. Bunlardan bir tanesi ferdî terördür. Daha çok Amerikan filmlerinden hatırlıyorum-, işte Boston canavarı diye bir isim, kafasını bir noktaya takıyor, o noktaya uygun kişileri ortadan kaldırıyor. Bunun bir ideolojik amacı da yok; ama, e-linde silahı olduğu için, biraz da kurnaz olduğu için veya şizofrenik tipin getirdiği bir kurnazlığın sahibi olduğu için emellerini gerçekleştirebiliyor. Dolayısıyla, ferdî terör söz konusu olabilir.
İkincisi, ideolojik terördür. Sizin sorunuz da bu idi.. Hep bildiğimiz ve Türkiye’nin de zaman zaman içine düştüğü bir durumdur. Başka ülkelerde terörün hedefidir. Mesela İngiltere.. İspanya’da Bask terörü söz konusudur. Indra Gandhi bir Sih teröristi tarafından ortadan kaldırıldığına göre demek ki. orada da ideolojik veya dinî bir görüntü olan terör söz konusu olabilmektedir.
Bütün bu terör olaylarını, bu kapsam içerisine girenleri ideolojik terör olarak vasıflandırmak mümkün; ama galiba bir üçüncü terör cinsi var ki, devlet terörüdür. Yani, bir uluslararası gücün, bu devlet de olmayabilir aslında-, ama kolaylıkla bulunan devletler demekte yarar görüyorum. Bir uluslararası güç veya devlet bir yerdeki, bir merkezdeki kendi çıkarlarını alabilmek, istediği hedefe varabilmek i-çin orada terörist olaylann gerçekleştirilmesi için müsait zemin hazırlayabilir. Hatta o zaman içerisinde at oynatabilecek örgütleri silahlandırabilir. Hatta hatta insanları örgütleyebilir ve bunlar ideolojik bir görüntüye de sahip olabilirler. Yani diyelim, 1980 öncesi Türkiye’deki terör sol görüntülüydü; ama bunun arkasında sol bir ideo-lojinin gerçekleştirilmesi amacı değil de onları silah olarak maşa olarak kullanan bir başka devletin kendi amacı, yani Türkiye’yi istikrarsızlığa itme amacı fevkalade rahat bir şekilde olabilir ve böyle olduğu kanaatindeyim.
Aynı şekilde bugün Türkiye’de cereyan eden terör olaylarına baktığımız zaman, işte demin söylediğim şablonlara uymaması yine bu tür bir gerçeğin söz konusu olabileceğini gösteriyor. Türkiye’de ne isteniyor?.. İstikrarsızlık isteniyor. O zaman bu nasıl olabilir?.. İn-sanları en can alıcı noktadan böle-bilirseniz, onları sokaklara düşüre bilirseniz, yürütebilirseniz, bilim adamları cübbelerini giyer birilerini telin içinde yürürlerse ve de onlara karşı bir başka grup içten içe kin beslemeye başlarsa, o zaman bu amaç daha rahat gerçekleşebilir. Nitekim hatırlarsınız, geçen yıl içerisinde Muammer Aksoy’dan Bahriye Üçok’a kadar öldürülen bilim adamı veya siyasî kimlikli kişilere karşı işlenen cinayetlerden hemen sonra bu manzarayı gör-dük Toplum tam ortasından ikiye ayrılma durumuna geldi. "Lâik, antilaik" diye. Bu zannediyorum, Türkiye üzerinde hesabı olan, içerde birtakım uzantıları olan fesat odaklarının almak istediği bir sonuçtur. Yalnız burada tabiî iki tarafın da, yani tek taraflı harekete geçirmeniz yetmez, onun karşısında da bir cephe oluşturmanız lazım. Türkiye’de öyle bir cephe oluşturmak için de ayrıca bir gayret gösterilmiştir. İşte, "İslâmî terör" denilen, bence hayalî ve mevhum bir ucube ortaya atılmıştır. İstenilmiştir ki, orada da gerçekten yarın herhangi bir şekilde devleti ele alacak tarzda örgütsel faaliyet gösterirlerse birtakım insanlar bu a-maçlarına ulaşabilirler hissi belli bir yere verilmeye çalışılmıştır. Son dört, beş yıl içerisinde özellikle ba-sın, yayın organları da kısmen bunu hazırlayıcı çabalar içerisinde olmuşlardır. Ama görüyorsunuz, bu olmamıştır; çünkü böyle bir cephe oluşmamıştır. Yani, lâik bir cephe oluşmuş olsa bile antilâik bir cephe oluşmamıştır. Oluşmadığı için de beklenen hadise ortaya çıkma-mıştır. Bunun üzerinde terörün değişik bir renk aldığını, daha çok generalleri, polisleri hedef aldığını ve sol bir kimliğe büründüğünü görüyoruz şu anda. Oysa, bilim adamlarımızın baştan beri söyledikleri gibi solun teori olarak da, dünya çapındaki dengeler tabanı ve gerekçesi kalmamıştır.
Dolayısıyla, Dev-Sol veya Dev-Yol hangi adı taşırsa taşısın, bir örgütün bugün terör olaylarını gerçekleştirmesinin iki sebebi vardın Birincisi, bunlar maceracıdırlar. Aslında bir sol grup adına hareket etmemektedirler. Yapılacak başka bir şeyleri olmadığı için, hapiste uzun yıllar yatmışlar, dışarıya adapte olamayan insanlardır ve tek yol olarak maceracılığı görmüşlerdir. Ve bazı kişilerden alınacak istemleri vardır, onu gerçekleştirebilirler. Dahası, bu örgütler, uluslararası güçler veya devletler tarafından kullanılmış olabilirler. Bence bu i-kincisi çok daha makuldür.
Diğeri, mesela; Ağca meselesi var. Mehmet Ali Ağca kim tarafından kullanılmıştır? Kimisi diyor ki, "CIA" kimisi Bulgar İstihbaratı veya KGB.. Demek ki, istihbarat örgütlerinin hakim olduğu ortamlarda kimin elinin kimin cebinde olduğunu ortaya çıkarmanız çok zordur ve zannediyorum dünya artık öyle bir noktaya gelmiştir. Yenidünya nizamı denilen bir sistem zorla dünyaya empoze ediliyor, üzerimize dayatılıyor. Böyle bir düzenin olabilmesi için de bazı sonuçların daha rahatlıkla alınması gerekiyor. Türkiye’de istikrarın sürekli olması istenmez. Bunun için istenmez.
Yanlış yerlerde suçlular aranır, haksız kişilere yapılırsa bir daha bu etapta söyleyebileceğim tek şey şu: Eğer isabetli teşhislerde bulunmaz ve yanlış adreslerde dolaşırsak, daha uzun süre bu terörün elinden kurtulamayız. 0 zaman da, bizim için plânlananlar neyse, onların esiri durumuna düşeriz.
H. Mert- Sayın Fehmi KORU’ ya teşekkür ediyorum. Şimdi söz sırası Prof. Dr. Sayın E. Ruhi Fığlalı’ da.
Sayın Hocam. Terör deyince, millî bünyenin güçlendirilmesi, tahkimi akla geliyor tabiî, Millî bünye güçlü olursa, bünyenin sarsılması mümkün olmaz veya en azından zor olur.
Biliyoruz ki, millî bünyemizi güçlü tutamadık. Millî kültür ve millî müşterekler sinema, tiyatro, basın, hatta çok hazin, okullarda alabildiğine karalandı. Yeni yetişenlere tarih sevgisini aşılayamadık. Şerefli aydınlık tarihimizi eli sopalılar, hoca kılıklı bed adamlar rüküş manzaralarla karaladık.
Din duygusu beslenip yeşertilemedi. Lisan (dil) üzerinde halen ittifak halinde değiliz. Yeni yetişenler ortak kültür paydaları, millî müşterekler etrafında kümelendirilemedi.
Ortaya çıkan manzara malûm hocam, her gelen bu yapıdan bir taş alıp gitmek istiyor. Hoş, alet olmayacağız diyoruz ama siz ne buyurursunuz?
E.R. FIĞLALI- Sanıyorum işin en karmaşık tarafını bana yüklediniz bu konuşmayla. Burada değerli meslektaşlarım, Sevgili Koru arkadaşım terörle, tedhişle alakalı çok önemli meseleleri gündeme getirdiler. Hemen hemen hepimizin müştereken birleşebildiğimiz bir husus var-, tereddütsüz birleşebildiğimiz:
Hiç bir tedhiş hareketi yöneldiği ülkede müsait zemin bulamazsa bir işi yapamaz. Veya kütle orada bu tedhiş hareketinden fazlaca etkilenmez. Ama biz görüyoruz ki, 1980 öncesinden günümüze kadar, günümüzde de eksilmeyen bir biçimde ve Koru’nun da söylediği gibi, şablona da uymayan biçimde devam ediyor; devam da e-deceğe benziyor.
Çünkü Türkiye’nin üzerinde yüzyıllardır değişmeyen iç ve dış belli hesaplar vardır.
Bunu ben sadece bir on-onbeş senenin olayı olarak görmenin, bizi yanıltacağı kanaatini taşıyorum.
İzin verirseniz, meseleyi biraz daha öncelere götürmek istiyorum. Acaba Türkiye bu terör meselesinde bu kadar açık pazar haline nasıl geldi? Bunu bir değerlendirelim diye düşünüyorum. Bunu birlikte yapacağız sanıyorum.
Efendim, bir kere Türk tarihine baktığımızda, özellikle kuruluş dönemleri ile alakalı, sanki bugün sosyolojinin ulaştığı birtakım gerçeklerin bu millet tarafından çok öncelerden benimsenmiş ve kabul edilmiş olduğunu görüyoruz. o da, millî ve manevî değerleri bütün milletin paylaştığı müşterek değerler haline sokabilmek Bu millet bunu yapmış vaktiyle ve bu tarzda da yaşamış. Kuruluş devirlerinde özellikle dinden kaynaklanan manevî değerlerini son derece rahat bir biçimde yaşamış ve uzun dönemler hayatiyetini sürdürebilmiş. Ama belli bir dönem gelmiş ki, bu milleti oluşturan müesseseler bir kenara itilmiş ve millî kıymet hükümlerimiz, manevî değerlerimiz karalanmış, horlanmış.
Bunun sebebi nedir? Bunun altında sanıyorum, eğitim kurumları ön planda geliyor, özellikle medresemiz Ben burada medreseyi izin verirseniz hem suçlayacağım, hem yücelteceğim. Yücelteceğim, zira gerçekten başlangıçta bütün ilmî hareketlerin yapıcı, birleştirici ve vatan sathında millî müşterek değerlerin üreticisi bir müessese... Fakat kendi varlığını sürdürürken, belli bir dönemden itibaren.tamamen bu üretimden kesimlere, taşımakta olduğu değerleri sadece tekrar eden ve onların üzerine yeni şeyler koyamayan bir duruma düşmüştür.
Sanıyorum bu düşüşte Batıdaki gelişmelerin önemli ölçüde etkisi olmuştur. Özellikle, Batıdaki sanayi devrimi ve bu devrimin Türkiye üzerindeki. Osmanlı üzerindeki etkilerini görmezlikten gelmemiz mümkün değildir.
Sayın Türkdoğan Hocamız, plânsız kentleşme meselesinin toplum yapısındaki buna bağlı değişmelerin, bu millîleşmeme hadisesinde önemli rolleri olduğunu belirttiler, doğrudur. Doğrudur ama, eğer bizim eğitim kurumlarımız, bizim dinî kurumlarımız kendi sahip oldukları millî ve manevî değerleri değişen kültür şartlarına ve kültür değişmelerine göre yeniden kura-bilme, yeniden organize edebilme ve onları bu değişen şartlara göre yeniden yaşatabilme şartlannı, değerlerini veya imkânını sağlayabilmiş olsalardı, öyle görünüyor ki biz bu krizlerin içerisinde olmayabilirdik
Bu bozulmuş gelişme içerisinde Cumhuriyet dönemine geldik Cumhuriyet döneminde batılı eğitim sistemini bütünü ile almak suretiyle, benim kanaatımca kendi değerlerimizi rafa kaldırır bir anlayışı çok açık bir biçimde benimsedik Bu herhalde doğru değildi.
Çünkü bir milletin eğitimi her şeyden önce kendi değerlerine dayalı olmak zorundadır. Kendi millî ve manevî değerlerine sırtını dayamamış olan toplumların çok kısa bir sürede her türlü çözülme ve dağılmaya mühkûm olacağı da açık bir biçimde bu işin uzmanları tarafından belirtilmektedir.
Millî eğitimimizde, Batının özellikle pozitivist görüşlerine dayalı bir sistemi bir taraftan da Amerika’dan John Devey vasıtasıyla aldığımız pragmatik zihniyeti benimserken, acaba kendimizin yüzyıllar boyu yaşamakta olduğumuz değerlerimize ne derece uyum sağladığımızı hiç düşündük mü? Bu soruya ben olumlu cevap bulamıyorum.
Ben diyorum ki, okullarımıza getirmiş olduğumuz bu yabancı sistem, dışımızdan içimize sokulan her türlü akıma karşı bizi müdafaasız bırakmıştır.
Müdafaa unsurlarımızı, müdafaa kaynaklarımızı yani millî, ahlâkî değerlerimizi bir tarafa bırakmış olduğumuz için, bizi dıştaki tesirlere açık halde tutmuştur.
Bunun bedelini, uzun bir zaman çok acı bir biçimde ödedik. Ancak Türkiye şüphe yok ki, belki milletlerarası gelişmelerin de zoru ile kendi kurtuluşuna kendi değerlerine, kendi tarihine, kendi kültürüne yeniden dönecektir, dönmek zorundadır.
1980 sonrasında bakınız, bu görüşün bir sonucu olmak üzere, okullarımızda din kültürü ve ahlâk bilgisi dersleri zorunlu hale sokuldu. Ama Türkiye’de bir kesim bu zorunluluğu Anayasaya aykırı olarak mütalâa etmiştir.
"Eğer Türkiye’de din ve vicdan özgürlüğü sözkonusu ise bu derslerin devlet tarafından okullarda zorunlu olarak okutulmaması lâzımdır" dediler-, ama aynı yasanın, Anayasanın, Devletin bireylerinin her türlü vicdanî ve dinî eğitim meselelerini üsleneceğini de hesaba katmadılar. Kaldı ki burada din kültürü ve ahlâk bilgisi derslerin, netice itibariyle millî müşterekleri sağlayacak birtakım değer hükümleri, yanı tarih boyunca bu milletin taşıdığı değer hükümleri kütleyi birleştirici bir tarzda öğretiliyor.. Nitekim bugün de bu tarzda uygu-lanmaktadır.
Niye verilmektedir? Zira bu milleti oluşturan bütün fertlerin belli hadiseler karşısında aynı reaksiyonu gösterir hale sokulması şarttır. Bugün çok farklı reaksiyonlar içinde bulunuyorsak o zaman devlet eliyle hadiseye bakmak mecburiyetimiz vardır.
H. MERT- Sayın Hocam, yönelişimiz nasıl, karamsar mıyız?
Yani, din kültürü ve ahlâk bilgisi dersleri ilkokullarda -ortaokullarda- liselerde mecburi dersler arasına alındı. Güzel bir gelişme buyurdunuz; Anayasa teminatı altına da alındı. Bunun dışında da bazı güzel gelişmeler var:
Diyanet İşleri Başkanlığı hizmetlerine gerçekten güzel imkânlar bahşedildi, bütçeleri, kadrolan artırıldı-, din öğretimine güzel bir yöneliş var genel bütçe, kadro vs. bakımından güzel bir yönelme var. Kur’an kursları için yeni bir dönem başlıyor; Kur’an eğitim merkezleri kurulacak. Sorum şu: Karamsarmıyız, iyimser mi?
E.R. FIĞLALI- Sayın Mert bu noktada izin verirseniz belki Diyanet İşleri Başkanlığımızın düzenlediği bu toplana ile pek uyuşmaz gibi görünebilir ama, ben karamsar değilim; ama eğer belli şartlar düzenlenmezse iyimser de değilim.
Yani bugün Kuran kurslarımızın sayısı artmıştır; bugün camilerimiz dolmaktadır Bugün Imam-Hatip Liselerimizin sayısı şudur, budur yüzbinlerce öğrencimiz okumaktadır. 9 tane ilahiyat fakültemiz vardır. 7500 e yakın öğrencimiz burada okumakta ve yüksek seviyede din kültürü almaktadır. Ancak dikkat buyurunuz bunların hepsi de bilgi seviyesindedir. Eğer dini siz insanda duygu halinde bünyeleştiremezseniz, onu yaşanır hale sokamazsanız, dindarımızı Allah’ı görür gibi hareket eder hale sokma-yıp da, dini sadece bir reklam aracı, bir tamum aracı gibi kullanır durumda yaparsanız, o zaman sayıyı istediğiniz kadar fazlalaştırınız bir şey ifade etmez.
Şunu demek istiyorum; dinin üretici hale gelmesi lâzımdır. Dinin üretici hale gelmesi şekilden kurtulmakla olur.
Kuranı Kerim’in ruh halini yaşamaktır, ortaya koymaktır, bunu benimsemektir, insanları sevmektir. Tanrıyı görür gibi yaşamak derken kastettiğimiz budur.
H. Mert- Bunun formülü var mı Hocam?
E.R. FIĞLALI- Bunun formülü var. Bunun formülü şudur:
Bir kere inanmanın o engin deryası içerisine girmektir. Oraya adımınızı atağınız zaman inanmak dediğiniz, iman dediğiniz o neşenin içerisine girdiğiniz zaman bunu yakalarsınız.
Peygamber böyle yakalamıştır, büyük insanlar böyle yakalamıştır. Düşününüz bu sene Yunus’un yılını kutluyoruz. Yunus böyle yakalamıştır. Bu kültür kesinlikle verilmeli.

2. BÖLÜM

TERÖRE KARŞI
ALINMASI
GEREKLİ
TEDBİRLER

H. MERT - şimdi tedbirler konusuna geçiyoruz.
Sayın Türkdoğan Hocam sizden başlayacağız sırayla. Birkaç dakika içerisinde görüşle-rinizi lütfediniz. Efendim.
O. TÜRKDOĞAN- Türkiye’miz 23 yıldan beri sosyal şiddetin arenası içerisinde bulunmaktadır. Bu nedenle sosyal şiddetin yapısını ve kimliğini anlayabilmek için, bizzat o bölgelerde yapılmış olan monografilere, örnek olay araştırmalarına önemli derecede ihtiyacımız var. Bu bizim Devlet olarak teröre yaklaşım biçimimizi ve çözüm yollan-mızı göstermesi bakımından ö-nemlidir.
Bunu yapmayıp, Batıdan metodoloji ithal etmek suretiyle, onların kendi özel kültür şartlarını ve yöntemlerini iktibas ederek Türk toplumuna uyguladığımız zaman, çok yanlış sonuçlara varabiliriz
Metodoloji çok önemlidir. Ben hep bunun üzerinde ısrar ediyorum.
İkinci önemli nokta-, anarşi ve terörün önlenebilmesi için toplum yapısının güçlü kılınmasıdır.
Demokratik sistemde uyum ve çatışma mekanizmasını iyi ayarlamamız lâzım. Demokrasi çift bir kurala dayanıyor. Bu bir taraftan uyum, diğer taraftan fikirlerarası tartışmadır.
Kuşaklararası çatışmanın önlenmesi ve millî eğitim kültür kodunun belirlenerek çocuklann o noktada eğitilmesi.
Özellikle dinî eğitimin gündeme getirilmesi. İslâmın son derece güçlü bir dünya görüşü, hayat tarzı ve birleştirici tarafı vardır.
H. MERT- Hocam teşekkür ederim.
Sayın Ergil birkaç dakika içinde tedbirler konusundaki görüşlerinizi lütfediniz efendim.
D. Ergil- Efendim şimdi, önce siyasal planda, ondan sonra sos-yo- ekonomik planda tedbirler düşünülebilir. Bir kere her türlü düşünce serbest olmalıdır. Ve her türlü düşünceye, demokratik zeminde, birbiri ile yarışma ilkesine sadık kalma şartı ile izin verilmelidir.
Bıraksınlar, insanlar düşüncelerini rahatlıkla ifade etsinler. Düşüncenin içinde inanç da vardır; inançlarını rahatlıkla ifade edebilsinler, ve aynı düşüncede olan kişiler bir araya gelebilsinler. Yeter ki düzeni bozacak eylemlere yönelme çizgisinde dursunlar. Yani bu konuda topluma güvence versinler.
Ondan sonra, kesinlikle Türkiye’nin çok üretir bir toplum haline gelmesi lâzım. Yani ekonomikman sürekli olarak başkalarına muhtaç olmaktan çıkarılması lâzım, güçsüz ülke olmaktan çıkarılması lâzım.
Bunları söylemesi, yapmasından çok daha kolay. Ama Türkiye üretken bir toplum, tükettiğinden çok üreten bir toplum olmak durumundadır. Ve ürettiğini de bugünkünden çek daha adil olarak bölüştürmesi lâzım. Türkiye Cumhuriyeti, dünyada gelir dağılımı en bozuk ülkelerden biridir.
İşte terörizmin bataklığı diyeceğimiz, yani sivrisineklerin oluştuğu bataklık asıl buradadır.
Ekonomik ağdan da söyleyeceklerim bunlar.
H. MERT - Teşekkür ederim.
Sayın Fığlalı Hocam, tedbirleri başlıklar halinde lütfen belirtir misiniz?
E.R.Fığlalı- Efendim, tabiî ilâhiyatçı olunca bizim bütün hikâyemiz de din üzerinde olur genellikle ve ben onu toparlamak istiyorum. Bir kere sanıyorum, biraz önce Sayın Türkdogan Hoca da söyledi. Türk Millî Eğitiminde bütün kademelerde buna üniversiteyi de ben dahil ediyorum-Tabiî hiçbir zorlama olmaksızın, millî, tarihî ve manevî değerlerimizle alâkalı bilgile-rin ve birikimin intikal ettirilmesi şart Bunu tanımadan bir şey yapamazsınız.
Bir kere benim insanımı her şeyden evvel bir aşağılık duygusundan kurtarmak zorundayız. Yani Türk Milletinin değerleri yoktur tarzındaki bir anlayışı terk etmek zorundayız. Batıya karşı benim de yıllarca önce övünerek ortaya koyabileceğim değerlerim olmuştur. Ben nostalji içerisinde değilim, nostalji ile de bir noktaya varamazsınız. Ancak bu değerler üzerine benim bilim adamım, benim eğitim sistemim kendisini yeniden inşa edecek yollan yeniden arayıp bulabilmelidir; bu bir.
İkincisi, kendi alanımla alakalı bazı şeyleri izin verirseniz söylemek istiyorum. Yine çok özet, ilahiyat alanı ile alakalı, bugünkü ilahiyat tahsili yapan bütün kurumlarımızın ciddî biçimde takkelerini öne alıp düşünmek zorunluluktan vardır.
Elimizdeki mevcut metotlarımız, mevcut hadiselere bakışımız arkeolojik Bu çağın ve gelecek çağın şartlarını behemehal bizim ilahiyat ilimlerinde ortaya koymamız ve onun üzerine, onun önüne geçmek mecburiyetimiz vardır. Diyanet İşleri Başkanlığımız ve ilahiyat fakültelerimiz dahil Islâmiyetin dinamizmi ile olayların önüne geçmelidir. Olayları peşinden takip etmek suretiyle değil, bunun yolu mevcut klâsik kitaplarımızın, yeni yorumlarla, yeni kapılar açarak hayatın içerisine sokmak zorundayız. Aksi halde şu anda gerçek müslümanlık benim kanaatımca mevcut dünya görüşümüz İçerisinde fildişi bir kulede saklıdır.
Tekrar ediyorum. İlahiyat ilimlerinde, olayları değerlendirme ve yönlendirmede, ortaya koymada yeni bir bakış ağsına, yeni bir yoruma şiddetle ve şiddetle ihtiyaç vardır. Aksi halde geçmişin birtakım şekilleri ile, davranışları ile olaylara ve hadiselere yön veremezsiniz, millete şekil veremezsiniz.
Bu suretle millî bünye güçlendirilmiş olur, teröre karşı güçlü hale getirilmiş olur.
H.Mert - Şimdi sıra Sayın Sina AKŞİN’de:
S.Akşin- Efendim teşekkür ederim.
Ben üç tane tedbirden söz edeceğim, bahsedeceğim.
Bir tanesi-, terörle mücadele e-derken akıllı davranmak lâzım. A-kıllı derken özellikle şunu kastediyorum-, devaya göre tedbir bulmak lâzım. Yani bir sinek öldürecekteniz, onu tabanca ile veya balyozla öldürmezsiniz. Onun ya bir ilacı vardır veyahut da bir sinek raketi ile öldürürsünüz. Yoksa o sineğe karşı balyozla veya tabanca ile hareket ederseniz, Fehmi bey arkadaşımızın söylediği devlet terörü olur. yani devletin terörist duruma düşmemesi lâzım.
Onun için tedbirleri çok iyi düşünmek lâzım ve ölçülü tedbirler uygulamak lâzım.
İkincisi efendim; Türkiye’nin doğuda da, banda da itibarlı bir ülke olduğunu sanmıyorum. İster kabul edelim ister etmeyelim, dünyaya hakim olan, Batı ülkeleridir. Dünya kamuoyunda itibarlı bir devlet olmak zorundayız. Bu itibarlı devlet olmanın yolu demokrasi ve insan haklarını tam, tastamam aynen uygulamaktır. Tastamam insan haklarını, demokrasiyi uygulamamız lâzım. O zaman Türkiye itibarlı bir ülke olur, o zaman Türkeye’ye çelme takmak daha da zorlaşacaktır.
Ermeni terörünün de, Türkiye’nin siyasî rejimi itibariyle itibarsız olduğu bir dönemde iyice arttığına dikkatinizi çekerim.
Üçüncü olarak iktisadî ve sosyal alanda ne yapılabilir?
Tabiî Doğu Ergil arkadaşımızın söylediklerini tamamen destekliyorum; fakat bir de şunu ilâve edeyim, nüfus planlaması. Yani Türk. halkına istediği kadar çocuk sahibi olma, istediği kadar çocuğu planlayabilirle imkânları, yaygın bir şekilde savunulmalıdır. Çünkü nüfus bizi mutlaka problemlere, yeni problemlere ve belâlara sokacaktır.
H.Mert - Sayın Koru, siz buyurun efendim.
F.Koru - Ben de birkaç noktanın üzerinde durmak istiyorum.
Bir defa bu konuda ve her konuda yanlış teşhis koymak gibi bir hatadan kendimizi kurtarmalıyız.
Burada tedbir olarak ileri sürülen nüfus plânlaması, plânlı veya sebep olarak ileri sürülen nüfus artışı, çarpık kentleşme, eğitim noksanlığı, kuşaklararası çatışma, adaletsiz gelir dağılımı gibi konular gerçekten önemli olabilir ama, bu noktalarda bizden çok daha ilerde ülkelerde de terör olayları görülüyor. Meselâ Almanya’da İtalya’da, hatta 1960’lann sonu 1970 lerin başında Amerika’da şehir terörü vardır.
Demek ki terör, başka zeminlerde de büyüyebilen bir hastalıktır. Ve bu konuda da .uyanık olmakta ve işi basit sebeplere bağlamamakta yararlar vardır.
Bizdeki teröre gelince, failler bulunamıyor. Niye bulunamıyor bu failler? Terörün yerli olmadığının delili bence faillerin bulunamaması.
Bir bakıyoruz, merhum Muhsin Paşanın cesedinin üzerinde PKK bildirisi, Türkçe. Elini kolunu bağlayıp öldürdükten sonra, birisi telefon edip gazeteye İslâmî Hareket adına bu eylemi üstlendi. Ama, mantıklı düşündüğümüz zaman her ikisinin de aslında şaşırtmaca olma ihtimali çok büyük Dolayısıyla bunu öldürenler sonunda emellerine daha başka şekilde ulaşmış oluyorlar.
Meselâ Bahriye Üçok’ a varana kadar lâik denilen kimliğe sahip öldürülen kişilerin öldürülmesi 141, 142 ve 163 ncü madde, özellikle 163 üncü maddenin kaldırılması ile ilgili çalışmaları baltalamak üzere olduğu çok açıktır. Buna intikam derseniz, o kanunlar ortadan kaldırıldıktan sonra artık İslâmi terör lafını işitmiyoruz. Niye? Çünkü artık amacı kalmadı.
Buna karşılık da yine aynı kanun içerisinde yer alan başka noktalara gelmemesi için de başka amaçlı terör olayları işlenmektedir Türkiye’de.
Terör hiç bir zaman hedefine ulaşamıyor. Yani Türkiye’de 12 Mart öncesi ile 12 Eylül öncesinde mevcut sol terör, eğer amacı gerçekten Devleti ele geçirmek idiyse bu amacına ulaşamamıştır. Sonuna kadar kullanılmasına rağmen. Çünkü, devlet terörist örgütlerin olabi-leceğinin çok daha üstünde bir güçtür. Bu güçle silahlı çatışma i-çerisine girerek başarıya ulaşmak mümkün değildir. Buna karşılık, "Onarma Harekâtı" diye Sayın Başkan toplantıya başladı. Bu da başarılı olamamıştır. Niçin? Çünkü bugün geldiğimiz noktada hâlâ terörü tartışıyoruz. Yani 12 Eylül öncesinde terör var diye idareye el koyanlar, sonunda yine terör olayı ile karşı karşıya kalmışlardır ve bu ciddî bir sorun olarak hâlâ önümüzdedir.
Türkiye’nin kendisine özgü şartlarına gelince şu anda Türkiye ü-zerinde bir ABD ve Avrupa çatışması olduğu hissediliyor. Bu bilinmiyor, kimse yazmıyor veya işte kendileri söylemiyorlar ama böyle bir çatışmanın varlığı hissediliyor. Bu konularda çok dikkatli olmak uyanık olmak ve özgürlükleri koruyarak terörle mücadeleye çalışmak ve özellikle de uluslara-rası boyutlarını gözardı etmemek gerekir kanaatindeyim.
H.MERT- Türkiye’de terör ve buna karşı alınacak tedbirler konusundaki değerli görüşlerinizi ve toplu mutabakatınızı not alabildiğim birkaç cümle ile şöyle toparlıyorum:
Terörün dış kaynaklı olduğu konusunda mutabık kaldık. Ama içeride de müsait bir ortam var. Stratejik konumumuz sebebiyle var, istismara müsait bazı zaaflarımız sebebiyle var.. Çarpık şehirleşme de sebeplerden biri.. Buna dayalı olarak geleneksel aile yapısı zayıfladı, kültürel gevşeme ve sosyal dokunun zayıflaması ortaya çıktı.
Terörün çeşitleri sayıldı: Ferdi terör olsun, ideolojik terör olsun, bunun önüne geçmek için her türlü düşünceye tahammül etmeliyiz, millî bünyemizi güçlü tutmalıyız denildi. Millî değerleri, millî müşterekler haline getirmeliyiz diye ilâve edildi. Sırtımızı millî-manevî değerlere dayamalıyız, aksi halde dış tesirlere açık, maruz ve mağlûp hale geliriz.
Efendim hepinize teşekkür ediyorum. Sağlıklar, saadetler diliyorum.