Makale

Cuma Namazı

Cuma Namazı


Lütfi ŞENTÜRK
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Cuma günü mübarek bir gün olup, müslümanların bayramıdır. Bugüne mahsus cuma namazı vardır.
Cuma namazı; Kitap, Sünnet ve İcma ile sabittir.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur:
“Ey mü’minler, cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman hemen Allah’ı anmaya (namaz kılmaya) koşun ve alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz elbette bu, sizin için daha hayırlıdır” (1).
Peygamberimiz de şöyle buyuruyor:
“Cuma namazı haktır. Cemaatle eda edilmek üzere, her müslümana farzdır.” (2)
“Herhangi bir müslüman topluluk, ya cuma namazını terketmekten sakınsınlar, aksi halde Allah Tealâ, onların kalblerini mühürler de gafillerden olurlar.” (3)
İslam âlimleri cuma namazının farz olduğunda görüş birliği etmişlerdir. Cuma namazı iki rekat olup, yalnız kılınmaz, cemaatle edâ edilir. Cuma namazını kılamayan kimse öğle namazını kılar, Cuma namazının cemaatle kılınması gerekli olduğundan, birisi vücûp, diğeri sıhhat olmak üzere iki türlü şartları vardır.
Vücûp şartları, cumanın bir kimseye farz olması ile, sıhhat şartları ise namazın sahih olması ile ilgilidir. Cuma’nın vücûp şartları üzerinde mezhepler arasında önemli bir görüş ayrılığı yoktur.
Bu şartlar: Erkek, hür, mukim ve özürsüz olmaktır. Hastalık, hasta bakıcılığı, yaşlılık, sağlığı olumsuz şekilde etkileyecek derecede sıcak ve soğuk, aşırı derecede yağmur, çamur; mal ve can güvenliğinin bulunmaması gibi mazeretler cumaya gitmemek için özür sayılır.
Cumanın sahih olması ile ilgili şartlar hakkında ise İslâm âlimleri arasında farklı görüşler vardır.
Bu şartlar; şehir, vakit, hutbe, cemaat, sultan ve izn-i âm’dır. Şimdi sırasıyla bu şartları ve bu şartlar hakkındaki görüş ve ayrılıkları inceleyelim.
1.Şehir: Hanefi’lere göre cuma namazı kılınacak yerin şehir olması şarttır. Cuma, ancak şehir ve şehir hükmünde olan yerde kılınır.
Diğer mezheplerde, cuma namazı için şehir şart değildir.
Şafiîler, cuma namazı için yaz ve kış halkın devamlı oturduğu ve cuma namazı kendilerine farz olan kimselerin sayıları en az kırk kişi olan köy ve şehirlerde,
Malikîler, insanların devamlı oturdukları şehir, köy ve benzerî yerleşim merkezlerinde,
Hanbelîler; en az kırk kişinin oturduğu yerleşim bölgesinde, cuma namazı kılınacağı görüşündedirler.
2. Vakit: Cuma namazının vakti, öğle namazının vaktidir. Cuma namazı, öğle namazının kılındığı vakit içerisinde kılınır. Öğle vaktinden önce kılınamı- yacağı gibi vakit çıktıktan sonra da kaza edilmez. Ancak, Hanbelîler, cuma namazının, zevalden önce bayram namazlarının kılındığı vakitte kılınabileceğini söylemişlerdir.
3. Hutbe: Hutbe, cuma namazının sahih olmasının şartlarındandır. Hutbesiz kılınan cuma namazı sahih değildir. Çünkü Peygamberimiz, hutbesiz cuma namazı kılmamıştır.
4. Cemaat: Cuma namazında cemaatin şart olduğu hakkında İslam âlimleri arasında görüş ayrılığı yoktur. Ancak cemaatın en az sayısı konusunda farklı görüşler vardır.
Ebû Hanife ve imam Mu- hammed’e göre imamla birlikte en az dört,
Ebû Yusuf’a göre, üç,
imam Şafiî ve imam Ahmed’e göre imamdan başka kırk,
İmam Malîk’e göre oniki,
kişinin bulunması şarttır.
5. Sultan: Hanefîlere göre cuma namazını Devlet Başkanı veya yetki verdiği kimsenin kıldırması gerekir.
Devlet Başkanının izni olmadan cuma namazının sahih olmayacağını söyleyen Hanefî’lerin bu konudaki delilleri, ibn Mâ- ce’nin Cabir (r.a.)’den rivâyet ettiği şu hadis-i şeriftir.
Peygamberimiz buyuruyor:
“Bilmiş olunuz ki, Allah Tealâ cumayı, benim şu durduğum yerde ve bu yılımın bu ayındaki bu günümde size Kıyamet gününe kadar farz kılmıştır. Her kim, hayatımda olsun, benden sonra olsun, âdil veya zâlim bir hükümdarı varken, onu hafife alarak, yahut inkâr ederek terkedecek olursa, Allah iki yakasını bir araya getirmesin ve hiç bir şeyini mübarek kılmasın (işini rast getirmesin).İyi biliniz ki, böylesi tevbe etmedikçe ne namazının, ne zekâtının, ne haccmın ne de başka hiçbir hayrının sevabı vardır. Her kim tevbe ederse Allah tevbesini kabul eder.” (4)
Hadiste geçen “âdil veya zalim Devlet Başkanı varken...” cümlesi, Devletin izninin şart olmasını ifade etmektedir. Hanefî- ler bu görüşlerine şu aklî gerekçeyi de ekliyorlar:
Cuma namazı diğer namazlardan farklı olarak-büyük bir toplulukla edâ edilir. Böyle bir topluluğa imam olmak ve hitap etmek bir şereftir. Bu şerefe ermek isteyen kişiler arasında; biri, “ben kıldıracağım”, diğeri “ben kıldıracağım” diye anlaşmazlık çıkabileceği gibi, cemaatten bir grup “şu zat kıldırsın” derken, bir diğer grup da “bu zat kıldırsın” diyebilir. Namazın vakit içinde hangi saatte kılınacağı hususunda da anlaşmazlık olabilir.
Bu sebeple cuma kıldırmak yüzünden müslümanlar arasında çıkabilecek anlaşmazlıklara yol açmamak ve asayişi sağlamak için cumayı kıldıranın Devletçe görevlendirilen bir kişi olması gerekir.
Esas itibariyle bugün medenî topluluklarda gösteri ve toplantıların, önceden yönetime bildirilerek izin alındıktan sonra icra edilmesi, asayişin sağlanması bakımından gerekli görülmektedir.
Bu itibarla cuma’da devlet izninin şart olması medenî bir toplumun zarurî bir sonucudur.
Ancak, Şafiî, Malikî ve Hanbelîlere göre devletin izni şart değildir. Böyle bir izin olmadan da kılınan cuma namazı sahihtir.
6. Cuma namazının bir yerleşim yerinde birden fazla yerde kılınmasında da farklı görüşler vardır.
Gerek Peygamberimiz ve gerekse Peygamberimizden sonra Hulefâ-i Râşidîn bir şehirde yalnız bir yerde cuma namazını kılmışlar ve fethettikleri şehirlerde cuma namazı için birden fazla cami yapmamışlar, cuma namazının özelliği sebebiyle cemaatın bir yerde toplanmasını istemişlerdir. Cuma namazının birden fazla yerde kılınması cemaatın azalmasına ve dağılmasına sebeb olur. Bu itibarla;
Şafiî ve Hanbelîlere göre, bir yerde birden fazla camide cuma namazı sahih değildir. Ancak tek caminin cemaatı almaması durumunda birden fazla camide de kılınabilir.
İmam Ebû Yusuf’tan ise iki rivayet vardır. Rivayetin birinde bir şehirde en çok iki camide kılınabilir. Diğer rivayette ise bir şehirde birden fazla camide kılınamaz. Ancak şehrin ortasından büyük bir nehir geçerek şehri ikiye ayırması halinde iki camide kılınabilir. (5)
Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed’e göre, bir şehirde birden fazla camide cuma namazı sahihtir.
Şemsu’l-eimme es-Serahsî, bu görüşün, mezhebin sahih görüşü olduğunu söylemiştir. (6)
7. İzn-i âm: Hanefîlere göre, cuma namazı kılınacak yerin herkese açık olmasıdır. Namaz kılmak isteyen kimse izin almadan bu yere girebilmelidir.
Cuma namazı için cemaatın, Devletçe görevlendirilmiş birisine ihtiyacı olduğu gibi, bu görevli de görevini yerine getirebilmesi için cemaate muhtaçtır. Diğer mezhep imamları ise böyle bir şartı gerekli görmemişlerdir.
Cuma namazının vücûp ve sıhhatiyle ilgili şartlar ve bunlar hakkında İslam âlimlerinin görüşleri böylece özetlenmiş bulunmaktadır.
Görülüyorki, cuma namazının sahih olmasıyla ilgili şartlar hakkında İslâm âlimleri arasında-hutbenin dışında-görüş birliği yoktur.
Cuma namazı kılınacak yerin şehir ve şehir hükmünde olmasını şart koşan Hanefîler, Ab- durrazzak’ın Ali (r.a.)’den rivayet ettiği: “Ne cuma, ne bayram namazı kalabalık şehirden başka yerde kılınmaz” (7) ha- dis-i şerifidir. Ancak Hanefîler, “şehir” dedikleri yerin tarifinde ihtilâf etmişlerdir.
Bazı âlimler, bir mülkî âmiri ve mahkemesi bulunan yerdir, derken bazıları da, en büyük camii cuma cemaatını alamıyacak kadar nüfusu kalabalık olan yerdir, demişlerdir. (8)
Cuma namazı kılınacak yerin “şehir” olmasını şart görmeyenlerin delilleri ise, İbn Abbas (r.a.)’ın:
“Peygamberimizin mescidinden sonra ilk cuma namazının, Bahreyn sınırları içindeki “Cuvâsâ” denilen köyde Abdulkays mescidinde kılındığı” rivâyetidir. (9)
Farziyyeti kesin delillerle (Kitap, Sünnet ve İcma ile) sabit olan cumanın sıhhati için öngörülen yukarıda yazılı şartlar müc- tehidlerin içtihadı olup, kesin delillere dayanmamaktadır. Ayrıca hutbe ve cemaatle kılınmasının dışındaki şartlarda müctehidlerin görüş birliği de bulunmamaktadır.
Bir yerde tek camide kılınmasını şart koşan Şafiîler ve Hanbelîler, caminin cemaatın tamamını almaması gibi durumlarda birden fazla camide de kılınabileceğini söylemişlerdir.
Cuma namazı için Devletçe verilmiş olan izni şart koşan Hanefîler, bu şartı "olmazsa olmaz" da görmüyorlar. Herhangi bir sebeble izin alınmasının mümkün olmaması durumunda, cemaatın üzerinde ittifak edeceği birisinin kıldırması halinde cumanın sahih olacağını söylemişlerdir. (10)
Nitekim Hz. Osman muhasara edildiği zaman halk Hz. Ali üzerinde ittifak ederek cumayı kılmışlardır. (11)
Bu iznin asayişle ilgili olduğunda şüphe yoktur. Yetkisiz kimselerin cumayı kıldırmaya kalkmaları, cemaatın bölünmesine ve hatta anarşiye yol açabilir. Bu ise cumanın hikmetine aykırı olur. Çünkü cuma, en az haftada bir def’a müslümanların bir araya gelerek toplu halde ibadet etmelerine, birbirleriyle görüşüp kaynaşmalarına vesiledir.
Bunun içindir ki, müslüman olmayan ülkelerde yaşayan müslümanların, ilgililerden izin almak kaydiyle cuma ve bayram namazlarını kılmaları caiz ve sahihtir.
Bu itibarla İslam âlimleri arasında üzerinde ittifak olmayan bu şartlardan bir veya bir kaçının bulunmaması cumanın sıhhatini etkilemez. Nitekim Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan sorulan bir soruya 16.2.1933 yılında verilen cevapta:
“Cuma namazı farz ve bunun farziyyeti Kitap, Sünnet ve icma ile sabittir. Bütün mezhep imamlarınca da kat’i olan cihet, onun farz ve İslam şeriatinden olmasıdır. Cumanın edasının sahih olması için serdedilen şartların delilleri kesin olmadığından, onlar, müçtehidler arasında ihtilaflıdır. Şehir ve izin gibi şartların bulunup bulunmaması, cumanın câiz olmasını etkilemez. Binaenaleyh, ufak bir köyde bile bu farzı edâ edecek cemaat bulunur ve müsaade için müracaat olursa onlara izin verilmesi gerekeceği” (12) denilmiştir.
Zaman zaman bazı kimselerin, ya bilmedikleri için veya kasıtlı olarak;
a) Cuma namazı ile ilgili şartlardan bir veya bir kaçının bulunmadığını,
b) Cuma namazının Devlet Başkanı tarafından kıldırılmadığını,
c) Türkiye’nin “Dâru’l-harb” olduğunu, ileri sürerek ülkemizde cuma namazının sahih olmadığını çevrelerine telkin etmek sûre- tiyle konu hakkında bilgisi olmayan kimseleri şüpheye düşürmelerinin, yukardaki açıklamalar karşısında ne kadar yanlış ve ne büyük bir cür’et olduğu açıktır.
İslam âlimleri müslüman olmayan ülkelerde bile ilgililerden izin alınmak sûretiyle Cuma namazının kılınacağını ve bu durumda bile cumayı terk etmenin uygun olmayacağını söylerken, bir Islâm ülkesi olan ülkemizde, cuma namazının sıhhatini tartışmanın büyük vebali gerektireceğinde şüphe yoktur.
İslam âlimlerinin cuma namazı ile ilgili yukarıda özetlediğimiz görüşleri, bu konuda yanlış bilgiler edinmiş olan kimseleri aydınlatacağını ve farziyyeti kesin olan cuma hakkında gerçek olmayan bu iddialarından vazgeçeceklerini umuyoruz. Müslü- mana yakışan da budur.

Zuhr-i âhir:
Cuma namazının sahih olmasının şartları ve özellikle bir yerde yalnız bir cami’de kılınması şartı ile ilgili farklı görüşler, cuma namazından sonra öğle niyetiyle dört rek’at bir namazın daha kılınması sonucunu doğurmuştur. Böyle bir namaz, Peygamberimiz ve ashab zamanında yoktu.
İmam Şafiî, bir yerde-nüfusu kalabalık da olsa ve birden fazla büyük camileri de bulunsa- cuma namazı yalnız bir camide kılınır. Birden fazla camide kılındığı takdirde, namaza ilk başlayanların namazı sahih olur, sonraya kalanların namazı sahih olmadığı için, onların öğle namazını kılmaları gerekir. Hepsinin aynı zamanda namaza başlaması veya hangi camide daha önce namaza başlandığının bilinmemesi durumunda ise cemaatın tamamının öğle namazını iade etmeleri gerekir, görüşündedir. (13)
Ancak daha sonra gelen Şafiî âlimler, bir yerleşim yerindeki tek caminin cemaati almaması durumunda ikinci camide de cuma namazının kılınabileceğini, bu takdirde öğle namazını kılmanın da uygun olacağını söylemişlerdir,
Hanefîlere gelince; yukarıda işaret edildiği üzere, İmam Ebû Yusuf’tan iki rivayet vardır. Bu rivayetin birinde bir şehirde en çok iki camide cuma kılınabilir.
Ebû Hanife ile İmam Muhammed’e göre ise, izdiham bulunsun, bulunmasın, bir yerde birden fazla camide kılınan cuma namazı sahihtir. Bu görüş, aynı zamanda Hanefî mezhebinin de görüşüdür.
Buna ragmen, bazı âlimler-bu- na aykırı olan görüşü de dikkate alarak-ihtiyat gerekçesiyle cumanın farzından sonra “zuhr-i âhir=son öğle namazı” adıyla dört rek’at bir namaz kılınmasının uygun olacağını söylemişlerdir. (14)
İbn Abidîn, Allâme Makdi- sî’nin “Muhit” ten yaptığı şu nakle yer vermektedir. “Şehir olduğunda şüphe edilen herhangi bir yerde kılınan cuma namazından sonra, ihtiyat olarak öğle niyetiyle dört rek’at bir namaz kılınması gerekir.” (15)
Cuma namazı sahih olduğu takdirde, bu namaz nafile bir namaz olur. Cuma namazının sahih olmaması durumunda ise bu namaz, o günün öğle namazı yerine geçer.
Allâme Ibn Müceym gibi bazı âlimler ise, Hanefi mezhebinin görüşüne uyarak, birden fazla camide kılınan cuma namazının sahih olduğunu, bu sebeble “zuhr-i âhir” kılmaya gerek olmadığını söylemişlerdir. Bunlara göre, cumadan sonra “zuhr-i âhir” kılmanın ihtiyat olmadığını, asıl ihtiyatın, iki delilden en kuvvetli olan ile amel etmek olduğunu, bu mes’elede en kuvvetli delilin, birden fazla camide kılınan cuma namazının sahih olduğudur. (16)
Bu durumda cuma câiz olup öğle namazının yerine geçtiğine göre, o gün ayrıca ögle namazını kılmaya gerek yoktur.
Bu iki görüşten herhangi biriyle amel etmek caizdir. Bu sebeple cuma namazını kılan bir kimse cumadan sonra “zuhr-i âhir=son öğle” adıyla bir namaz kılmak mecburiyetinde değildir. Çünkü cuma namazı öğle namazının yerine geçtiğinden o gün ayrıca öğle namazı gerekmez.
Bununla beraber, zuhr-i âhir’i kılmak isteyen kimseye de engel olunmaz. Çünkü bu namazın kılınmasını tavsiye eden âlimler vardır.
Bugün ülkemizde bazı yerlerde “zuhr-i âhir” kılınırken, bazı yerlerde de kılınmamaktadır. Kılanlara, niçin kılıyorsunuz, kılmayanlara da neden kılmıyorsunuz demek doğru olmaz. Zaman zaman bazı kimselerin bu namazın kılınması veya kılınmaması ile ilgili cemaati rahatsız eden tutumları aşırılıktan başka bir şey değildir. Aşırılığın ise dinde yeri yoktur.

1) Cuma: 9
2) Ebû Davûd, Salât, 215.
3) Müslim, Cuma. 12
4) Ibn Mâce, Salât, 78
5) el-Mebsût, 2/120
6) el-Mebsût, 2/120
7) Bu hadîs-i şerifin merfû olarak aslının olmadığı, Muhammed Nâsıru’d-Dîn el-Elbanî, “Silsiletü’l-ahâdîsi’z-zaîfe ve’l- mevzû’a” adlı eserinde (Cild. 2, s.317) ifade etmiş ve bu konuda geniş bilgi vermiştir.
8) el-Mebsût, 2/23
9) Buhârî, Cuma, 11
10) Kuhistânî, 1/161
11) Bedayiu’s-sanayi, C.l, s.261, Beyrut. 1910
12) A. Hamdi AKSEKİ. Islâm Dini, 11. baskı, Ankara, 1960, s.237
13) el-Ûm, c.l, s.171, Mısır, 1321
14) Ibn Abidin, c.l, s.754
15) Ibn Abldin, Cuma bahsi
16) Bahru’r-Râik, c.2, s.155; merakı- yu’l-Felah, Cuma bahsi.