Makale

AHMED YESEVÎ

AHMED YESEVÎ

Şafak BARAN*

I- AHMED YASEVÎ’NİN HAYATI

A- DOĞUMU

Sûfı bir şair ve tarikat sahibi bir mürşid olarak Türk milletinin manevi hayatında uzun müddet tesiri olan Ahmed Yesevî önemli bir şahsiyettir.

Asıl ismi, "Hz. Sultanu’l-Ârifin Hâce Ahmed b. İbrahim b. Mahmud b. Iftihar-ı Yesevî"1 diye bilinmekle beraber, onun için Pîr-i Türkistan, Hazret-i Türkistan(2), Hazret-i Sultan(3), Sultan Hace Ahmed, Ahmed Şikeste, Kul Ahmed, Hace Ahmed Yesevî, Sultan Ahmed, Kara Ahmed, Miskin Ahmed Yesevî 4 isimleriyle bilinir. Kendi eseri olan Divân-ı Hikmet’te de Kul hace Ahmed şeklinde geçer. Örnek verecek olursak:

"Kul Hace Ahmed, er olmazsan ölmün iyi" 5

"Gece gündüz durma ağla Hace Ahmed.

Salat oku Hak Resule ol ümmet.

Şeklinde geçmekte ve Hikmetler’de daha birçok örneğine rastlamaktayız (-1\

Elde edilen bilgilere göre, Ahmed Yasevî Batı Türkistan’ın Çimkend şehrinin doğusunda bulunan ve Tarım Irmağı’na dökülen, Şahyar’ın küçük bir kolu olan Karasu üzerindeki Sayram Kasabası’nda8, doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte bazı kaynakların belirttiği üzere H. 496, M. 1103 tarihinde doğmuştur(9). Ölümü hakkında elimizdeki tüm kaynaklar 1166 tarihini göstermekte, ancak bir kaynakta 1161 olarak zikredilmektedir10.

Ahmed Yesevî doğduğu yerin Türkistan olduğunu Hikmetlerinde şöyle dile getirmektedir:

"Doğum yerim ol-mübarek Türkistan’dan

Bağrıma taş vurup geldim işte.” 11

"Adım Ahmed, Türkistandır ilim benim.” 12

Türkistan diye bahsedilen bu yerin Yas Şehri olduğuna dair rivayetler vardır.13

Sayram’ın en meşhur şeyhlerinden, Şeyh İbrahim ile Musa Şeyh’in kızı Ayşe Hatun’dan doğan Ahmed Yesevî daha yedi yaşında iken babasının vefatı üzerine yetim kalmıştır. Anneleri daha önce vefat etmiş olmalı ki vasiliği ablası Gevher-Şehnaz üzerine almıştır14.

Ahmed Yesevî Hz. Ali soyundan gelen silsileyi takip ettiği için ona "Seyyid" diyenler de vardır15.

B- TAHSİL HAYATI

ilk tahsiline Yesi’de başlayan Ahmed Yesevî, küçük yaşına rağmen birtakım tecellilere mazhar olması, beklenmeyen fevkalade haller göstermesiyle dikkati çeker.

Daha yedi yaşında Arslan Baba ile münasebeti sayesinde bu ilk mürşidinden büyük feyz alır. Buhara Medresesi’nde okuduktan sonra, Hemedanlı Şeyh Yusuf un yanında yetişmeye devam eder.

H. 555-M. 115517-114018 tarihinde Yusuf Hemedani’nin vefatı üzerine onun yerine geçer. Onun üçüncü halifesi olduktan sonra Buhara’dan gaipten gelen işaretle Türkistan’a döner. Yerine Abdulhalık Gücdüvani’yi bırakır19.

Ömrünün uzun bir zamanı Yesi’de geçtiği için "Yesevî" (Yeşili) diye anılır20.

Türkistan’ın manevi mimarı Ahmed Yesevî, bütün müridlerine örnek bir çalışlma ile ibadetten ayrı vakitlerini tahtadan kaşık ve kepçe yapıp satarak geçiriyor, geçimini kendi elinin emeğiyle sağlıyordu. Nitekim kendisine sayısız hediyeler geldiği halde, Yesevî bunları muhtaçlara dağıtıyor onlardan bir lokma almıyordu. Hatta Türkistan Pîri’nin bir öküzü vardı. Yesevî bu öküzün sırtındaki heybeye hergün bir miktar kaşık ve kepçe koyar çarşıya gönderirdi. Alıcılar istedikleri kaşığı, kepçeyi alır parasını heybeye koyarlardı. Parayı bırakmayan birisi olduğunda öküz ardından ayrılmaz, parayı alıncaya kadar takip ederdi.21

Hoca Ahmed Yesevî’nin İbrahim adlı bir oğlu ile Gevher Şiraz veya Gevher Şehnaz adlı bir kızının olduğu ilgili eserlerde geçmektedir22. Yesevî, oğlu İbrahim’i daha kendisi hayatta iken kaybetmiştir23.

Hoca Ahmed Yesevî’nin bir de nefes (manevi) oğlu vardır ki, onun adı Kutbuddin Haydar’dır24. Bundan başka Yesevî çocukları arasında Evliya Çelebi gibi Yesevî’den beş asır sonra Türkiye Türklüğünün yetiştirdiği dünya çapında büyük bir seyahat edebiyatı yazyarı da vardır25.

Ahmed Yesevî’nin doğduğu yer Sayram Kasabası eskiden beri önemli bir yerleşim merkezi idi. Kasabanın ekserisini Türkler ve Iranlılar teşkil ettiriyordu. Böyle bir ortamda yetişmiş olan Yesevî, İslâmî ilimleri tahsil etmiş olup Arapça ve Farsça bilmekteydi26.

O, gurbet hayatı boyunca birçok hizmetlerde bulunmuş, fakat memleket özlemini içinden atamamıştır. Bu özlemi Yesevî, şu Hikmetleriyle dile getirir.

"Horasan ve Şam ve Irak niyet kılıp

Gariplik kadrini bildim ben.

"Arzu kılar doğum yerim Türkistan’a". 28

Yesevî gurbet hayatından şikayetçi olmakla beraber yetişmedeki ehemmiyetini de şöyle dile getirir:

"Gurbet değse, pişkin kılar çok hamlan

Bilgili kılar, seçkin kılar çok âmları

Keçe giyer, bulsa yiyer taamları

Onun için Türkistan’a geldim işte" 29

Hayatı hakkında bu saydıklarımızdan fazla bir şey bilinmeyen, fakat şahsiyeti hakkında geniş efsaneler teşekkül etmiş bulunan Ahmed Yesevî, Türk tasavvuf edebiyatının ilk büyük simasıdır30. İlk büyük Türk mutasavvıfı olma ünvanını taşıyan XII. yüzyılın başında yetişen bir şahsiyettir31.

Sir-Derya çevresinde, Taşkent dolaylarında, Seyhun ötesinde bozkırlarda yaşayan köylü ve göçebe Türklerin kendisine ve Yeseviliğe olan tutkularından ötürü, tarihi şahsiyeti efsaneler altında gizlenmiş, kimliği menkıbelere karışmıştır32.

Onun menkibevi hayatına ait bir çok rivayetler mevcuttur. Biz burada onları nakletmek istemiyoruz.

İslamiyet ve tasavvuf görüşlerinin Türkler arasında yayılıp kökleşmesinde çok önemli bir eğitimcilik yaptığı inkâr edilmez bir gerçektir.33 O inandığı fikirleri yaşayan bir mürşiddi. Allah ve Peygamber’e büyük bir aşkla bağlı olduğu gibi ahlâk, yiğitlik, vefa, doğruluk gibi güzel hasletleri de ruhuna kılavuz edinmişti34.

Türkistan’da ilk Türk tarikatını kuran Hazret-i Türkistan, Özbek ve Kazak Türkleri arasında tutunarak Türk dünyasına yayılmış olan tarikatın kurucusu, piri, tesis edicisidir

Onun kurmuş olduğu bu tarikat sülük bakımından Peygamberimizden gelen üç kol olarak bilinir ve hepsi de Yesevî’de son bulmaktadır36.

Yesevilikte, İslamiyet’in ve tasavvufun eski Türk boy ve soy gelenekleri ile sımsıkı kaynaştığı, Şamanlık ve Budizmden bazı kalıntıların da tarikat kalıbına döküldüğü görülür37.

Yesevilikte diğer tarikatlarda olduğu gibi bir zikir şekli olduğu, buna cehri zikir, Zikr-i Erre adı verildiği bilinir38.

C- HOCALARI

Ahmed Yesevî’nin yetişmesinde manevi fetihlerde bulunmasında yardımcı olan hocaları Arslan Baba ve Yusuf Hemedânî’dir.

Daha çocuk yaşta, Hikmetlerinde de belirttiği Arslan Baba’ya kavuşmuş ve onun manevi terbiyesi altında yetişmiştir. Arslan Baba, Ahmed Yesevî’nin Rasûl-i Ekrem ile olan münasebetinde de elçi olmuştur39. Halk arasında Arslan Baba’nın Yesevî’nin türbesinde medfun olduğuna dair bir anane vardır40.

Ahmed Yesevî’nin diğer mürşidi ise XII. ve XIII. asrın büyük şeyhleri gibi batıdan gelen muhacirlerden Şeyh Yusuf b. Eyyüp b. Yusuf b. Hüseyin Yakup el-Buzencirdi el-Hemedânî (H. 467-538), Harezm’de Zemahşer kasabasında doğmuş ve arefe gecesinde Cürcaniye’de vefat etmiştir.

Maveraunnehir’de (Aşağı Türkistan) kurduğu tarikatın ahali üzerindeki tesiri büyük olan bir mürşiddi 41.

Ahmed Yesevî, Hikmetlerinde hocası, mürşidi, piri olan Yusuf Hemedânî’den şöyle bahsetmektedir:

"Ben yirmiyedi yaşında pirime

kavuştum. " 42

"Pîr eteği tutup batın gözüm açtım. " 43

Beyitlerden de anlaşılacağı üzere Yesevî’nin Yusuf Hemedânî’ye kavuşması yirmi yedi yaşındadır. Onun hocasının eteğine yapışması, hizmetine girmesi de batın gözünün açılmasına vesile olmuştur.

Yusuf Hemedânî’nin kendisinden sonra yerine geçen halifeleri şunlardır:

1- Hace Abdullah Berkî

2- Hace Haşan Endukî

3- Hace Ahmed Yesevî

4- Hace Abdulhalık Gücdüvani 44

Ahmed Yesevî’ye kendisinden önceki halifelerden, Hace Abdullah Berkî ve Haşan Endukî hocalık yapmışlar, Ahmed Yesevî de onlara mürid olmuştur. 45

Cevahiru’l-Ebrar’da Arslan Bâb hakkında hiçbir kayda rastlanmaz. Bektaşi ananelerinde de Yusuf Hemedânî bahsolunmaz. Yalnız Cevahiru’l-Ebrar’da bütün teracim kitapları ile müttefiken, Hoca Ahmed Yesevî’nin Yusuf Hemedâ- nî’ye intisab ettiği ve onun dört halifesinden birisi olduğu zikredilmektedir. 46

D- HALİFELERİ

Hoca Ahmed Yesevî’nin dünyanın dört tarafına göndermiş olduğu halifeleri vardı. O bütün İslam tarikatlarındaki mevcut usule riayet ederek, daha hayatında birtakım halifelerini muhtelif Türk sahalarına yollamıştır. Bunlardan bir çoğu unutulmuşsa da asıl büyük şeyhlerin hatırası saklı tutulmuştur.

Ahmed Yesevî’nin ilk halifesi meşhur Arslan Baba’nın oğlu Mansur Ata (Ö:H. 594-M. 1197)’dır ki, yerine oğlu Abdulmelik Ata, sonra onun oğlu Tac Hoca (Ö:H. 596-M. 1199) geçmiştir ki, Zengi Ata’nın babasıdır.

Mansur Ata, zahir ve batın ilimlerinde büyük bir zattır. İlk terbiyesini babasından

aldıktan sonra Ahmed Yesevî’den ders almış ve ermiştir.

Onun meşhur sözleri vardır: "... Kimi görsen Hızır bil, her geceyi Kadir bil!" Onun sözlerindendir.

Dördüncü halifesi Hakim Ata’dır. Oturdukları ve defnedildikleri yer Harezm’dir.

İkinci halifesi Harezmli Said Ata’dır (Ö:H. 615-M. 1218). Hakkında fazla bir malumatımız olmamakla birlikte, Yesevî’nin rehberliğinde çok büyük derecelere ulaşmıştır.

Üçüncü halifesi Süleyman Ata’dır (Ö:H. 582-M. 1186). Sufiyane şiirleri ve menkıbeleri ile Türkler arasında büyük şöhret kazanmıştır. Süleyman Ata hocasının yolunda ve aynı yazı diliyle eserler vermiş, hikmetler yazmıştır. İkisi küçük üç eseri bulunmaktadır.

Mutasavvıfların biyografilerine ait eserlerde Irak, Horasan, Aşağı Türkistan sufilerden ayrı olarak Türk şeyhleri diye zikredilen mutasavvıfların hemen hemen hepsi Yeseviye tarikatına mensup şeyhlerdir. 47

Bu sayılan dört büyük halifesinden başka, mürşidi Şeyh Yusuf Hemedani’nin vefatını müteakip bir müddet Buhara’da halkı davete meşgul olduktan sonra bütün ashabını Hoca Abdulhalık Gücdüvanî’ye bırakarak manevi bir işaret üzerine Yesi’ye gelmiştir. 48

Bundan başka Hacı Bektaş ile Sarı Sal- tuk’u Ahmed Yesevî’nin Anadolu’ya manevi

fetihler için yolladığı menkıbelerle destekli gerçekler halinde söylenen halifelerdir. 49

Hacı Bektaş’ın Yesevî’nin emriyle Rum ülkesine gidip çalışmaya başladığı, onun da üçyüzaltmış halife gönderdiği rivayetleri vardır.

Ahmed Yesevî’nin Fakr-nâme isimli risalesindeki muhteva ile Hacı Bektaş’ın Makalât’ının yer yer aynı derecede birbirine benzediği görülmektedir. 50

Bir diğer halife Şeyh Lokman-ı Parende’dir. Perendelik hizmetini ona Muhammed-i Hanefi oğlu Ahmed Yesevî vermiştir. 51

Yine Ahmed Yesevî’nin halifelerinden Baba Mâçîn isimli bir zat vardır ki onu hikmetlerde görmekteyiz:

"Yâd edelim Kul Hace Ahmed evliyayı,

Müridleri Baba Mâçîn, o sultanı. ”52

Ahmed Yesevî’nin Çopan Ata ve Kara (Gara) Baba isimli meşhur müridleri de unu- tulmamışlardır. 53 Bab-ı Mâ Hüseyin de büyük şeyhlerdendir.54

Yesevî’nin halifeleri ve müridleri kendilerini çok iyi yetiştirmişler, hem hal hem de dünya ilmine vakıf olmuşlardır. Hatta Özbek ordularının en iyi yetişmişleri bile Yesevî dervişlerinden seviyece yüksek olmamıştır.55

Rivayete göre, Ahmed Yesevî, bilgin erenler meclisinde otururken ocakta yanan

odunları erlik kuvvetiyle sallayıp ufuklara doğru fırlattı. Her biri Anadolu’da kendi yerini buldu. Düştüğü yerde yeşerdi, köklendi, dal budak saldı. Erenler sofrasındaki erler, Türkistan’da yanan ocağı Anadolu’da tüttürmek ve söndürmemek için yollara döküldü. Herkes kendi köşesini odunun düştüğü yerde bulup ocağını orada tüttürdü. 56

E- ÖLÜMÜ

Ahmed Yesevî altmışüç yaşına girdikten sonra, ananeye göre tekkesinin bir tarafına mezara benzeyen bir çilehane yaptırarak orada inzivaya çekildi. Bu çilehaneye çekilişi hakkında Divân-ı Hikmet’de bir çok parçalar vardır. Ahmed Yesevî bunu uzun uzun mutasavvıfane bir dille anlatır 57;

"Altmış üçte oldu ömrüm ahir tamam,

Hak Mustafa ruhu gelip oldu iman!" 58

"Altmış üçte nida geldi "Kul yere gır.59

"O sebepten altmış üçte girdim yere!" 60

Henüz hayatta iken yer altına kadem bastığını Divanı’nda böyle anlatan Yesevî’nin ölüm tarihi hakkında bazı ihtilâflar vardır. Genellikle ölümü H. 562-M. 1166-1167 tarihlerinde olduğu görüşü hakimdir 61. Rusya’da basılan bazı nüshalarda 1161’de öldüğü yazılıdır62. Bazı eserlerde de onun 120-125 yaşına kadar yaşadığı yazılıdır63.

O daha hayatta iken, "Kul Hace Ahmed taat kıl ömrün bilmem kaç yıl" 64 diyerek, ömrünü bilmediğini de ifade eder.

Yesevî vefat ettiğinde Türkistan’da Yesi şehrine defnolunmuştur. Kendisi defnolacağı yeri şöyle belirtir:

"Çok gurbet gezip yine şehre geldim.

Türkistan’da mezar bulup kaldım ben! 65

"Kul Ahmed, söylediği Hakk’ın yâdı,

İşitmeyen dostlarına kalsın öğüdü,

Gurbet çekip öz şehrine dönüp geldi,

Türkistan’da mezar olup kaldım işte. " 66

Yesevî’nin mescid ve türbesinin yanında bulunan dehlizlerden birinde bir kuyu olduğu, buranın Türkistan Şehri, Orta Asyalı Türkler yanında ikinci Mekke addedildiği için, bu kuyuya da Zemzem dendiği rivayetleri vardır. Vaktiyle medhaldeki tunç şadırvan dururken, zemzem suyu oradan akarmış. Türbenin kapısının önünde yaklaşık 12 metre boyunda, bir bayrak direği de dayalı bulunduğu, tepesinde tunçtan bir alemle yeşil, yırtık ve soluk bir bez parçası olarak Timur’un sancağının asılı olduğu söylenir67.

Yesevî’nin mezarına olan hürmet o kadar fazladır ki, onun mezarı civarında gömülmek Özbek ve Kazaklar için idealdir. Daha sağlıklarında türbe yakınında bir parça toprak satın alırlar, kışın ölseler bile cesetleri keçeye sarılarak bir ağaca asılırdı. İlkbaharda Yesi’ye götürülerek kendi tabirlerince Kara Ahmed yani Yesevî’nin mezarı civarına defnolurlardı68.

1955 senesinde Türkistan seyahatma çıkan Emel Esin, Timur devrinden kalma tamamen ayakta duran nadir eserlerden birisi olan Hz. Sultan’ın türbesinin karşısında hayrette kaldığını söyler. 69 Kendi eliyle çizdiği türbe ve mezarın resimlerini de "Türkistan Seyahatnamesi" isimli eserinde gözler önüne sermiştir. Bu türbe ve cami daha sonraları Özbek Hanı, Abdullah Han tarafından tamir ettirilmiştir. 70

1864 yılında Türkistan’ın Ruslar tarafından istilâsına kadar, bütün Asya’dan oluk oluk ziyaretçiler türbesine gelmiş 71, ondan sonra azalmamıştır72.

Velilere saygı duymanın manevi yönü hakkında bilgisiz ve yetersiz, fakat onları halk üzerindeki tesirleri sebebiyle siyasi etkileri hakkında son derece bilgili olan Sovyetler velilerin türbelerini yıkmaya kıyamamışlardır. Türbeler en azından resmiyette din aleyhtarı, müze haline getirilmiş tarihi yapılar durumundadır 73.

F- TESİRİ

İslâm’ın manevi teceddüt devresi Selçuklu yayılışı çağına rastlar. Bu yenilikte Türkistan’ın Sayram kasabasında doğan büyük mutasavvıf, Nakşibendi ve Bektaşi tarikatlarının manevi öncüsü Ahmed Yesevî’nin büyük tesiri olmuştur. 74

O Türklerin Islamiyeti kabul etmesinde tesiri olan "Türkedir imanım" diyen büyük şair ve sufınin Orta Asya halkının manevi hayatında mevkisi yüksektir.75

Selçuklu devri XII. asırda Türkçe mahsullerini vermeye başlar. Evvelce Samanîler devrinde başlayan Kur’an tercemeleri bu asırda çoğalırken, Hoca Ahmed Yesevi’nin Divân-ı Hikmet adım alan şiirleri de tasavvufu Türkler arasında geniş ölçüde yayar. 76

Müslüman Türklerin yaşadıkları bütün mıntıkalarda ve bu arada tabiatıyla Anadolu’da veli kültürü tahlil edildiği zaman, bunun kaynağını İslâm öncesi Türk inançlarının teşkil ettiği daha ilk bakışta dikkati çekecek kadar açıktır. Tasavvufun veli telakkisi tabir caizse buna bir kılıf hizmetini görmüştür.

Bilindiği gibi Türkler Müslüman olmadan önce, çeşitli vesilelerle bulundukları kültür çevrelerinde, Şamanizm, Budizm, Zerdüştilik, Mazdeizm, Maniheizm ve Hıristiyanlık gibi, birbirinden mahiyet itibariyle farklı dinlere girmişlerdir. Bunlardan önce ise, uzun yüzyıllar kendilerinin sahip oldukları belli bir takım inanç sistemleri vardı. Orta Asya gibi muazzam bir coğrafi sahada yüzlerce yıldır muhtelif Türk toplulukları, zikredilen inanç sistemlerinden

birini bırakıp bir başkasını kabul etmişlerdir.

Bu değişiklikler esnasında bir önceki din, yenisinin gelmesiyle tamamen ortadan kaybolmamış, çoğu defa kendini yeni dinin kalıplarına uydurarak varlığını sürdürmüştür. Bu sebeple Türk zümrelerinin girdiği her yeni din, onlara yeni bir şeyler öğretip belli ölçüde düşünce ve hayat tarzlarına etki ederken, diğer yandan da o zümreler uygun birer yapı kazanmışlardır.

İşte bundan dolayıdır ki, günümüzde bile Orta Asya’dan Balkanlara kadar bütün Müslüman Türk topluluklarında bile bildiğimiz en eski inançları olan tabiat ve atalar kültlerinden yukarıda sayılan dinlere kadar çok çeşitli kalıntıları tespit mümkün olmaktadır.

Türklerdeki veli kültürünün temelinin Şamanist dönemde atıldığı söylenebilir. Eski Türk şamanları incelendiği zaman, bunların Türk veli imajına çok benzediğini fark etmemek mümkün değildir.

İslâmiyetin Türkler arasında yayılmaya başladığı dönemlerde yani X. yüzyıla gelindiğinde, Türklerce bilinen üstün ruhani kuvvetlerle donanmış insan tipi, Müslümanlıkla bağdaşmakta güçlüğe uğramadı. Kur’an-ı Kerim’de muhtelif mucizeler gösteren peygamberlerle Hz. Muhammed’in şahsiyeti Müslüman olan Türklere hiç yabancı gelmedi. Onlar, kendi din adamlarıyla bu zikredilenler arasında pek çok benzer noktalar buldular ve İslamiyet’e çabuk ısındılar.

Burada unutulmaması gereken nokta, Türklerin Islâmiyeti iyice gelişmiş bir veli telâkkisiyle renklenmiş olan tasavvuf kanalıyla tanımış olmalarıdır.

İslâmiyet onlara çok eski devirlerden beri temasta bulundukları Iran vasıtasıyla ulalştı. Bilhassa Maveraunnehre kadar yayılmış Horasan tasavvuf mektebinin bu konudaki rolü büyük oldu, işte Ahmed Yesevî bu mektep içinde yetiştikten sonra göçebe Türk boyları arasında tasavvuf aracılığıyla îslâmiyeti yaymaya başladı ve ilk Türk tarikatını kurdu.77

Kurulan bu tarikat çok kısa zamanda yayıldı. Buna sebeb; kadınlarla erkeklerin beraber bulunduğu eski Şâmanî ayinlerinde olduğu gibi, musiki, şiir ve raksların ihmal edilmemesi ve eski âdetlerine uymasıydı. Yoksa Islamiyete bu kadar çabuk intisab etmezlerdi

Ahmed Yesevî îslâmiyeti yaymak kadar onu korumaya da önem vermiştir. Nitekim Hakani Türk başkenti Balasagun, 11301137 arasında Budhist-Şamanist Kara- Hitayların eline geçmişti. Bu nisbeten ibtidai milletin idaresinde Islâm medeniyeti geriliyor, aşağı kültür seviyelerinin temayülleri ön safha ilerliyordu. Müslüman-Türk kültürünün tehlikede bulunduğu bu karışık çevre ve devirde Ahmed Yesevî îslâmiyeti korumak ve yaşatmak vazifesine hayatını adamıştı79.

Ahmed Yesevî’nin Türk tarihindeki ehemmiyeti, yalnız birkaç cild tasavvufî manzumeler yazmış olmasından değili, İslâmiyetin Türkler Arasında yayılmaya başladığı asırlarda, onlar arasında ilk defa bir tasavvuf mesleki vücuda getirerek ruhlar üzerinde asırlarca hüküm sürmüş olması, İslâmiyet dairesine yeni girmiş ve felsefî fikirlerin inceliklerinden henüz bir şey anlamayan basit ve sade bir çevrede yine aynı mahiyette basit ve sade dînî ve ahlâkî esasları telkin eder. Yesevilik hiçbir zaman ince ve derin bir panteizm neşr ve telkinine çalışmamış olduğu gibi orda muhtelif kaynaklardan gelen muhtelif akidelerin kaynaşmasından hasıl olma bir takım fikir ve telakkilere tesadüf olunmaz. O kendi başına bir ekoldür80.

Yesevî’nin Hikmetlerinde başlıca iki esas göze çarpar. Islâm, dinî sufıyane unsurla, millî yani Türklerin eski halk edebiyatından alınan unsur. Birincisi mevzuda daha kuvvetli olduğu halde, İkincisi bilhassa şekil ve vezinde daha belirlidir. İslâmiyet dairesine henüz yeni giren "Sır- Derya" Türkleri, şeklen kendilerine hiç yabancı gelmeyen bu esere tabiatıyla büyük kıymet veriyorlardı. Mevzuda kendilerini alakadar ettiği için, bu eser az zamanda halk arasında hemen hemen kudsi bir mahiyet aldı. Bununla birlikte bu hususta en mühim amil, Yesevi’nin aynı zamanda büyük bir tarikat kurucusu olması ve tarikatının süratle pek geniş bir sahaya yayılarak yüzyıllarca yaşamasıdır. O tarikata girenler için Divân-ı Hikmet’i okuyup ezberlemek hatta kudreti olabilenler için o tarzda şiirler yazmak âdeta tarikatın değişmez esaslarından sayılıyordu. Zikir meclislerinde okunan Hikmetler öyle basit bir sanat eseri sayılmıyor, kudsî bir âyin hali veriliyordu. İşte bu büyük âmile eklenen ikinci âmil de Divân-ı Hitmet’in hükmünü sürdürdüğü coğrafi sahaların 800 yıldan beri daime aynı hakim esaslar içinde yaşayarak öyle pek belirgin ve fikrî uyanışa erişememiş olmasıdır. Onun yayıp bildirdiği dînî-sûfıyane gayeler halk arasında o zamandan beri değişmek şöyle dursun aksine devamlı olarak daha genişlemiş, daha derinleşmiştir.

Timurlenğ zamanında Orta-Asya en parlak medeniyet devresini geçirdikten sonra "Şeybani" hanedanının düşüşünden Rus istilasına ve son ihtilal senelerine kadar fikrî ve edebî esaslı bir uyanışa erememiş daha açık bir sözle ifade edecek olursak içtimai muhit devamlı olarak Yesevi’nin eserini daha hararetle kabul edecek bir gelişmeye açık kalmıştır 81.

İç Asya’da sürekli ve önemli eğitim bilim, kültür hareketleri görülememesine rağmen Yesevi’nin tesiri sürmüştür. 82

Diğer bir unsur da halk edebiyatı XI. yüzyıldan günümüze kadar hemen hemen hiç değişmediği için Divân-ı Hikmet halkın zevkinden ayrı düşmemiştir. 83

Fuad Köprülü, Yesevî hakkındaki görüşlerinde, "Onun sufiyane hayatını yazarken gerek şahsiyeti, gerek tarikat hüviyetini tamamen nakşibendi kaynakların gösterdiği şekilde tasvir etmiştim. Halbuki Babaî, Haydarî ve Bektaşî ananelerinin Ahmed Yesevî hakkındaki rivayetleri şüphesiz tarihi hakikate daha yakındır. İlk Mutasavvıflar’ın neşrinden sonra Bektaşîliğin menşeleri hakkında yaptığım araştırmalar ve elde ettiğim yeni vesikalar, onun tasavvufi şahsiyeti ve Yeseviye tarikatının ilk asırlardaki hususi karekteri hakkında yeni fikirler verdi." Demekte ve İlk Mutasavvıflar isimli eserinde verdiği bilgilerden bu yeni bilgilerin tamamen değişik olduğunu belirtmekte ve şöyle devam etmektedir: "Yusuf Hemedânî halifelerinden olan Ahmed Yesevî’nin bir taraftan Horasan taraflarında, diğer taraftan Şarkî Türkistan ve Seyhun çevresindeki şiî ce- rayanlarının tesiri altında kalıp, oldukça geniş ve serbest bir tasavvuf felsefesine sahip olduğu tahmin edilebilir. Fakat buna rağmen bu tarikat, Maveraunnehr ve Harezm’in büyük sünnî merkezlerinde daha ziyade ortodoks bir mahiyet göstermiş olmalıdır. Ahmed Yesevî, Yesi’ye yerleşerek çalışmasını daha çok göçebe ve köylü bozkır Türkleri arasında teksif edince, Yesevilik ister istemez bu muhitin şartlarına uymak mecburiyetinde kaldı. Bu Türkler samimi Müslüman olmakla beraber, İslâmiyeti anlayışları tabiatıyla çok sathi ve şeklî idi. Bununla beraber Yesevilik bu göçebe Türk muhitinde eski Türk kabile ananeleri ve paganizm bakiyyeleri ile karışmak mecburiyetinde kaldı. Nakşibendi ananelerinde bile, zikir meclislerinde kadınlar ile erkeklerin bir arada bulundukları hakkında rivayetler vardır ki Türk göçebe hayatının bir zaruretidir. Ahmed Yesevî’nin bu şekilde davranmasında Türk muhitinin kuvvetli tesiri olduğunu bazı eski müellifler de itiraf etmektedirler. "84

Ahmed Yesevî halkın anlayacağı bir Türkçe ile yazmış, Altınordu Devleti’nin Türk ve Moğol kabilelerinin müslümanlaşmasında önemli rol oynamıştır. 85

Yeseviliğin tarikat dili Türkçe olmasının da Türk çevresinde tesiri büyüktür. 86

Yeseviliğin tesiri başlıca şu sahalarda olmuştur:

1- Kıpçak yani bugünkü Şimal Türkleri,

2- Türkmen sahası,

3- Azeri sahası,

4- Garp Türkleri yani Anadolu sahası,

5- Hindistan,

6- Afganistan.

Bugün bile bu bölgelerde Yeseviliğe mensub olan kimseler vardır. Seyhun mıntıkası ile Özbek, Kazak bozkırlarında Ahmed Yesevî’nin ehemmiyeti asla eskimemiş ve hiçbir tarikat onun yerini tutamamıştır. 87

Yesevilik; Haydarilik, Bektaşilik, Nakşibendilik tarikatlarının esaslarının doğumuna sebeb olmuş 88 Yunus Emre’nin yetişeceği manevi ortamı hazırlamış ve onu da etkilemiştir.89 Hace Ahmed Yesevî, Anadolu ve Rumeliyi fetheden kuvvetlerin başında bulunan Horasan erlerinin manevi atası idi. Ondan beş asır sonra gelen Evliya Çelebi (Ö:1681)’nin Yesevî’yi büyük babalarından sayması boşuna değildir 90. Îbnü’l-Arabî’yi bile tesiri altında bırakmış bir şahsiyettir.

Kendisini bugün bile Yesevî’ye ve Yeseviliğe mensub sayan halk zümreleri vardır. Tunceli çevresinde yaşayan bir kısım şii Türk halkı bunlar arasındadır. 91

Konya’nın Cihanbeyli İlçesi Böğrüdelik Köyü de bu örnekler arasındadır. Özbekistan’dan 1700 senesinde çıkarak Sibirya’ya, oradanda 1905’de çıkarak 1910’da Böğrüdelik Köyü’ne gelmişlerdir. Sünnî inanca sahip bu köyün yaşlılarından Hacı Abbas Dündar’a, Yesevî ile herhangi bir münasebetiniz var mı diye sorduğumuzda "O bizim dedemizdir" cevabını vermişlerdir. Maalesef araştırmalarımıza rağmen Yesevî’nin Divân-ı Hikmet isimli eserine bu köyde rastlayamadık.

Görüldüğü üzere kaynak kişilerden aldığımız bu bilgiler Yesevî’nin tesirini gözler önüne açık bir şekilde çıkarmaktadır.

(*) Cihanbeyli Vaizi

(1) Yesevî, Fakr-name, Tere. : K. Eraslan, Tiirk Dili ve Edebiyatı Dergisi, XXII/45.

(2) Ahmed Kabaklı, Türk Edebiyatı Dergisi, Ekim 1989, s. 4.

(3) Emel Esin, Türkistan Seyahatnamesi, s. 59,

(4) Türk Dünyası El Kitabı, s. 410.

(5) Divan-t Hikmet, Tere. : El Hac Haşan Şükrü, 1/21, Hik: V/23.

(6) A. g. e. , 1/36, Hik: XI/15.

(7) A. g. e. , 1/10, Hik: 1/48; 1/41, Hik: X1V/11, 1/14, Hik: 11/43; 1/16, Hik: 111/21; 1/19, Hik: IV/23; 1/27, Hik: VJI/23; 1/27, Hik: VI11/5; 1/31, Hik: IX/42; 1/37, Hik: XII/12, 1/40, Hik: XIIl/26-27; 1/44, Hik: XVI/18; 1/48, Hik:XIX/5; 1/49, Hik: XX/5; 1/50, Hik: XXI/14; 1/51, Hik: XXIl/6.

(8) Hazini, Cevahiru’l-Ebrar, s. 49. Bu rivayet yalnız bu eserde vardır. Diğer kaynaklarda Yesi olarak zikredilmektedir. Fuad Köprülü, İlk Mutasavvıflar isimli eserinde, s. 48’de bunu belirtmiştir.

Murad Tarık Yüksel’in, Ariflerin Menkıbeleri isimli kitabında (c. 11/481) belirttiğine göre Sayram Kasabası Yesi Şehri’ne bağlıdır. Yesi diyenler de haksız değildirler, demektir.

(9) Türk ve Dünya Meşhurları Ans. , I. Fas. s. 29; Yüksel, a. g e. , 11/481; İbrahim Alaattin Gövsa, Resimli Yeni Lüğat ve Ansik. 1/51.

(10) Şerif Işıklar, Ahmed Yesevî ve İlk Halifeleri, s. 53.

(11) Divân-ı Hikmet, Tere. : Haşan Şükrü, 1/44, Hik: XVII/4; Divân-ı Hikmet, Tere. : Kemal Eraslan, s. 101, Hik: VIII/2

(12) A. g. e. , s. 141, Hik: XIV/6.

(13) Kazakistan’ın Cenup Bölümünde Şeyh Ahmed Yesevî’nin türbesi bulunan "Yese" şehri ve civarına, keza Sır-Derya’nın orta ve aşağı mecralarına Türkistan derler. Türkistan’a gidiyorum diyen bir Kazak mutlaka Ahmed Yesevî’nin mezarı bulunan şehri ve bu Türk şeyhinin türbesini kasteder. Halbuki Araplar gibi Temürlular ve Özbekler zamanında Türkistan demek, Kazakistan ve Yedisu demekti. Şimdi Türkistan kelimesi, eski Yese şehrinden ibaret bir nahiyeye isim olarak kalmıştır. Z. Velidi Togan, Bugünki Türkili Türkistan, 1/11, 24. Hazret-i Türkistan ismi verilen yere asırlardan beri sadece Türkistan denmektedir. (Emel Esin, a. g. e. , s. 59-60. )

(14) Fuad Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 49-50; İslam Ans. Ahmed Yesevî Mad. (Yaz: Fuad Köprülü) 1/210, Meydan Larousse, 1/184; Küçük Türk İslam Ansik. 1. Fas. s. 56.

(15) Vilayetname, Haz. : Abdulbaki Gölpınarlı, s. 14. Seyyid kelimesi; Hz. Muhammed’in soyundan gelen, Hz. Ali’ye mensub olan, kavmin büyüğü gibi anlamlara gelmektedir. Burada kastedilen onun soy itibariyle Hz. Ali’ye bağlılığı olabileceği gibi mana itibariyle bir bağlantı da kastedilmiş olabilir (Meydan Larousse, XI/233)

(16) Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 193; Niyazi Akşit, A’dan Z’ye Tarih Ansik. s. 34.

(17) Yüksel, a. g. e. , 11/483.

(18) İslam Ansik. Yesevi Mad. 1/210.

(19) Mevlana Ali b. Hüseyin, Reşahat Ayne’l-Hayat, Ter.: N. Fazıl Kısakürek, s. 11.

(20) Yeni Türk Ansik. 1/49-50.

(21) N. Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, 1/272.

(22) Işıklar, a. g. e. , s. 41.

(23) Ferideddin-i Attar, Mantık Al-Tayr. 11/30.

(24) Ali Şîr Nevaî, Nesayimu’l-Mahabbe, s. 383-384.

(25) Banarlı, a. g. e. , 1/279.

(26) Divan-ı Hikmet, Ter. : K. Eraslan, s. 15, 21.

(27) Divan-ı Hikmet, Ter. : Haşan Şükrü, 1/44, Hik: XVII/2.

(28) A. g. e. , 1/50, Hik: XXI/14.

(29) Divân-ı Hikmet, Ter. : K. Eraslan, s. 101, Hik: XllI/4.

(30) F. Kadri Timurtaş, Tarih İçinde Türk Edebiyatı, s. 156.

(31) ÇağatayUluçay, İlk Müslüman Türk Devletleri, s. 213.

(32) Ahmed Kabaklı, Türk Edebiyatı Tarihi, 11/92.

(33) Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, s. 35.

(34) Kabaklı, a. g. e. , 11/92.

(35) Kabaklı, Türk Edebiyatı Dergisi, Ekim 1989, s. 5.

(36) Selçuk Eraydm, Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 177, Mahir İz, Tasavvuf, s. 211.

(37) Kabaklı, Türk Edebiyatı Tarihi, II/94.

(38) Hasan Küçük, Tarikatlar ve Türkler Üzerindeki Müsbet Tesirleri, s. 72, 80.

(39) Kabaklı, Türk Edebiyatı Dergisi, s. 5.

(40) İşıklar, a. g. e. , s, 12.

(41) Hocazade Ahmed Hilmi, Hadikatü’l-Eviiya, s. 14-16; Barthold, Moğol İstilasına Kadar Türkistan, Haz. : Hakkı Dursun Yıldız, s. 464.

(42) Divân-ı Hikmet, Ter. : Haşan Şükrü, 1/18, Hik: IV/15.

(43) A. g. e. , 1/32, Hik:X/10.

(44) Nesâyimu’l-Mahabbe, Haz. : Kemal Eraslan, s. 231-232.

(45) A. g. e. , s. 383.

(46) Işıklar, a. g. e. , s. 18.

(47) Fuad Köprülü, İslâm Medeniyeti Tarihi, s. 193; Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 203; Ti- murtaş, Tarih İçinde Türk Edebiyatı, s. 156; Abdullatif Uyan, Menkıbelerle İslam Meşhurları, 1/303-305.

(48) Divân-ı Hikmet, Ter. : Haşan Şükrü, 1/3.v

(49) Kabaklı, Türk Edebiyatı Tarihi, 11/92.

(50) Hacı Bektaş, Makalat, s. 30-34; Vilayetname, s. 9-81; Akyüz, a. g. e. , s. 52.

(51) Vilayetname, s. 5.

(52) Divân-ı Hikmet, Ter. : K. Eraslan, s. 191, Hik: XXV/12.

(53) Sufi ve Komiser, Tere. : Osman Türer, s. 266-267.

(54) Ali Şîr Nevaî, Nesâyimu’l-Mahabbe, Haz. : K. Eraslan, s. 389.

(55) Türk Dünyası El Kitabı, s. 496.

(56) Nezihe Araz, Anadolu Evliyaları, s. 9.

(57) Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 61.

(58) Divân-ı Hikmet, Tere. : Haşan Şükrü, 1/22, Hik: VI/10-11.

(59) Divân-ı Hikmet, Tere. : K. Eraslan, s. 99, Hik: VII/14.

(60) A. g. e. , s 65, Hik: II/l.

(61) Köprülü, a. g e. , s. 59. Yüksel, a. g. e. , 11/483.

(62) Işıklar, a. g. e. , s. 53.

(63) Araz, a. g. e. s. 14.

(64) Divân-ı Hikmet, Tere. : Haşan Şükrü, 1/27, Hik: VIII/5.

(65) A. g. e. , 1/45, Hik: XVII/16.

(66) Divân-ı Hikmet, Tere: K. Eraslan, s. 103, Hik: IX/8.

(67) Esin, a. g. e. , s. 60-63.

(68) Köprülü, Edebiyat Araştırmaları, 11/465.

(69) Esin, a. g. e. , s. 60.

(70) Necla Pekolcay, İslami Türk Edebiyatı, s. 65-75.

(71) Araz, a. g. e. , s. 16.

(72) Togan, a. g. e. , 1/533.

(73) Sufi ve Komiser, s. 256.

(74) La’szlo’ Rasonyı, Türk Devletinin Batıdaki Varisleri, Tere. : Ş. K. Seferoğlu-A. Müderrisoğlu, s. 60-61.

(75) Esin, a. g. e. , s. 59.

(76) Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, s. 319.

(77) A. Yaşar Ocak, Türk Halk İnançlarında ve Edebiyatında Evliya Menkabeleri, s. 7-10.

(78) Köprülü, İslam Medeniyeti Tarihi, s. 187.

(79) Esin, İslâmiyetten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslâmiyete Giriş, s. 179.

(80) Niyazi Özat, Ahmed Yesevî, Yunus Emre ve Aşık Paşa’nın Fikir Hayatımızdaki Yeri ve Rolleri, s.7.

(81) Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 196-198.

(82) Akyüz, a. g. e. , s. 38-39.

(83) Köprülü, a. g. e. , s. 198.

(84) Köprülü, İslâm Medeniyeti Tarihi, s. 191-192.

(85) Sûfi ve Komiser, s. 85.

(86) İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, s. 366.

(87) Uluçay, a. g. e. , s. 80; Türk Dünyası El Kitabı, s. 898; Köprülü, a. g. e. , s. 193-195.

(88) Akyüz, a. g. e. , s. 36.

(89) Seyit Kemal Karaalioğlu, Türk Edebiyatı Tarihi, 1/147.

(90) Meserret Diriöz, Türk Edebiyatı Dergisi, Ekim 1989, s 17.

(91) Kabaklı, Türk Edebiyatı Tarihi, 11/92.

BİBLİYOGRAFYA

Ahmed YESEVİ, Divan-ı Hikmet, Taşkent, 1334, Milli Ktp. M. F. A. 60. Ahmed YESEVİ, Divan-ı Hikmet, İst. 1299.

Akşit, Niyazi, A’dan Z’ye Tarih Ansik. İst. 1984.

Akyüz, Yahya, Türk Eğitim Tarihi, Ank. 1985.

Alişir NEVAÎ, Nesayimü’I-Mahabbe min Şemayimi’l-Fütüvve, Haz: Kemal ERASLAN (Doktora Tezi) 1st. 1979.

Alexandre Bennigsen, Sufi ve Komiser, Tere. : Osman TÜRER 1st. 1981.

Araz, Nezihe, Anadolu Evliyaları, Ist. 1958.

Banarlı, Nihat SAMİ, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, 1st. 1975.

Barthold, İslam Medeniyeti, Tere. : Fuat KÖPRÜLÜ, Ankara 1940.

Barthold, Moğol İstilasına Kadar Türkistan, Haz. : H. Dursun YILDIZ. 1st. 1981. Eraslan, Kemal, Divan-ı Hikmet’ten Seçmeler, Ank. 1983.

Esin, Emel, Türkistan Seyahatnamesi, Ank. 1959.

Esin, Emel, İslamiyetten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslama Giriş, 1st. 1978. Eraydın, Selçuk, Tasavvuf ve Tarikatlar, 1st. 1981.

Feridüddin Attar, Mantık Al-Tayr, Çev. : A. GÖLPINARLI, 1st. 1963.

H. Bektaşi Veli, Malakat, Haz. : Esat COŞAN, Ank. 1971.

Menakıb-ı H. Bektaşi Veli, Vilayetname, Haz. : A. GÖLPINARLI, 1st. 1958.

Haşan Şükrü, Terceme-i Divan-ı Ahmed YESEVİ, Ist. 1327.

Hazini, Cevahiru’l-Ebrar min Emvaci’l-Bihar, H. 1002-M. 1593, Halis EFENDİ Ktp. Hocazade Ahmed Hilmi, Hadikatü’l-Evliya, Ist. 1318.

Işıklar, Şerif, Ahmed YESEVİ ve İlk Halifeleri, Ist. 1966 (Mezuniyet Tezi).

İslam Ans. Ist. 1950.

Iz, Mahir, Tasavvuf, 1st. 1968.

Kabaklı, Ahmed, Türk Edebiyatı Tarihi, 1968.

Kafesoğlu, İbrahim, Türk Milli Kültürü, 1st. 1988.

Köprülü, Fuat, İlk Mutasavvıflar, Ank. 1966.

Türk Edebiyatı Tarihi, 1st. 1986.

Edebiyat Araştırmaları, 1st. 1989.

Küçük, Haşan, Tarikatlar ve Türkler Üzerindeki Müsbet Tesirleri, 1st. 1976.

La’szlo’ Rasonyı, Türk Devletinin Batıdaki Varisleri, Tere. : Ş. K. ŞEREFOĞLU-A.

MÜDERRİSOĞLU, Ank. 1983.

Mevlana Ali b. Hüseyin, Reşahat Ayne’l-Hayat, Tere. : N. Fazıl KISAKÜREK, 1st. 1983. Pekolcay, Necla, İslami Türk Edebiyatı Tarihi, 1st. 1967.

Türk Edebiyatı Dergisi, Ekim 1989.

Türk Dünyası El Kitabı, Ank. 1976.

Türk ve Dünya Meşhurları Ansiklopedisi, 1st. 1958.

Togan, Z. Velidi, Bugünkü Türkili Türkistan ve Yakın Tarihi, 1st. 1981.

Togan, Z. Velidi, Türk Türkistan, 1st. 1960.

Timurtaş, F. Kadri, Tarih İçinde Türk Edebiyatı, 1st. 1981.

Turan, Osman, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, Ank. 1965.

Uluçay, Çağatay, İlk Müslüman Türk Devletleri, İst. 1965.

Uyan, Abdullatif, Menkıbelerle İslam Meşhurları Ans. , İst. 1983.

Yesevi, Fakr-Name, Tere. : K. ERASLAN, Türk Dili ve Edebiyatı Der. , İst. 1977.

Yüksel, Murat Tarık, Ariflerin Menkıbeleri, İst. 1979.

Ahmed Yesevî’nin Türk tarihindeki ehemmiyeti/yalnız beş-on parça, yâhut birkaç cilt tasavvufî manzumeler yâzmış ’eski bir şâir olmasındâ değil, İslâmiyet’in Türkler arasında yayılmaya başladığı asırlarda, onlar arasında ilk defa bir tasavvuf mesleki vücûda getirerek ruhlar üzerinde asırlarca hüküm sürmüş olmasındadır:’ Ondan "önce Türkler arasında Tasavvuf mesleklerine girmiş adamlar yok değildi; lâkin onlar, ya büyük İslâm merkezlerinde Acem kültürünün te’sîri ile acemleşmişler, yâhud, yeni dinin umumileşmesi için büyük Türk kitleleri arasına girerek orada unutulup gitmişlerdi; içlerinden hiçbiri, kendilerinden sonra da yaşayıp devam edebilecek kuvvetli, bir şey tesisine muvaffak: olamamıştı; halbuki,Hoca Ahmed Yesevî kuvvetli şahsiyetiyle, Türkler arasında asırlarca yaşayan büyük bir târîkat kürdü ki, bu, bir Türk tarafından ve Türkler arasında kurulmuş olan ilk tarîkattir.

Ord. Prof. Dr. Fuad KÖPRÜLÜ
(İlk Mutasavvıflar, s. 114)

DİVAN-I HİKMET’ten

Ol Kadirim kudret birlen nazar kıldı
Hurrem bolup yir astığa kirdim mene
Garip bendeng bu dünyadan güzer kıldı
Mahrem bolup bir astığa kirdim mene

Zâkir bolup, şâkir bolup Haknı taptım
Şeyda bolup, rüsva bolup candım öttim
Andın songra vahdet meydin katre tattım
Hemdem bolup yir astığa kirdim mene

Altmış üçge yaşın yetti bir künce yok
Va diriga Hak’nı tapmay könglüm sınuk
Yir üstide, sultan-men tip, boldum ulug
Pür gam bolup yir astığa kirdim mene

Başım tofrak, cismim tofrak, özim tofrak
Köydüm yandım, olamadım hergiz apak
Hak vaslıga yitermin tip, ruhum müştak
Zemzem bolup yir astığa kirdim mene

Ahmed YESEVÎ

Bugünkü dille:

1) Benim Allahım Kudret ile bir baktı/Mesut olup yerin altına girdim işte/Garip kulun bu dünyadan geçti gitti/Sırdaş olup yer altına girdim işte,

2) Zikrederek, şükrederek Hak’kı buldum/Çılgın olup kınanarak candan geçtim/Ondan sonra "teklik” içicisinden bir damla tattım/ Peygamber’e yoldaş olup yer altına girdim işte.

3) Yaşım altmış üçe yetti, bir gün yaşamamış gibiyim/Ah gidi ah! Allah’a varmaya gönlüm kırık/Yer yüzünde "Sultan’ım" deyip ululanırken/Gamla dolup yer altına girdim işte.

; 4) Başım toprak, cismim toprak, özüm toprak/Yandım yakıldım da yine tertemiz olamadım./Allah’a kavuşacağım diyen ruhum özlem içinde/Zemzem olup yer altına girdim işte.