Makale

Kanada'da Türk-İslâm Ruhunu Yasatan Örnek Bir Toplum

Kanada’da Türk-İslâm Ruhunu Yasatan
Örnek Bir Toplum

Dr. NİYAZİ KAHVECİ
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

Türkiye’den on bin kilometre uzaklıkta Kanada’nın Windsor şehrinde bu yılki Ramazan ayında görev yapmak bana nasip oldu. Bu vesile ile bazı gözlemlerimi, dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan soydaşlarımıza katkısı olur düşüncesiyle aktarmak istiyorum.
Windsor, Kanada’nın güneyinde Amerika ile sınır iki yüz bin nüfuslu bir şehir. Bu bölgede civar şehirler ve ABD nin Detroit şehri ile birlikte yaklaşık yüz Türk ailesi yaşamaktadır. Onlar 1960’lı yıllarda ve yirmili yaşlarında iş bulmak için buralara gelmişler. Anne ve babaları "Eyvah çocuklarımız dini duygularını yitirecek ve kaybolacaklar" endişesiyle gitmelerini hiç istememişler. Ancak şimdi onları ziyarete geldiklerinde yanıldıklarını görmekle ne kadar seviniyorlar. Onların bazısı otomotiv sanayiinde çalışmakta, bazıları da emekli olmuş, serbest iş kurmuş ve işçi istihdam etmektedirler. Üçüncü nesilleri de dünyaya gelmiş. Gençlik çağları geçip aklı selimlerine kulak verme dönemi geldiğinde düşünmüşler, kaybolmamak, asimile olmamak ve Müslüman-Türk kalabilmek için tedbir almaya karar vermişler. Çocukluklarında aldıkları aile eğitimi ve Türkiye’deki sosyal atmosferin tezahürüyle bir araya gelip aynı havayı yaşamaya ve gelecek nesillerine aktarmaya başlamışlar.
İlk iş olarak bir cemiyet kurmuşlar. Onüç dönüm arazi üzerinde bin dört yüz metrekare inşaatı ve beşyüz bin dolar değeri olan bir okulu satın almışlar. Dini, milli, sosyal ve kültürel tüm ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde, içinde cami, okul, spor ve sosyal faaliyetler salonu oluşturmuşlar. Burada Türkiye’nin her safhadaki havasını teneffüs edebiliyorlar.
Bu binada Türk adetlerine göre evleniyor, düğünlerini yapıyor, dini ve milli bayramlarını kutluyorlar. Bayramların duygu paylaşımı olduğunu çok iyi kavramışlar. Duygular en yakın kişilerle paylaşılabilir zaten. Çocuklarına Türkçe ve milli folklorlarını öğretiyor, Ramazan ayında Diyanet ten hoca getirterek devletlerinin sağlıklı din anlayışını her yıl tazeliyorlar. Bu şekilde teneffüs edilen dini ve milli hava vasıtasıyla Türkiye ile bağlarını koparma- maya gayret ediyorlar. Gerçekten de din görevlisinin sadece dini değil, aynı zamanda milli duygular içinde çok önemli fonksiyon gördüğüne orada şahit oldum.
Hayatımın en anlamlı Ramazanından bazı kesitler zikredeceğim. Havanın sıfır altında, yolların buzlu olduğu bir Şubat kışında, iftarını yapıp kucağında kundaklı çocuklarla teravihe koşan bacılarımızın arzettiği manzarayı düşünün. Teravihten sonra vaazını dinleyip, salonda her yaştan çocukların da katıldığı sohbetlerle yetişenler hiç kaybolur mu? Hafta sonları düzenlenen toplu iftarlar bir başka öneme haizdi. Bir kaç aile iftarın finansını karşılamakla birlikte pişirilmesini de kendileri yapıyor. Kendileri dahil herkesin iftar için ödediği ücretle binanın masrafı karşılanmakta. Böylece hem maddi ve hem de manevi kaynaşma için çok etkili bir başka vasıta kullanılmış oluyordu. Bu hazdan nasibini almak için Amerika’dan karlı ve buzlu yollarda bir kaç saat yol kat edenleri düşünün. Nesilden nesile on bin kilometre uzakta bile kültür nakli mümkün. Onlar, kültür aktarımının kopukluk kaldıramayacağını çok iyi anlamışlar.
Kültür kopukluğunu önlemek için kullandıkları bir diğer vasıta ise video ve teyp bantlarıdır. Arabalarına bindiğinizde teypde Türkçe kaset, evlerde oturduğunuzda televizyon yerine Türkçe video bantları. Küçük çocuklar Türk örf ve adetleriyle birlikte Türkçeyi de düzgün öğrenmişler ve aile yapılarını muhafaza etmişler. Ne dersiniz, belki de Batı nın bozulan ailelerine karşılık gelecekteki tek umutları Türkler olacak.
Türk kaybolmaz, asimile olmaz, erimez gerçeğini görmek orada bana nasip oldu. Çocuklarını Türkiye’den evlendirmeye gösterdikleri özenin de bu ideale büyük katkısı olmuş. Kanadalı erkeklerle evlenen Türk kızı yok denecek kadar az ama kadınlarıyla evlenen erkeklerimiz mevcut. Onlar ya eşlerini müslüman yapmışlar ya da dinimizin öğretisi gereği müslüman olmaya zorlamamışlarsa da milli örf ve adetlerimizi kendilerine öğretmişler. Bu bayanların toplu iftarlardaki gayretleri görülmeye değerdi.
Bütün bu gayretlerin sonucu, orada doğup büyüyen genç kız ve erkeklerimiz Türkiye’de evlenip kalmayı düşünebiliyorlar.
İşte bu yüz aile hiç bir fraksiyona bölünmemiş. Ancak sürekli bir hocanın yokluğu, oralarda çöreklenen çeşitli dini akımlara imkân veriyor. Gerçi onlar içlerinden hocalığı beceren biriyle bu tehlikeyi göğüslemeye çalışıyorlar ama, ne kadar dayanabilirler? Bölünmemiş Müslüman-Türk ruhunun ne demek olduğunu ve neler yapabileceğini uygulamalı olarak göstermişler. Bu ruh çatısı altında, tarihte bin yıl bir arada yaşamış tüm elementlerin kendilerine yer bulabileceği bir ortam meydana gelmiştir. Müslim, gayri müslim hepsini aralarında görmek mümkün. Dış tahrik ve karıştırma olmayınca Türklüğün anlamı ancak anlaşılıyor. Sadece Türkiye’de yaşayan unsurlar değil, dışardaki Bosnalı, Arnavut, Kürt, Şii, Alevi, KafkasyalI, Orta Asyalı, Kuzey Afrikalılar vs. bir arada haz alacakları ortak değerler bulabiliyor. Otel sahibi Yugoslav Hırvatın, Derneğe yüzlerce sandalye ve masa temin etmekle birlikte, otelinde kalmamdan dolayı duyduğu memnuniyeti ücret almamakla göstermek istemiştir. İşte bu yüz çekirdek aile kendilerini tarihe kaydetmeyi başardılar. Bir metal levha üzerine isimleri yazılarak caminin kapısına asılacak. Bu sahada ilmi araştırma yapanların eserlerine geçecekler. İnsan tendi çocuğunu iyi yetiştirse bile bir nesil sonra ismi unutulmaya mahkumdur. O nedenle bir yerlere isim yazdırmak çok önemlidir.
Dünün Osmanlı’sını bugün Türk tabiri ifade ediyor. Orada şahit olduğum çok anlamlı bir noktayı zikretmeden geçemeyeceğim. Bunca eziyetlere ve maddi kayıplara rağmen Osmanlının
İslâmî götürdüğü milletlerin hiç biri dinden dönmemiştir. Türklüğün bir şemsiye kültür olduğunu orada bizzat gördüm. Türklük bir ırkın değil, işte yukarıda saydığım unsunların oluşturduğu bir kültürdür. Onlardan birini çıkarmak bu kültürü eksiltir. Bu unsurlar, tek başına istikbal elde etmelerinin imkansızlığını, ancak birliktelikle tekrar büyük olacaklarını çok iyi anlamışlar. O nedenle satın alınan cemiyet binasına seve seve bedenen ve malen katkı yapıyorlar. Onları birarada tutan sosyal çimento manevidir. Siyasi sınırlar onları fiziken ayırmışsa da ruhen ayırmadığı çok bariz görülebilir. Bu özellik tarihte kök salmış milletlere mahsustur.
Cemiyet binasının içi dini ve milli posterlerle süslenerek Türkiye havası verilmiş. Hele bir köşeye hak ederek Atatürk’ün "Ne Mutlu Türküm Diyene" sözünü yazmışlar. Atatürk bu sözün dille söylenmesini değil, gereğini yaparak fiiliyatla gösterilmesini kast etmiştir. Çünkü evrensellik içinde Türklük; çilekeşlik, cefakarlık, göğüs germe, yılmama, heryer ve şartta kaybolmama, metanet, hoşgörü ve herkese kucak açma gibi haslelerin en güzellerini hayata geçirmeyi gerektirir. Herkese huzur sağlamayı ister. Türk, bu özellikleri her bulunduğu yer ve şartta herkese tattırandır.
Kanada’da yaşayan ve Türklüğü oluşturan yukarıda saydığım unsurların Türkiye’den tek istekleri var, o da maddi değil manevidir. Türkiye gelişip büyük ülke olsun. Çünkü uluslararası platformda bir devlet sahibi olmanın önemi çok iyi kavranabiliyor. Ve Türklük dünya kamu oyunda tarihi bir medeniyet ve iktidar çağrışımına sahip olduğu için bu unsurlar "Türküm" demeyi kendi sınırlı etnik ismine tercih ediyorlar.
Küreselleşen ve küçülen dünyada ülkeler arasındaki sınırların sadece siyasi önemi kalmıştır. Demokratik ülkelerde demokratik örgütlenme hem kişinin hem de Türkiye’nin yararı için şarttır. Günümüz dünyasında parlamentolar üzerinde baskı grubu görevini görecek lobileşme kaçınılmazdır. Bu nedenle oralarda kıyamete kadar yaşayacak Türk dernekleri ve birlikleri kurma düşüncesinde olunmalıdır. Bir de bulundukları ülkelerin gelişmiş ilimlerini tahsil ederek kendilerinin her türlü ihtiyaçlarını görecek elemanlarını yetiştirmelidirler.
Şunu iyi bilmek gerekir; Türk milleti küçük kalmayı hazmedemez. Mutlaka büyük olacaktır ve o yoldadır.