Makale

Evlerimizin masum yüzlü diktatörü TV İLE ARANIZ NASIL?

Evlerimizin masum yüzlü diktatörü
TV İLE ARANIZ NASIL?

31 Ocak 1968’ de sabırsızlıkla beklenen TV yayınları başladığında, yavaş yavaş evlerin, apartmanların üzerleri antenlerle donanmaya başlamıştı. O günlerde zenginliğin bir göstergesi gibi görülen televizyon, zamanla orta halli ailelerin, hatta fukara evlerin bile vazgeçilmez bir ihtiyacı haline geldi. Bu "büyülü kutunun sihrine kapılmayan yoktu ve bütün gözler, açılışından kapanışına kadar ona çevriliyordu.
Hem göze, hem kulağa hitap eden bu araç, gerçekten büyük bir nimetti. Ama bu nimet, güzel, doğru ve iyi için kullanılmadığında, katlanılması zor bir külfet halini alabilirdi. Ve nitekim öyle oldu. Ailemizin içine girmiş, mahremiyetimize ortak olmuş bir davetsiz misafirdir artık TV.
TV bir aynadır; o aynada görünen ise insandır. Aynayı güzelleştiren de, çirkinleştiren de insandır. Fuzûlî bir beytinde,
Aks-i ruhsârın ile oldu müzeyyen mir’ât
Bedeni mürdeye feyz-i nazarın verdi hayat
Sözleriyle bu gerçeği ifade eder. Bugün Batı, televizyonun aynasında kendi yüzünü göstermektedir. Aynı aynada. Bizim de kendi maddî ve manevî çehremizi seyredebilmemiz mümkün olabilir. Ama, bu aynayı kullanmasını bilmeye ve kendi çehremizi göstermekten çekinmemeye bağlıdır.
Şu bir gerçek ki, bizim toplumumuz televizyona hazırlıksız yakalanmıştır. Devletin ve TV’yi yönetenlerin, hemen hiçbir zaman bu konuda köklü bir politikaları olmamıştır. Her yeni yönetimde, televizyon külfet olma özelliğini devam ettirmiş ve batılı modeli yerleştirmeye çalışan zihniyetin en etkili yardımcısı olmuştur.

DİKTATÖRSÜZ EV OLMAZ

AİLE ortamında TV, ailenin günlük yaşayışına damgasını vuran hayat tarzını ve iletişim biçimlerini etkileyen bir role sahiptir.
Ailelerin TV ile etkileşimleri çeşitli şekillerde ortaya çıkabiliyor: Bazı ailelerde TV’nin aile bağını ayakta tutmak gibi faaliyetleri de söz konusu olabiliyor. Kimi ailelerde, karşımıza ataerkil bir televizyon çıkıyor; evde gücün kimde olduğunu, rol dağılımını su üstüne çıkarıyor. Kimi ailelerde ise TV çatışmalardan kurtulmak için bir rol oluyor.
Asıl önemli olan bir diğer etkileşim biçiminde ise TV, insandan beklentileri olan talepkâr bir aile üyesidir.
Bu şekilde görülüp tavır alınmadığı takdirde TV, insanı ezer geçer. Zira, pek-çok ailede, televizyon izlenirken bir seçim ve eleştiri söz konusu değildir ve sevilen programların (belki bazen yararlıların) ardından, tabir caizse, ne gelirse yutulmaktadır. Bu durumda insanları kendine kopmaz iplerle bağlayan TV’nin bu diktatörlüğü, ancak başına bir iş gelmesi© halinde belki anlaşılabilmektedir. Çünkü, pek çoğumuz şahit olmuşuzdur; televizyonu bozulan evlerde (tamir olana kadar) bir "ne yapacağını bilmezlik" söz konusu olabilmektedir. İşte, ancak bu durumda televizyonun insanları nasıl acımasızca ezdiği ortaya çıkmaktadır.
Pek çok evde yaşanan tablo şöyle ifade edilebilir: Televizyon düğmesine bastınız mı, her şey artık taş kesilir; ifadesini kaybederek ekrandaki görüntü üzerinde takılı kalır ve aile bireyleri arasında geçen her şey -konuşmalar, sohbetler, kitap okumalar, oyunlar vs. yani insanın kişiliğini ve yeteneklerini geliştiren her şey- öylece donup kalır.

DİKTATÖRÜN KÜÇÜK KÖLELERİ: ÇOCUKLAR
TOPLUMDA, iletişim kaybına uğramış bir yığın aile, hayal gücünü yitirmiş, televizyon delisi olmuş çocuklar, çok yüzeysel düşünen, saldırgan bir gençlik mevcuttur.
İletişim araçlarının, özellikle televizyonun çocuklar ve yetişmekte olan gençler üzerinde psikososyal gelişmeleri açısından teşvik edici değil, engelleyici olduğu, yapılan araştırmalarda görülmüştür. Okuma oranının düşmesi, girişimsizlik, hayal kurma yeteneğinden yoksunluk, kaba güç kullanmaya eğilim.. Bütün bunlar, çocukların ve gençlerin iletişim araçlarından yararlanma biçimlerinin bir sonucu olarak görülebilir.
Çocukların bu araçları kullanma alışkanlıklarının getirdiği sorunların, aile içinde konuşulması gerekir. Ancak bu, özellikle bizim toplumumuzda hiç yapılmamaktadır. Ve sonunda televizyon, ana-babanın başına bela kesilmektedir. TV, çocuğun eğitiminde sorun oluşturduğu gibi, aile içinde var olan duygusal ortam için alternatif olmaktadır.
Çocuğun, özellikle TV’yi kullanımı, ancak içinde bulunduğu sosyal ve kültürel çevre şartları ve hayat tecrübeleri ile birlikte araştırıldığında anlaşılabilir. Bu araçları kullanma biçimleri, tercih ettikleri programlar, onlardan gördüklerini taklit etme tarzları, çocukların günlük hayatına ve dünyasına girebilmemize imkân verir.
Çocukların pekçoğu, Tom ve Jerry’nin, ’Susam Sokağı’nın ve ’He-man’ın karşısında büyülenmiş gibi otururlar. Onları oradan hiçbir güç kaldıramaz. Birçok ailede çocuklar, gerçekten tam bir televizyon hastasıdır. Çocuklarının bu hastalığının önüne geçemeyen ebeveynler arasında "televizyon delisi olan çocuklarımızı götürebileceğimiz bir yer var mı?" diye düşünenler çıkabilir mi? Ne dersiniz?
Fakat bugünlerde gündemde olan ve mevcut TV yayınlarına en önemli alternatifi teşkil eden yeni bir olay var: Özel televizyon. Evet, bizim için en güzel alternatif, bir özel televizyon kurmaktır. Hemen çalışmalara başlamalı ve özel TV yayınlarına geçildiğinde, kendi kanalımızdan kendi hazırladığımız programları seyredebilmeliyiz. Gerçi ülkemizde, bu tür yayıncılığın çok yakın bir gelecekte başlayabilmesi mümkün görünmüyor. Ancak şimdiden özel televizyon yayıncılığına niyetlenen (hazırlanan) kuruluşların hemen hepsinin, büyük basın kuruluşlarının bir uzantısı olarak çalıştıkları gözden kaçırılmamalıdır. Dolayısıyla, bugün basının oluşturduğu "yelpaze", gelecekte özel televizyon yayıncılığına da (üç aşağı beş yukarı) yansıyabilir. Burada millî ve manevî kimlikli ilim, kültür ve basın kuruluşlarına çok iş düşmektedir. Bu tür kuruluşlar, hep beraber, kültürümüze, geleneklerimize, inancımıza uygun programları şimdiden hazırlamaya başlamalı ve bu konuda kendi insanımızı doyuracak, bugüne kadar süregelen batılı modeli yerleştirme çalışmalarına karşılık, kendi modelimizi yerleştirme amacına yönelik yayınları hazırlamalıdırlar.
Bu alternatiflerin gerçekleşmesine kadarki zamanda evlerimizde, günlük programlarımızı sil baştan yeniden gözden geçirmeliyiz. "Televizyonun düğmesine sahip olabilmek için, evliya olmak lâzım" sözünü unutmadan, yavaş yavaş televizyonun yerini dolduracak bir şeyler yapmaya çalışmalıyız. Çocuklarla sofra başında daha uzun süre kalabilir, yemekten sonra birlikte kitap okuyup, çaylı sohbette bulunabilirsiniz. Ailece yürüyüşe çıkabilir, dost ziyaretleri yapabilirsiniz. Hafta sonları arkadaşlarınızla birlikte aile piknikleri düzenleyerek, çocuklar arasındaki iletişimi kuvvetlendirebilirsiniz. Akşamları masallar, fıkralar, ilahiler öğretebilir; hafta sonları (televizyon seyretme süresinin, hafta içi toplam saatinden fazla olduğu) ve yaz tatillerinde Kur’an-ı Kerim ve okul derslerine yardımcı olacak kurslar düzenleyebilirsiniz. Çocuklarınızın ilgilenebilecekleri çeşitli oyunlar, faaliyet alanları (pul koleksiyonculuğu, fotoğrafçılık kulübü, kitap kulübü, spor takımları vb.) ve yarışmalar organize edebilirsiniz.
Çocuklarımız iletişim kaybına uğramasın. Geleceğimiz onlara emanet. Biz onlardan çok şey bekliyoruz; ama çocuklarımızı, tercihlerimize göre iyi bir eğitime tâbi tutmamız gerekiyor. Gelecek, bugünden iyi yetiştireceğimiz bilgili, görgülü, iyi düşünen, iyi muhakeme yapabilen çocuklarımızın olacaktır.
Necati Sungur