Makale

MODERN DÜNYANIN YENİ HURAFELERİ VE FETÖ

MODERN DÜNYANIN YENİ HURAFELERİ VE FETÖ

Prof. Dr. Ali AVCU
DİB Din İşleri Yüksek Kurul Üyesi

Hurafenin tanım ve çerçevesi
Sözlükte “bunamak” anlamına gelen “harefe” kökünden türemiş bir isim olan hurafe kelimesi “akla ve gerçeğe aykırı düşen aldatıcı söz” demektir. Hurafe kelimesi Kur’an’da yer almamakla birlikte onunla anlam yakınlığı bulunan üsturenin (uydurulmuş söz) çoğulu esatir, ihtilak (yalan uydurmak), tekavvül (uydurulmuş söz) ve huluku’l-evvelin (önceki milletlerin geleneği) gibi kavram ve terkipler hurafe kelimesiyle yakın manalar taşımaktadır.
Hurafe kelimesi, mantıki tabanı olmayan, gerçek hayatla ilişkisi bulunmayan inanç ve uygulamalar, iyilik veya kötülük getirebileceğine inanılan kuvvetler için kullanılır. Genellikle sihir, büyü ve bunların ürünü olan objelerle alakalı inançlar da hurafe terimiyle ifade edilir. Geleneksel olarak hâkim dinler tarafından kendilerinden önceki genel kabul görmemiş inanç ve davranışlar için kullanılan hurafe, bu özelliğiyle izafi bir tabir olup objektif anlamda kullanılması zordur. Bu açıdan meseleye yaklaştığımızda İslam’a göre hurafe, Kur’an ve sünnet gibi dinin asli kaynaklarında yer almadığı hâlde farklı din ve kültürlerin bazı ritüel, ayin ve uygulamalarının sanki İslam’ın bir kabulüymüş gibi benimsenmesidir.
Hurafe genellikle bidat kavramı ile birlikte kullanılır. Bununla birlikte bidatler, din dairesi içerisinde görülen ve yabancı kültürlere dayanmayan kimi yanlış uygulama ve inançlar için kullanılırken hurafe kavramı ise genellikle farklı dinî ve kültürel uygulamalara dayanan yanlış uygulama ve inançlar için kullanılmaktadır.
Modern dönemde hurafelerin yaygınlaşma sebepleri
İslam dini Mekke ve Medine merkezli olarak ortaya çıktığı hâlde çok kısa bir süre içerisinde farklı coğrafyalarda yayılma imkânı bulmuştur. Bunun bir neticesi olarak da İslam toplumu farklı kültürel ve dinî unsurlarla karşılaşma ve bir arada yaşama tecrübesine sahip olmuştur. Bu dönemde İslam toplumu, diğer din ve kültürlerin bazı inanç ve uygulamalarının etkisinde kalabilmiştir. Bununla birlikte günümüzle kıyaslandığında Orta Çağ’daki kültürler arası etkileşimin çok daha sınırlı olduğunu söylemek mümkündür. Zira modern dönemde, içinde yaşadığımız dünya global bir köy olarak tanımlanmaktadır. Öyle ki günümüz dünyasında farklı kültürel çevrelere ulaşmak ve onlarla iç içe yaşamak hiç olmadığı kadar kolaylaşmış ve yaygınlaşmıştır. Sosyal medya aracılığıyla dünyanın en ücra köşesinde yaşayan ilkel bir kabiledeki bir olay bile kısa sürede bütün dünyada duyulabilmektedir. Haber ve bilgiye ulaşmada sağlanan bu ileri aşama, ister istemez kültürler arası etkileşimi de hızlandırmıştır. Öte yandan dünyamız, bu hızlı değişime bağlı olarak tarihin en büyük göçlerinden birisine maruz kalmakta, gelişmemiş bölgelerdeki insanlar daha gelişmiş Batılı devletlere doğru intikal etmektedir. Bu büyük çaplı yer değiştirmeler de kültürler arası etkileşim ve değişimi hızlandırmaktadır.
Günümüz toplumlarındaki bu sıcak kültürel iletişim, değişim ve göç olgusu, doğal olarak farklı kültürlerin kaynaştığı ve harmanlandığı yeni sosyal çevrelerin ortaya çıkması neticesini doğurmuştur. Bu sosyal hareketlilikten dinlerin de etkilenmesi kaçınılmazdı. Yeni durumun din alanında ortaya çıkardığı belki de en dikkat çekici sonuç, yeni dinî hareketlerin ortaya çıkması olmuştur. Bu yeni dinî hareketler farklı kültürel unsurlardan beslenerek geleneksel dinî gruplara ve anlayışlara muhalif dinî söylemler geliştirmeye başlamışlardır. Bunların en önemli özelliklerinden birisi de farklı kültürel unsurların bir arada sunulduğu eklektik yapılar olmalarıdır. Bir başka ifadeyle modern dönemin yeni hurafelerinin üretildiği ana merkezler olmalarıdır.
Günümüz Türkiye’sinde yeni hurafeler
Modern dönemin şartları, İslam âleminde ve ülkemizde dinî gruplar üzerinde birtakım yeni neticelerin ortaya çıkmasını beraberinde getirmiştir. Geçmişle kıyaslandığında bireysel kimliği ön plana çıkmış, grup ya da cemaat aidiyeti daha zayıf yeni bir insan ortaya çıkmıştır. Bu “yeni insan”, bir taraftan dinî ihtiyaçlarına yeterince cevap vermediğini düşündüğü kurumsal dindarlığa karşı çıkarken diğer yandan dine de tamamen bigâne kalamamıştır. Bu şartlar altında o, kendi din anlayışını oluşturma çabası içerisine girmiştir. Diğer yandan kurumsal dinî yapıların ve anlayışların bu yeni insanın ihtiyaçlarına cevap verme noktasında yetersiz kaldığını düşünen bazı kişiler ihtiyaca cevap verip bunu bir kazanca dönüştürme noktasında ön almaya başlamışlardır. Tam da bu noktada karşımıza yeni bir hurafe alanı çıkmıştır. İslam tasavvufunun kimi söylem ve uygulamaları ile Uzak Doğu dinlerinin bazı ayin ve uygulamalarının modern kimya, fizik ve benzeri bilimlerden de destek alınarak harmanlandığı senkretik bir din anlayışı model olarak sunulmaya başlanmıştır.
Kökeni bâtıni yorum geleneğine dayanan bu yeni spiritüalist akım, dinin ana kaynakları olan Kur’an ve sünneti kuralsız ve keyfî yorumlarla kendi anlayışlarına payanda yapmaktadır. Bunlar özellikle sufi çevrelerde zaman zaman kabul görmüş bazı hurafeleri devam ettirmekte beis görmemektedirler. Öte yandan Uzak Doğu dinî geleneklerinin reiki, yoga, kundalini gibi bazı uygulama ve anlayışları bu yeni din yorumunun modern hurafeleri olarak öne çıkmaktadır. Böylece İslam toplumunun tarihsel tecrübesinde yaygın olarak yer bulmuş kimi hurafelere modern versiyonlarının da bolca eklendiği yeni bir İslam anlayışı geliştirilmeye çalışılmaktadır. Aslında bu yeni yorum o kadar metinden bağımsız ve keyfî hareket etmektedir ki âdeta her spiritüalist bireyin kendine ait yeni bir din anlayışı ortaya çıkmaktadır.

Modern dönem hurafelerin global versiyonu: FETÖ
Kuşkusuz modern dönemdeki hurafe üretim merkezlerini, bireysel dindarlığı önceleyen spiritüalist çevrelerle sınırlandırmak mümkün değildir. Zira ondan çok daha önce İslam toplumunda hurafe türü inançları yaygınlaştırmak için bilinçli birtakım çabaların başlatıldığına şahit olmaktayız. Osmanlı Devleti’nin zayıflayıp toprak kaybetmeye başlaması ve kaybedilen bölgelerin Batılı güçlerin sömürgesi hâline gelmeye başlaması ile birlikte onlar, sömürge topraklarını daha iyi yönetebilmek için oryantalist faaliyetlere yoğunluk verdiler. Oryantalist faaliyetlerin din alanındaki en önemli hedeflerinden birisi, Müslümanları, onların mezhep, cemaat ve tarikatlarını tanımak ve elde edilen verileri bölgeyle ilgili siyasi planlarına hizmet edecek şekilde kullanmaktı. Bu çerçevede Müslüman coğrafyadaki geleneksel dinî grupları kendi yanlarına çekmeye yönelik birtakım politikalar geliştirdikleri gibi bununla yetinmeyerek yeni dinî grupların ortaya çıkmasını da teşvik edip ana bünyeyi bölmek temel bir siyaset olarak benimsendi. Bu amaca hizmet edecek yapılar desteklendi ya da doğrudan hedefe yönelik kurgusal dinî gruplar ihdas edildi.
Emperyal güçlerin İslam coğrafyasıyla ilgili politikalarının bir sonucu olarak ortaya çıkan kurgusal cemaatlerin en temel özelliklerinden birisi, Müslümanların çoğunluğu tarafından kabul edilen din anlayışlarının bazı tartışmalı noktalarını istismar ederek ya da modern bir din söylemi iddiasının arkasına sığınarak yeni hurafe alanları ortaya çıkarmaktı. Örneğin İslam toplumunda yaygın bir kabul görmüş olan mehdi anlayışını istismar ederek kendisini aynı anda mehdi, mesih, krişna ve avatar olarak gören ya da mehdi, imam, halife ve resul olarak tanımlayan tipler yeni bir hurafe alanı oluşturdu. Yine sufi düşüncede öne sürülen ilham anlayışından hareketle vahiy aldığını iddia eden ya da velayet anlayışından hareketle nübüvvetin bittiğini ancak risaletin devam ettiğini savunan bazı hurafeci yorumlar tedavüle sokuldu.
Ülkemizde bu kurgusal yapıların belki de en önemli örneği FETÖ’dür. FETÖ hareketi, emperyal güçlerin İslam toplumundaki önemli aktörlerinden birisi olarak üzerine düşen görevi elinden geldiğince yerine getirmeye çalışmaktadır. Hareketin lideri Gülen öncülüğünde, Şii Bâtınilerin sosyopolitik ve dinî anlayışlarının İslam tasavvufunun kelime ve kavramlarıyla kamufle edildiği modern bir yapı ortaya çıkarılmıştır. Bu yapı, gücünü artırabilmek adına başta Kur’an olmak üzere pek çok dinî değeri fütursuzca kullandığı gibi sistemi içerisinde hurafelere de oldukça yoğun bir yer ayırmıştır.
FETÖ’nün tedavüle soktuğu hurafelerin iki farklı alanda yoğunlaştığını söylemek mümkün: Onlar bir taraftan sufi çevrelerde yaygın olan bazı anlayış ve kabulleri çarpıtarak kendi hurafelerini oluşturmaktadırlar. Diğer yandan özellikle Batı ile bağlantı kurmak adına Yahudilik ve Hristiyanlık gibi dinlerin bazı hurafelerini sistemlerinin içerisine dâhil etmektedirler.
Sufi düşünceye ait olduğu intibaı veren birinci tür hurafelerde temel hedef, Gülen’in metafizik varlığa ve güçlere sahip, gayb âleminin sırlarını bilen, melekler ve cinlerle görüşebilen, kendisine nûr-ı Muhammedî’nin tecelli ettiği seçkin ve insanüstü bir varlık olarak kabul edilmesini sağlamaktır. Örneğin Gülen, bu hedef doğrultusunda şöyle bir iddia öne sürmektedir: “Bu yıl hacca gittim. Arafat’ta uyurken gökten yeşil elbiseli iki kişi inip kendi aralarında konuştular. … Biri diğerine ‘Bu yıl kaç kişi hacca geldi?’ diye soruyor. Diğeri de 600.000 kişi geldi, diye cevap veriyor. Bu sefer aynı kişi ‘Allah bunlardan kaçının haccını kabul etti?’ diye soruyor. O da ‘Allah, sadece 6 kişinin haccını kabul etti.’ diyor.”
Bir başka FETÖ hurafesine göre Gülen, cinlerin etkisinde kalan bir kadına şifa vermek için yanına Hz. Hamza ve Bedir ashabını da alarak gidebilen bir mitik kahramandır: “… Daha merdivenlerden çıkarken hasta kadın bağırmaya, ‘Niye kaçıyorsunuz? Hz. Hamza geldi diye kaçıyorsunuz, değil mi?’ diye konuşmaya başlamıştır. Kadın bu sayede şifa bulmuştur.”
Bir cemaat mensubunun anlattığı hurafe kabilinden menkıbede ise farklı çağlarda yaşamış olan Hz. Peygamber, Abdülkadir Geylani, Said Nursi, Gülen, Rize ve Trabzon’dan cemaat üyelerinin yer aldığı metafizik bir birliktelik yaşanmaktadır. Menkıbenin amacı Gülen ve cemaatinin seçkinliğini ortaya koymaktır: “Abdülkadir Geylani Rize’den birisini, Trabzon’dan birisini alarak Hz. Peygamber’in mescidine geldi. Orada Peygamber Efendimiz, Abdülkadir Geylani, Bediüzzaman ve Hocaefendi vardı. Peygamber Efendimiz ‘Siz buyurun.’ diyerek Fethullah Gülen Hocaefendi’yi imamlığa geçirdi. Gülen Hocaefendi ve ağabeyler büyük bir salonda oturmuş, hizmetin meseleleri hakkında istişare ediyorlardı. Fakat hepsi üzgün ve boynu büküktü. Ben salonun kapısındaydım. O sırada Peygamber Efendimiz salona girdi. Hocaefendi ‘Ya Resulüllah! Ne olacak hizmetler, bu işler nasıl olacak?’ diye sordu. Peygamber Efendimiz ‘Üzülmeyin, ben her hizmetin başında bizzat bulunacağım.’ buyurdular. İleride bir ışık kümesi görüyoruz. Oraya vardığımızda Peygamberimiz karşıda. Onun arkasında sahabe, önünde Fethullah Gülen Hocaefendi var. Peygamberimiz, Hocaefendi’ye ‘Sen bana ne getirdin’ diye sorduğunda Hocaefendi’nin arkasında simaları parlak bir cemaat ordu şeklinde dizilmiş…”
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi FETÖ, özellikle Batı ile bağlantı kurmak adına Yahudilik ve Hristiyanlık gibi dinlerin bazı hurafelerini de sisteminin içerisine dâhil etmiştir. Bunun en ilginç örneklerinden birisini onların mehdi anlayışlarında görmek mümkündür. İslam toplumunun geneli ahir zamanda bir mehdinin geleceğini ve insanlığın kurtuluşunu sağlayacağını kabul etmiştir. Bununla birlikte Hz. İsa’nın geri geleceğine de inanılmış, ancak kurtarıcı rolü mehdide görülmüştür. FETÖ, Batıya şirin gözükmek adına bu genel kabulün aksine ahir zamandaki kurtarıcı rolünü Mesih’e vermiş, mehdinin rolünü “mesihin gelişi için hazırlanmak” olarak tanımlamıştır: “Hz. Mesih ister şahıs, isterse şahsı manevi olarak algılansın, onun yeryüzüne inmesi öncesinde, bize düşen vazifeler vardır. Bu cümleden olarak ortamın onun temsil ettiği ruh ve manaya hazır hâle getirilmesi, mehdiyyet ve mesihiyyet soluyan insanlar yetiştirilmesi, dünya-ukba dengelerinin yeniden yerlerine oturtulması sayılabilir.”
Gülen, daha 1978’lerde kendisini mesihin merkebi olarak konumlandırarak mehdilik konusunda Yahudiliğe dayanan bir hurafeyi savunduğunu ilan etmiştir: “Rabbim, (beni) ahir zamanda enfasıyla teneffüsatıyla insanlığa nefhedecek (üfleyecek) mesihin merkebi yaptı. Onu şeref bilecek, onunla cennete girme ümidine kapılacağım…” Onun burada kullandığı “mesihin merkebi” ifadesi Kitab-ı Mukaddes’te geçen bir tabirdir: “Sevinç çığlıkları at, kızım Zion, sevinç çığlıkları kızım Jarusalem. Bak kralın geliyor. O adil ve yardımsever, o mütevazı ve o bir merkebe biniyor.”
Örnekleri çoğaltmak mümkün... FETÖ örgütü, emperyalist güçlere hizmet eden kurgusal bir yapı olarak dinin her kutsalını fütursuzca kullandığı gibi ürettiği hurafelerle de sözünün etki gücünü artırmak için büyük bir çaba harcamaktadır. Millet olarak bize düşen görev, din konusunda doğru bilgi sahibi olmak ve bu tür hurafeci anlayışlara karşı uyanık olmaktır.