Makale

Toplumun Manevi Savunma Sistemi Haya Duygusu

Toplumun Manevi
Savunma sistemi
Haya Duygusu

Doc. Dr. Halil ALTUNTAŞ
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Geniş bir yaklaşımla, Kur’an’ın temel amacım, "insanın insanca yaşamasını sağlamak" diye çerçeveleyebiliriz. Zira insan çok değerli ve şerefli bir varlık olarak yaratılmıştır.1’ Yaratılıştan getirdiği bir takım ön niteliklere sahiptir (fıtratullah).01 Bu nitelikler onun ruhî ve sosyal davranışlarını biçimlendirir (sıbğatullahy” ve kişiliğin temelini oluşturur. Ne var ki insan bu temel niteliği ile baş başa bırakılmış değildir. Yaratıcı kudret hikmeti gereği, bu temel yapıya bir de karşı duruş mekanizması (nefs-i emmâre)<4> yerleştirmiş, ayrıca insanı, onun açıkça hasmı olan şeytanla’5 karşı karşıya bırakmıştır. Bu duruma, içinde yaşanan ortamın olumsuz etkileri de eklenince, insanın öz benliğinden yani başta Allah’ın varlığına ve birliğine iman gibi yaratılıştan getirdiği temel İnsanî niteliklerinden uzaklaşması gibi bir sonucu ortaya çıkabilmektedir. İşte vahyin insan plânında son gerçekleşmesi olan Kur’an, fıtratta meydana gelebilecek bu tür bozulmaları ortadan kaldırmak, insana bir dizi savunma mekanizmaları sunmayı amaçlamaktadır. Din (İslâm) inanç, ibadet, muamelat ve ahlaktan oluşan yapısı ile bu savunma mekanizmaları sistemini temsil eder. Bu sistem, insanın yaratılıştan getirdiği tüm İnsanî değerlerin ön plâna çıkarılmasını hedefler. Bu değerlerin ön plâna çıkması ise, yaratıcıya kulluk şuuruna ermesi ve bu şuuru sürdürmesi konusunda insanın yolunu açar. Bu yazımızda söz konusu sistemin temel dinamiklerinden biri olan ahlâk dokusunun önemli bir boyutunu, hayâ duygusunu ele alacağız.
Arapça kökenli bir kelime olan hayâ, utanma duygusu demektir. Bir ahlâk terimi olarak ise, “insanın, çirkin sözlerden uzak durması, kendini aşağılık eylemlerden alıkoyması ve gözü bakılması haram olan şeylerden koruması demektir.”’6 Hayâ “Akla ve dine, kavanin-i mede- niyye ve insaniyyeye aykırı her türlü çirkin şeyden kişinin utanıp çekinmesi”7’ şeklinde de tanımlanmıştır. Türkçe’mizde ise hayâ daha çok, insanı her türlü çirkinlikten uzak durmaya yönelten duygu ve bunu yansıtan tutumu ifade eder. Arapça’da, “yerme”, “kınama” ve “onur kırıcı tutum ve davranış” anlamlarına gelen “âr” kelimesi de Türkçemizde ağırlıklı olarak “hayâ” ile eş anlamlı olarak kullanılır.’8’
Kınalızâde Ali Efendi, iffet duygusunu oluşturan on iki unsurun başında hayâ duygusunu zikrettikten sonra şöyle devam eder: “Hayâ; utanma, hicap, ar anlamlarına gelir. Edebe aykırı olan olaylar meydana gelince kalbin duyarlılık kazanması ve ızdırap duymasıdır. Bu halin belirtisi derhal hayâ sahibi kişinin üzerinde görülür. Çünkü, bu çirkin olaydan dolayı, hayâ faziletine bürünmüş kişinin benliği bundan etkilenir. Hayâ, kişiye fazilet yollarını, maddeten ve mânen ilerleme yollarını gösterir. Edep ve hayâdan mahrum olan insan her türlü iğrenç işe girişir. Yaptığı çirkin işlerden üzüntü duymayan insanı, ahlâk ve fazilet yollarına sevk etmek zordur. Toplumun gelişmesi, utanma duygusunun canlı bir şekilde aralarında yaygınlaşmasıyla yakından ilgilidir.”
İslâm ahlâk bilginleri, hayâ kelimesinin Kur’an ve Sünnetteki çeşitli kullanımlarından hareketle hayâyı çeşitli kategorilere ayıra gelmişlerdir. Mesela, Mâverdi, hayâyı, Allah’a karşı hayâ, insanlara karşı hayâ ve kişinin kendine karşı hayâsı şeklinde üç kısma ayırmakta ve şu açıklamayı getirmektedir: Allah’a karşı hayâ, O’nun emir ve yasaklarına uymakla olur. İnsanlara karşı hayâ, onlara eziyet etmemek ve yanlarında çirkin işler yapmaktan ve çirkin sözler söylemekten kaçınmakla gerçekleşir. Kişinin kendine karşı hayâsı ise, edep sahibi olması demektir. Ahmet Rifat ise Tasvir-i Ahlâk adlı eserinde hayâyı, fıtrî hayâ ve dinî hayâ olmak üzere iki kısma ayırır. İnsanın, vücudunun mahrem yerlerini insanların önünde açmaktan kaçınması, fıtrî hayânın bir yansımasıdır. Dini hayâ da, halkın ve Hakk’ın huzurunda edepli davranmaktır.1"’ Diğerlerini de içine alması bakımından bizce bu son ayırım daha isabetli görünmektedir.
Gerek Kur’an’da, gerek Hz. Peygamber’in sünnetinde utanma duygusuna göndermelerde bulunulmuş, bu duygunun insan hayatında üstlendiği yapıcı etki önemle vurgulanmıştır.
Hayâ kelimesinin türevleri “utanma duygusu” ve “çekinme” anlamında Kur’an’da iki yerde kullanılmıştır. Bunlardan ilki, Kasas Sûresi’nin Hz. Şuayb’ın kızlarına gönderme yapan 25. ayetinde, diğeri de Hz. Peygamber ile ilgili olarak Ahzab Sûresi’nin 53. ayetinde yer almaktadır. Hz. Peygamber ile ilgili olanı daha sonraya bırakarak burada Şuayb (a.s.)’ın kızlan ile ilgili olandan kısaca söz edeceğiz.
Hz. Musa, Medyen yolculuğu sırasında Medyen suyuna varınca suyun başında hayvanlarım sulamakta olan bazı insanlar gördü. Bunlann yanında da koy unlarını suya salmamak için uğraşan iki kız vardı. Bunlar Hz. Şuayb’ın kızlan idi. Musa, onlara, ‘(koyunlannızı burada tutmaktaki) maksadınız ne?’ dedi. Onlara, ‘çobanlar sulayıp çekilinceye kadar biz koyunlanmızı sulamayız. Babamız ise çok yaşlı bir adamdır’ dediler. Bunun üzerine Hz. Musa onlann hayvanlannı suladı."21 Anlaşıldığına göre bu kızlar, bedevice bir hayat yaşamalarına rağmen üstün niteliklere sahip bulunuyorlardı. Yabancılarla gereksiz yere yüz göz olmuyorlar, hayâ duygulan onları bulundukları şartlar içinde ölçülü davranmaya yöneltiyordu. Nitekim bunlardan biri, koyunlannı sulamalarına yardım eden Hz.Musa’yı babalarının ücret vermek üzere çağırdığını haber vermek üzere geldiğinde de hayâ duygusu içinde idi. Kur’an bu sahneyi şöyle dile getiriyor: “Nihayet kızlardan biri utana utana yürüyerek ona (Musa’ya) gelip, ‘Bizim için koyunlanmızı sulamanın karşılığını vermek üzere babam seni çağırıyor’ dedi.”"31 Kur’an’da anlatılan tarihî olaylar, ibret alınması ve onlardan yararlı sonuçlar çıkanlması amacına yöneliktirler. Kıssaların hem bütününde, hem de onlann detaylarında pek çok bilgi, talimat, işaret ve irşat cihetleri bulunmaktadır. Burada sözünü ettiğimiz kıssanın detayında, tarihte yaşamış iki şahsın taşıdıkları hayâ duygusu, uygulanması gereken bir örnek olarak bize sunulmuş bulunmaktadır.
Hayâ - İman İlişkisi
Hz. Peygamber (s.a.s.), “Her dinin bir ahlâkı vardır. İslâm’ın ahlâkı da hayâdır”buyurarak, bu duygunun müslümanm hayatında tuttuğu yerin önemini vurgulamıştır. Aşağıda aktaracağımız hadis bu önemi daha da belirleyici niteliktedir. Abdullah tbni Ömer’in (r.a.) ifade ettiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s.) fazla hayalı davranmaması konusunda kardeşine öğüt veren bir adama rastlamış ve ona şöyle demiştir: “Bırak onu. Çünkii haya imandandır. ”"5) Aynı vurguyu yapan bir başka hadis de şöyledir: “İman yetmiş küsür şubedir. En üst derecesi "lâilâhe illallah" demek, en alt derecesi de geçenlere zarar verecek şeyleri yoldan gidermektir. Hayâ da imandan bir şubedir. ”"6) Önce belirtmek gerekir ki, iman kalpte gerçekleşen bir durumdur ve kelime-i tevhit ile yani “lâilâhe illallah” diyerek dışa yansıtılmış olur. Ehli sünnet inancına göre amel, yani dinin emir ve yasaklanna göre davranmak, imanın bir parçası değildir. Şu halde Hz. Peygamber’in, insanlara zarar verecek şeyleri yoldan kaldırmayı yani bir bedensel eylemi, bir psikolojik durum olan utanma duygusunu imandan saymış olmasını nasıl açıklayabiliriz? tbnü’l-Esîr bu konuda şöyle diyor: “Yaratılıştan gelen bir duygu olmasına rağmen hayâ bu hadiste, sonradan kazanılan imandan bir kısım olarak sunulmuştur. Çünkü hayâ eden kimse, bu sayede günahlardan uzaklaşır. İşte bu noktada hayâ, kişi ile günahların arasına giren (onu günah işlemekten alıkoyan) imanın fonksiyonunu yerine getirmiş olmaktadır. Hadiste hayâ- nın imandan bir cüz olduğu ifade edilmiştir. Çünkü iman, sonuçta Allah’ın emirlerine uymak ve ya- saklanndan kaçınmak şeklinde dışa yansır. İşte, günahlardan kaçınmak işi haya sebebiyle gerçekleşince, hayâ imanın bir cüzü gibi olmuş olur.”
Hayâ - Eylem İlişkisi
Yukandaki örnekte de görüldüğü üzere, hayâ duygusu, insanın eylemleri üzerinde düzenleyici bir role sahip bulunmaktadır. Günlük hayatta sergilenecek davranışlann bir tür süzgeçten geçirilmesini, çirkin ve kötü işlerden uzak durulmasını sağlamaktadır. işte hayâ duygusunun bu özelliğini vurgulamak üzere sevgili Peygamberimiz, “Utan- madıktan sonra dilediğini yap” buyurmuştur. Yani, ayıp bir iş yapmaktan çekinmedikten ve yaptığın işin çirkinliğinden kork- madıktan sonra iyi olsun, kötü olsun canının her istediğin yapabilirsin. Resûlullah Efendimiz, hayâ duygusunun arka plâna atılmasının getireceği tehlikeyi, bir tehdit üslûbu içinde haber vermektedir.
Hadisi, "Yapmak istediğin bir iş sonunda utanmayacağından emin olursan, dilediğini yap" şeklinde de anlamak mümkündür. Buna göre yapılacak işin utanılmayacak bir iş olması, onun kötü bir iş olmadığı konusunda bir kriter olmaktadır.
Ancak ilk yorum daha anlamlı ve etkili görünmektedir. Hadisi, utanmayan bir kimsenin dilediğini yapabileceği şeklinde anlamak mümkün değildir. Çünkü böyle bir yaklaşım Kur’an’ın ilkelerine aykırıdır.
Hayâ duygusunun yönlendirmesi yoluyla insanın yapacağı işleri bir elemeye tabi tutması, onun iyi sonuçlara ulaşmasında etkili olacaktır. Bu, kötü işlerden kaçınarak kötü sonuçlardan da korunmak şeklinde pasif bir yolla olabileceği gibi, güzel sonuçlara ulaşmak şeklinde aktif yolla da olabilir. Hz. Peygamber bu gerçeği “Hayâ, hayırdan başka bir şey getirmez’ hadisi ile ifade etmiştir.
Allah’tan Hayâ Etmek
Haya ile iman, haya ile eylem arasında var olan ilişkiler, temelde insanın Allah’tan hayâ etmesi gerektiği noktasında birleşmektedir. Kısaca, hayâ duygusunun esası, Allah’tan hayâ etmektir denebilir. Yukarıda da değinildiği gibi, Allah’tan hayâ etmek, O’nun emirlerine karşı gelmekten, yasaklarına uymamaktan kaçınmak şeklinde dışa yansır. Bu yansımanın temelinde, kulun; Allah’ın, istemediği bir iş ve hal üzere bulunmaktan uzak durma yönelişi yer alır. Bu da bilinç ve kişinin kendini kontrol etmesi, davranışlarını ayıklamaya tabi tutması, Allah’ın her an kendisini görüp gözetmekte olduğunu unutmaması ile gerçekleşir. Erişilen bu şuur ve bilinç halini Hz. Peygamber (s.a.s.) “ihsan” diye nitelemektedir.1’5’ Aşağıda aktaracağımız hadis bu konuyu daha net bir hale getirmektedir. îbni Mesud’un rivayetine göre, Hz. Peygamber, “Allah Teâla’dan gerektiği gibi hayâ ediniz” buyurmuş ve kendisine, “Ya Rasûlellah! Allah’tan gereği gibi ne şekilde hayâ edebiliriz?” sorusu yöneltilmişti. Bunun üzerine Allah’ın Resûlü şöyle buyurdu: “Kim başını ve başında yer alan organları, karnını ve kama bağlı organı korur, dünya hayatının süsüne kendini kaptırmaz, ölümü ve çürüyüp yok olmayı unutmazsa o kimse, Allah Teâla’dan gereği gibi haya etmiş olur. ”(20) Başın korunmasından maksat, kafanın içindeki beynin ürünü olan düşünce gücünün iyiye kullanılmasıdır. Baştaki organların korunması ise, harama bakmamak, kötü sözlere kulak vermemek, haram yememek, yalan söylememekle gerçekleşir. Kamın korunması, haramla beslenmekten sakınmakla olur. “Karına bağlı organ”dan maksat ise cinsel organdır. Cinsel organın korunması ise zina etmekten kaçınmakla olur. Biraz daha geniş düşünülecek olursa, el ve ayaklan da “kama bağlı organlar” arasında saymak mümkün olur. Bu takdirde hadiste, el, kol ve ayaklarla işlenecek günahlardan sakınmanın da Allah’tan hayâ etmek kapsamında dile getirilmiş olduğunu söyleyebiliriz.
Hayâ duygusunun esasını oluşturması sebebi ile Allah’tan hayâ etmek konusu İslam ahlâkı kitaplannda, didaktik nitelikteki klâsik İslam kaynaklarında işlenmiştir. Bir örnek olmak üzere Şeyh Sâdî’nin Bostan adlı eserinde yer verdiği konu ile ilgili bir “hikaye"yi aktarmak istiyoruz: “Delikanlının biri fena bir iş yapmıştı. Bir gün iyi huylu bir adam onun yanından geçti. Delikanlı: ‘Eyvah! Mahallenin şeyhinden pek utandım’ diyerek kan ter içinde dona kaldı. Aydın ruhlu şeyh bu sözü işitmişti. Fena halde kızdı: ‘Hey delikanlı, sen kendinden utanmıyorsun da, Allah her yerde hazır ve nazır iken benden mi çekiniyorsun? Yabancılardan ve akrabandan nasıl utanıyorsan, Allah’dan da öyle utan. Sana dünyada hiç kimse rahat vermez. Şu halde yalnız Allah’ın rızasını kollamalısın.” Yine Şeyh Sâdî’nin “Yusuf ile Zeliha” adlı hikayesinde; Yusuf u kandırmak için ona dil döken, bu arada, tapındığı put, niyetlendiği çirkin işi görmesin diye onun üzerini örten Zeliha’ya ,Yusuf şöyle sesleniyordu: “Vazgeç, benden kötülük bekleme. Sen bir taştan bile utanırken, ben nasıl olur da Allah’dan utanmam?”<
Hz. Peygamber’in Hayâsı
Kur’an bütün peygamberleri ve özellikle Hz. Peygamber’i inanan insanlar için örnek alınması gereken bir model olarak sunmaktadır.1231 Zira İlâhî mesajı sunan bu seçkin insanlann, sundukları mesajın canlı birer modeli olmaları hem tabii, hem de gereklidir. Hz. Aişe’nin, Resûlüllah’ı kast ederek, “Onun ahlâkı Kur’an’dan ibaretti.” şeklindeki açıklaması da bu gerçeğin bir ifadesi olmaktadır. Buna bağlı olarak Hz. Peygamber’in, ahlâkın bir yansıması olan hayâ duygusu konusunda da örnek olması kaçınılmaz olmaktadır. Gerçekten, Hz. Resûlullah’ın daha çocukluğundan itibaren yüksek bir hayâ sahibi olduğu bilinmektedir.
Sahabi Cabir b. Abdillah’ın anlattığına göre, Resûlullah çocukluğu sırasında Kâ’be tamir edilirken, amcası Abbas ile birlikte Kâ’be’ye taş taşımaya gittiler. Çalışırlarken Abbas’ın kendisine rahat çalışabilmesi için peştemalını boynuna alması teklifi karşısında son derece utanmış, etrafına bakamaz olmuştur.<24) O, çocukluğunda olduğu gibi yetişkinliğinde ve peygamberlik hayatı boyunca da hayâdan asla uzak kalmamıştır.. Hz. Zey- neb’in düğünü için ziyafet verildiği sırada, bazı sahabiler yemekten sonra uzun uzun oturup konuşuyorlardı. Onların bu davranışı Peygamber’e sıkıntı veriyordu. Fakat hayâ- sından dolayı misafirlerin yüzüne karşı da bir şey söyleyemiyordu. Bunun üzerine şu âyet indi: “Ey iman edenler! Yemek için çağırılmaksızın ve yemeğin pişmesini beklemeksizin (vakitli-vakitsiz) Peygamber’in evlerine girmeyin, çağrıldığınız zaman girin. Yemeği yiyince de hemen dağılın. Çünkü bu davranışınız Peygamber’i rahatsız etmekte, fakat o sizden de çekinmektedir. Allah ise gerçeği söylemekten çekinmez...”25 Bu âyet-i kerime ile, sahabilerinin bu davranışlarının âdâba aykırı olduğu kendilerine hatırlatılmış, Hz. Peygamber’e de, âdâb ve ahlâk öğretilmesi gereken durumlarda hayâ ederek susmanın doğru olmadığı uyarısında bulunulmuş olmaktadır.
Hayâyı Yanlış Yorumlamak
Yukarıda aktardığımız hadisin, "Hayânın her türlüsü hayırdır.11(261 şeklinde bir rivayeti de vardır. Bu hadis bazı kimseler tarafından kapalı ve anlaşılması zor bir hadis olarak algılanmıştır. Zira insan, hayâsı sebebi ile, saygı duyduğu bir kimseye karşı hakkı söylemekten çekinebilir. Bu da, dinin, çok önem verdiği "iyiliği teşvik, kötülükten alıkoyma" (emri bi’lma’ruf nehyi anilmünker) görevinin ihmali demektir. Yine bazı kimseler meşrû olmakla birlikte, belli işlerde çalışmaktan utandıklarını söyleyerek ailelerinin geçimini sağlamak konusunda pasif kalmaktadırlar. Bu durumda hayânın hayır getirdiğini söylemek mümkün değildir. İbnü’s-Salâh’ın da aralarında bulunduğu bilginler konuya şöyle açıklık getirmişlerdir: “Bu örnek olayda kişiyi görevini yapmaktan alıkoyan şey gerçekte hayâ duygusu değil, acizlik ve çaresizliktir. Bu tutum, dış görünüşü itibarı ile hayâya benzediği için mecaz yoluyla “hayâ” diye adlandınlmıştır.”27
Kısaca, dinin teşvik ettiği utanmak duygusu ile, çekingenliği, pısırıklığı, pasif kalmayı ve görev ihmaline götüren benzeri diğer ruh hallerini bir birinden ayırmak gerekir. Mesela, kadınların kendilerine has dinî bilgileri öğrenme konusunda utangaçlık göstermeleri doğru değildir. İstedikleri bilgileri hemcinslerinden öğrenme imkânına sahip değillerse konuyu, usulünce erkeklere sorup öğrenmekten çekinmemelidirler. Zira çekinme sebebiyle bu bilgilerin öğrenilememesi, bir takım dinî görevlerin yerine getirilememesine, ya da yanlış uygulamalara sebep olacaktır.
Hz. Peygamber, müslüman hanımların sorduğu özel sorulara usulünce cevap verir,<28) çok kere de bu bilgileri Hz. Aişe aracılığı ile aktarmış olurdu. Dinî bilgileri öğrenme konusunda utangaçlık göstermeyen hanımlar hakkında, Hz. Aişe’nin söylediği şu sözler dikkat çekicidir: "Ensar kadınları ne iyi kadınlardır. Utanma duygulan onları dinlerini iyice öğrenmekten alıkoymuyordu.’"29
Sonuç olarak; hayâ duygusu insanda yaratılıştan var olan bir duygudur. Bu duygu insanı çirkin iş, düşünce ve davranışlardan uzak tutar. lslâm bilginleri bu yönü ile hayâyı fıtri hayâ diye nitelemişlerdir. İslâmî anlayışta alanı daha da genişletilerek hayâ, "Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınmak" şeklinde algılanmıştır. Allah’tan hayâ etmek denince de bu anlam kastedilmiştir. Hayâ bütün peygamberlerin temel ortak niteliklerinden biridir. Hz. Peygamber hayâ ile iman ve eylem (amel) arasında organik bir bağ kurmuş, hayânın eksikliğinin bu iki alana zarar vereceğini vurgulamıştır, insanlık var olduğu sürece, hayâ duygusu insan için doğruya ve güzele yönelme konusunda bir kriter ve itici güç olmaya devam edecektir.

1-Nahl, 17/70.
2- Rûm, 30 /30.
3- Bakara, 2 /138.
4- Yusuf, 12/53.
5- Fâtır, 35 / 6.
6- Ali Fikri, Tevîmü’l-Ahlâk (el- Cüz’it’ 1-Evvel, Birinci baskı, Matbaatü’s-Sa- âde, Mısır, 1353 /1935 ) s.54.
7- A. İrfan, Mufassal Ahlâk-ı Medenî, (Teyakkuz Kitaphanesi, Anin Asadoryan ve Mahdumları Matb. 1st. 1327-1329) 167.S.
8- lbnu Manzûr, Lisânü’l-Arab., "a-y-r"mad.
9- Kınalızâde Ali Efendi, Ahlak / Ahlâk- Alâî ( Baskıya hazırlayan, Hüseyin Al- gül, Tercüman, 1001 Temel Eser, No. 30, Tarihsiz) s. 103.
10- Mâverdî, Ebu’l-Hasen ali b. Muham- med b. Habib el-Basri, Edebü ’d-DUnya ve’d-Dîn (İkinci baskı, Daru İbni Kesir, 1415/1990) s. 392/393.
11- Ahmet Rifat, Tasvir-i Ahlak/Ahlak Sözlüğü (Tercüman, 1001 Temel Eser serisi, No. 62. Baskıya hazırlayan: Hüseyin Algül, Kervan Kitapçılık, tarihsiz) s.121.
12- Bak. Kasas, 28 / 23, 24.
13- Kasas, 28 / 25.
14- Malik b. Enes, Muvatta’, Hüsnü’l- Hu- luk, 2, hadis no. 9 (II, 905).
15- Buhari, Sahih (I- VIII, Çağrı Yay. 1st. 1981) İman, 16.(1, 11); Müslim, Sahih, İman, 12, Hadis no. 59 (I, 63).
16- Müslim, Sahih, (I-III,Çağrı Yay. 1st. 2981) İman, Hadis no. 58 (I, 63).
17- lbnü’l-Esîr, en-Nihaye Fî Ğarîbi’-l Hadîs (I-IV, Dâru’l-Fikr, Beyrut, Tarihsiz.) 1, 470.
18- Müslim, Sahih, İman, 12, hadis no 60 ( I, 64 ).
19- Müslim, Sahih, İman, 1, hadis no 5 (I, 39).
20- Tirmizi, Sünen (I-V, Çağrı Yay. 1st. 1981) Kıyâme, 23, hadis no. 2457. (TV,637).
21- Sâdî, Bostan, ( Tere. Hikmet İlaydın, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1950) s. 318.
22- Sâdî, a.g.e. s. 319.
23- Mümtehine, 60/4, 6; Ahz/ib. 33/ 21.
24- Buhârî, Sahih, Hac, 44 (II, 155, 156).
25- Ahzâb. 33/53.
26- Müslim, Sahih, İman, 12, hadis no.61 (1, 64).
27- Nevevî, Muhyiddin, Şerhu Sahihi Müslim b. el- Haccâc, (1-IX+I, Dâru’l- Ma’rife, Beyrut, Tarihsiz) I, 196.
28- Müslim, Sahih, Hayz, 13, hadis no, 60 (1, 260).
29- Müslim, Sahih, Hayz, 13, hadis no, 61 (I, 261).