Makale

ISLAHHANELER

ISLAHHANELER

Doç. Dr. Nesimi Yazıcı
Ankara Univ. İlahiyat Fak. Öğr. Üyesi

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in on iki suresinde yirmi üç defa yetimlerden bahsedilir. Peygamberimiz de daha dünyaya teşriflerinden önce babasını, altı yaşında da annesini kaybederek yetim kalmış, önce dedesinin sonra da amcasının bakım ve nezaretine muhtaç olmuştur. Onun hayat bahşeden hadislerinde yetimlerin korunması, bakılıp büyütülmeleri, ilerideki hayatlarında kendilerine ve topluma hayırlı birer kişi olarak yetiştirilmeleri konusunda sayısız hatırlatmalar, yerine göre sakındırma ve yerine göre müjdeler vardır. Sözü hiç uzatmadan alemlere rahmet olarak gönderilen bu büyük insanın hayatına bir pencere aralayalım.
Bir bayram günü yüce Rasül Mescid e gitmektedir. Yolda yeni elbiseleri içerisinde neşe ile oynayan bir çocuk topluluğunu görür, sevinir. Fakat bu topluluktan uzakça bir köşede, onları seyreden, akranlarına katılmamış bir küçüğü görür ve hemen onunla ilgilenir. Bu bir yetimdir. Böyle bir günde yetim olmanın, belki küçük bir şeyle, ucuz bir giysiyle de olsa sevindirilmemiş olmanın garip hüznünü küçük yüreğinde hissetmektedir.
Peygamberimiz çocuğa; "Senin babanın (Hz.) Peygamber, annenin de Aişe olmasını arzu etmez misin?" der. Kendisiyle ilgilenenin bizzat Peygamberimiz olduğunu o zaman anlayan çocuk büyük bir sevinç duyar ve bundan sonra o da arkadaşlarıyla neşe içerisinde oyuna dalar. İşte yüzyıllardır müslümanlar yetim karşısında bu prensip ve hedefleri gözö- nünde tutarlar. Sonuç itibarıyla da İslam toplumların- da; babasının koruma ve gözetiminden, annesinin şefkat ve merhametinden yoksun küçüklere bu eksiklikleri, cemiyetin onlar üzerindeki engin sevgi halesiyle unutturulur, topluma, vatanlarına, İslam’a kazandırılırlar.
Geçmiş dönemin sayısız vakıflarının önemli bir bölümünde, yetim çocuklar için getirilmiş değişik uygulamalar görmekteyiz. Biz bu defa sizlere, bu küçük girişten sonra Midhat Paşa (1822-1884) nın ilkini 1863 sonlarında bugün sınırlarımızın çok uzağında kalmış bir bölgede, Niş’te kurduğu bir müesseseden. bahsetmek istiyoruz.
Yetim çocuklar için açılan bu kurumun adı Islahhane’dir ve ismi doğrudan doğruya Kur’an-ı Kerim’den alınmıştır. (Bakara, 220)
Tanzimat döneminin önemli valilerinden biri olan Midhat Paşa Niş valiliğine 20 Mart 1861’de başladı. Orada çok değişik alanlarda başarılı hizmetler verdi. Bu hizmetlerini hem arşiv kaynaklarından, hem kendi hatıralarından ve hem de hakkında yapılan bir çok çalışmadan takip etmekteyiz. Biz bunları bir kenara bırakarak onun müslüman ve gayrı müslim çocuklar için kurmuş olduğu Islahhane ye bakalım.
Midhat Paşa’ya göre; bir memleketteki bütün fakir ve âciz yetimlerin bakılıp büyütülmeleri, ilerideki hayatlarında topluma yük değil faydalı birer kişi olarak yetiştirilmeleri, içerisinde yaşadıkları cemiyet üzerine düşen bir borçtu. Bu borç ödenmek suretiyle onların muhtemel suçlu, muhtemel kötülük kaynakları olmaları önlenecek, vatanlarına ve milletlerine faydalı elemanlar haline geleceklerdi.
Midhat Paşa, Niş’te uygun bir mekânı bu amaca tahsis etti. Lüzumlu gelir kaynaklarını belirleyerek ayırdı. Hemen çevredeki yetim çocuklar toplatıldı. Bunların beş altı yaşından küçük, oniki-onüç yaşından büyük olmamalarına dikkat edildi. Çocuklar hem oku- ma-yazma, hesap ve benzeri dersler görecekler, bu arada dinî bilgiler edinecekler, hem de birer sanata devam edeceklerdi. Fakat burada bilhassa dikkatimizi çeken husus müslüman yetimler müslüman hocalardan okurlarken, Hristiyan çocuklar için de Hristiyan öğretmenlerin tayin edilmiş olduğudur. Yatılı olan okulda, her türlü ihtiyaçları karşılanarak beş yıl süreyle bulanacak çocuklar, okul bittiğinde isterlerse kendilerine yardım edilerek birer dükkân sahibi olabilecekler, isterlerse okulda kendi hesaplarına çalışabileceklerdi. İşte bizde sanat öğreten okulların başlangıcı da bu müessesedir.
Niş Islahhanesi’nin açılıştan beş-altı ay sonrasının tarihini taşıyan dönemin resmî gazetesi Takvim-i Vekayi (Defa 746, 24 Z. kâde 1280) bu girişimle ilgili dikkat çekici ayrıntılar vermektedir. Buradan küçük bir alıntı yaparak biri Müslüman, diğeri Hristiyan iki yetime bakalım:
Mehmed dokuz yaşındadır. Babası ve annesi öldüğü gibi, kendisinin bakımını ve yetiştirilmesini üstlenecek bir yakını da yoktur. Birkaç seneden beri çergenişîn/iki direkli çadırda oturan çingeneler, sevabına ona yemek-yiyecek vermektedirler. Bu vaziyet, onun şimdiki ve ilerideki hayatı için olumsuz bir durumdur. Islahhane kurulup bu durumu öğrenildiğinde derhal oraya kaydedilmiş, temizlenmiş, doyurulmuş, giydirilmiş ve derslerine, sanat öğrenmeye başlamıştır. Artık onun istikbâli -Allah’ın izniyle- temin edilmiştir. Mehmed’in mukabili Hristiyan çocuğunun ismini bilemiyoruz. Fakat o da kimsesiz. Yaz aylarında birisi onar para gündelikle koyun çobanlığı yaptırmıştır. Kışın koyunlar meraya çıkmayacağından çocuğa da ihtiyaç kalmamıştır. Yatacak yeri bile olmadığından artık o sokaklardadır. Üstünde parça parça olmuş bir keçi derisi post vardır ve bir dükkânın kepenkleri altında geceleri geçirmeye çalışmaktadır. O da Islahhaneye alınmış, kısa sürede okuyup- yazmayı öğrenmiş ve bir sanata başlamış, Takvim-i Vekayi’nin ifadesiyle "İnsanlığın lezzetini tatmaya başlamıştır.
Midhat Paşa’nın ilkini Niş’te kurduğu, daha sonra valilikte bulunacağı yerlerde, ezcümle Tuna valiliği sırasında Rusçuk ve Sofya’da, sonra Bağdad’da, Şam’da, Selanik ve İzmir’de bulunduğu sıralarda buralarda açılacak ıslahhaneler, dönemin diğer valileri tarafından da örnek alınarak Osmanlı ülkesinin her köşesine yayılmıştır. Yetimlerin yanında küçük yaşta her hangi bir suç işlemiş çocuklar da ıslahhanelerde özel olarak eğitilmişlerdir. Tabiatıyla Müslüman-Hristiyan ayırımı yapılmadan ve her çocuğun kendi dininden hocalardan okuması kaydıyla. Islahhanelerin ne derece muntazam bir çalışma düzenine sahip oldukları onlar için hazırlanmış elliiki maddelik yönetmelikte açıkça görülmektedir. (Düstur, 1/2, İstanbul, 1289, s.277-295).
İslam’ın buyruklarının yaşanan gerçekler haline getirilmesi yönünde dikkat çekici bir örnek olduğunu düşündüğümüz ıslahhanelerin neden bu ismi aldıklarını belirterek yazımıza son verelim.
Niş’te yetimler için bir okul açılmış, fakat buna bir isim verilmemişti. Okuldaki öğrenci sayısı artmış, yüzü geçmişti. Bu arada bir benzeri olmayan bu müesseseye ne gibi bir isim verilebileceği düşünülüyordu. Midhat Paşa’nın oğlu Ali Haydar tarafından yayına hazırlanan hatırâtına göre, bunun için Kur’an-ı Kerim’den tefe’ül edilmesi uygun bulunmuş, neticede Bakara suresinin 220. ayeti (otuzdördüncü sahife başı) çıkmış ve teberrüken okul bu isimle anılmıştır. "Sana yetimleri sorarlar, de ki: "Onların işlerini düzeltmek (ıslah) hayırlıdır’1. Osman Nuri (Ergininin kaydına göre ise; Niş’te söz konusu okulun kurulması düşünüldüğü sırada, isminin ne olacağı gündeme gelmiştir. Kendisi de hafız olan Midhat Paşa Ramazan’da
Kur’an okurken, yukarıda geçen âyet-i kerîmeye geldiğinde, bunu hayra yorarak okulun Islahhane olarak adlandırılmasını uygun görmüştür. Ayrıca da bu ismin, güzel Türkçemizin Rumeli şivesinde çok kullanılan iyi anlamındaki "ıslah", pek güzel, pek iyi "pek ıslah" kelimesi dolayısıyla da, yani bölge halkının alışkın olduğu bir kelime olması nedeniyle bu isim hem burada kabul görmüş, hem de bundan sonra açılacak benzer okulların genel adı olmuştur. (Mecelle-i Umûr-ı Belediye, İstanbul, 13381922, c.l, S.745) işte atalarımızın Kitabımıza, onu getiren Peygambere bağlılıkları ve bu durumun sonucunda buyrukların yaşanılır gerçekler haline gelmesine küçük bir örnek.