İMAM BUHÂRÎ VE “EL-CÂMİ’ÜS-SAHİH”İ
Doç. Dr. Talât Koçyiğit
( … )
Meâli:
Zeyd İbn Sâbit’ten rivayet olunmuştur. Hazreti Peygamber buyurmuştur ki: Bizden bir hadis işiten, sonra onu hıfzederek başkasına tebliğ eden kimsenin Allah yüzünü ağartsın, nice fıkıh (ilim) yüklü kimseler vardır da, fakih (âlim) değillerdir ve nice fıkıh yüklü kimseler vardır da, taşıdıkları ilmi kendilerinden daha fakih ve daha anlayışlı kimselere naklederler ve o ilimden istifade edilmesini sağlarlar.
Hazreti Peygamberin hadîslerinden binlercesini ezberleyen ve topladığı 600 bin hadis arasından seçip meydana getirdiği el-Câmi’üs-Sahîh adlı meşhur kitabıyla hem fıkıh hâmili hem de fakih olduğunu ispat eden Buhârî, Hazreti Peygamberin yukarıda mezkûr hadîsiyle tebşirine mazhar olan eşsiz imamlardandır.
İşte onun büyük eseri hakkında küçük bir inceleme yazısı.
__________________________________________
Câmî ismini alan hadîs eserleri arasında sahih vasfını bihakkın kazanmış iki büyük kitap vardır ki, bunlara el-Câmi’üs-Sahîh denilmiştir. Bunlardan biri Buhârî’nin, diğeri de Müslim’in kitaplarıdır. Her ikisi birden bahis konusu olduğu zaman Sahîhân diye zikredilir. Bu iki kitap arasında tercih yapan ulemâ, Buhârî’nin kitabına öncelik tanımıştır. Bununla beraber, Müslim’in kitabı için daha sahîh diyenler de olmuşturı.
Buhârî, sahîh hadîsleri toplayarak onları fıkıh bâblarına göre tasnif eden ilk hadîsçilerden addedilir. Gerek kendi devrinde ve gerekse daha önceki devirlerde te’lif ve tasnif edilmiş hadis eserleri yok değildi. Ancak bu eserler, sahîh hadîsleri olduğu kadar hasen ve zayıf hadîsleri de ihtiva ettikleri için, her arzu eden kimse, hadîslerin esrarına vâkıf olmadıkça, bu kitaplardan gereği gibi istifade edemiyor, daha doğrusu, sahih olan hadîsleri diğerlerinden ayırt edebilecek bir imkân bulamıyordu. Yâhut da şeriat ahkâmından herhangi bir mevzua taallûk eden çeşitli hadîsleri bir arada göremiyordu.
Meydana getirilen hadîs kitapları, içlerinde gelişigüzel sıralanmış hadîslerin ezberlenmesini kolaylaştırmaktan veya rivayet esnasında müracaat edilmekten başka bir işe yaramıyordu. Hâlbuki İslâm’ın çizdiği yoldan inhiraf etmiş çeşitli fırkaların saçtığı fesad tohumlarının süratle filiz vermeğe başladığı, bid’atın alabildiğine yayıldığı bir devirde, sahîh hadîslerden kolayca istifade edilmesini sağlayacak, onların muarızlara karşı birer delil ve hüccet olarak kullanılmasına imkân verecek mevzularına göre tertip ve tanzim edilmiş kitaplara ihtiyaç vardı. Bu ihtiyaç, büyük İmam, Muhaddis Muhammed İbn-i İsmâil el-Buhârî’yi harekete geçirdi. İsnadları sahîh, metinleri her türlü illetten sâlim binlerce hadîsten seçip ayırdıklarını fıkıh, siyer, tefsir vs. konular altında tertip ve tasnif ederek el-Câmi’üs-Sahîh’ini meydana getirdi. Gelen rivayetlerden öğrendiğimize göre, bu eserin tasnifinde Buhârî’nin şeyhi büyük hadis imamlarından İshak İbn-i Rahaveyh’in de rolü olmuş ve Buhârî’ye “Hazret-i Peygamber’in sahîh sünnetini muhtasaran cem’eden bir kitap te’lif etmesi” tavsiyesinde bulunmuştur.2
Buhârî, toplamış olduğu 600 bin kadar hadisten, daha ziyâde isnadı muttasıl, ricâlinde adalet ve zabt şartları hâkim olanları ayırmış ve bu iş üzerinde 16 sene çalışmıştır. Kitabına almış olduğu hadîslerin sayısı mükerrerlerle birlikte 7397’dir. Muallâk hadîsler 1341, mutâbeât ise 344 olup, hepsi birden 9082’yi bulur.3 Buhârî, kitabına aldığı hadîslerin muayyen bâzı şartlara göre seçildiğini açıklamamıştır. Bununla beraber, te’lif ettiği kitaba vermiş olduğu isimden birtakım şartları bulunduğunu çıkarmak mümkündür. El-Câmi’üs-Sahîh adıyla şöhret kazanan bu kitabın asıl adı “el-Câmi’üs-Sahîhü’l-Müsnedü’l-Muhtasar min umûri Rasûli’llâhi (S.A.) ve eyyâmih’tir.
Bu isimde yer alan el-Câmi lâfzından anlaşıldığına göre, musannif, almış olduğu hadîsleri muayyen bir sınıftan veya bâbtan seçmemiş, bilâkis çeşitli bâblarda, ahkâm, fezâil, gelmiş ve gelecekle ilgili haberler, âdab, rakâik ve diğer konulara âit hadîslere de yer vermiştir. Es-Sahîh sözü ise, bâzı kimselerin tenkidine uğrayan birtakım hadîslerin bulunmasına rağmen, Buhârî’ye göre tek bir zayıf hadîsin dahi kitapta yer almadığına delâlet eder. Esasen Buhârî kendisi de, Câmi’e sahihten başka bir şey idhâl etmediğini açıkça söylemiştir. El-Müsned tâbirine gelince, bu da, alınan hadîslerin muttasıl bir isnadla Hazret-i Peygamber (S.A.S.)’e ulaşan hadislerden ibaret olduğunu gösterir. Bunun dışındaki hadisler, şekil itibariyle ne olursa olsun asıl değildir.
İsnadlarındaki râvîler ise, adâlet ve zabt şartlarını hâiz kimselerdir. Bu evsaftaki râvîlerin, birbirleriyle olan ittisallerine ve birbirlerinden hadîs işittiklerine açık bir şekilde delâlet eden semi’tü, haddesenî ve ahbaranî tâbirleriyle rivayet edilmiş hadisler, Buhârî’nin kitabında birinci dereceyi işgâl etmiştir. Keza an ve enne fulânen kâle gibi ibarelerle nakledilen hadîsler dahi, ancak râvîlerin, hadîs aldıkları şeyhlerine likâları Buhârî tarafından tesbit edildikten sonra aynı mertebede zikredilmiştir. Fakat likâları şüpheli olan veya müdellis oldukları bilinen kimselerden hadis nakledilmek zarureti hâsıl olmuşsa —bu gibi hadîslerin sayıları çok az olmakla beraber— bunlar, ancak mütâbeât olarak nakledilmiştir. Esasen Buhârî’nin kitabında açıkça görülen bu vasıflar dolayısıyladır ki İslâm ulemâsı nazarında bu kitap esahhü’l- kütüb (kitapların en sahihi) olarak şöhret kazanmıştır.4
Buhârî kitabını çeşitli bâblara ayırmış ve her bâba, o bâb içinde yer alan hadîslerin konularına uygun düşen bir isim vermiştir. Terceme adı verilen ve “bâb unvanı” mânâsına gelen bu başlıklarda, bâzan Kur’ân-ı Kerîm’den bir âyet zikredilmiş, bâzan da, Buhârî’nin bâb konusu ile ilgili görüşlerini aksettiren ifadeler yer almıştır. Fıkhî değeri büyük olan bu ifadeler dolayısıyladır ki fıkhü’l-Buhârî fî terâcimih (Buhârî’nin fıkhı tercemelerindedir) denilmiştir.5
Buhârî’nin tercemelerinde görülen husûsiyetlerden diğer bâzıları da, tercemeleri takibeden hadîslerin, her bâbda değişik sayıda bulunması ve hattâ bâzı bâblarda tek bir hadîsin zikredilmemesi veya yalnız talîklere yer verilmiş olmasıdır. Bâzı bâblar ise tamamen unvansız bırakılmıştır.6
Buhârî’nin bâzı bâblarda hiçbir şey zikretmemesi çeşitli tefsirlere yol açmış, bâzı kimseler, Buhârî’nin bunu kasten yaptığını ve bununla, o bâbda şartına uygun hiçbir hadîs bulamadığını belirtmek istediğini ileri sürmüşlerdir. Bu sebeptendir ki, bâzı el-Câmi’üs- Sahih nüshalarında hiç hadîsi zikredilmeyen bir bâbın, bâzı zikredilmeyen hadîse eklendiği görülmüştür. Bunun sebebini açıklayan Ebu’l-Velîd el-Bâcî, Ebû İshak el-Müstemlî’den şu haberi isnadıyla nakletmiştir: “Buhârî’nin kitabını kendi aslından istinsah ettik; bu asıl, Muhammed İbn-i Yûsuf el-Ferburî’de bulunuyordu. O zaman gördük ki, kitapta tamamlanmamış, beyaz bırakılmış yerler, kendisinden sonra hiçbir şeyi tesbit edilmemiş tercemeler, tercemesi zikredilmemiş hadisler vardı. Biz bunların hepsini birleştirerek yazdık”.7
Ebu’l-Velîd el-Bâcî, bu haberin doğruluğuna, kitabın muhtelif nüshalarının delâlet ettiğini söyleyerek şöyle der: “Filhakika, Ebû İshak el-Mustemlî’nin, Ebû Muhammed es-Serahsî’nin ve Ebû Zeyd el-Mervezî’nin rivâyetleri, takdîm ve tehir yönünden birbirinden farklıdır; hâlbuki bunların hepsi de tek bir asıldan istinsah etmişlerdir. Bundan anlaşılıyor ki, müstensihlerden her biri, bu gibi yerlerdeki meseleleri kendi anlayışlarına göre uygun gördükleri yerlere izafe etmişler ve bu suretle aralarında görülen takdim ve te’hîr farkları veya aralarında hiç hadis bulunmayan muttasıl terceme şekilleri ortaya çıkmıştır. Bununla beraber, el-Câmi’üs- Sahîh’te bu gibi yerlerin çok az olduğu da bir gerçektir”.8
Ebu’l-Velîd el-Bâcî’nin izahına göre, Buhârî, çeşitli şekillerde zikretmiş olduğu bâb tercemelerinde, o bâba ve kendi şartlarına uygun hadis bulmuşsa, o hadîsi kitabı için ıstılah olarak tesbit ettiği haddesenâ ve benzeri tâbirlerle veya bu tâbirlerin yerini tutabilecek şartları haiz an’ane ve benzeri ibarelerle o bâb içerisinde zikretmiştir. Eğer kendi şartlarına uygun hadîs bulamamış, bununla beraber, hüccet olarak kullanılabilecek evsafa sâhip bir hadîs ele geçirmişse, şartına uygun hadîslerin zikrinde kullandığı usûlü değiştirerek, bu gibi hadîsleri daha başka şekillerde nakletmiştir. Meselâ talîk ettiği hadîslerin çoğu bunlardandır.9 Gerek kendi şartına ve gerekse başka imamların şartına uygun hiçbir sahîh hadîs bulamamışsa, o zaman halk arasında şöhret kazanmış ve kıyas olmak üzere kullanılan bir hadîsi, ya lâfzan veya mânen almış ve onu bâb tercemesi olarak nakletmiştir; sonra da bu haberin mânâsına şahadet edecek bir âyet veya onu te’yid edecek bir hadîs zikretmiştir.10
Ancak bu zikredilenler, Buhârî’nin, el-Câmi’üs-Sahîh’in te’lif ve tasnifinde takip ettiği metodla ilgili tahminlerden öte geçmemektedir. Buhârî kendi metodunu tasrih etmediği için, bu konuda ileri sürülen görüşlere tahmin diyoruz. Bu itibarla, akla yakın olan görüşlere alabilir nazariyle bakmak, en doğru yol olarak kabûl edilebilir.
Buhârî olsun, Müslim olsun el-Câmi’üs-Sahîh’lerine, sahîh gördükleri bütün hadîsleri almamışlardır; esasen kitaplarını te’lif ederken böyle bir gâye de gütmemişlerdir. Buhârî’den bu konu ile ilgili olarak şu haber nakledilmiştir: “Câmî kitabına yalnız sahih olan hadîsleri aldım. Sahîh hadîslerden büyük bir yekûn tutan kısmı da terk ettim”11 Müslim ise, sahîh hadîsleri biraraya getiren bir kitap te’lifini düşündüğü zaman, bâzı kimseler, “bu düşüncen, bid’at ehlinin, senin kitapta bulunmayan bir hadîsi onlara hüccet olarak kullandığımızda, bu hadîsin kitapta olmadığını ileri sürerek üzerimize saldırmalarına yol açar” demişlerdir. Bu sebeple Müslim, “bu kitapta sahîh olan hadîsleri ihraç ettiğini, kitaba almadığı hadîslerin ise sahîh olmadıklarına dair bir şey söylemediğini” açıkça ifade etmiştir.12 Buna göre, gerek Buhârî’nin ve gerekse Müslim’in, birçok sahîh hadîsi kitaplarına almamaları dolayısıyla ayıplanmamaları ve bu hareketlerinden dolayı kusurlu sayılmamaları gerekir. Zîrâ her ikisi de, kitaplarında bütün sahîh hadîsleri bir araya getirmek gâyesi gütmediklerini, ancak bâzı sahîh hadîsleri toplamak istediklerini açıklamışlardır. Diğer taraftan, her iki İmâmın, Sahîh’lerinde herhangi bir râvîden hadîs nakletmemelerinin, o râvînin za’fına delâlet etmeyeceği de tabiîdir; zîrâ her ikisi de, bütün sahîh hadîsleri kitaplarında biraraya getirmeyi gâye edinmedikleri gibi, kabûl sıfatlarını hâiz otuz binin üstündeki râvîleri de istisnasız zikretmeyi düşünmemişlerdir. Ebû Abdillâh el-Hâkim en-Neysâbûrî’nin verdiği listeden anlaşıldığına göre13 birçok tanınmış Sahâbe, Tâbi’ûn ve müteâkip tabakalara mensup kimselerin hadîslerine Sahih’lerde yer verilmemiştir. Şüphesiz bunun çeşitli sebepleri vardır ve bunların başında, onlara âit hadîslerin, Sahîh sâhiplerine sağlam bir isnadla gelmemiş olması yer alır.
Gerek Buhârî’nin ve gerekse Müslim’in, el-Câmi’üs-Sahîh’lerinde yer alan ve bu İmamlar tarafından sıhhatine hükmedilen bütün hadîslerin ameli gerektirdiği, İslâm ulemâsınca ittifakla kabûl edilmiş bir keyfiyettir. Ancak ulemâ arasında ihtilâf konusu olan husus, tevâtür derecesine ulaşmamış olan bu hadîslerin, (haber-i âhâd olmaları itibariyle) ilim ifade edip etmeyeceği meselesidir. Bâzı imamlara göre, hadîs erbabınca telâkkî bi’l-kabûl olan haber-i âhâd ilm-i nazarî ifade eder14 ve dolayısıyla bu çeşit haberlerle amel etmek gerekir. Diğer bâzı imamlar ise, haber-i âhâdın zan ifade ettiğini ileri sürmüşlerdir. Meselâ en-Nevevî, yukarıda zikrettiğimiz görüşe itiraz ederek der ki: Sahihân’da tevâtür derecesine ulaşmamış olan hadîsler ilim değil zan ile sabittir. Şeyh İbnü’s-Salâh’ın görüşü, muhakkiklerin ve ekseriyetin görüşüne aykırıdır. Bunlar, Sahîhân’ın mütevâtir olmayan hadîslerinin zan ifade ettiğini söylememişlerdir; çünkü bu hadîsler âhâddandır; âhâd ise zan ifade eder. Bu bakımdan Buhârî ve Müslim’in kitapları ile diğer kitaplar arasında hiçbir fark yoktur. Hadîs erbâbının bunları telâkkî bi’l-kabûlü, bizim için, bu kitaplarda bulunan hadîslerle amel etmemizi gerektirir. Bunun üzerinde hiçbir ihtilâf yoktur. Ancak diğer kitaplarda yer alan hadîsler de zan ifade etmekle beraber, bunların isnadları sahîh olduğu zaman amel gerekir. Sahîhân da böyle olmakla beraber, bunları diğerlerinden ayıran husûsiyet, her iki kitapta yer alan hadîslerin hiçbir tetkike muhtaç olmamaları ve mutlak sûrette ameli gerektirecek sıhhate sâhip bulunmalarıdır. Diğer kitaplardaki hadîsler ise, ancak tetkik neticesi sahîhin şartlarını ihtiva ettikleri anlaşılırsa onlarla amel etmek zarûrî olur Diğer taraftan, Buhârî ve Müslim’in hadîsleriyle amel etmek için icmâ’ı ümmete de ihtiyaç yoktur; zîrâ icmâ, bu iki kitapta yer alan hadîslerin, Hazret-i Peygamber (S.A.S.)’in sözü olduğunu mutlak sûrette tesbit etmiştir.15
Nevevî tarafından ileri sürülen bu görüş, bugün bizim için şu gerçeği ortaya koymuş bulunmaktadır: Buhârî ve Müslim’in Sahîh’lerinde yer alan hadîsler, ister mütevâtir olsun ister olmasın, ister ilim ifade etsin ister zan ifade etsin, hepsinin de ameli gerektiren bir sıhhate sâhip olmaları hususunda İslâm ulemâsı ittifak etmişlerdir. Mühim olan mesele, Müslümanların, bu kitaplardan gereği gibi istifade etmelerini sağlamak ve onlara kurtuluş yollarını göstermektir.
__________________________________
(1) Meselâ bkz. İbnu’s-Salâh, Ulûmul-hadîs (Haleb 1386/1966), s. 15.
(2) Es-Suyûtî, Tedrîbu’r-râvî, (Mısır 1379/1959), s. 39.
(3) El-Cezâirî, Tevcihu’n-nazar (Mısır 1328/1910), s. 94.
(4) Bu konudaki bir münakaşa isin bkz. İbn Hacer, Şerhu Nuhbeti’l-fiker (İstanbul 1305), s. 21.
(5) Kastallânî, İrşâdu’s-Sârî (Bulak 1304), I. 24.
(6) El-Cezâirî, Tevcîhu’n-nazar, s. 89.
(7) Aynı yer.
(8) Aynı yer.
(9) Talîk, isnadın başından bir veya birkaç râviyi, baz’an da bütün isnadı hazfederek hadisi zikretmektir.
(10) El-Cezâirî, adı gesen eser, s. 90.
(11) Aynı eser, s. 91.
(12) Aynı yer.
(13) Bkz. Marifetu Ulûmi’l-hadîs (Kahire 1937), s. 254.
(14) Nevevî, Şerhu Sahîhi Müslim, I. 13.
(15) Aynı Yer.
_________________________________
ALLAH ŞÖYLE BUYURUR:
• “Öyle değil, Rabbine and olsun ki onlar aralarında kimi oraya, kimi buraya çektikleri (kavga ettikleri) şeylerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden yürekleri hiç sıkıntı duymadan tam bir teslîmiyyetle teslim olmadıkça îman etmiş olmazlar”.
(En-Nisâ Sûresi, Âyet: 65)
YİNE ŞÖYLE BUYURUR:
• “Allah ve Peygamberi bir işe hükmettiği zaman, mü’min olan bir erkekle mü’min olan bir kadın için (ona aykırı olacak) işlerinde kendilerine muhayyerlik yoktur. Kim Allah’a ve Rasûlü’ne isyan ederse, muhakkak ki o, apaçık bir sapıklıkla yolunu sapıtmıştır”.
(El-Ahzab Sûresi, Âyet: 36)