Makale

RASULULLAH'IN SÜNNETİNE BAĞLILIĞI İLE TEMAYÜZ EDEN SAHABİ ABDULLAH BİN ÖMER

RASULULLAH’IN SÜNNETİNE BAĞLILIĞI İLE TEMAYÜZ
EDEN SAHABİ
ABDULLAH BİN ÖMER

Dr. Durak PUSMAZ

Abdullah b. Ömer Peygamber Efendimizden en çok hadis rivayet eden yedi sahabiden biri olup babası, adaletiyle cihana ün salan ikinci halife Hz. Ömer, annesi ise zühd ve takvasıyla meşhur sahabi Osman b. Maz’un’un kız kardeşi Zeynep’tir. Abdullah, fıkıh ilmine hakkıyla vakıf oldukları için ümmet arasında meşhur olan dört Abdullahtan biridir. Diğerleri Abdullah b. Abbas, Abdullah İbnü’z-Zübeyr ve Abdullah b. Amr’dır. Bu dört Abdullah’a Abdullah’lar anlamında özel bir terim olarak “Abâdile” denilmiştir. Künyesi Ebû Abdurrahman’dır. Hz. Muhammed’in Peygamberliğinin üçüncü senesinde Mekke’de doğmuş olup büluğa ermeden daha küçükken babası Hz. Ömer ile birlikte müsltiman olmuştur. Medine’ye babasından önce hicret etmiştir. Yaşı küçük olduğu için Hz. Peygamber onun Bedir ve Uhud Gazvelerine katılmasına müsaade etmemişti. Uhud Gazvesi’nde 14 yaşında idi. Sonra Hendek Savaşı’nm olduğu yıl yaşı 15’e ulaşmış ve Rasulüllah (s.a.s.), onun savaşa katılmasına izin vermiştir. 111 Artık bundan sonra Hz. Peygamberle beraber bütün gazvelere ve seriyyelere iştirak etmiş, hiç bir gazve ve seriyyeden geri kalmamıştır. Ebû Eyyûb el- En- sârî’nin de bulunduğu İstanbul seferine katılmıştır.
Hz. Osman’ın şehid edilmesinden sonra halife olması istenen adaylardan biri de Abdullah b. Ömer idi. Fakat Abdullah bu teklifi kabul etmemiştir.
Abdullah’ın ablası Hafsa Peygamber Efendimizin hanımı idi. Rasûlüllah (s.a.s.), bir gün onun hakkında ablası Hafsa’ya: “Şüphesiz kardeşin Abdullah, salih bir kimsedir, keşke geceleri kalkıp teheccüd namazı kdsa.” demiş, bunu işiten Abdullah, o andan itibaren geceleri kalkıp namaz kılmayı hiç terketmemiştir.2
Bu olayın teferruatını, Abdullah şöyle nakletmiştir: Rasûlüllah (s.a.s.) hayatta iken, rüya gören kimse rüyasını onu anlatırdı. Ben de bir rüya görmeyi temenni ettim. O zaman genç ve bekar bir delikanlı idim. Mescidde uyurdum. Rüyamda sanki iki melek beni alıp cehenneme götürdüler. Cehennem kuyu gibi çukur bir yerdi. Orada tanıdığım birtakım insanlar gördüm ve : “Ateşten Allah’a sığınırım. Ateşten Allah’a sığınırını” dedim. O iki melekle diğer bir melek karşılaştı ve bana “Korkma” dedi. Ben daha sonra gördüğüm bu rüyayı ablam Hafsa’ya anlattım. O da, Rasûlül- lah’a anlattı. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s.): “Abdullah ne güzel adamdır, geceleyin biraz namaz kılsa.” buyurmuştu. Hadis-i şerifin ravisi Abdullah’ın oğlu Salim demiştir ki: “Babam Abdullah, bundan sonra geceleyin çok az uyurdu.” (3)
Abdullah der ki: Bir gün Rasûlüllah (s.a.s.) omzumu tuttu ve bana:
“Ey Abdullah! Dünyada sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol!” buyurdu.
Rasûlüllah’tan bu hâdis-i şerifi işiten Abdullah b. Ömer şöyle derdi: “Ey mü’min! Akşama eriştiğinde sabahı, sabaha çıktığında da akşamı bekleme (içerisinde bulunduğun vaktin kıymetini bil) Hastalanmadan önce sıhhatinin kıymetini, ölmeden önce de hayatın değerini bil.” 4
Abdullah, Peygamber efendimizin sünnetine son derece bağlı idi. Rasûlüllah ne yaptı ise, sebep ve hikmetini araştırmaksızın onu yapardı. Buna birkaç misal vermek istiyoruz.
Çeşitli seferlerde Rasûlüllah (s.a.s.)’ın konaklayıp namaz kıldığı yerlerde o da namaz kılardı. Hatta Rasûlüllah’ın altında gölgelendiği ağaçları kurumasın diye sulardıBu konuda Ebû Cafer’den şöyle rivayet edilmiştir: “Abdullah, Rasûlüllah (s.a.s.)’dan bir hadis işittiği zaman onun gereğini fazla da yapmaz, eksik de yapmaz, tam olarak yapardı.” 6
Abdullah Mekke ile Medine arasında bir ağacın altına gelerek kaylûlede bulunur ve Peygamber (s.a.s.)’in böyle yaptığını söylerdi.’ 7
Tabiî’nin büyük alimlerinden Mücâhid demiştir ki: Bir defa Abdullah b. Ömer’le bir seferde idik. Yoldan saptı. Kendisine:
-Niçin böyle yaptın? diye sorulunca: Rasûlüllah’ı gördüm, böyle yaptı, ben de böyle yaptım, diye cevap verdi.,8

Abdullah b.Ömer (r.a) dedi ki: Resûlüllah (s.a.s.):
“Kadınlara, geceleyin mescidlere gitmeleri için izin veriniz” buyurdu. Bunu işiten oğlu: “-Vallahi onlara izin vermeyiz; onlar bunu bir fitne ve fesat vesilesi yaparlar. Vallahi onlara izin vermeyiz” dedi.
Bunun üzerine Abdullah, oğluna kızdı ve azarlayarak:
“Ben, Rasûlüllah onlara izin veriniz, buyurdu, diyorum, sen ise onlara izin vermeyiz, diyorsun.” 9 dedi.
Rivayet edildiğine göre Abdullah ölünceye kadar bu yüzden oğlu ile konuşmamıştır.
Benzer bir hadise de Ebû Yusuf’un başından geçmiştir. Bir defa Ebû Yusuf Rasûlüllah’ın kabağı sevdiğini rivayet etmiş, orada bulunanlardan bir adam: “Ben onu sevmem” demiş, bunun üzerine Ebû Yusuf kılıcını sıyırmış: “İmanını tazele yoksa seni öldürürüm” 10 demiştir.
Azadlı kölesi İmam- Nafî’nin Abdullah b. Ömer’den rivayet ettiğine göre, Rasûlüllah (s.a.s.) Mescid-i Nebevî’de: “Şu kapıyı kadınlar için bıraksak” buyurmuş, bunun üzerine Abdullah ölünceye kadar o kapıdan mescide girmemiştir. 11
Efendimizin selamlaşma konusundaki emirlerini yerine getirmek için sokağa çıkar, büyük küçük karşılaştığı herkese selâm verirdi.
Celebe b. Sühaym’dan şöyle rivayet edilmiştir: Bir adam Abdullah b. Ömer’e: “Kurban bayramında kurban kesmek vacip midir? diye sordu Abdullah:
“Rasûlüllah (s.a.s.) kurban kesti, miislü- manlar da kestiler” dedi.
Adam: “Vacip midir?” diye soruyu tekrar edince, Abdullah:
“Anlamıyor musun be adanı! Rasûlüllah kurban kesti, müslümanlar da kesti” dedi.121
Soruyu soran zat kurban bayramında kurban kesmenin vacip mi, sünnet mi olduğunu öğrenmek istiyordu. Abdullah’a göre mühim olan, bunun hükmünün vacip veya sünnet olması değil, Rasûlüllah’ın, kesmiş olması idi. Hükmüne bakılmaksızın Rasûlüllah’m yapmış olduğu şey yapılırdı.
Abdullah, Rasûlüllah’in vefatından sonra çok hac yapar ve çok sadaka verirdi. Âl-i İmrân sûresinin 92. âyetinde: “Sevdiğiniz şeylerin bir kısmını Allah yolunda hayır yerlere sarfetmedikçe iyiliğe ulaşamazsınız” buyurulur. Bu âyet inince birçok sahâbi sevdikleri malları Allah yolunda tasadduk etmişlerdi. Abdullah b. Ömer de sevdiği malları Allah yolunda tasadduk ederdi.
Bunu bilen köleleri mescide cemaate devam ederek Abdullah’ın gözüne girmeye çalışırlardı. Abdullah da onların bu iyi hallerini görünce hoşuna gider, onları sever ve hürriyetlerine kavuştururdu.
Abdullah çok hisli ve duygulu bir kimse idi. Azadlı kölesi Nâfî demiştir ki: “İman edenlerin Allah’ı anma ve O’ndan inen gerçek için kalplerinin saygıyla yumuşaması zamanı gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap indirilenler gibi olmasınlar, Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir”’13’ mealindeki âyetini okuyunca, kendisini tutamaz ağlardı."4’
Müslim, gayr-i müslim ayırımı yapmadan komşularım gözetir, onların hak ve hukuklarına riayet ederdi. Tabiî’nin büyük alimlerinden Mücahid’in anlattığına göre bir gün Abdullah b. Ömer’in evinde bir koyun kesilmişti. Kendisi eve gelince birkaç kere: Şu Yahudi komşumuza bir parça et hediye ettiniz mi? diye sordu. Niçin bunun üzerinde bu kadar çok durduğu kendisine sorulunca, Rasûlüllah’ın şu sözünü nakletti: “Cebrail komşu hakkına riayet etmemi bana o kadar tavsiye etti ki, sonunda Allah’ın komşuyu komşuya varis kılacağını zannettim.”15’
Abdullah, zühd ve takvasıyla tanınmıştı, dünyaya rağbet etmezdi. Sahabe içerisinde güzel Kuı’an okumakla temayüz etmiş olan Abdullah b. Mes’ud onun hakkında: “Kureyş gençleri içerisinde dünyaya meyletmeyip nefsine en çok hakini olan Abdullah b. Ömer’dir” demiştir.
Başlangıçta da temas ettiğimiz gibi Abdullah b. Ömer, Ebû Hureyre’den sonra Hz. Peygam-ber’den çok hadis rivayet eden sâhâbidir. Efendimizden çok hadis rivayet etmiş olmasının sebebini şöyle sıralayabiliriz:
1- İlk müslüman olanlardan olması ve Hz. Peygambeı ’in vefatından sonra da uzun müddet yaşaması.
2- Hz. Peygamber’in sünnetine bağlılığı: Abdullah Hz. Peygamber’in sünnetine çok bağlı olduğu için onun meclislerinden hiç ayrılmazdı, herhangi bir sebeple Hz. Peygamber’in bir meclisinde bulunmazsa orada bulunanlara olup bitenleri mutlaka sorardı. Nitekim Zübeyr b. Bek- kar demiştir ki: Abdullah b. Ömer. Hz. Peygam- beı’den işittiği şeyleri ezberler ve yanında bulunmadığı zaman, Rasûlüllah’tan sadır olan sözleri ve fiilleri orada bulunanlardan sorup öğrenirdi."16
3- Hz. Peygamber’e yakınlığı: Ablası Hz. Hafsa validemiz Peygamber’in hanımlarından olması hasebiyle Abdullah, Hz. Peygamber’in kayınbiraderi idi. Bu sebeple Peygamber hanesine serbestçe girip çıkma ve onun birçok hallerine muttali olma imkanı vardı.
4- Burada dünyaya ve idâri görevlere meyletmemesini de zikredebiliriz. İşte bütün bu sebeplerden dolayı Abdullah çok hadis rivayet etmiştir. Rivayet ettiği hadislerin sayısı 2630’dur. Bunlardan 170’ini Buharı ve Müslim müştereken rivayet etmişler, ayrıca 81 hadisi Buharî 31 hadisi de Müslim tek başına rivayet etmiştir.
Abdullah gerçekten çok zeki bir kimse idi. Ondan şöyle rivayet edilmiştir. Bir gün Peygamber Efendimiz ashabına:
“Ağaçlar içerisinde öyle bir ağaç vardır ki yaprağı hiç dökülmez. İşte o, müslümanın benzeridir. Onun ne ağacı olduğunu bana haber veriniz” buyurdu. Bunun üzerine ashab çöldeki ağaçları düşünmeye başladılar. Benim içime de onun hurma ağacı olduğu doğdu, fakat küçük olduğum için utandım, söyleyemedim. Ashab:
“Ya Rasııllah o ne ağacı, bize söyle” dediler. Efendimiz: ”0 hurma ağacıdır” buyurdu
Abdullah, Haccac’ın kendisini zehirlemesinden dolayı Mekke’de 86 yaşında H. 73 yılında şehit olarak öldü. Rivayet edildiğine göre Haccac ile arasında tartışma çıkmış, söylediği sözler Haccac’a ağır gelmiş,
bunun üzerine bir adama, onu öldürmesini emretmiş, adam da mızrağınız demirini zehirleyerek tavaf ederken Abdullah’ın ayağının altına koymuş, ayağı yaralanmış, yara iltihab tutmuş, bundan dolayı zehirlenerek ölmüş ve Mekke’de defnedilmiştir.18

1- İbn Sa’d, Tabakât IV, 143.
2- M. Lokman el-A’zamî, Dirâsât fi’l-Hadîsi’n-Nebevî, s. 111.
3- Bitluirî, Fedâilu’s-Sahâbe, 19 (V, 30).
4- Bııharî, Rikak, 3 (VIII, 110).
5- Üsdii ’l-Gâbe, III, 340.
6- Avnu’l-Ma’bûd, II, 277.
7- Avnu’l-Ma’bûd, 11,278.
8- Avnu’l Ma’bûd, 11,278.
9- Ebfı Dâvûd, Salât, 52.
10- el-Menhel, IV, 267.
11- Ebû Dâvûd, Salât, 52.
12- Tirmîzî, Edâhî, 11.
13- Hadîd, 16.
14- Üsdii’l-Gâbe, 111, 340.
15- Tirmizi, Biır, 24.
16- el-Hadîs ve ’I Muhaddisûn, 141.
17- Bahân, İlim, 4.
18- M. Lokman el-A’zamî, age., s. 112.






ALLAH HİKMETİ DİLEDİĞİNE VERİR

Bakara sûresi’nin 269. âyetinde şöyle buyurulur: “Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse şüphesiz ona çok hayır verilmiştir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alır” Bu âyet-i kerimeden açıkça öğreniyoruz ki;
a- Hikmet Allah vergisidir; Allah onu dilediğine verir.
b- Hikmet çok hayırdır; Bu bakımdan kime hikmet verilmişse ona çok hayır verilmiş demektir.
c- Bunu ancak öz akıl sahipleri düşünüp ibret alır, herkes düşünüp ibret alamaz.
Bir rivayette: “Hikmet mü’minin yitik malıdır, nerede bulursa alır.” ’"denilmiştir.
Hikmetin Anlamı
Hikmet çeşitli şekillerde tarif edilmiştir. M. Hamdi Yazır “Allah hikmeti dilediğine verir” ayetinin tefsirinde: “Allah dilediğine hak ile batılı, şeytanî olanla rahmanî olanı anlayıp ayırt edebilecek ve ona göre doğru olanı yapacak, kötülüğü giderip iyiliği elde edecek bir hikmet ve hakimiyet bahşeder” <2,der. Buna göre hikmet; hak ile bâtılı, şeytanî olan ile rahmânî olanı ayırt edebilme melekesidir.
Muhammed Salâhî “Kâmûs- i Osmânî” isimli kitabında hikmeti: “Fezâil ve hasâil-i âliyenin ictimamdan tahassul eden sıfat-ı hasene” şeklinde tarif eder. Yani yüce hasletler ve faziletlerin bir
araya gelmesinden meydana gelen güzel sıfatlardır. Nitekim Hakânî Mehmet Bey’in, “Hil- ye-i Hakânî” diye meşhur olan Peygamber Efendimizin yaratılış güzellikleri ve üstün vasıflarıyla ilgili manzum eserinde şöyle der:
“Hep bu manayı bilir ehl-i kabûl
Hikmet-âmûz idi evdâ-ı Resûl.”
Hikmetin bir anlamı da ahlak ve adabla ilgili kısa, özlü söz, nasihat, öğüt demektir. Nitekim Bakara sûresinin 23. âyetinde hikmet bu anlamda kullanılarak: “Allah’ın üzerinizdeki nimetini ve size öğüt vermek için indirdiği kitabı ve hikmeti düşünün.” buyurulmuştur.
İsrâ sûresinin baştan 38. âyetine kadar Peygamber efendimiz ve mü’minlere birtakım emir ve öğütlerde bulunulduktan sonra 39. âyetinde: “İşte bunlar sana Rabbinin vahyettiği hikmetlerdendir.” buyurulur.
İlim ve Amel
Hikmet ilim manasına da gelir fakat mutlak ilim değil, amelle beraber bulunan bilgidir. Onun için İslâm’da amelsiz ilmin bir değeri yoktur. Sadece nazariyatta kalan, pratiğe dönüşmeyen, insan hayatında uygulama alanı bulamayan ilmin hiçbir faydası yoktur. Peygamber Efendimiz faydasız ilimden Al lah’a sığınmıştır.
Efendimiz şöyle dua ederlerdi: “Allah’ım, bana öğrettiklerinle beni yararlandır. Bana yararlı olan şeyleri öğret. Bilgimi artır. Hamd Allah’a mahsustur.”<3) Ümmetine de faydalı ilim istemelerini, faydasız ilimden Allah’a sığınmalarını emrederek: “Faydalı ilim isteyiniz, faydasız ilimden Allah’a sığınınız” “"buyurmuştur.
İslâm hem manevî/dinî ilimleri öğrenmemizi, hem de müsbet ilimleri öğrenmemizi emrediyor.
Biz bunların her ikisine de muhtacız, manevî ilimler içimizi aydınlatır, ruhumuzu rahatlatır, müsbet ilimler de dış dünyamızı aydınlatır. Nitekim Yüce Rabbi- miz: “Biz onlara âyetlerimizi âfakta (dış dünyada) ve kendi içlerinde göstereceğiz” 151 buyuruyor.
M. Hamdi Yazır. Bakara sûresi 269. âyetin tefsirinde hikmetin yirmi üç değişik tarifini verdikten sonra bu tarifleri şöyle hülasa eder: Tariflerin toplamından üç farklı tefsir şekli çıkar:
a- Faydalı amele götüren bilgib- Bilgiye dayalı olarak ortaya konan faydalı amel.
c- İlimde ve amelde ihkam (sağlamlık).16’
Peygamberlere Hikmet Verilmesi
Bütün peygamberlere ümmetlerini hem bu dünyada ve hem de ahirette saadet ve selâmete eriştirebilmeleri için hikmet verilmiştir.7 Buna birkaç misal verelim: “Allah Davud’a hükümranlık ve hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti.” 8 Bu âyette hikmet peygamberlik anlamına kullanılmıştır.
“Biz Davud’un mülkünü güçlendirdik. Ona hikmet ve davaları âdil bir hükme bağlamada hitap kabiliyeti verdik.9 Yüce Rabbimiz Hz. İsa’dan bahsederken: “Allah ona kitabı, hikmeti, Tevrat’ı ve Incil’i öğretecektir.”10 "‘"buyurur. Başka bir âyette ise ona vermiş olduğu nimetleri hatırlatırken şöyle buyurur: “Sana kitabı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretmiştim.” (11) “İsa mucizelerle geldiği zaman dedi ki: “Ben size hikmeti getirdim ve hakkında ihtilafa düştüğünüz şeylerin bir kısmını size açıklamak için geldim. O halde Allah’tan korkun ve bana itaat edin” ,12’
“Yusuf rüşdüne erince ona hüküm hikmet ve ilim verdik. İşte biz iyilik yapanları böylece mükafatlandırırız. (l3)
“Biz İbrahim ailesine de kitap ve hikmet vermiş, onlara büyük hükümranlık bahşetmiştik.” 14)
Hz. İbrahim ile oğlu İsmail (a.s.)’in nesillerinden bir peygamber göndermesi ve onları eğitip temizlemesi için Allah’a şöyle dua ettikleri belirtilir: “İbrahim ve İsmail Ev’in (Kabe’nin) temellerini yükseltiyordu. Rabbimiz! Yaptığımızı kabul buyur. Şüphesiz sen işitensin, bilensin. Rabbimiz! Bizi sana teslim olanlardan kıl! Neslimizden de sana teslim olan ümmet çıkar; bize ibadet yerlerimizi (ve yöntemlerini) göster, tevbelerimizi kabul buyur. Rabbimiz! İçlerinden kendilerine senin âyetlerini okuyan, Kitab’ı (Kur’an’ı) ve hikmeti öğreten, onları her kötülükten arıtan bir peygamber gönder.” 15
Yüce Rabbimiz, baba ve oğul bu iki peygamberinin dualarım kabul etmiş ve Allah’ın âyetlerini okuyan, Kitab’ı ve hikmeti öğreten Hz. Muhammed (s.a.s.)’i onların içlerinden seçip kendilerine peygamber olarak göndermiştir. Bu husus Bakara, Al-i İmrân ve Cuma sûrelerinde belirtilmektedir. Bakara sûresinde şöyle buyurulmuştur:
“Nitekim biz size aranızdan âyetlerimizi okuyacak, sizi her türlü kötülükten temizleyecek, size Kitab’ı ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir peygamber gönderdik.” (16)
Al-i İmrân sûresinde ise: “Andolsun ki Allah, insanlara ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara kitap ve hikmeti öğreten kendilerinden bir peygamber göndermekle iyilikte bulunmuştur. Halbuki onlar önceleri apaçık bir sapıklıkta idiler.” “7| buyurulmuştur.
Cuma sûresinin ikinci âyetinde de şöyle buyurulmuştur: “Kitapsız kimseler arasından, kendilerine âyetlerini okuyan, onları arıtan, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O’dur. Onlar daha önce şüphesiz apaçık bir sapıklık içinde idiler.”
Yukarıdaki âyetlerde zikredilen “kitap”tan maksat Kur’an-ı Kerim, “hikmet” ten maksat da sünnettir. 18 Peygamber Efendimiz ashabına hem Allah’ın kitabını, hem de kendi sünnetini öğretmiştir. Zaten kendisine vahye- dilen Kuran âyetlerini insanlara tebliğ etmek, öğretmek ve bilmedikleri yerleri açıklamak Peygamber Efendimizin peygamberlik görevlerindendir."91 Sünnet bir bakıma Hz. Peygamberin Kur’an-ı Kerim’i yorumu ve açıklamasıdır. Vahiy eseri olan Kur’an-ı Kerim’i insanlara tebliğ etmek Rasûlullah’ın görevi olduğu gibi, onun izaha muhtaç olan kısımlarını açıklamak da görevidir.
Peygamber Efendimizin sünnetine hikmet denilmesinin bir sebebi de Efendimizin hikmet sahibi olmasıdır. Gerçekten Peygamber Efendimiz hikmet sahibi idi, gelişi güzel söz söylemezdi. Her sözünde bir hikmet, incelik ve derin manalar vardı. Az sözle çok manalar ifade ederdi. Yüce Rabbimiz sevgili elçisi hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah’ın sana lütfü ve merhameti olmasaydı, onlardan bir gurup seni ve saptırmaya çalışırlardı. Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar ve sana hiç bir zarar veremezler. Allah sana kitabı, hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Gerçekten Allah’ın sana verdiği nimeti büyüktür.” 20
Bütün mü’minlerin anneleri olan Peygamber Efendimizin muhterem hanımlarına hitab edilerek şöyle buyrulur: “Sizler evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz ki Allah her gizliliği bilir, her şeyden haberdardır.” 21
Daha önce belirttiğimiz gibi, Kur’an-ı Kerîm’de Lokman (a.s.)’a da hikmet verildiği belirtilir: “Andolsun ki biz Lokman’a hikmet verdik ve Allah’a şükret dedik.” ,22

1- Aclûrıî, Keşfu’l-Hafâ, II, 363.
2- M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kıır’an Dili, II, 213.
3- Tirmizî, Daavât, 128; İbrı Mâce, Mukaddime, 23, Dua, 2.
4- İbrı Mâce, Dua, 3.
5- Fussilet, 53.
6- M. Hamdi Yazır, a.g.e. II, 217.
7- Âl-i tmrân, 81.
8- Bakara, 251.
9- Sâd, 20.
10- Âl-i İmrân, 48.
11- Mâide, 110.
12- Zuhruf, 63.
13- Yusuf, 22.
14- Nisâ, 54.
15- Bakara, 127-129.
16- Bakara, 151.
17- Âl-i İmrân, 164.
18- Zemahşerî, el-Keşşâf, I, 477.
19- Mâide, 67; Nahl, 44.
20- Nisa, 113.
21- Ahzâb, 34.
22- Lokman, 12.