Makale

İslam Felsefesine Nasıl Bakmalı

İslam Felsefesine
Nasıl Bakmalı?

İrfan Görkaş

İslam felsefesinin toplumumuzda , özellikle bazı dini çevrelerde, hoş karşılanmadığını biliyoruz. Halbuki İslâm felsefesi terimi kültürümüzün klasik kaynaklarında, söz gelimi İbn Nedim’in Fihrist’inde, “Felasifetü İslâm" tabirini karşılamak üzere kullanılan bir terimdir. Felasifetü İslâm ise İslâm filozofları demektir.
Fihrist ve benzeri kaynaklara baktığımızda İslâm filozoflarının başında Kindî (ö. 866), Farabf (ö. 975), İbn Sina (ö. 1036) ve benzeri isimleri görüyoruz. Günümüzde bazı inançlı kesimlerde İslâm felsefesinin hoş karşılanmaması demek, adı geçen düşünürlerin hoş karşılanmaması demektir. Acaba onlar neden hoş karşılanmazlar, onlara günümüz "dindar insanı”, neden kızar, eleştirir? İnsanımız aynı eleştirel ve boykot tavrını neden bir İslâm tarihçisine, bir İslâm kelamcısına, bir İslâm sanatkarına göstermez?
İslâm felsefesi nedir?
Sorulara cevap aramaya sondan başlamak daha uygun olacaktır. Bilindiği gibi İslâm felsefesi terimi iki kavramdan oluşmaktadır. İslâm ve felsefe. İslâm-, Allah tarafından Hz. Muhammed (s.a.s.)’e gönderilen vahyin adıdır. Yani bir dindir. Bu yönüyle o Allah’a aittir. Felsefe ise Batı’dan İslâm dünyasına yani, Arapçaya, Arapçadan dilimize geçmiş bir kavramdır. Hikmet sevgisi anlamına gelir. Kelime filozofların daha çok bilgiye ulaşma, bilgi elde etme tutkuları yanında onların tevazularını ifade eder. Çünkü hikmet sahibine, hakîm-bilge denir. Kelimeyi ilk kullanan filozoflara göre bir insana “hakim’’ denilemez. 0 olsa olsa ancak “filozof” ’hikmeti seven’ olabilir. Zira insan hiçbir zaman "hakikat ”a mutlak olarak ulaşamayacak, onu bir bütün olarak ihata edemeyecektir. Kelimenin bu şekilde anlaşılışı ve kullanılışı, Kur’an’ın hakîm kavramını -hem Allah hem kendisi- Kur’an için sıfat olarak kullanma formuna uygundur. Ancak aynı zamanda Kur’an, hakîm kavramını bir kısım insanlar, yani peygamberler için de kullanır. Allah onlara “hikmeti vermiştir. Onlar “hikmet sahibi’’, mutlak hakikatin bilgisine sahiptirler. Onların bilgisi “vehbî"dir. Bu özellik sıradan insanların sahip olamadığı niteliklerden birisidir.
Felsefe tarihi, peygamberler dışında, diğer bir kısım insanların mutlak hakikatin bilgisine ulaşma gayretlerinin tarihidir. Bu sebeple insanın şimdiye kadar ulaşamadığı, bir bütün olarak ihata edemediği, fakat gayretleri neticesinde “mutlak hakikaf’tan anladıkları ve ortaya koyduklarına biz, "felsefe" diyoruz. Felsefe bugün daha çok “düşünce" karşılığı kullanılır. Bu itibarla o, insana aittir. İnsanın ortaya koyduğu şeydir. Fikirdir. Düşüncedir. Bu nitelik felsefenin birinci özelliğidir.
Felsefenin ikinci özelliği ise "metod’’dur. Felsefenin metodu "sorgulama”dır. İlginizi çeken bir konu veya bir eser üzerinde düşünme veya çelişkileri üzerinde soru sormadır. Bilimin temelinde de bu metod vardır.
Felsefenin konusu ise filozofun, düşünürün, ilgisini çektiği şeydir. Bir başka deyişle düşünür, konularını çevresinden alır. Yaşadığı devrin problemleri, onun problemleri, insanların dertleri sıkıntılarıdır... Farabi’nin problemlerinden birisi, beylikler halinde parçalanan içinde yaşadığı devletin, Abbasi imparatorluğunun, nasıl tekrar güçlü ve büyük bir devlet olabileceğiydi. Yani “siyaset’ti. Bu ilgisi onu, bu alanda verdiği eserleriyle kendisine siyaseti konu edinen ilk İslâm filozofu yapar. Eserleriyle o, “Muallim-i Sanî” olarak anılır.
Konuları bakımından felsefenin ikinci özelliği, filozoflara göre değişen konular yanında, bir filozofun yer verdiği "ortak konulara sahip olmasıdır. Bu konular varlık, bilgi, değer yani ahlak ve sanat konularıdır.
İslâm felsefesi terim olarak birkaç anlama gelir. İlk başta o, İslâm’ın felsefe yapması demektir. Bu anlamda o, Farabi felsefesi, Gazali felsefesi’ndeki anlama sahiptir. İslâm’ın bir din ve Allah’a ait olması, felsefenin insana ait ürün olması bu anlamı imkansız kılar. İkinci anlamda felsefenin “İslâm’a bakışfnı ifade eder. Düşünürlerin İslâm hakkındaki fikirleri demektir. Bu anlamda o, bir din felsefesi olur. Mesela Allah’ın varlığını, birliğini, delillerini- yani ispatını anlatan eserler böyle eserlerdir.
Üçüncüsü, terimdeki İslâm, medeniyeti ifade eder. Bu anlamda o, İslâm tarihi, İslâm sanatındaki anlama sahiptir. İslâm tarihi nasıl bir medeniyet tarihi, İslâm sanatı nasıl bir medeniyet sanatı ise, İslâm felsefesi de o medeniyetin felsefesidir. Bu felsefeye Arap, İran, Türk, hatta Yahudi, Berberî gibi milletler katkıda bulunmuşlar, bu medeniyet içerisinde eser vermişlerdir.
Tarihsel açıdan İslâm felsefesinin İslâm dünyasında ortaya çıkışı tercümelere dayanır. İslâmiyetin, Arap yarımadasında nasıl bir düşünce ortamına geldiğini biliyoruz. O ortama gelen İslâm, insanları, bulundukları düşünce ortamından almış, temizlemiş ve ‘ilim aramalarını söylemiş. İlim-bilgi sahiplerini yüceltmiştir. Başka bir deyişle ilim sahiplerinin “üstün” olduğu gerçeğini ilan etmiştir.
Arap Yarımadasında İslâm sayesinde ortaya çıkan bu "İlmî zihniyet”, nihayet sınarla- rın genişlemesiyle birlikte "yeni İlmî çalışmalara eski “bilim merkezlerine ulaşmıştır. Bilindiği gibi bu merkezlerin başında Urfa ve Nusaybin, Cundişapur, İskenderiye, Antakya, Harran, Bağdat şehir merkezleri ile medreseleri vardır.121 İslâm filozoflarının eserleri, bu merkezlerdeki eserlerin tetkikine dayalı olarak ortaya çıkar. “Beytü’l-Hikme"de, devlet teşvikiyle tercüme edilen, filozoflarca üzerinde çalışılarak geliştirilen X-XI-XII. yüzyıllarda ortaya çıkan İslâm filozoflarına ait bu eserler, yine tercümeler yoluyla Batı’ya aktarılır. Bu eserler, asırlarca Batı üniversitelerinin ders kitabı ve tetkik edilen eserleri olur. Bugünkü Batı medeniyeti bu eserler üzerinde yükselir. O halde biz neye karşıyız?
Bizdeki karşı olma tavrının temelinde, hemen herkesin bildiği gibi Gazali (ö. 1111) vardır. Ebû Hamid Gazali, gerçekten büyük bir bilgin ve meşhur bir düşünürdür. O büyüklüğünü haklı olarak, yazdığı eserlerinden, şöhretini ise genelde felsefe, özelde İslâm felsefesi karşısındaki "tavır"ından alır. Ölüm tarihinden de anlaşılacağı gibi o, XII. yüzyılda yaşamış, Selçuklu Devleti’nin meşhur nizamiye Medreseleri’nin rektörlüğünü yapmıştır. O gün İslâm dünyasının en önemli problemi, “Batınîlik"tir. Hızla yayılmaktadır. Batınîlik’in siyasî ve itikadî söylemi vardır. İzmirli İ. Hak- kı’ya göre Batınîlik’in amacı "halkı kisve-i İslâm ile din-i Mecusa davet, zahir-i nusus-ı şer’iyeyi esaslarına uygun bir surette tevildir.13’ Bu sebeple önemli bir "ilmi mevki"ye sahip olan düşünür Gazalî’nin Batınflikle ilgilenmemesi düşünülemezdi.
Gazalfnin felsefe karşısında iki tür tutumu vardır. Batınîlik’e cevap vermek ve onu reddetmek üzere yola çıkan Gazali, işe felsefeden başlar. Felsefî eserleri inceler. Felsefe alanındaki tetkik ve incelemeleri neticesinde bu alanla doğrudan ilgili üç eserini yazar. Makasıdu’l- Felasife, Tehafüt’ül Felasife ve el- Munkız mine’d-Dalal. Birincisinde felsefenin, filozofların amaçlarını, İkincisinde kendi açısından olduğunu düşündüğü tutarsızlıkları, üçüncüsünde ise dalaletten kurtuluşunun "bilgisini-hikayesini" verir, tasavvufa kapı aralar. Bir başka deyişle "bilginin kaynağı" probleminde "doğru bilgi”nin ancak “sezgiyle, onun tabiriyle "kalp gözünün açılmasınla elde edilebileceği sonucuna varır. Ga- zali’nin belirlediğimiz bu tavrı, müsbet tavrıdır. Çünkü o, bu eserleriyle felsefe alanına katkıda bulunur. Onun felsefeye katkısı eserleriyle sınırlı kalmaz. Ayrıca o, bilim çevrelerinde iyi gözle bakılmayan "Mantık” disiplinine meşruiyet kazandırır. Çünkü Gaza- li’ye göre mantık bilmeyenin bilgisine, dolayısıyla "dini bilgilerine” güvenilmez.
Gazali’nin eserlerine yansıyan felsefe karşısındaki ikinci tutumu, menfîdir. O felsefenin tahsil edilmesine karşıdır. Karşı olmasının sebebi, felsefe öğrenmenin hakikati aramada yanlış sonuçlara varabileceği ihtimalidir. Bu ihtimale delil olarak "filozofların" bazı fikirlerini gösterir. Bu fikirlerinden dolayı İslâm düşünürlerini dinden çıkmakla itham eder. Onun bu ithamına hem "kadı", hem düşünür olan ibn Rüşd (ö 1198) cevap verir. Bu sefer aynı suçlamayı o Gazali için yapar.
Dinden çıkıp çıkmamakla, felsefenin tahsil edilip edilmemesiyle ilgili suçlamaların gerisinde Fara- bi’nin bulunduğu İslâm dünyasına önerdiği, ibni Sina’nin geliştirdiği “metod” vardır.Farabi, Aristo ve Eflatun’un eserlerini birleştiren "Cem” isimli eserler kaleme alır. Onları İslâm’ın ışığında yeniden yorumlar. O, bu tarz eserleriyle, İslâm’dan kaynaklanan "bilimler” ile İslâm’dan kaynaklanmayan Batı’dan tercüme edilerek alınan “bilimlerin birlikte tahsil edilebileceğini, üzerine çalışılabileceğini gösterir. Bir çığır açar.. Gazali ise İslâm’a dayalı bilimlerin kaynağından dolayı “üstün" olduklarını söyleyerek bu birlikteliğe son verir. Felsefenin tabiriyle “kutsalla “prafan”! birbirinden ayırır. O gün için felsefe, aklı ilimlerin, bugünkü deyimle "pozitif-müsbet" bilimlerin genel adıdır.
Felsefeye karşı olma tavrının gerisinde ikinci meşhur ve etkili isim, İbn Teymiyye fö. 1328)’dir. O, “er-Red ale’l-Mantıkıyyin", “Nak- zu’l-Mantık", “Der’ü Taarruzi’l-Akl ve’n-Nakl” gibi eserleriyle felsefeye karşı çıkar. Gazali’yi tekrar eder. Fakat o bununla kalmaz. Daha ileri giderek tasavvufa hücum eder. Devrinin felsefî-tasavvufî düşüncesi olan "Vahdet-i Vücud"u tenkid eder. Benzer suçlamaları onlar için yapar.151 Suçlamaların temel dayanağı “bid’at anlayışfdır.
Gazali’nin felsefeyle olan ilişkisi Osmanlı’ya, dolayısıyla bugüne iki şekilde yansır.1’’’ Birisi mantık ve Tehafüt geleneği içinde felsefeyle ilgilenme, felsefeye devam etme, İslâm felsefesine katkıda bulunma, İkincisi "din-dindarlık" adına felsefeden uzak durma, hatta tahsiline karşı çıkma.
Gazali’nin Osmanlı Türk düşüncesindeki Tehafüt geleneğinin canlı örneklerinden birisi Fatih Sultan Mehmet devrinde onun teşvikiyle £ gerçekleşir. Fatih, devrinin en ünlü _ bilginlerinden Hocazade Muslihiddin Mustafa (Ö.893/1487) ile Alaad- " din Tusi (ö. 887/1482)’yi çağırır. Onlardan Gazali ve İbn Rüşd’ün "Te- hafüt’lerini esas alarak yeni birer tehafüt yazmalarını ister. Her iki I düşünür Fatih’in isteğini yerine ge- B tirirler. Yine Tehafüt geleneğinde eser veren bir başka OsmanlI alimi Şeyhülislam İbn Kemal [ (ö.983/1431) ile Karabaği (ö. t 942/1535-36)’dir. Tehafütlerin bir f çoğu tercüme edilerek bugünkü yazıya aktarılmıştır. Kalanları aktarılmaya devam edecektir.’8’
Mantık geleneğinden meşhur isim Esiruddin Ebheri (ö.1300)’dir. Onun İsaguci’sine şerh yazan Molla Fenari (Ö.834/1431) bir diğeridir.
İbn Teymiyye’nin tasavvuf karşıtı "bidat tavrı” OsmanlI’da Birgili (Ö.981/1573)’de tezahür eder. Birgi- li’nin eserleri ise OsmanlI düşüncesinde Halvetî-Kadızadeli mücade- leşine yol açar. Bayramı Halvetîli- p ği’nden neşet eden Bayramı Melamiliğine mensup bazı şeyhler idam edilir. ’9|
Osmanlı Türk düşüncesine, felsefi çalışmalarıyla katkıda bulunan son dönem düşünürlerin başında İsmail Hakkı Gelenbevî, İsmail Hakkı İzmirli, Ferit Kam ve Mehmet Ali Aynî ve benzeri isimler vardır. Bu isimlerle Batı tarzı modern felfese OsmanlI Türk düşüncesine girmeye başlar. Eserleriyle İslâm felsefesine katkıda bulunan bir diğer 1 isim, “Hak Dini Kur’an Dili” adlı tef- § siriyle tanınan Elmalılı Hamdi Ya- zır’dır. Yazır, Fransız filozoflarından Paul Janet’in “Histoire de la Philosophie, Les Problemes et les Eco- les, Paris, 1886" adlı eserinin "İlahiyat ve Metafizik” kısımlarını "Me- talib ve Mezahib” adıyla tercüme eder. Eser 1341’de İstanbul’da yayınlanır.
Yazır’a göre İslâm’da da felsefe veya felsefi faaliyet, değişik devirler geçirmiş, en sonunda üç mezhep esasında karar kılmıştır. Bunlar filozoflar, kelamcılar ve mutasavvıflardır. Yine felsefe konu bakımından değişmeler yaşayarak bugün, Yazır’a göre, psikoloji, mantık, ahlâk, metafizik, ilk felsefe veya ilahiyat dallarını ihtiva eder hale gelmiştir.
Yazımızı, Yazır’dan yaptığımız onun felsefeye bakışını gösteren iki alıntıyla noktalamak istiyoruz.
"Şimdi insaf ve hakkaniyet ile felsefenin takip ettiği tarihî seyir gözden geçirilirse, görülür ki, din bahsinde felsefenin gerçekten ulaşabildiği gaye Allah’ın birliğini tesbitten başka bir şey olmuyor."
"Bugün bütün insanlık sosyal bir kurtuluş ihtiyacını hissetmiştir.
Bu da ancak tek bir Allah’a tapan İslâm dininin düsturları ve bu düsturların yeni ilmi ve duygusal gelişmeler ile doğrulanması yoluyla mümkün olabilecektir. Ben bu kitabı tercüme ederken, soyut olarak Batı’nın aklının özünü kavrama sevdası taşıyordum. Fakat sonuçta anladım ki, o akıl bütün cereyanıyla bizim dinimiz olan Allah’ın birliği inancına doğru koşmuş ve bütün arzulara rağmen gerek ateizmi, gerekse teslisi tes- bit edememiştir. Onu takip ederken İslâmiyetten aldığım akıl ve felsefenin sarsılmak şöyle dursun gittikçe kuvvet kazandı ve gelişecek noktalar buldu. Şimdi bizden öncekilerin felsefî birikimleri de, bu üslubu da bir tarih kitabı ile gösterilebilir. Dekart’tan başlayan Yeniçağ felsefesi ile tanışmamız da sağlanırsa, felsefenin İslâmın dışında bütün dinlere haram olacağını fiili olarak ispat etmek mümkün olacak ve böylece bilimlere aklî ve dini hakimiyeti kazanmış olan biz olacağız.

1- İslâm felsefesi teriminin anlamı için bkz. Mehmet Bayraktar, İslâm Felsefesine Giriş, Ankara, 1988, s. 1-8, Fahrettin Olguner, Türk İslâm Düşüncesi Üzerine, İzmir, 1993, s. 1-4.
2- Merkezler için bkz. Y. Kumeyr, Islâm Felsefesinin Kaynakları, Çev. Fahrettin Olguner, İstanbul, 1992, 2. baskı, s. 122-133; Kazım Sanka- vak, Düşünce Tarihinde Urfa ve Harran, Ankara, 1997; Mehmet Bayraktar, age, s. 37-41.
3- i. Hakkı İzmirli, Yeni İlm-i Kelam, Haz. Sabri Hizmetli, Ankara, 1981, s. 105.
4- Farabi’nin metodu için bkz. Ahmet Ateş, ih- sau’l-Ulum, Giriş, İstanbul, 1990, s. 35-45.
5- Bkz. M. Sait Özervarli, İbn Teymiyye Takıy- yü’ddin, Diyanet İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, 1999, c 20, S. 391-413.
6- OsmanlIdaki felsefe için bkz. S.H. Nasr and O Leaman, The History of İslamıc Philosophy, Newgerle, 1996, c. II, s, 1129-1131.
7- Tehafüt listesi için bkz Abdurrahman Güzel, Karabağı ve Tehafiit’ü, Ankara, 1991, s. 8-14.
8- Günümüz Tehafüt çalışmaları ve tercümeleri için bkz. Mübahat Türkler Küyel, Üç Tehafüt Bakımından Felsefe Din İlişkisi, Ankara, 1956-, Gazali, Tehafütü’l-Felasife, Çv. Bekir Karlığa, İstanbul, 1981; İbn Rüşd, Tehafütü’t- Tehafüt, Ter. Kemal İşık-Mehmet Dağ, Samsun, 1986; Alaaddin Ali Tusi, TehafütüT-Fela- sife (Kİtabu’z-Zuhr), Çv. Recep Duran, Ankara, 1990; Kemal Paşazade, Tehafüt Haşiyesi, Çv. Ahmet Arsian, Ankara, 1987; Ayrıca Haşiye ala’t-Tehafüt Tahlili, İstanbul, 1987, Abdurrahman Güzel, age, Ankara, 1991.
9- Reşat Öngören, Şeriatın Kestiği Parmak, Kanuni Sultan Süleyman Devrinde İdam Edilen Tarikat Şeyhleri, İslam Araştırma Dergisi, İstanbul, 1988, c. 1,sy. 1, s.123-140.
10- Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Islâm Düşüncesinin Problemlerine Giriş, Sd. Recep Kılıç, Ankara, 1996, s. 68-70.
11- Elmalı, age, s. 32 ve 68.