Makale

Mekke'nin Fethi ve Hz. Muhammed'in Affı

Mekke’nin Fethi ve Hz. Muhammed’in Affı

Şükrü ÖZBUĞDAY

1 Ocak 2001, Mekke’nin fethinin 1371 inci yıldönümüdür. Bu sebeple, İslâm tarihinde birçok yönden önemli bir yeri olan bu olaydan kısaca bahsedeceğim. Daha sonra da çeşitli yönleriyle değerlendirerek, özellikle de Hz. Peygamberin af ve hoşgörü anlayışını aksettirmesi bakımından taşıdığı önem üzerinde durmaya çalışacağım. Müslümanlığın temeli "Tevhid inancı"dır. Bu inancın yeryüzünde en büyük âbidesi, Mekke’deki Kâbe’dir. Ancak bu kutsal yer, putlarla doldurulmuş, putperestliğin merkezi haline gelmişti. İslam güneşi doğalı 20 yıl olmuştu. Artık Mekke’nin şirkten kurtulması, Kâbe’nin putlardan temizlenmesi gerekiyordu. İşte beklenen vakit gelmişti. Hz. Peygamber, Hicretin 8. yılı, Ramazan ayında 10 bin kişilik muazzam bir ordu ile Medine’den çıktı (1 Ocak 630)."’° Yolda katılan birliklerle, ordunun sayısı daha sonra 12 bine yükseldi. O gün Hz. Peygamber ve ashabı oruçluydu. Yola çıktıktan sonra oruçlarını bozdular2
Hz. Peygamber, Mekke’ye yaklaşıyordu. Mekke’ye yakın bir yerde, Medine’ye hicret eden amcası Abbas çıkageldi. Hz. Peygamberin huzuruna gelerek müslümanlığını ilan etti. Rasül-i Ekrem, Abbas’ın gelişinden memnun oldu. Peygamberlerin sonuncusu ben oldum, muhacirlerin sonuncusu da sen; diye iltifatta bulundu. Mekke’ye yaklaşık 16 km, mesafede “Merru’z-Zahrân" denilen yerde karargah kuruldu. Hz. Peygamber, ortalık kararınca burada ordu mevcudunun sayısınca ateş yakılmasını emretti. Böylece ordunun haşmetini Mekkelilere göstermek istiyordu. Mekkeliler telâşa kapılarak, birkaç arkadaşıyla birlikte Ebû Süfyanı, durumu öğrenmek üzere gönderdiler. Ancak onlar, İslâm ordusunun gözcü birlikleri tarafından esir alınarak, Hz. Peygamberin huzuruna götürüldüler. Mekke lideri Ebû Süfyan, uzun tereddütlerden sonra müslüman oldu. İslâm ordusu dört koldan şehre girdi. Hz. Peygamber, mecbur bırakılmadıkça, kan dökülmemesini emretti. Sekiz yıl önce, yurdundan üç kişilik bir kafile ile nasıl ayrılmıştı, şimdi nasıl bir ihtişamla dönüyordu. Rasûlüllah (s.a.s.), devesinin üstünde bütün bunları düşünüyor, mağrur bir fâtih gibi değil, son derece mütevâzi bir halde, başı secde eder gibi, devenin boyununa yapışmış, teşbih, tehlil ve dua ile Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz lütuflarına şükrederek ilerliyordu.131 Hz. Peygamber Muhacirlerin başında yüksek bir tepeden Mekke’ye girdi. Gözleriyle Mekke’yi baştanbaşa bir süzdü. Kendisine karşı son derece şiddetli davranan Mekke, işte şimdi ona teslim olmuştu. Şehir sekiz sene evvel yâd illere sürmüş olduğu büyük evladının ayakları dibine serilmiş duruyordu. “Oku, Yaradan Rabb’inin adıyla oku"4 diye ilk vahiy burada başlamıştı. “Rabbini ulu tanı, O’nu tekbirle arf5 diye Cebrail, Allah kelâmını burada getirmişti. Fakat müşrikler, bu ulvî hitabı, maveradan gelen İlâhi nidayı anlayamamışlar, Tevhid Dininin kurulmasını geciktirmişlerdi. Kabe’yi Muazzama’yı putlardan temizlemek, Tevhid Dini’nin merkezi olan Beytullah’ı, âbidler, sâ- cidler, akifler, kendilerini ibadete verenler için açmak zamanı gelmişti. Hz. Peygamber, önce Kâbe’yi tavaf etti. Mekke halkı orada toplanmıştı. Her taraf hıncahınç doluydu. Burada meşhur fetih hutbesini îrad ederek, şunları söyledi: “Allah’tan başka ilâh yoktur, yalnız o vardır. O’nun eşi ve ortağı yoktur. O va’dine bağlı kaldı, sözünü yerine getirdi, kuluna yardım etti, tek başına bütün düşmanları hezimete uğrattı. İyi bilin ki bütün câhiliyet âdetleri, mal ve kan dâvaları bugün şu iki ayağımın altındadır. Yalnız, Kâbe hizmetleriyle, hacılara su dağıtma işi (hicâbe ve sikâye hizmetleri) bu hükmün dışında bırakılmıştır. Ey Kure- yş Halkı! Allah sizden câhiliyet gururunu, babalarla, soylarla büyüklenmeyi giderdi. Bütün insanlar Adem’dendir, (O’nun çocuklarıdır.) Adem de topraktan yaratılmıştır."’6’ Sonra şu anlamdaki âyet-i kerimeyi okudu: “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Övünesiniz diye değil, kolaylıkla tanışasınız diye, sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerliniz, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Allah her halinizi bilir, O her şeyden haberdârdır."’7 Görüldüğü gibi Hz. Muhammed (s.a.s.) bu konuşmasında,-bugün de insanlığın şiddetle muhtaç olduğu-yüksekinsanlık kaide ve kurallarını bir defa daha bütün dünyaya ilân ediyordu. Bu esaslar şöyle özetlenebilir-,
1- Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. İbâdet yalnız O’na yapılır.
2- Bütün câhiliyet âdetleri, kan ve mal dâ- vâları kaldırılmış, bütün gurur ve kibirler kırılmıştır.
3- Bir sınıfın diğer bir sınıfa üstünlüğü yoktur. Arabın Arap olmayana hiçbir milletin başka millete üstünlüğü yoktur. Irk, renk, soy, boy farklarına göre üstünlük olamaz. Herkes insandır. İnsanlığın şeref ve meziyeti, yaptığı işlerle ölçülür. Herkes çalışır, yükselir; kıymet ve itibar, yapılan iyi işlere göredir. En hayırlı insan, insanlara en faydalı olandır. İnsanlığa yararlı işler görendir. Hz. Peygamber bu tarihi konuşmasından sonra etrafında kendisini dinleyenlere bir göz gezdirdi. Aralarında Kureyş uluları, o mağrur başlarını önlerine eğmişler, sessiz duruyorlardı. Bunlar, Hz. Peygambere neler yapmamışlardı? Ona el kaldırmışlar, dil uzatmışlar, canına kasdetmişler, onu ve mü’minleri yurtlarından hicrete mecbur bırakmışlardı. Hz. Peygamber bunlara baktı. Hepsi karşısında duruyordu. Başkası olsa neler yapmazdı?
Tarihte ve geride bıraktığımız son yıllarda galiplerin, mağluplara neler yaptıklarına şahit olduk. Kadın-erkek, yaşlı-çocuk, genç-ihtiyar... demeden toplu katliamlar, yağmalamalar, insanları vatanlarını terketmeye mecbur etmeler vs. Fakat Hz. Muhammed (s.a.s.) burada da yine tarihin üstündedir. Onun af ve şefkatle muamelesi, düşmanlarını da içine alacak kadar geniştir. Mekke halkına sordu:
Ey Kureyş Halkı! Benden ne umarsınız? Size şimdi nasıl bir muâmele yapacağımı sanıyorsunuz? diye sordu. Mekkeliler hep bir ağızdan:
Senden hayır umuyoruz. Sen kerim bir kardeş, âlicenâb bir kardeş oğlusun, diye cevap verdiler. Hz. Peygamber burada, insanlığın en büyük mürşidi, tarihin en büyük adamı sıfatıyla, dün canına kasteden düşmanlarına şöyle dedi:
-"Ben de size Yûsuf (a.s.)’ın kardeşlerine söylediği gibi, ’Bu gün size geçmişten dolayı azarlama yok..."8’ diyorum. Haydi gidiniz, hepiniz serbestsiniz” buyurdu. Bu sözü tarih büyük bir hayranlıkla kaydetmeli, insanlık bunun üzerinde uzun uzun düşünmelidir. Burada mühim ve üzerinde durulacak nokta şudur: Bu durumda başkaları olsa ne yapardı? Hz. Muhammed (s.a.s.) ne yapmıştır? Aradaki mukayese, büyük Peygamberimizin emsâlsiz büyüklüğünü ortaya koymaya kâfidir.,9’ Kudret anında affetmek çok güzel bir haslettir. Hz. Peygamber, Kureyş eline düştüğü bir sırada, kin ve intikam duygusuna asla kapılmadı. Bu hareketiyle o, bir insanın gösterebileceği asaletin en yükseğini gösterdi. Bu suretle yalnız kendi nesli ve devri için değil, aynı zamanda her nesil ve her dönem için, iyilik, vefakârlık ve gönül yüksekliği bakımından kimsenin ulaşamayacağı bir örnek sergiledi. Gerçekten tarihte, zor ve baskı altında tutulup vatanından kovulan, sonra da vatanına dönme imkânını elde edince oradakilere dokunmayan ve intikam alma yoluna başvurmayan herhangi bir şahıs ve toplum bulmak güçtür. Uzun süren kanlı çarpışmalardan sonra karşı karşıya gelen ve bu karşılaşmada, kin ve intikam duygusu bulunmayan iki düşmana rastlamak da mümkün değildir. Bunun sırrı, Hz. Peygamberin müsâmaha anlayışında yatmaktadır. Fetihten sonra Mekke halkı, sanki mağlup edilmiş bir millet ve işgal edilmiş bir memleketin halkı değillerdi; hak ve vazifeler konusunda zaferi kazananlarla eşit duruma gelmişlerdi.
İslâm’ın en eski düşmanlarından biri olan Safvân b. Ümeyye, Hz. Peygamberin huzuruna çıkarak şöyle dedi: “Beni affetmek lütfun- da bulunduğunuzu bana bildirdiler." Hz. Peygamber: “Evet" dedi. Safvân, cevâbem “Fakat ben İslâmiyeti kabul etmek istemiyorum-, düşünmek için bana iki ay müsaâde et" dedi. Hz. Peygamber ona: “Sana dört ay mühlet veriyorum." dedi." Bu bir tek olay bile, İslâm’ın kılıç zoruyla yayıldığını iddiâ edenlere en güzel cevaptır.
Hz. İbrahim’in inşâ ettiği Kâbe-i Muazza- ma’nın etrafında, Arapların 360 tane putu vardı. Hz. Peygamber, elindeki değnekle bunları birer birer itiyor, her birini bizzat yere düşürüyordu. Putlar yıkılırken de şu âyetleri okuyordu: “Hak geldi bâtıl yok oldu, esâsen bâtıl yok olmağa mahkûmdur.”1’" “Hak geldi, artık bâtıl ne yeniden başlar ne de geri gelir." "2l Hz. Peygamberin müezzini Bilâl-i Habeşi (r.a.) Kâ- be’nin üzerine çıkarak, o tatlı ve yanık sesiyle ezan okudu, “Allâhü Ekber” sadâlarıyla Mekke ufukları çalkalanıyor, “Lâ ilahe illallâh" nidâsı göklere doğru yükseliyordu. Bütün Mekke kulak kesilmiş, bu sesi dinliyordu. Böylece, Tevhid Dininin Merkezi olan Kâbe-i Muazzama, putlardan temizlenmiş oldu. Bu fetih, zâten putlarla dolu olan Beytullahı, secde eden, ibâdet için yerlere kapanan kimseler, yalnız Allah’a ibâdet etsinler diye putlardan temizlemek içindi. Kelimetullahı i’lâ, Tevhid Dinini ihyâ içindi.
Hz. Peygamber, fetihten sonra, Safâ tepesinde yüksek bir yerde durdu. Yeni müslüman olanlar, oraya gelip Ona biât ettiler. Hz. Ebû Bekir’in babası Ebû Kuhâfe, çok yaşlı olduğu halde henüz müslüman olmamıştı. Gözlerinin feri kalmamış, yolunu göremiyordu.
Oğlu Ebûbekir, ihtiyar babasının elinden tutarak, Hz. Peygamberin huzuruna getirdi. Herkese karşı saygı gösteren büyük Peygamber: "İhtiyarı niçin buralara kadar zahmete koştun? Onu kendi haline bıraksaydın, biz onun ayağına giderdik," dedi. Onu önüne oturttu. Elini göğsü üzerine koyarak ona İslâm’ı telkin etti.
İşte o, insanlara böyle muâmele ederdi. İslâm dini, onun bu örnek davranışları sayesinde yayıldı.
Hz. Peygamber bu gibi sözleriyle ve buna benzer uygulamalarıyla, Mekke halkının gönlünü aldı. Mekkeliler, gruplar halinde müslüman olmaya başladılar. Dün İslâm’a düşman olanlar bugün Hz. Muhammed (s.a.s.)’ın yüksek ahlâkını, ondaki insanlık duygusunu görünce, müslümanlığa gönülleri ısındı ve hiç zor görmeden içten gelen bir his ve teslimiyetle İslâm’ı kabul ettiler. Böylece bu fetih, gerçekten bir “Feth-i Mübîn" oldu."13
Hz. Peygamber Mekke’de hiçbir asker bırakmadan Medine’ye çekildi. Mekke’nin idâ- resini de müslümanlığı yeni kabul eden bir Mekkeliye bıraktı. İşte Hz. Peygamberin bütün bu davranışları, insanların kalbinin nasıl kazanılacağını gösteren ve İslâm’ın hoşgörü anlayışını apaçık ortaya koyan hususlardır. Gerek dünya, gerekse toplum barışının oluşmasında, Hz. Peygamberin bu af ve hoşgörü anlayışını örnek almaya insanlığın çok ihtiyacı vardır.


1- Muhammed Esad Efendi, Tarih-i Dini İslâm, ise. 1319, c. 3, s. 418.
2- Tecrid i Sarih Tercemesi, c. 10, s. 235 (Hadis No: 1622)
3- İrfan Yücel, Peygamberimizin Hayatı, D.İ.B. Yayını, Ankara, 1998, S. 206, 210.
4- Alâk, 1.
5- Müddessir, 3; isrâ, 111.
6- Yücel, a.g.e, s. 212.
7-Hucurât, 13.
8- Yûsuf, 92.
9- A. Himmet Berki, Osman Keski oğlu, Hâtem’ül-Enbiyâ Hz..Muhammed ve Hayatı, D.İ.B. Yayını, Ankara, 1972, s. 326-328.
10- Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, Tere. M. Said Mutlu, İst. 1966, C. 1, S. 173.
11- isrâ, 81.
12- Sebe, 49.
13- Berki, Keskioğlu, a.g.e., s. 329, 330, 34.