Makale

Çağların Ötesine Mutluluk Reçetesi O'NU ANLAYARAK, O'NU YAŞAYARAK..

Ahmet GÜL

Âlem O’nu beklemekte, insanlık O’nu özlemekteydi..
Ve nihayet 1420 yıl önce, O, gelişiyle dünyayı şereflendirdi.
Kişilerin^ toplumların, milletlerin ve tüm dünyanın rehberi oldu.
Öğrenilmesi gerekenleri büyük bir heyecan ve sabırla öğretti. Yapılan zulüm ve eziyetlere aldırmadan...

Çağların Ötesine Mutluluk Reçetesi
O’NU ANLAYARAK, O’NU YAŞAYARAK..

Eylül ayında dünyanın yaşadığı mutluluğu kendi evimizde, güzel İstanbul’umuzda bir araya gelerek yaşadık. Ebedî Risalet Sempozyumu yapıldı. Bu sempozyumda Hz. Peygamberin örnek ahlâkı, Hz. Peygamberin ruh ve deruni hayatı, Hz. Peygamberin sünnetine uymanın önemi, Peygamberin sosyal düzenlemeleri, Peygambere göre aile ve kadın, Peygamberin tebliğ ettiği hukuk anlayışı ana başlıklar altında 3 gün değerli bilim adamlarımız tarafından incelendi. Sempozyumu izleyenler, yüce Peygamberimiz (S.A.S.)’in tüm hayatından insanlara ışıklar saçan tebliğleri coşku içinde dinlediler.
İki yıldır, Diyanet İşleri Başkanlığı ve T. Diyanet Vakfının işbirliğiyle kutlanan "Kutlu Doğum Haftası" geleneği bütün yurtta yaygınlaşaral tes’id edildi. Kâinatın Efendir ile iç içe olmanın hazzı yaşardı.
1420 yıl önce İslamiyet’i., muzdarip insanlığa neler getirdiğini ve Hz. Muhammed’in tebliğ eylediği İslâm talimatının beşeriyete nice hizmetleri olduğunu bu ayda bir daha dinledik, yaşadık, duygulandık.
Ancak, kapak kompozisyonunda da göreceğiniz gibi, acaba biz Hz. Peygamberi ne kadar anlayabildik? İnsanlara ne kadar anlatabildik? Dünya ve ahiret hayatımıza rehber cilan insanın yaşadığını ve yaşatmak istediğini hayatımıza ne kadar tatbik ettik? İşte esas mesele burada.
İslâmiyet gelmeden önce, şöyle geriye doğru dünyanın haline bir bakalım:
Dünyada insanlığın muhtaç olduğu huzur ve sükûn, asayiş ve emniyet kalkmış, bir çok yerde kanlı boğuşmalar olmaktaydı. İspanya ve Fransa’da saltanat kavgaları olmakta; İngiltere’de vahşet ve zulüm hüküm sürmekte; Roma, dahilî ve haricî entrikalarla sarsılmış, Bizans’ta mezhep ve din mücadeleleri sürüyor. Avrupa böyie iken, Iran, Mısır, ve S. Arabistan yarımadası bunlardan farklı mı idi? Hayır.
İnsanlık, karanlık ve karışık bir haldeydi. İslahı için bir Peygambere ihtiyaç vardı. Hemen herkes Yahudi ve Hristiyan dinlerinin müjdelediği âhir zaman Peygamberini beklemekteydi. 1420 yıl önce mukaddes Kabe’nin bulunduğu Mekke’de doğan Muhammed Bin Abdullah. İşte beklenen kurtarıcıydı.
İçtimai hayatın bozulduğu, ahlâk bağlarının çözüldüğü, fazilet nizamlarının, cemiyet kaidelerinin inhilâl ettiği böyle bir zamanda Hz. Muhammed yeni bir din ve nizam getirmiştir.
Bu din esasları bütün insanlığı sarmakta, kucaklamakta, insanın, yaratıkların en mükemmeli olduğunu belirtmektedir. İnsanlığa bir ışık, bir nur gelmiştir. O, Alemlere rahmet olarak güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderilmiştir. İşte inkılâb budur, devrim budur.
Kadına insan olarak bakılmayan bir dünyada Hz. Muhammed’in getirdiği dinde, kadının mevkii çok yücedir. Kadına merhamet, hürmet esastır. Kadın, erkekle eşit haklara sahiptir. Kadın da erkek gibi i’tikadî, amelî ve ahlâkî hükümlerle mükelleftir.
Erkeklere okumak farz olduğu gibi kadınlara da farzdır. Birkaç meselede erkek ve kadın arasında gözüken fark, insan hakları bakımından değil, kadınların hususiyetleri bakımındandır.
İslâm Dininin zuhurundan önceki olaylarla sonraki nizamı karşılaştırdığımızda yüce Peygamberimizi anlamak daha kolay olacak, O’nun hayatını yaşamak daha zevkli hale gelecektir.
2000’li yıllara girerken, ilimi ve teknik çağımızda düşünce | boyutlarının gelişmesi, Pey-gamber Efendimizin hayatını daha çok öğrenme ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Zira o, yalnız asrına değil, asırlara ışık tutan Kur’an-ı Kerim’i insanlığa sunmuş ve onu açıklamak üzere de Peygamber olarak görevlendirilmiştir.
Kur’an-ı anlamak isteyenler, O’nun hayatını ve ahlâkı-1 nı öğrenmek zorundadır.
Peygamber Efendimizin ahlâkı Kur’an ahlâkıdır. Onun hayatı muhabbet, şefkat, fazilet ve samimiyet doludur.
Onun örnek hayatını yakından tanıyanlar, onun büyüklüğünü daha iyi anlarlar. Ona daha çok yakınlaşırlar.
Hz. Peygamber (S.A.S.), akıl ve ilme dayanarak, toplum hayatındaki asabiyet ve bundan doğan cehaleti, hurafeleri, baskı ve zulmü ortadan kaldırmıştır. Baskının kalkmasıyla da ırk, renk, zenginlik ve fakirlikten dolayı meydana gelen ayrıcalıklar da giderilmiştir.
Dünyanın yaratılışından beri gönderilen Peygamberleri de kabul etmekte hakkı ve haki-kati bize tanıtış; dini zorlamayla değil, iyi hal ve davranışı, hikmet ve güzel öğüdü temel yol olarak benimsemesiyle, kısacası müsamahanın temelini atarak insanlığa ışık tutmuştur.
Biz bu önderliğin ne kadarını kendimize mal edebildik?
En mükemmel şekilde yaratılan, mübarek ve mutlu varlık olan yüce Peygamberimizi 2000’li yıllara girerken ne kadar anlayabildik?
O ki; bizzat Allah (cc) tarafından talim ve terbiye edilmiştir. Yine Yüce Allah’ın (cc) beyanıyla âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir.
Kuran-ı Kerim ’de yüce Allah buyuruyor ki, "Eğer Allah’ı seviyorsanız ona uyun." O halde rehber ve önderimizin sünneti de, böylece âyetin ifadesiyle önem kazanmaktadır. Zaten K. Kerim’in en büyük müfessiri de Hz. Peygamberimiz değil miydi?
Yüce görevini yerine getirirken karşılaştığı zorluklar, tehditler ve caydırmacalar karşı-sında söylediği şu söz onun evrenselliğini ortaya koymaktadır:
"Bir elime ay’ı, bir elime de güneşi verseniz ben bu davadan vazgeçmem."
İnsanlığın ümidi, ışığı olan yüce Peygamberimiz, bu görevini 23 yıl içerisinde yerine getirerek, kendisine Allah tarafından tevdi edilen Resûllük vazifesini tamamlayarak, ebedî âleme irtihal eylemiştir. Ancak, bize bu ışıktan istifade etmemizi de emretmiştir, tonun hayatının dolu dolu yaşanması gerekmektedir. İşte günümüzde Müslüman olarak çekmekte olduğumuz sıkıntı, onun yaşantısını hayatımıza aksettirememiş olmamızdan kaynaklanmaktadır.
Toplumumuzdaki bu noksanlığı Sempozyum ve Kutlu Doğum haftasıyla bir defa daha gördük
Yüce Allah bizi, Peygambere uyan, O’nun getirdiği ışıktan istifade eden hayırlı ümmet
eylesin...


BİR SORU BİR CEVAP


Falcılık ve Kehanet*
İslâm inancına göre, gayb’ı ancak Allah bilir. Bu itibarla, falcılık, bakıcılık, kehanet, gaybdan haber verme ve benzeri şeylerin dinî ve ilmî hiçbir mesnedi olmadığı gibi, bu tür şeylerle iştigal ve bu tür yollardan elde edilen bilgilere inanmak ve değer vermek de İslâm Di-ni’nde yasaklanmıştır. Nitekim, Kur’an-ı Kerim’de (Mai-de Sûresi’nin 90’ıncı âyet-i kerimesinde): "Ey inananlar: İçki, kumar, dikili taşlar (putlar) fal ve şans okları, ancak şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan uzak durun ki, kurtuluşa eresi-nlz..." buyrulduğu gibi, Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz de: "Kim falcıya veya kâhine gider de onun söylediklerinin doğru olduğuna İnanırsa, Muhammed (s.a.s.) e indirileni inkâr etmiş olur." (1)"Kim falcıya gidip, ondan geleceğe ait bir şey sorarsa, kırk gece namazı kabul olmaz."*2) buyurmuştur.

(*) Din İşleri Yüksek Kurulu fetvalarından.