Makale

BAYRAM

BAYRAM

Mustafa ATEŞ
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Dünyada her mutlu olayın bir habercisi, bir müjdecisi vardır. Ramazan’ın gelişine kandiller; bayramın gelişine de, her gecesi bir kandil kudsiyetiyle kutlanan mübarek Ramazan geceleri haberci demektir.
Tarih boyunca hiç bir millet, yaşadığı acı-tatlı olayların, sadece tarihin hafızasında kalmasını arzu etmez. Onları gelecek nesillere aktarma, o hüzün veya sürür günlerinin hatıralarını onların müfekkiresinde canlı tutmak ister. Bu türlü ortak hatıraların çocuklar üzerinde çok terbiye edici müsbet tesirleri olduğu da bir gerçektir. Bu hatıralar bir yerde, insanın, geçmişten-geleceğe uzanan serencamı demektir. Bayramlar, dinisiyle-millîsiyle bu ortak hatıraları canlandırır. Bayramlar daha çok müşterek yaşanmış sevinçleri ifade eder. Ve her bayram vesilesiyle toplum bu neş’eyi yeniden yaşar.
Bayramlar böylesine neş’e ve sürür günü olmasına ragmen, bugünkü manada tam bir gaflet, tam bir günah yarışı, herşeyin mübah ve serbest sayıldığı haramlarla kirlenmiş bir eğlence günü manasına da alınmamalıdır. Bayram, bayramdır; meşru’iyyet sınırlarını zorlamamak şartıyla bir takım eğlenceler serbesttir. Fakat kulluk ve sorumluluğun hiçbir zaman insanın omuzlarından kalkmadığını ve kalkmayacağını da düşünmek lazımdır. Bayram olmasına rağmen aşırılıklarından vazgeçmeyen insan sadece kendisini değil, içinde yaşadığı toplumu da rahatsız eder. Çünkü böyle bir bayram gününde bile, kendisini çekip- çevirmeyen, kötü alışkanlıklarından vazgeçmeyen insan, cemiyet için de problemdir. Cemiyet, bünyesinde böyle bir ferdi yetiştirip barındırdığı için kendisini sorumlu hissetmelidir.
Bayramların getirdiği sevinç ve sürürün, toplumun her kesiminde hissedilebilmesi için sadece kişinin veya yakınlarının sevinmesi yetmez. Kendisi ve yakınları ile birlikte, uzak yakın akrabalarını da düşünmesi, hatta bu daireyi daha da genişleterek diğer insanları da sevindirmesi, muztariblerin ıstırabına çâre bulması lazımdır. Elimizdeki ni’meti, gönlümüzdeki sevgiyi ne kadar paylaşabilirsek bayramın manası o kadar derinleşecek, sevgimiz ve neş’emiz umumileşecek demektir. Bencilliğin bir felsefe haline geldiği, diğergamlık duygularının kaybolduğu bir dünyada, hiç olmazsa bir bayram gününde bu güzel hasletlerin hatırlanmış olması, nice münkesir kalbleri tamir edecektir. Yeterki insan başkala- nnın varlığından haberdar olsun!... Paylaşmanın nasıl bir gönül zenginliği olduğunu bilsin.
Her milletin bayramında dinî motiflerle millî motifler iç içedir. Dinî motiflerin a£:r bastığı dinî bayramlarda bile, bize ait millî çizgiler vardır. Aynı dinin mensubları arasında, milli motiflerle- daha da zenginleşen bayramlar çok değişik hava içinde algılanır. Hatta millî çizgilerin ötesinde mahallî bir takım örf ve âdetler de bayramların farklı karşılanmasında rol oynar. Ve bunlar, bayramlar için bir zenginliktir. İşte bayramlarda bizi birbirimize daha çok yaklaştıran bu zenginliklerdir.
Başka kültür muhitlerinde, bayram dinî de olsa, millî de olsa, bu zenginliği ve çeşniyi bulamazsınız. Bu,
İslâm kültür zemininde bize has bir özelliktir. Ancak itiraf etmek lazımdır ki batı ile içli-dışlı olmaya başladığımız günden beri, bu özelliklerimizi kaybetme sürecine girmiş bulunuyoruz. Babalarımızın ve hatta kendimizin yaşadığı bayramların zevkini ve ruha- niyetini çocuklarımıza ve torunlarımıza hissettiremiyoruz. Bütün değer yargılarının elimizden kayıp gittiği gibi, bayramların dinî ve millî muhtevası da elimizden kayıp gidiyor. Artık eski Ramazanlar ve eski bayramlar, eski kültürlerin kalıntısı gibi hatıralarda kalıp gidiyor.
Dünyada bayramlar ve şenlikler en çok çocuklan sevindirir. Bu bayramlar, onların körpe dimağlarında, hayatları boyunca silinmeyecek izler bırakır. Fakat günümüzde adlarına kurumlar oluşturulmasına rağmen ençok öldürülenler, bayramları başlarına kara getirilenler de yine onlardır... Medenî dünya, Avrupa’nın göbeğinde masum yavruların katline göz yumuyor. Çocuklardan başlıyarak etnik anndırmaya gidiyor. Bosna-Hersek tam iki yıldan beri bu katliama maruz kalmış bulunuyor. Dört bayramdır, çocuklar, analar-babalar, bırakın bayramı ve bayram neş’esini, işkenceden dolayı ölümü arar hale gelmişlerdir. Hâlâ müdahale söz konusu değildir. Bu, bir Müslüman ve Hıristiyan savaşı haline gelmiş; çoluk-çocuk demeden bir taraftan Sırp’ı bir taraftan Hırvat’ı bayramlara rağmen çocuk öldürüyor.
Hâlbuki İslâm’da bizzat çocuğun kendisi, bayramlık bir- mevzûdur. Sağlıklı bir çocuğa kavuşan aile "Akîka Kurbanı" keserek bu doğumu bir bayrama dönüştürür ve müslüman ana- baba bu olayı hayatının bir dönüm noktası sayar; çocuğu, en büyük bir ilâhi armağan kabul eder. Çocuğun âile bütçesine yeni bir yük, yeni bir külfet telakkisi "moda" bir görüştür. İslâm toplumunda bu görüşün revaç bulması, bizim millî ve dinî geleneğimize aykırıdır. Öyle ise bayram ve çocuk, mutluluğu simgeleyen iki önemli faktördür.
Gerçi tüketim toplumunda-İslâma rağmen- herşey israf edildiği gibi, çocuk da israf edilmektedir. Dilencilik sektörünün sakat bıraktığı çocuklar, bu israfın kurbanlarıdır. Çocuk haklarına dâir sözleşmenin Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda oy birliği ile kabul edilmesi bile dünyada bu tür çocuk istismarını ve çocuk israfını, çocuk satışını ve çocukların kötü emellere âlet edilmesini maalesef önleyememiştir. İnsanı eğitmek lâzım ki çocuk her türlü istismardan kurtulabilsin ve bayramlardan nasibini yeterince alsın.
Her konuda olduğu gibi, başlı başına bir bayram konusu olan çocuk da, gerçek yerini ve değerini İslâm’da buldu. Fakat bugünün müslümanları, dünyanın, bütün tedbirlere rağmen istismar zemininden kurtaramadığı çocuğun israfına ya göz yumdu veya istismarına ses çıkarmadı. Çocuk bayramı yalnız bizde yapılmış olmasına rağmen konuyu lâyık olduğu platformda gündeme getirerek dünyayı ayağa kaldıramadık, bayramlarda bile çocukların katlini gündemde tutamadık. Bunu bari yapabilseydik, belki Bosna’da çocuk kıyımını durdurabilirdik.
Toplumumuzda, herşeye rağmen, dinî günlerimiz ve bayramlarımız hâlâ canlılığını korumaktadır. Bunda elbette milletimizin inandığı değerlerin ve o değerlerin aydınlığında oluşan örf ve âdetlerin tesiri büyüktür. Nitekim din! kaynaklanınız, bayramlarda neş’e ve sevinç göstermeyi, şeâir-i dinden saymıştır. Düğünlerde olduğu gibi bayramlarda da izhar-ı sürür etmeye, nefsanî arzuları ayağa kaldırmayacak şekilde oyun ve eğlenceye cevaz ve- rilmiştir (l). Yasak olan, bayramı ve düğünü bahane ederek aşırı eğlenceye kaçmaktır.
Hz. Ayşe (R.A.) validemizden rivayet edildiğine göre: "... yine bir bayram günüydü. O gün siyahiler, mızrak-kalkan oyunu oynuyorlardı. Ben, Allah’ın Resulünden onlara bakmak için izin istedim. O da bana izin verdi - veya kendiliğinden bakmak ister misin diye sordu- ben de "evet" dedim. Bunun üzerine beni, yanağım yanağına değecek şekilde ayak üstü durdurup, devam edin ey Erfide oğulları! buyurdu. Nihayet "Artık yeter mi" diye sordu. Ben de "yeter" dedim. Öyle ise "git" buyurdu."^) Görülüyor ki Peygamberimiz, Hz. Ayşe validemize Habeşlilerin oynadığı kılıç-kalkan oyununa-bayram dolayısıyla- bakmaya müsaade etmiştir. Bu dinî bir cevazdır.
Tirmizi’nin süneninde tahric ettiğine göre Hz. Ömer, bayram günlerinde oruç tutmanın haram olduğunu rivayet ederek bir hutbesinde cemaate şöyle seslenmiştir. Allah Resûlünün, bu iki bayram gününde oruç tutmaktan nehyederek şöyle buyurduğunu işittim: "Ey ashabım! Ramazan bayramı, orucunuzu bozduğunuz bir gündür. Bugün bütün müslümanların bayramıdır. Binaenaleyh, Bayram günü oruç tutmak muvafık değildir. Kurban bayramı da kurban kesip etinden yiyeceğiniz gündür.
Bu bayramda da oruç tutmayınız. Kurbanınızın etinden yiyiniz. "(3) Anlaşıldığı gibi, bu iki bayramda oruç tutmanın tahri- men mekruh olduğuna dair ilim ehlinin icmaı vardır. Çünkü herkesin sevinç ve neş’e izhar ettiği bu günlerde, bu umumî ziyafete iştirak etmemek nasipsizlik demektir. Evet, nice kederli âileler vardır. Bayramlara rağmen onla- nn üzüntüleri hiç eksilmiyebilir, hatta bayramlarda bu üzüntüler daha da artabilir. Böyle durumlarda komşuların bu kederli âileyi teselli etmeleri, onların üzüntülerini paylaşmaları da lazımdır.
İbn-i Hibban da sahih bir isnatla Hz.Enes (R.A.) den şu hadisi şerifi rivayet ediyor: Peygamberimiz Efendimiz Medineyi teşrif buyurdukları zaman, Medinelilerin kutladıkları iki bayramları vardı. O günlerde Medine halkı oyun oynarlar, sevinç gösterirlerdi. Efendimiz bu durumu görünce; "Allah (C.C.) size o iki bayrama bedel daha hayırlılarını, Ramazan Bayramı ile Kurban Bayramını tahsis etmiştir" buyurdu.(4)
Bayramlar, gitgide bozulan ve kopma noktasına gelen insânî ilişkilerin yeniden bağlanmasını ve sağlıklı bir şekilde işlemesini de temin edebilir, dinî ve sosyal bir ortamın hazırlanmasına yardımcı olabilir. Bayramlarda bu gibi konulara ağırlık verilmelidir.

1- Tecrid-i Sarih Tere. C: 3/157.
2- Adı geçen eser C: 3/152
3- Adı geçen eser C. 4/220
4- Adı geçen eser C: /157