Makale

KÂBUSNÂME’ DEN DAMLALAR (ÖĞRENCİ-ÂLİM- VÂİZ-KADI)

Prof. Dr. Nesimi YAZICI

KÂBUSNÂME’ DEN DAMLALAR
(ÖĞRENCİ-ÂLİM- VÂİZ-KADI)

Bu yazımızda eski kültürümüzden bir eseri ve bu eserin bir bölümünü, en kısa çizgileriyle de olsa, değerlendirmeye çalışacağız. Bu eser Emîr Unsum’l-Maâlî Keykâvus İskender b. Kabus b. Verşmgîr b. 2- yâr, yani kısaca Keykâvus tarafından 475/1082’de Gilân Şah a hitaben yazılmış olan Kâbusnâme’dir.
Keykâvus, X ve XI yüzyıllarda Gürgân, Gilan, Deylemistan, Taberistan, Rey ve Cibâl gibi günümüzde İran sınırları içerisinde bulunan bölgelerde hüküm sürmüş Ziyârî ya da Âl-i Ziyâr ailesine mensuptur. Anlaşıldığı kadarıyla iyi bir asker, aynı zamanda bilgin ve ârif bir kişidir.
Kâbusnâme, beş defa Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Bu tercümelerden en önemlisi ise, bizzat dönemin padişahı II. Murad (1421-145 l)’ın isteği üzerine Ahmet b. İlyas, yani Mercimek Ahmed tarafından 835/1431 -32’de gerçekleştirilmiştir.
Biz bu yazımızda Kâbusnâme’nin Atillâ Özkınmlı ( Tercüman 1001 Temel Eser Serisi, İstanbul, Tarihsiz, c. l-ll) tarafından hazırlanan baskısında yer alan Otuz Birinci Bölüm’den bazı alıntılara yer vermek istiyoruz. Bu bölümde öğrenci, âlim, vâiz ve kadılık konusu esas alınmakta ve onlarla ilgili tavsiye ve tesbitlere yer verilmektedir. Şüphesiz burada ileri sürülen görüşler değişmez doğrular değildir. Bu sebeple tamamına katılmak diye bir düşünce söz konusu olamaz. Fakat görüleceği gibi, bu tesbit ve hatırlatmalar önemli ölçüde günümüzün insanının da arzulayacağı, tavsiye edeceği hususlardır. Geliniz şimdi atladığımız kısımları noktalarla, ilavelerimiz olursa parantez içerisinde göstererek, XI. yüzyılda İran’da, XV. yüzyılda Osmanlı ülkesinde paylaşılan değerlendirmeler olarak Mercimek Ahmed’in çevirisinden konuyu takip edelim (A. Özkırımlı neşri, c. II, s. 26-38).
öğrenciler: “Bilmiş ol ey oğul, hiç bir işin salt bilgisinden nesne elde edip, yiyemezsin, hark etmelisin, yani delmelisin, zanaatin içine girmelisin, karışmalısın, işin için türlü türlü suret göstermelisin...
Ama bütün ilimlerde din ilminden ulu ilim yoktur. Büyük ilim din ilmidir. Bu din kökü birlik olan bir ağaçtır. (Bu ağacın) kökü Ulu Tanrı’dır, dalı Rasul’dür, yaprakları mü’minlerdir, çiçeği mü’minlerin iyi davranışlarıdır ve yemişi o davranışların sevabıdır. İmdi ey oğul, sen de gücün yettiğince din ilmine çalış, din ilmini bilenlerin yöresinde dolan, tâ ki hem dünyayı elde edesin, hem de âhireti ele geçiresin. Tanrı yardım ederse önce din ilmine yapış, çünkü o gövdedir, kalanı daldır. Gövdesiz dal istemek sapıklık nişanıdır.
Eğer bu dediğim işlerden ilmini istersen perhizkâr ve kanaatkâr ol, yani helâli ve haramı seçici ol ve aç gözlü olma. Gönlünde ilim sevgisini sağlamlaştır, dünya sevgisini gider... Cefaya ve zahmete dayanıklı, gönlü şen ol. Gece uyumayı ve erken uyanmayı huy edin. Yazmaya ve okumaya (karşı) çok haris ol, yani yazmaktan ve okumaktan başka hiç bir şeye isteğin olmasın. Gayet alçakgönüllü ol, burnu büyük olma. Okumaktan üşenme, ne okursan ezberlemek ve ezberini tekrarlamak ardınca ol. Meraklı ol, sözü gözle ki nereden gelir, nereye gider. Alimleri sev ve daima ilim ehline yakınlaş, onların katında hürmetli ol, edepsiz olma. İlim öğrenmekte hırslı ol, unutkan olma. Ama üstadına ve her iyilik gördüğüne karşı haktanır ol. Gerektir ki, daima kitap, risale, kalemlik ve divit yanından eksik olmasın. Gönlün bunlardan başka nesne ile uğraşmasın. Her ne işitirsen aklında tutmak ardınca ol. Sözü az söyle, uzak fikirli ve ince bakışlı ve kusursuz ol, kusurluluğa razı olma. Çünkü bir ilim talibi bu dediğim gibi olursa, çok süre geçmeden benzeri bulunmayan bir âlim olur."
Alimler: "Geldik imdi, eğer çalışıp âlim olursan gayet dindar olmalısın. Dersi çok yap, ibadette, yani namaz, oruç ve taat bucağında komşu ol, giysini temiz tut ve hazır vecap ol. Ama vuku bulan her türlü meselede düşünmedikçe cevap verme. Kendi uygunsuzluğun için hoşnut olmayı ter- ket ve başkasının uygunsuz sözüyle hareket etme. Kendi görüşünü başkasının görüşünden yeğ tutmaya çalış. Bir zayıf mesele ile, kendi yararın için, bu meselenin iki yüzü ve iki söylenişi vardır deyip hareket etme. Senden önce gelen inanılır ve güvenilir kişilerin itimat ettiği şeyden başkasına itimat etme... Bağnazlıkla, yâni bir kimsenin yanını tutup hoşuna gidecek biçimde söyleme, eğer biri ile münazara edersen, (yani) söyleşirsen önce karşısındakine bak, onunla ilim ehli şartın- ca söyleşmeye gücün varsa, müdahale et, yani onunla söze karış...
İmdi kıyas et, eğer rakibin fakih ise önce Kur’an’dan bir ayeti vereceğin habere öncü kıl. Her neden haber vereceksen, kıyas ile mukayeseye gelecek biçimde söyle, mukayeseden taşra söyleme... Söylediklerini de hoş bir sıra ile, açık ve anlaşılır söyle, tutuk tutuk söyleme. Anlamsız olan sözü de uzatıp durarak konuşma.
Vâizler: “Geldik imdi, eğer müzekkir, yani vâiz olursan, hafız olup Kur’an-ı ezber bilmelisin. Ona uygun hadis ve uluların sözlerinin de hatırında olması gerek. Kürsüye çıkıp vaaz ettiğin vakit kürsünün aşağısında oturanlarla cedel etme, yani çekişme...
Kürsüye çıktıktan sonra ne istersen söyle, yalnız doğru olsun söylediğin, yanlış olmasın... Sözü açık ve akıcı söyle, yalnız doğru olsun söylediğin, yanlış olmasın... Sözü açık ve akıcı söyle... Vücudun ve giysin temiz olsun. Abdestsiz yürüme... Eğer bir sözün arkasını getiremezsen, anlamı aklına gelmezse ya da unutursan, sıkılma, çekinme, o arayı tekbirle, salavâtla ve söz sıcaklığı ile savuştur, tâ ki ayıp ve eksik olmasın. Kürsü üzerinde şen ol, ağırcanlı ve ekşi yüzlü olma, tâ ki meclisin halka sıkıcı gelmesin...
Geldik, söz söylerken müteharrik ol, yani konuşma sırasında kaskatı olup durma. Karşına, sağına soluna bakarak konuş ve hararetli hararetli konuşurken, sözü çevirip gevşek gevşek konuşma. Meclisinde seni dinleyen halkı her an kontrol et, ince görüşlülükle, iyiden iyiye bak, eğer ağır nükteler hoşlarına gidiyorsa nükteler yap...
Sen kürsü üzerinde otururken birisi sana bir soru sorarsa, bildiğin bir soruysa cevap ver...
Sonra meclisinde söylediğin her sözü aklında tut, unutma ki bir mecliste yine onu tekrar etmeyesin. Her an açık yüzlü ol, asık yüzlü olma. Vardığın şehirde çok durma, çünkü vaizlerin rızkı gezmekle açılır, az durması yüzünden makbul olur, öyleyse yeni yüz iken halk usanmadan başka bir şehre sıvışa gör ve vâizlik hürmetini korumaya çalış. Tenini ve giysini daima temiz tut, şeriat hükümlerini içinde ve dışında iyi koru, namaz gibi, oruç gibi ve nafile ibadet gibi... Sözün gayetle güzel ve gönlün temiz olsun. Avamın gözüne değerli görünmek istiyorsan, pazarda avam arasına çok girme (?!), sakın yaramaz kişilerle arkadaş olma. Kürsü edebini koru ve şartını yerine getir. Ben bu sözü bir yerde daha söylemiştim demekten, kibirlilikten, yalancılıktan ve şehvet düşkünlüğünden uzak ol. Sen iyi iş olarak neyi işliyorsan halka da onu buyur, yapamadığın şeyi, halka yapın diye buyurma, tâ ki insafsız âlim olmayasın. Okuduğun ilmi iyi bil, iyi öğrenince de iyi sözle harca, yani ağızdan çıkan ilim sözü iyi ibareyle çıksın. Çünkü bir söz ne kadar güzel olursa olsun güzel bir söyleşiyle söylenmedikçe tad vermez, böyle olunca da sözün sahibi mahçup olur, ilimden bilirim diye iddiada bulunma, çünkü bu iddia anlamsızdır, uluların katında.
Vaazında her ne söylersen korku ve umutla birlikte söyle, kâh korkut, kâh umutlandır. Halkı bir anda Ulu Tanrfnm rahmetinden umutsuz kılma, hep birden de Cennetlik etme. Vaaz edince önce çok iyi bildiğin yerlerden söyle, tâ ki vâizlik iddiasını delilsiz etmemiş olursun, çünkü delilsiz iddianın sonu utanmaktır, hâ. İşte vâizlerin yolu budur!
Kadılar: “Geldik danişmendlikte ulu mertebeye, eğer kadı olursan... İmdi kadı olunca yavaş olmak gerek. Zeki, çabuk kavrayan ve seçme yeteneği olan biri olmalısın. Her işin önünde ne vardır anlamalısın. Gerektir ki lisanı tanımalısın. Heybetli, din ilminde gayet bilgi sahibi olmalısın. Her tayfanın yolunu bilmeli ve her tayfanın hilesi ne çeşittir anlamalısın. Her mezhebe nasıl riayet etmek gerek ve o mezhebe bağlı kavmi nasıl gözetmek gerek, bilmelisin. Kadıların hileleri de sana malum olmalı. Eğer günün birinde hüküm için senin katına bir mazlum gelse, tanığı olmasa ve hak elbette onun olsa, öteki münkir and içecek olursa bu zavallının hakkı kaybolur. Öyleyse böyle bir durumda o tanığı olmayan hak sahibine yardım etmelisin...
Ayrıca kadının hünerli olması gerek. Kadının hüneri odur ki, âlim olsun, zahit olsun ve haramdan sakınsın.
İmdi, işte kadıların hali budur. Ama eğer kadılığı başaramayıp da o ilimden nasibin olmazsa ve at binmeyi sanat edinsen, at arkasından rızık kazanayım dersen, var bezirgânlık yolunu tut. Ola ki onu başarırsın, bezirgânlık da uluların sanatıdır, bilmiş ol, vesselâm”.