Makale

Şiirin Millî Mücadele İdrakinde ÇANAKKALE

Şiirin Millî Mücadele İdrakinde
ÇANAKKALE

Yrd.Doç.Dr. Mehmet Şamil BAŞ
Recep Tayyip Erdoğan Üniv. İlahiyat Fakültesi

Asırlardır sinende yaşadığım vatansın
Fetih türkülerinde güneşler şafaklansın

Şairlerimiz Çanakkale’de kazanılan zaferi, millî duyguların coşması ve askerin kuvve-i manevisini artırmak için pek çok şiirle dile getirmişlerdir. Böylelikle ordunun ve mücadele ruhuyla yaşayan halkın idrakinde önemli bir moral kaynağı oluşturulmuştur.

Hakk’a teslim olmuş olan şairin imtihanı elbette ki şiirle olacak; asırlardır sinesinde yaşadığımız vatan toprağını kimi canıyla kimi de kalemiyle savunacaktır.

Türk şiiri çeşitli türlerle harp edebiyatına her dem hizmet etmiştir. Bu görev bilincinin son büyük sahası millî mücadele yıllarıdır. Türk sanatkârının da görev idrakinin neticelerini gösterecek muharebe alanı olan Birinci Dünya Harbi pek çok cephede savaşan Türk ordularının en zor sınavlarından biridir. Bu sınavın varlıkla yokluk arasındaki imtihanı ise Çanakkale cephesidir. Trablus ve Balkanlar’daki yenilgilerle dengesini yitiren millî-manevi direncimiz Çanakkale Zaferi ile tekrar ayağa kalkacak ve 5 Haziran 1915 tarihli Sabah gazetesinde yer alan “Temizlenen Leke” isimli makale şu cümle ile noktalanacaktır: “Çanakkale Zaferi Balkan Muharebesi’nin milletin alnına vurduğu lekeyi temizledi. Biz bundan dolayı bilhassa sevinçliyiz.”
Bu memnuniyet verici durum dönemin gazete ve dergilerinde birçok eserle ortaya konulmuştur. Bilhassa şairlerimiz Çanakkale’de kazanılan zaferi, millî duyguların coşması ve askerin kuvve-i manevisini artırmak için pek çok şiirle dile getirmişlerdir. Böylelikle ordunun ve mücadele ruhuyla yaşayan halkın idrakinde önemli bir moral kaynağı oluşturulmuştur.
Çanakkale Zaferi ile ilgili tespit edilebilen ilk şiir 1 Nisan 1915 tarihli Türk Yurdu dergisinde yayımlanmıştır. Bu şiir, savaş gemilerinden atılan topların gülleleriyle sarsılan Çanakkale’nin her hücuma karşı göğsünü geren bir duruş sergilediğine değinir. Şiirin adı “Çanakkale Güllelenirken”dir ancak şairin adı belirtilmemiştir. Adını Çanakkale Boğazı’ndaki bir kaleden alan “Kal’a-i Sultaniye” isimli bir diğer şiir ise Ali Rıza Seyfi’ye ait olup Donanma dergisinin 15 Nisan 1915 tarihli sayısında yayımlanmıştır.
Millî Mücadele’nin devam ettiği bu yıllarda İngiliz ve Fransız filolarının önemli kayıplar vererek Çanakkale cephesinden geri çekilmesiyle neticelenen Çanakkale muharebelerine dair yazılan birkaç şiir elbette bir harp edebiyatı oluşturacak yeterliliğe sahip değildir. Üdebanın durgunluğu ya da neşredilen ürünlerin istenilen coşkunluğa sahip olmayışı uzun zamandır dile getirilen harp edebiyatı ihtiyacını alevlendirir ve devlet bu ihtiyacı karşılamak üzere meseleye el atar.
Aslında devletin harp edebiyatı konusunda daha önce de gazeteler aracılığı ile bazı teşebbüsleri olmuştur. Örneğin Harbiye Nezareti, Birinci Dünya Savaşı hazırlıkları içerisinde olduğumuz yıllarda, 15 Haziran 1914 tarihli Tasvir-i Efkâr gazetesinde “Asker Şarkıları” başlıklı yazıda, askerî şarkılar yazılmasını, besteleri ve güfteleriyle birlikte bir ay gibi kısa bir süre içinde açılan yarışmaya gönderilmesi ilan etmiştir. Bunun temel nedeni Balkan Harbi ve Trablus Harbi sonrasında sanat erbabının suskun kalmasıdır. Savaş her ne kadar fizikî imkânların dâhilinde olsa da moralsiz bir askerin öncülüğünde başarabilme inancını yitirmiş bir milletin tarih sahnesinden silinmesi pek kolaydır.
Harbiye Nezareti, ordunun ve halkın moralini yükseltmek için kampanya açmış ve bu yolda eser verenlere de para ödemiştir. Bu bağlamda 11 Temmuz 1915 Pazar günü, Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın emriyle İstanbul’un şair, muharrir ve ressamlarından oluşan bir heyet savaş bölgesine yollanır. “Heyet-i Edebiye” adı verilen bu kafilede Ömer Seyfettin, İbrahim Alaaddin Gövsa, Ahmet Ağaoğlu, Ali Canip Yöntem, Celal Sahir Erozan, Ressam İbrahim Çallı, Hakkı Süha Gezgin, Hıfzı Tevfik Gönensay, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Mehmet Emin Yurdakul, Nazmi Ziya Güran, Orhan Seyfi Orhon, Bestekâr Yekta, Yusuf Razi gibi sanat erkânı bulunmaktaydı.
Heyettekilerden, Çanakkale cephesinde sürecek olan on günlük geziden sonra savaşa ve Türk askerinin cevherine ve Türk milletin kabiliyetine dair izlenimlerini sanatsal formlarla anlatmaları istenir. Böylelikle ordunun ve milletin morali yükselecek, halka ve gelecek nesillere Çanakkale’deki askerin insanüstü gayreti sanatın ifade gücüyle aktarılacak, asker savaşa teşvik edilecek, cephede savaşamayan sanatkâr vatana olan borcunu ödeyecek ve Çanakkale’deki zaferin öyküsü diğer cephelere de yayılacaktı. 1915 yılındaki bu geziden yüz yıl sonrasına kalan Çanakkale konulu şiirlerin çoğunluğu bu hususi vazifenin yükümlülüğüyle yazılmış edebî ürünlerdir.
Heyet-i Edebiye’nin Çanakkale ziyareti, o sırada İstanbul’da bulunan bütün sanat erbabının davet edildiği bir geziydi. Ancak Tevfik Fikret gibi kimi isimler ise sağlık durumları nedeniyle bu geziye katılamamış kimileri de davete icabet etmemiştir. Yakup Kadri, Çanakkale’ye gönderilen “Heyet-i Edebiye”nin Türkçülerden oluşturulduğunu ve Ahmet Haşim ile Süleyman Nazif’in aslen Türk olmadıklarından bu geziye davet edilmediklerini söyler. Süleyman Nazif bu konuda Enver Paşa’ya ağır sözler sarf etmiştir. Ne var ki Çanakkale’de zabit olarak savaşmış isimlerden olan Ahmet Haşim, kendisine yapılan bu haksızlığı affetmeyecektir. Bununla birlikte Çanakkale’nin dehşetini gören Ahmet Haşim bu konuda bir şiir bile kaleme almamıştır. Onun Yakup Kadri’ye verdiği şu cevap oldukça manidardır: “Benden bir kahramanlık neşidesi mi bekliyorsunuz? Onu da her şey olup bittikten sonra izzet ve ikram ile Çanakkale’ye davet edilen şairlerden dinlersiniz.”
Heyet-i Edebiye, İstanbul’a döndükten sonra, 24 Temmuz 1915 tarihli Sabah gazetesinde “Hitabe-i Şükran” başlığıyla ortak bir beyanname yayınlar. Orduya teşekkür eden, Anadolu’nun selamını getiren ve onlara dua eden bu yazı dolayısı ile hem hükûmet hem de halk askerin gösterdiği kahramanlığı anlatacak edebî ürünleri o kahramanlık destanlarını okumak için bir beklenti içine sokulmuştu.
Gezi neticesinde yayınlanan ilk edebî mahsul temmuz ayında Türk Yurdu’nda neşredilen Cemal Sahir’in “Ordunun Duası” adlı şiiridir. Bu şiirin ardından Tanin Gazetesi’nde İbrahim Alaaddin Gövsa’nın “Çanakkale İzleri” üst başlığını taşıyan “Siperler Arasında”, “Gece Yürüyüşü” ve “Yaralı” adlı şiirlerini yayınlanmıştır. Hamdullah Suphi Tanrıöver’in izlenimleri ise “Gördüklerimiz” başlığıyla İkdam Gazetesi’nde birkaç gün boyunca kaleme alınır. Eylül 1915’te Enis Behiç Koryürek’in şehitlerimize seslenen “Çanakkale Şehitliğinde” şiiri; ardından Mehmet Emin Yurdakul’un yeni tamamladığı “Ordunun Destanı” adlı kitabı ve “Orduya Selam” isimli şiiri yayınlanır. 1916 yılının başlarında ise Hakkı Süha Gezgin’in “Siperlerde” isimli şiiri Harp Mecmuası’nda neşredilir. Yusuf Razi Bey de Tanin Gazetesi’nde “Harp Hikâyeleri-Arıburnu Cephesinde” başlıklı bir yazı kaleme alır. Çanakkale’ye gönderilen heyetin bir yıllık edebî mahsulü bunlarla sınırlı kalmıştır.
Harbin dehşeti ve zaferin büyüklüğü karşısında bir yıl boyunca neşredilen eserlerin sayı ve nitelik olarak azlığından dolayı 14 Ağustos 1916 tarihli Tanin Gazetesi’nde imzasız bir yazı yayınlanır. Yazıda “...Bütün dünya matbuatında her gün sütunlar işgal eden Çanakkale vakayiinin hikâyeler, şiirler, resimler ve zafer destanlarıyla tespit edilmesi lazımdı. Maatteessüf henüz elimizde hiçbir şey yok…” diyerek Heyet-i Edebiye eleştirilmektedir. Bu eleştiriler Çanakkale konusunda yeni ürünler yayınlanmış olmasına rağmen 1917 ve 1918 yıllarında da devam etmiştir. Hatta 1941 yılına gelindiğinde Peyami Safa’nın Tasvir-i Efkâr’daki ağır eleştirileri meselenin yıllar sonra bile gündemden düşmediğini gösterir.
Harbiye Nezareti’nce basılan ve askere moral olması açısından dağıtılan şiir kitapları hakkında 3 Haziran 1915 tarihli Türk Yurdu dergisinde “…zabitler, Anadolu’nun Türk çocuklarını etraflarına topluyor, bu şiirleri okuyorlar. Kaç yaralı kardeşten kendim işittim: Neferler bu şiirler okunurken çok müteessir oluyor ve ağlıyormuş…” diyen Hamdullah Suphi askere dağıtılan şiir kitaplarının önemine vurgu yapmaktadır.
1915 ve 1916 yıllarında Matbaa-i Askeriye’de basılan ve askere dağıtılan şiir kitapları hakkında şu bilgileri verebiliriz. Haziran 1915’te Ahmed Nedim’in “Cenk Destanı” adlı eseri askerî matbaada basılmıştır. İki şiirden oluşmaktadır. İlki “Cenk Destanı” ismiyle Çanakkale muharebeleri hakkındadır. “Ölecek… Dönmeyecek” isimli ikinci şiir ise Birinci Dünya Savaşı’na girişimizi konu edinmektedir. Ahmed Nedim’in konuyla alakalı diğer bir kitabıysa “Hediye” başlığını taşır. Mustafa Fevzi’ye ait “Orduya Arzuhal” adlı eser de 1915 yılında basılıp askere dağıtılan kitaplardandır.
1916 yılında daha çok eserin basıldığı görülür. Bunlar arasında en farklı olan “Şehitlersırtı Destanı” isimli kitaptır. Kitabın en önemli özelliği destanı söyleyen İbrahim Oğlu Ömer’in Çanakkale muharebelerine bizzat katılmış bir Mehmetçik olmasıdır. Diğer kitap Yahya Saim Ozanoğlu’nun “Hilalin Gölgesinde Çanakkale – Kutü’l-amare Zafer Destanı” kitabıdır. Eser Çanakkale ve Irak cephesindeki iki destanı konu edinir.
1916 yılında basılan bir diğer kitap “Akından Akına” ise farklı bir şöhrete sahiptir. Çanakkale ziyaretine katılmayanlar arasında yer alan Yusuf Ziya Ortaç, Enver Paşa’nın talebi ve Celal Sahir’in aracılığı ile “Akından Akına”yı yazar. Yirmi şiirden oluşan bu kitap 1916 yılında Talat Paşa’nın emriyle on bin adet bastırılır. Yusuf Ziya’ya askere dağıtılan bu kitabı için 450 altın verilir. Harp edebiyatından kazandığı paralarla övünen Yusuf Ziya, yıllar sonra bu kitabı hakkında “…şimdi, masamın üstünde, yılların sararttığı bir Akından Akına var. Kâğıdına, mürekkebine, kartonuna imrenerek; şiirlerine iğrenerek bakıyorum…” diyecektir.
Asıl üzerinde durulması gereken, devletin bir harp edebiyatı ihtiyacını karşılamak üzere yürüttüğü proje neticesinde ortaya çıkan ürünlerin yüzyıl sonrasının okur ezberine taşınamamış olmasıdır. Bununla birlikte gezi heyetinde yer almayan ve o esnada görevli olarak Berlin’den dönüp Necid seyahatine çıkmış olan Mehmet Âkif’in hâlen dipdiri bir coşkuyla yayılmaya devam eden Çanakkale Şehitleri’ne şiirini yazmış olması devlet desteğindeki şairin sorgulanması gerektiğini gerekli kılmaktadır. Ki Âkif bu hassasiyetini İstiklal Marşı’nı yazdığında da göstermiştir. Bir yanda savaşın ortasına götürülen heyetin yazdıkları; bir yanda imgelerini biriktiren Âkif’in zafer haberini aldığı el-Muazzam istasyonunun çöl gecesine gözyaşlarıyla sesini akıtması.
Çanakkale Şehitlerine şiiri ilk olarak 1924 yılında Safahat’ın yedi kitabından biri olan Asım’ın bir bölümü olarak yayınlanmıştır. Yıllar geçtikçe okuyucu bu bölüme Çanakkale Şehitlerine adını koymayı toplumsal bir şuurla kabullenivermiştir. Anlaşılan o ki heybesi doldurulmaya ikna edilenlerle heybesini kendi doldurmayı seçenler arasındaki fark yıllar geçtikçe daha net bir şekilde ortaya çıkıyor. Bununla birlikte şair ya da yazar, masaya yatıracak olduğu konunun ne kadar içinde olursa olsun toplumsal şuurun beğenisine hitap etmeyi göze aldığında yeteneğine de güvenmek zorundadır. Bu vesileyle Mehmet Âkif Ersoy’un şiir sanatındaki gücünü bir kez daha görmekteyiz.
Milli Mücadele yılları sonrasında Çanakkale Zaferi’mize dair yazılan şiirler yok değildir. Sükût içinde okurunu bekleyen bu şiirlere düzenlenen bazı yarışmalarla yeni şiirler eklenmektedir. 2006 yılında Nurullah Genç tarafından yayınlanan “Çanakkale Her Şey Yanıp Gül Oldu” isimli şiir kitabı ise Harbiye Nezareti’nin yazılmasını talep ettiği şiir kitaplarının tam da kendisidir.
Hakk’a teslim olmuş olan şairin imtihanı elbette ki şiirle olacak; asırlardır sinesinde yaşadığımız vatan toprağını kimi canıyla kimi de kalemiyle savunacaktır. Sözü şiirimizin duası ile bitirelim:
Tohum çiçeğe dönsün, çiçek tohumu ansın
Başımda dalga dalga bayrağım dalgalansın