Makale

Kur'an-ı Kerim ve Embriyoloji

Kur’an-ı Kerim ve Embriyoloji

A. OSMAN ORUM

İnsanın yaratılışında doğum öncesi dönemi içine alan cenin (Embriyon)’in geçirdiği safhaları Kur’an-ı Kerim şöyle tasvir ediyor: "And olsun ki, insanı süzme çamurdan yarattık. Sonra onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra nutfeyi alaka (aşılanmış yumurta)ya çevirdik. Alakayı bir çiğnemlik et yaptık. Bir çiğnemlik etten kemikler yarattık. Kemiklere de et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli olan Allah (C.C.) ne yücedir." (1)
Görüldüğü gibi Kur’an-ı Kerim cenin (Ana rahmindeki Canlı)’in yedi safhadan geçtiğini bildiriyor:
1) Topraktan süzülmüş bir öz,
2) Nutfe (meni)
3) Alaka (aşılanmış yumurta)
4) Müdğa (et parçası)
5) Kemik (iskelet)
6) Etle kaplanmış iskelet
7) Ruh safhalarıdır.
Bir diğer âyette de: "Size ne oluyor ki; Allah’a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz. Oysa sizi merhalelerden geçirerek o yaratmıştır."^)
Kur’an-ı Kerim deki cenin-in bu safhalarına gelince:

BİRİNCİ SAFHA
"İnsanı süzme çamurdan yarattık." ifadesiyle; insanın topraktan yaratılışı gerçeğini görürüz.
İlk insan Adem (A.S.)’in, bugün bizim bildiğimiz anlamda biyolojik yollarla değil; topraktan yaratıldığı Kur’an-ı Kerim’in açık ifadeleriyle bilinmektedir. Ancak bu, toz ve kirden ibaret bir avuç toprağın, Allah’ın "ol" emriyle insan oluvermesi şeklindeki bir anlayıştan ziyade, özellikle buradaki topraktan maksat; içerisinde organik ve inorganik, bugüne kadar bilinen ve henüz bilinemeyen tüm kimyevi elementlerin bulunduğu ve aynı elementleri insan organizmasının da taşıdığı topraktır. Adem (A.S.)’in kimyasal olarak belli elementlerin bir araya getirilip, Allah (C.C.)’ın "ol" emriyle yaratıldığını, (ilk kadın) Havva annemizin de, Adem (A.S.)’e eş olarak, yine Allah (C.C.)’ın "ol" demesiyle mucizevi bir şekilde yaratıldığını, böylelikle biyolojik olarak insan neslinin yaratılma düzeni ilk defa ortaya çıkmış oluyor.
Nitekim modern ilim de, Kur’an-ı Kerim’den yüzyıllar sonra insan organizmasının, toprağın sahip olduğu elementleri (insandan insana değişse de) taşıdığını açıklamıştır. "Toprak ve insandaki ortak elementlerin bir kısmı şunlardır: Karbon, oksijen, hidrojen, fosfor, azot, kalsiyum, potasyum, sodyum, klor, magnezyum, demir, manganez, bakır, iyot, florin, kobalt, silikon, alüminyum, kükürt ve çinko.." (3)
Diğer taraftan, "İnsanın topraktan yaratılması" gerçeğine şöyle bir izahla da yaklaşmak mümkündür: Topraktan elde edilen ürünlerin, insanlar tarafından yenilmesiyle erkeklerde sperma, kadınlarda ise yumurta teşekkül edip, bunların birleşmesiyle, embriyonun ve nihayet insanın doğumunun meydana gelmesi.

İKİNCİ SAFHA
"Sonra onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik." Ayeti celiledeki, "nutfe"den maksat; er- kekden gelen spermalar (yani meni içerisindeki hareketli hücrelerdir. Erkekden kadının rahim boşluğuna giren spermalar, kadının yumurtalık borusuna doğru hareket ederler. Bunlardan biri aşılayacak bir yumurtacığı bularak ve onun zarını da delerek içeri girer. Spermanın yumurtacığa girmesinden sonra, yumurtacığın dışındaki zar kalınlaşarak, gelen öteki spermaların içeri girmesine engel olunur. Döllenmiş olan bu yumurta bir müddet sonra döllenme borusunda bekledikten sonra rahme geçerek kendisi için en elverişli olan bir yere yerleşir.
Rahim; enli ve kalın bir duvara sahip olan, çok sağlam bir organdır. Nitekim ölen bir kadının kabir içinde en son bozulup, kokuşan organı rahmidir. Kur’an-ı Kerim de üzerine basarak rahim için, "sağlam bir yer" ifadesini defalarca tekrarlamaktadır. Allah şöyle buyurur: "Sizi bayağı bir sudan yaratıp onu belli bir süreye kadar sağlam bir yere (rahme) yerleştirmedik mi?"(4)
Ana rahminin çok sağlam bir yer olduğundan bahseden Kuramı Kerim; rahmin içinde üç karanlık bölümden de bahsederek der ki: "Sizi annelerinizin karınlarında üç türlü karanlık içinde yaratılıştan yaratılışa geçirerek yaratmıştır."(5)
Eskiden müfessirler, "üç karanlık" bölüm için; "karın, rahim ve eş (plasenta-etene) karanlığı" diyorlardı. Ancak ayet; karın içinde cenin (embriyon)in bulunduğu yerden üç karanlıktan bahsetmektedir. Burası da rahimdir. Demek ki, üç karanlık bizzat rahim içindedir. Cenin (rahim içindeki canlı)’i kuşatan zarları iyice tetkik edersek, uç tane olduğu görülür; su, ışık ve ısı geçirmeyen üç örtü; "Amniyon zarı, koryon zarı ve (halk içinde eş yada son denilen) plasenta’dır."(6)
1- Amniyon Zarı: "Rahim içindeki canlıyı her taraftan kuşatmış olan iç zar gibidir. Canlı bunun içindedir. İçi, canlı büyümesine orantılı şekilde artan bir sıvı ile doludur."(7) Bu sıvının, canlının beslenmesinden, emniyetinden, canlının zara yapışmamasına hatta canlının sâbit ısısının muhafazasına kadar sayısız faydalarının olduğu tespit edilmiştir.
2- Koriyon Zarı : Amniyon zarı ile plasenta arasında kalan bu zar da; dış ve iç tabaka olmak üzere iki kısımdan oluşmuştur. Rahim içi kan dolaşımı ile embriyonun kan dolaşımını koriyon zarı birbirinden ayırır.
3) Plasenta : Rahim içindeki canlının ilk haftalarından itibaren, plasenta dediğimiz bu organ gelişmeye başlar, canlı; göbek kordonu ile bağlı olduğu plasentadan aldığı kan ile beslenir. Plasentanın esası; kan damarlarından ibarettir. Canlı (bebek)nın göbeğinden çıkan damarlar geniş bir ağ teşkil ederek, rahmin iç duvarına yapışmış olan plasentaya bağlanır. Canlı ile plasentayı birbirine bağlıyan göbek kordonu iki toplar damarla canlı (cenin)ya temiz kan taşırken, bir atar damarla da plasentaya kirli kanı verir. Anne kanından aldıkları yanında, plasentanın kendisi de daha bir çok vazifelerde bulunur. Şöyle ki; "Canlının solunum sistemini, hazım sistemini, idrar boşaltım sistemini ve hatta annenin göğüslerinin süt salgılamasını bile bu organ sağlar."(8)
Demek ki, rahim içindeki canlının sağlığı, tamamen plasentanın sağlığına bağlıdır.

ÜÇÜNCÜ SAFHA
"Nutfeyi alaka haline getirdik."
Bu safhayı Kur’an-ı Kerim "Alaka" dönemi olarak isimlendirir. Bu safhada döllenmiş yumurta (zigot) bölünmeye başlar ve katlanarak çoğalır. Yani 2-4-816-32... şeklinde gittikçe çoğalır, beş gün geçmeden yumurta dut meyvesi şeklini alır. Embriyon bu safhada rahim duvarına plasenta kordonu ile asılı durumdadır. Kur’an-ı Kerim’de anlatılan embriyonun gelişme safhaları, tıbbın son bilgilerine tamamen uymaktadır.
Tabiatta akıl almaz bir düzen vardır. Örneğin; tavuk yumurtası içindeki embriyonu (civcivi) düşünürsek, tüm organları teşekkül edipte yumurta içinden çıkıncaya kadar civcivin, yumurtanın sarısıyla beslenmesi gibi, insan embriyonu da, henüz döllenmenin ilk haftalarında alaka (dediğimiz canlı) etrafındaki kan havuzcuğu ile beslenir. Nitekim eski müfessirler, alaka safhasını "kan pıhtısı" olarak ifadelendirmişler- dir. Çünkü, embriyon ikinci ayın başından itibaren gelişmekte olan göbek kordonu ile bağlandığı plasentadan gıdasını temin etmeye ancak başlayacaktır.
Embriyonun bu safhasına Kur’an-ı Kerim "alaka" ismini vermektedir. Alaka’nın lügattaki karşılıklarını ise, pıhtılaşmış kandan başka; yapışkan şey, asalak ve sülük (denilen bir tür kurt) şeklinde görüyoruz. Bu karşılıklar içinde, bugün kesinleşmiş bilimsel gerçeği, Fransız Profesör M. BUCAİLLE ye göre; "Asılıp tutunan şey" tamamiyle karşılamaktadır.^)
Öte yandan, ana rahmindeki canlının bütün organları teşekkül ettiği halde; canlı pek çok işlevini göremez durumdadır. Döl yatağındaki canlı; tüm ihtiyaçlarını bir kordonla bağlı olduğu plasenta vasıtasiyle annesinden karşılayan tam bir asalaktır.
Ancak, "İnsan (embriyon) hiçbir zaman kan pıhtısı safhasından geçmiş değildir." görüşüne karşı; İsveçli Lennart NİLSSON isimli bir fotoğrafçı, döllenmiş bu yumurta (zigot)yı 400 bin kere büyüterek çektiği fotoğraflarda embriyonun kan pıhtısı görünümünde olduğunu ortaya koymuştur. Son zamanlarda basında da bu habere yer verilmiştir.
Demek ki, Kur’an-ı Kerim’de bu kelime öylesine yerine oturmuş ki; bilinen lügat anlamlarının hemen tamamını cenin üzerinde görmek mümkün oluyor. Bu da Kur’an-ı Kerim’in çağlar üstü olduğunun bir başka kanıtı olsa gerek.

DÖRDÜNCÜ SAFHA
"Alakayı bir çiğnemlik et yaptık".
Bu safhaya da Kur’an-ı Kerim; "müdğa" dönemi ismini veriyor. Müfessirlerimiz müdğa’yı; "Bir çiğnemlik et" olarak ifadelendir- mişlerdir. Bu ifadeyle, bazıları onun lokma kadar küçük olduğuna dikkatimizi çekerlerken, bazı bilim adamları da embriyonun "tıpkı çiğnenmiş bir et parçası görünümünde olduğuna"(10) işaret ettiler. Nitekim embriyonun bu dönemine ait fotoğraflara bakıldığında; tamamen çiğnenmiş bir lokma görünümünde olduğu farkedilecektir.
Bu safha embriyonun yedinci haftasıdır. Uzunluğu bir parmak boğumu kadar olup, canlının bu safhadaki gelişmesi çok süratlidir. Hemen hemen tüm organlarının teşekkülü bu safhada tamamlanıyor. Yani göz, kulak, burun, dudak, kalp gibi organlar, kol ve bacak çıkıntıları, beyinin oluşması ve sinir sistemi(H) 70 günlük veya en geç üç aylık embriyon, tam bir insan şekline (biyolojik olarak) gelmiş oluyor.

BEŞİNCİ VE ALTINCI SAFHA
"Bir çiğnemlik et parçasını kemik olarak yarattık, kemiklere de et giydirdik."
Kur’an-ı Kerim bu iki (kemik ve et) safhayı bir arada zikreder. Bizler ana rahmindeki canlının "Önce plânı çizilip, sonra organlarının yavaş yavaş inşa edildiğini"(12) düşünürsek, kemik öncesi dönemde, yani canlının beşinci ve altıncı haftalarında, doku dönemi vardır. Sonra bunu kıkırdak dönemi takip eder. Müdğa döneminde ise, kıkırdak olan omurlarda kemikleşme merkezleri belirmeye başlar. Canlının kemik safhası dediğimiz bu (beşinci) dönemde vücudun iskeleti kurulup, kaburgalar da ilk defa bu safhada görülmeye başlar. Sonra da kemiklerin etrafında kaslar oluşur. Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle, kemiklerin üzerine et giydirilir. Böylece, etin kemiği gizlediği gibi onu daha da güçlendirir. Bu safha, canlının her şeyiyle tamamlanmış şeklini gösterir. Kur’an-ı Kerim’in bir başka suresindeki âyeti kerimede yine bu safhaya işaretle şöyle der; "Kemiklere bak, onları nasıl birleştirip, yerli yerine koyuyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz."^)
Diğer taraftan, yeni doğan bebeklerde, dikkatimizi çeken, bebeğin kafatası kemiğinde; "Kemikler arasında biraz boşluğun kalması ise, doğum sırasında o dar yerden çıkan bebeğin elastikiyat kazanıp rahat çıkmasını sağlamak içindir. Bu boşluğa "bıngıldak" denir ve ancak doğumdan bir buçuk yıl sonra tamamen kapanır."(14)

YEDİNCİ SAFHA
"Sonra onu apayrı bir yaratık yaptık."
Müfessirler bu safhayı, embriyonun 4-4.5 aylık olup, bir melek tarafından ruhunun üfürülmesi şeklinde izah etmişlerdir. Böyle bir izah için deliller hayli fazladır. Peygamberimiz bir hadislerinde şöyle buyururlar: "Her birinizin yaratılışı ana karnında 40 gün nutfe olarak derlenir, toplanır. Sonra aynı şekilde (40 gün daha) koyu kan olur, sonra yine öyle (40 gün daha) et parçası haline gelir. Ondan sonra da ona bir melek gönderilir, melek ona ruh üfler."(15) Ancak, embriyonun bu (son) safhasına Kur’an-ı Kerim öyle bir farklı yaklaşıyor ki; bununla ceninin ruh öncesi ve ruh sonrası şeklinde iki dönemin olduğu anlatılmak isteniyor;
1) Biyolojik Canlı : Bu dönem embriyonun ruh öncesi dönemidir. Kur’an-ı Kerim’in de, "ölü" diye tabir ettiği bir dönemdir. "Siz ölüler (gibi) idiniz de o sizi diriltti. Sonra sizi yine öldürecek, sonra tekrar diriltecek, sonra da (Ahirette) yalnız o’na döndürüleceksiniz.’( 6)
2) Ruh Canlısı : Cenine ruhun üfürülmesiyle; cansız iken canlı, konuşmaz iken konuşan, duymaz iken duyan bir ruh canlısı olmuş ve böylece ceninin yaratılışı tamamlanmış olur.
Bu safhada, ana karnındaki canlının; parmağını emdiği, göbek kordonunu tuttuğu, kendi isteği ile hareket ettiği, rahmin içinde döndüğü, uyuduğu ve hatta sesleri işittiği dikkati çeker.
Cenin’in cinsiyetine gelince; Peygamberimiz (S.A.S.) şöyle buyuruyor; "Eğer erkek galebe çalarsa; çocuk erkek, dişi galebe çalarsa; (çocuk) kız olur." Bugünkü tıbbi araştırmalardan edindiğimiz bilgilere göre, erkek menisinin eşit olarak hem dişi, hem de erkek kromozomları taşıdığı bilinmektedir. Kur’an-ı Ke- rim’in ifadesi de bunu teyid etmektedir. Bunu; "Rahme dökülen nutte (erkek menisi)den, erkek ve dişi iki cins çıkaran o’dur."(17) ifadesiyle de görüyoruz.
Buna göre, yumurtacığa giren sperma, erkek kromozom özelliğini taşıyorsa (çocuk) erkek olur. Yumurtacığa giren sperma, dişi kromozom özelliğini taşıyorsa (çocuk) kız olur. Bugünkü modern ilmin çocuk cinsiyeti üzerine getirdiği tesbit ile asırlar öncesinden bize ulaşan İlâhi kaynaklı peygamber sözünün mutabakatı, günümüz insanını hayli şaşırtacaktır.
Şu hayat içerisinde, Allah’ın kudretine delâlet eden nice olaylarla karşılaşıyoruz. Bunlarla Yüce Yaratıcı bizlere; insanoğlunun sahipsiz olmadığını her an ve her olayda hissettiriyor.
Örneğin; kadın hamileliğinin son günlerine geldiği vakit, vücudun salgıladığı çeşitli sıvılarla, rahim ağzı; doğumu kolaylaştırıcı esnekliğe giriyor, dokuları yumuşuyor ve doğum anne için kolay bir şekle getiriliyor.
Doğumun ardından anne memeleri süt salgılamaya başlar. Bu salgılama günden güne artış gösterir. Bunun yanında çocuğun gelişmesiyle orantılı olarak sütün içerdiği kimyevi maddelerin bileşimi de değişiklikler gösterir. Şöyle ki; başlangıçta ana sütünde az miktarda şeker ve besin maddeleri bulunurken, sonraları bebeğin gelişimine ve organlarının kuvvetlenmesine paralel olarak, sütün bileşimindeki şekerli ve yağlı besin maddelerinin devamlı artış gösterdiğine şahit olmaktayız.
Aynı olayı hayvanlarda da görüyoruz. Meselâ; "Kanguru sütünün bileşimi, yavrunun gelişme sürecine göre değişir. İlk dönemlerde berrak bir sıvı iken, sonraları koyulaşmaya başlar. Dişi kangurular bazen yavrularını emzirirken ikinci bir yavru daha doğururlar. İki yavruda aynı kesede barınmaya başlar ve süt salgısında enteresan bir olay ortaya çıkar. Memenin birisinden yeni yavru için, renksiz berrak süt salgılanırken, diğer memelerden ise ilk yavru için koyu ve yağlı süt salgılanmaya devam eder."(18)
Kadındaki memelerin gelişmesi bile çok enteresandır. Çocukluk döneminde (bûlûğ öncesi) onun hiç bir işlevi olmadığı için, o da mevcut değildir. Ancak "bûlûğ çağında kadının güzelliği için ihtiyaç duyulur ve bu çağlarda belirmeye başlar. Görevi ancak doğumdan sonra bebeği emzirmekle başlar."(19) Çocuk varsa, süt var, çocuk yoksa süt de yoktur.
Bebeğin dişlerinin teşekkülünü de aynı şekilde değerlendirebiliriz. Yani, "ağzın ön cephesinde kesici dişler vardır. Bunlar sayesinde en sert yiyecekler bile koparılıp parçalanır. Bu dişlere yardımcı rolü oynayan köpek dişleri bulunur. Daha sonra da azı dişleri bulunur. Daha sonra da azı dişleri ile yiyecekler parçalanır ve öğütülür. Diş sistemi için en ideal olanı da budur." (20)
Son olarak diyeceğimiz şudur ki; ana rahmindeki embriyon, o daracık yerde kendi gıdasını nasıl temin ediyor? Nasıl teneffüs imkânı bulabiliyor? Tüm bu canlılık ihtiyaçlarını ne şekilde gideriyor?.. "Embriyoloji ile ilgili bir kitap okursanız, tüm bu sorulara yazarının, hücrelerin korkunç gücünden bahsettiğini görürsünüz."(21) Bunlar, Allah’ın varlığına ve kudretine kesin delillerdir, diyen yazarlara da pek rastlamazsınız. Çünkü modern ilmin ilk ortaya çıkışı esnasında, kilise ile direkt çatışmaya girmesi, bu işlere öyle bir düğüm atmıştır ki, ilmin tarafsızlığı prensibi bile şu çağda bu düğümü henüz çözebilmiş değildir.

(1) Mü’minun Suresi, Ayet, 12-14 K. Kerim ve Türkçe Anlamı (Diy. İşi. Başk. Yayını)
(2) Nuh Suresi, Ayet, 13-14
(3) Allah ve Modem İlim: Abdurrezzak NEVFEL, C.2, S. 181
(4) Mürselat Suresi, Ayet, 20-22
(5) Zümer Suresi, Ayet, 6
(6) Kur’an-ı Kerim ve Tıb İlmine Göre İnsanın Yaratılışı, Dr. Muhammed EL-BAR sf. 150
(7) A.g.e. st. 150
(8) A.g.e. sf. 165
(9) Müsbet İlim Yönünden Tevrat, İnciller ve Kur’an, Prof. Maurice BUCAİLLE, Sf. 324
(10) A.g.e., sf. 326
(11) A.g.e., sf. 106
(12) A.g.e.
(13) Bakara Suresi, Ayet, 259.
(14) Dr. Muhammed EL-BAR, a.g.e., sf. 118
(15) Buhari-Müslim, Ibni Mes’ud tarikıyla
(16) Bakara Suresi, Ayet, 28
(17) Necm Suresi, Ayet, 45-46
(18) Rehber Ansiklopedisi, Kanguru Maddesi. C.9, s.205
(19) Dr. Muhammed EL-BAR, a.g.e., sf.113
(20) Abdurrezzak NEVFEL, a.g.e., sf.113
(21) Dr. Muhammed EL-BAR, a.g.e., sf.98