Makale

MEVLANA'NIN ANADOLU İNSANINI İSLÂM'A KAZANMA METODU

MEVLANA’NIN ANADOLU İNSANINI İSLÂM’A KAZANMA METODU

Doç. Dr. Seyfettin ERŞAHİN
A.Ü. İlahiyat Fakültesi

Mevlânâ Celaleddin Rûmî 1207’de bugün Afganistan sınırları içinde bulunan Belh’te doğmuş, 17 Aralık 1273’te Konya’da vefat etmiş bir Türk büyüğüdür. O Allah’ın eş- ref-i mahlukat olarak yarattığı insan olmanın şuur ve mesuliyeti ile yaşadı. Ömrü boyunca, iyi bir kul olarak kendi ruh ve gönül dünyasını hem de çağının insanlarını güzellikle imar etmeye çalıştı.
I. Mevlânâ’nın Hazır Bulduğu Anadolu
Mevlânâ’nm yaşadığı 13. yüzyıl Anadolusu siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik yönlerden değişim ve dönüşümlerin yaşandığı bir coğrafya idi. Anadolu Selçuklu Devleti 1243’te Kösedağ’da Moğol- lar karşısında ağır bir yenilgi almış ve merkezi idare zayıflamıştı. Siyasal çekişmeler ve çalkantılar devletin geleceğini bile tartışmalı hale getirmişti. Bunun yanında, büyük kitleler halinde Türkistan’dan kopup gelen Müslüman Türk boylan bu topraklara henüz yeterince yerleşememişlerdi. Buna ilaveten Anadolu’nun eski sakinleri olan Rumlar, Ermeniler vs. halklar da yeni muhacirlere karşı nasıl tavır alacaklarını tam olarak kestiremiyorlardı. Türkler bu topraklarda coğrafi olarak batılılaştıklan gibi Batı medeniyetinin en önemli temsilcilerinden olan Bizans ile de karşı karşıya idiler. Bu anlamda Mevlânâ’nm yaşadığı 13. yüzyıl Anadolu’sunda diller, dinler, ırklar ve kültürler; başka bir ifade ile Türk-tslam. Moğol ve Batı değerleri hakimiyet mücadelesi veriyorlardı. Bütün bu çalkantılar içindeki sade halk maddi ve manevi bakımdan büyük sıkıntılarla karşı karşıya idi.
İşte Mevlânâ böyle bir ortamda ortaya çıkarak bu iklimin insanına, din, dil, renk ve sınıf farkı gözetmeksizin birlikte yaşama anlayışını ve hayat iksiri sunan büyük insan, büyük Müslümandır. Onun bu karanlık ortamda yaktığı kurtuluş meş’alesi hem çağının insanlarının yolunu aydınlatmış hem de kıyamet’e kadar insanlığın yoluna ışık saçmaya devam edecektir.
II. Mevlânâ’nın İlham Kaynakları
Her büyük insan gibi Mevlânâ da ilhamını evrensel kaynaklardan almıştır. Bunlar, sözü uzatmadan söyleyelim, ilahi vahiy ve ilahi aşktır.
1. İlahi Vahiy: O, bir Müslüman olarak, Allah’ın son vahyi, son kitabı, son ilahi hitabı olan Kur’an-ı Kerim’i esas kaynak olarak kabul etmiş, ruhunu bu kaynaktan kandırmıştır. Elbette bu kaynağın tebliğcisi, Allah’ın resulü ve habibi Hz. Muhammed (s.a.s.) onun Kur’an’ı anlamasında ve anlatmasında en vazgeçilmez örnek olmuştur. Mevlânâ bu tavrını dizelerinde şöyle ifade eder:
Ben yaşadıkça, Kur’an’m kuluyum,
Ben Hz. Muhammed’in ayağının tozuyum.
Biri benden, bundan başkasını naklederse,
Ondan da uzağım, o sözden de...
Bu dizeler açıkça, hiçbir tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde, onu Kur’an ve Hz. Muhammed (s.a.s.) ile yola çıktığını ve sonuna kadar böyle devam ettiğini ortaya koymaktadır.
2. İlahi Aşk: Öte yandan, tarihin şahit olduğu pek çok büyük insan gibi Mevlânâ da ilahi aşka yönelmiş, buradan aldığı sevgiyi insanlara aktarmıştır. Bu konuda şöyle der büyük mürşid:
Aşk geldi, damarlarımda, derimde kan kesildi,
Beni kendimden aldı, sevgiyle doldurdu,
Benden kalan yalnız bir isim, gerisi hep o.
Bizim Peygamberimiz’in yolu aşk yoludur,
Aşksız olma ki ölü kalmayasın,
Aşkla öl ki diri kalasın.
Mevlânâ bu iki kaynaktan aldığı bilgi, duygu ve aşkı insana sunmuş, onun Yaradanı ve yaratılanı ile tam bir uyum içinde yaşamasına yardımcı olmuştur.
III. Mevlânâ’nın İnsan Kazanma Metodu
Mevlânâ, ilham kaynaklarından aldıklarını insanlara ulaştırırken davranış dili (lisan-ı hâl), söz dili (lisan-ı kâl) ve sevgi ile hoşgörüyü kullanmıştır.
1. Lisan-ı hâl: Bütün insanların ortak dili olan lisan-ı hâl en etkili tebliğ vasıtalarındandır. Mevlânâ işte bunu kullanmıştır. Yani iyi bir Müslüman olarak yaşamaya çalışarak, insanlara Allah’ın son dininin güzelliklerini bizzat göstermek istemiştir.
Bu çerçevede, o, Islamın temel rükünleri namaz, oruç, zekat vb. eksiksiz yerine getirme gayreti içinde olmuş; Allah’ın farz kıldıklarım yapmaya, haram kıldıklarından kaçınmaya çalışmıştır.
Mevlânâ’nın hayatı ile ilgili temel kaynaklardan olan Feridun b. Ahmed-i Sipehsâlar’ın Risale adlı eserinde onun ibadet hayatı hakkında kayıtlar bulunmaktadır. Sözgelişi, Mevlânâ farz ibadetlerinin yanında nafile ibadetleri de ifa etmiş, çoğu geceleri ibadetle geçirmiştir. Hatta bir keresinde, soğuk bir medresede bir kış gecesi secdeye kapanmış, gözyaşlanndan sakalı yere yapışmış, dostları onu sıcak su dökerek kurtarabilmişlerdir.
Mevlânâ’nın kullandığı lisan-ı hâlden biri de semâdır. Semâ bir bakıma, bütün mahlukatın Allah’ı zikrederken kullandıkları ortak dildir. Zira, biliyoruz ki kâinatta zerreden kürreye, atomdan galaksilere kadar her şey Allah’ı dönerek zikederler. Mevlânâ bu ortak ve evrensel zikir dili ile insanların gönüllerini coşturmuş, kalplerini yumuşatmıştır.
2. Lisan-ı kâl: Mevlânâ, hâl dili gibi kâl dilini de ustalıkla kullanan Müslümanlardan biridir. Başta Mesnevi olmak üzere eserleri ve vaazları ile insanları hakka, iyiye, güzele ve doğruya çağırmıştır. Eserleri doğudan batıya bütün dünyada hâlâ insanlığa ışık tutmaya devam etmektedir.
3. Sevgi ve hoşgörü: Aslında 13. yüzyıl Türkiyesi’nde en çok ihtiyaç duyulan şey insan sevgisi ve hoşgörü idi. Nitekim bu dönemde Hacı Bektaş Veli’ler ve Yunus Emre’ler gibi Mevlânâ da ortaya koydukları hoşgörü öğretileri ile bir yandan farklı din, dil, meşrep, mezhep ve renkten insanların bir arada yaşamalarına ortam hazırlamış diğer yandan insanlığın ortak tecrübesi olarak medeniyet için bir kazanç olmuştur desek fazla abartmış olmayız.
Mevlânâ’da yukarıda işaret ettiğimiz gibi, insan sevgisi esastır: İnsanın bir soluğu bir cana değer.
Ondan düşen bir kıl bin manâ değer
Sevgiden acılar tatlılaşır,
Sevgiden sabırlar altın kesilir,
Sevgiden bulanık sular durulur,
Sevgiden dertler şifa bulur, padişahlar kul olur.
Sen sevmesini öğrendinse,
Şimdi artık öğretmelisin.
Sana verilen alem sırrı içinde İnsanlığa hizmet etmelisin.
Sev... Sev...
Sevmeye çalış mutlaka,
Elinin değdiği her şeyi,
Gözünün görebildiğini,
Hayal edebildiğini, düşünebildiğini, duyabildiğini, Öğrenmeye çalış sevmeyi Ne varsa öyle güzel ki tabiatta,
Bir böcek bile çirkin değil...
Bir parça ot al eline, bak rengi ne güzel değil mi? Kendinin olan bir renk ve şekil içinde.
Çiçekler, taşlar, bulutlar,
Küçük bir çocuk, bak ne güzel...
Ya onu dünyaya getirenler!
İnsanları sev... sev...
Bütün kâinat birbirine sevgi zinciri ile bağlanmış. Sevgisini öğren ki... O zaman dersin:
"Ölümsüz olan da varmış."
Öte yandan hoşgörü okyanusu olan Mevlânâ insanlara şu çağrıyı yapmaktadır:
Gel, gel, ne olursan gel,
Kafir, putperest, Mecusî olsan da yine gel.
Bizim dergâhımız ümitsizlik kapısı değildir,
Yüz kere tevbeni bozsan da yine gel, nasıl olsan öyle gel. Bu bağlamda Mevlânâ insanlara şu tavsiyelerde bulunur:
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol,
Kusurları örtmekte gece gibi ol,
Sehavet ve cömertlikte ölü gibi ol,
Tevazu ve mahviyette toprak gibi ol,
Olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol.
Mevlânâ lisan-ı hâl, lisan-ı kâl, sevgi ve hoşgörü ile Andolu’da yaşayan gayrimüslim Rumlar, Ermeni- ler, Yahudiler ve Moğollara yaklaşarak Islama kazandırmıştır.
Türkler Anadolu’ya geldiklerinde yerli halkı imha etmek, soykırımı uygulamak gibi insanlık dışı bir fiile hiçbir zaman tevessül etmemişler, temel dini değerlerine ve insan haklarına aykırı gördükleri için halkı zorla Müslümanlaştırma yönünde de bir girişimde bulunmamışlardır. Bunun için de Anadolu’da yaşayan halkın İslamlaşması yüzyılar içinde ihtida yoluyla olmuştur.
İhtida, büyük ölçüde psikolojik bir olaydır. Bu bakımdan insan psikolojisini, ruh yapısını çok iyi bilen gönül erleri mutasavvıflar, bu olayların baş kahramanlarıydı. Anadolu’da 13. yüzyıldan itibaren gelişen tasavvuf gayrimüslim halka İslamı en güzel şekilde sunmayı başarmıştır. Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar yayılan mutasavvıflar, mütevazı yaşantıları ile örnek teşkil edecek şekilde İslamı şahıslarına temsil etmişler ve kalpleri İslama kazanmayı bilmişlerdir. Bu devrin en büyük mutasavvıflarından biri olan Mevlânâ çok sayıda gayrimüslimin İslama girmesine vesile olmuştur. Günümüzde dahi ihtifalleri ile ihtida olaylarına vesile olan Mevlânâ "Kolaylaştırın, zorlaştırmayın, müjdeleyin, nefret ettirmeyin" emr-i Nebevisini kendine metod edinmiş, şahsiyeti, İslamı anlama ve anlatma üslûbuyla binlerce gayrimüslimin kalplerini fethetmiştir.
Mevlânâ ve Mevleviliğin en önemli kaynaklarından Ahmed Eflaki’nin Menâkıbu’l-Arifin adlı eserinde Büyük Mürşid’in gayrimüslimlerle olan ilişkilerine ve onları nasıl irşat ettiğine dair pek çok rivayet bulabiliriz. Mesela, Mevlânâ bir keresinde Şam yolculuğu sırasında uğradığı mağarada kırk Hıristiyan rahibin ihtidasına vesile olur ve onları kendisine mürit yapar. (Eflaki, I, 159) Yine bir gün Konya sokaklarında dolaşırken cellatların elinde imdat diye bağırırken kurtardığı Siryanus adlı Rum delikanlısı İslam’a girer ve Alaaddin adını alır. (Eflaki, I, 294) Bir defasında Mevlânâ Meram Mescidi’nden Konya’ya dönerken yolda karşılaştığı bir rahiple yaptığı ayaküstü kısa sohbetle onu İslama kazandırmıştır. (Eflaki, I, 194)
Mevlânâ, sadece Hıristiyan din adamları ve yüksek sınıftan insanlarla ilişki kurmakla kalmamış, gayrimüslim halk tabakasıyla da ilgilenmiştir. Sözgelişi, bir iki hikmetli söz ile sıradan bir Hıristiyan olan Rum marangozu etkilemiş ve İslama girmesini sağlamıştır. (Eflaki, I. 195)
Mevlânâ’nın etkisi bütün Anadolu’yu, hatta komşu ülkeleri de kaplamıştı. Komşu ülkelerde yaşayan din adamlarından bir kısmı onun manevi nüfuzu ile İslama girmiştir. Buna örnek olarak İstanbul yakınlarında bir manastırda yaşayan rahibin daha Mevlâ- nâ’yı görmeden İslamı din olarak seçerek ona mürid olduğu bilinmektedir. (Eflaki, I, 179)
Mevlânâ’nın gayrimüslimler üzerindeki etkisini görmek için onun cenaze törenine bakmak yeterlidir. Müslümanlar kendisine, ekmek kadar, su kadar ihtiyaç duydukları büyük mürşitlerinin tabutunu eller üzerinde taşırlarken törene Hıristiyan ve Yahudilerin de akın akın katıldıklarını gördüler. Bunu engellemeye kalkışan Müslümanlara gayrimüslimlerin cevabı şu olur: "Siz Müslümanlar Mevlânâ’yı bu devirde Hz. Muhammed’in temsilcisi kabul ettiğiniz gibi biz de onu Hz. Musa’nın Hz. İsa’nın temsilcisi olarak biliyoruz." Bunun üzerine onların da törene katılmalarına engel olunmamıştır. (Eflaki,I,436)
Mevlânâ düzenlediği semâ gösterileri ile çevresindekileri çabuk ve kolay din değiştirme atmosferine getirebiliyordu. Bir defasında semâ gösterisi sonunda çevresinde- I ki yüz kadar Rum ihtida etmiştir. Yine bir Ermeni kilise- * sinde düzenlediği semâ gösterisinden sonra çok sayıda insan Müslüman olmuştur. (Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi Tarihi, 1st. 1981.502)
Mevlânâ yaşadığı müddetçe çevresine hep İslamı anlatmaya çalışmıştır. Hıristiyanların kiliselerine, evlerine, hatta meyhanelerine İslamı taşımıştır. Bu gayretleri sonunda Rum. Ermeni ve Yahudilerden on sekiz bine yakın gayrimüslimin İslama girmesine vesile olmuştur. (Turan, 503)
İslam dünyasını 13. yüzyıl başlarında istila etmeye başlayan Moğollar, Kösedağ Savaşı (1243) sonunda Anadolu’ya da hakim olmuşlardı. Girdikleri her yerde yaptıkları zulümden dolayı yönetim ve halk köşesine çekilip en küçük bir direniş gösteremez hale gelmişlerdi. Böyle bir vaziyette Mevlânâ ortaya çıkarak Moğollara hoşgörü ile bakılmasını öğütlemiş onların geleceğinden İslam adına ümitli olduğunu söyle haykırmıştır:
Sen Tatarlardan korkuyorsan Allah’ı tanımıyorsun demektir.
Ben ise onları yüz tane iman sancağı ile karşılıyorum.
Mevlânâ’inin yaktığı bu iman meş’alesi daha sonraları parlayarak bütün Moğolları aydınlatmış, onların İslama girmelerini sağlamıştır. Bir süre sonra Müslüman olan Moğol İlhanlı hükümdarı Kazan Han, Mevlânâ’nın bu dizelerini altın sırma ile kaftanına işlemiştir. (Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, İst. 1981, 264)
Görüldüğü gibi o yaşadığı müddetçe Kur’an’ın kölesi, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) yolunun toprağı" olarak İslamın yayılmasına çalışmış, Gel, gel, ne olursan gel, / Kafir, putperest, Mecusî olsan da yine gel diye gücünün yettiğince haykırarak etrafına topladığı insanları İslamın potasında eriterek Anadolu’nun İslamlaşması ve Türkleşmesine yardımcı olmuştur.