Makale

Bir Şehidin Yarım Kalan Günlüğü

Bir Şehidin Yarım Kalan Günlüğü

Yrd. Doç. Dr. Lokman ERDEMİR
Çanakkale Onsekiz Mart Üniv. Fen Edebiyat Fak.

Savaşlar, sadece silah üstünlüğü ile kazanılamaz. Bir ordunun, silah gücü ne kadar fazla olursa olsun askerin, zafere inancı ve uğruna mücadele edeceği mukaddesleri yoksa mağlubiyet kaçınılmazdır. Çanakkale’de muharebeler, 19 Şubat 1915’te başlar. 18 Mart sabahı bütün imkânları ile Boğaz önüne gelenlerin hedefi ise kendi ifadeleri ile “Türkler gibi medeniyet sahibi olmayan bir milletin elinde bulunan Avrupa’nın bu son kalesi…” İstanbul’u ele geçirmektir.
18 Mart’ta başarısız olan İngiltere ve müttefikleri hedeflerine ulaşmak için bu sefer karadan geleceklerdir. Mehmet Akif’in ifadesi ile tepe(lerden) yol bularak Marmara’ya geçmek ve İstanbul’u almak için dünyanın muhtelif coğrafyalarından binlerce askeri 25 Nisan 1915 sabahı Gelibolu sahillerine çıkaracaklardır.
O gün vatanı müdafaa için cepheye giden binlerce askerin birçoğu geriye dönemeyecektir. Cepheye gidip de dönemeyenlerden biri de 71. Alay, 10. Bölük’ten Mülazımısani (Teğmen) İbrahim Naci’dir. Onu diğerlerinden farklı kılan ise 24 Mayıs 1915 pazartesi gününden yirmi dokuz gün sonra şehit olacağı başka bir pazartesi gününe, 21 Haziran 1915’e kadar tuttuğu günlüktür. (Günlüğü ve İbrahim Naci Efendi’nin fotoğrafını bizimle paylaşan koleksiyoner Seyit Ahmet Sılay Bey’e (www.canakkalemüzesi.com) teşekkür ederiz.)
İbrahim Naci Efendi günlüğüne “Fakat bilmem bu satırları ailem okuyabilecek mi? Defterim oraya kadar gidecek mi?” şeklinde yazdığı ifadeler ile cephedeki her bir askerin hissiyatına tercüman olacaktır: Cepheye gidip de geri dönememek, sevdiklerinden ayrı kalmak, onları bir daha görememek… O, bu satırları şehit olmadan aslında bir gün önce yazar. Son cümlesi ise “Allahaısmarladık.” olur. Ondan geriye kalan Türk gençliğine manifesto niteliğinde bir günlüktür. Evet, kendi dönememiş ancak duygu ve düşüncelerini, özlemlerini, hayallerini ve en sırlarını kaydettiği defterini ailesine, hayır sadece ailesine değil uğrunda feda-yı can ettiği milletine emanet eder.
İbrahim Naci Efendi
İbrahim Naci Ohrili olup babası Musa Efendi, annesi Emetullah Hanım’dır. Esasında o, günlüğünde ilk ismi İbrahim’den bahsetmez, yerine Arap alfabesinin ilk harfi “elif” kısaltmasını kullanır. İsmini Harp Mecmuası’nın “Yaşayan Ölüler” başlığında şehitlerin fotoğraf ve künyelerinin gösterildiği sayfadaki kayıtlardan öğreniyoruz.
İbrahim Naci, günlüğünde İstanbul’da başlayıp şehadeti ile neticelenen cephe hayatını anlatır. Günlük sade bir anlatımın dışında savaşın insan üzerinde bıraktığı tesiri göstermesi bakımından önemlidir. İbrahim Naci ve birliği Sirkeci’den vapurla cepheye gönderilecekken Marmara Denizi’ndeki denizaltı tehlikesinden dolayı demiryolu ile Uzunköprü’ye oradan da kara yolu ile cepheye sevk edilir. İbrahim Naci defterine hissiyatını, vatan ve millet kavramları üzerinde fikirlerini serdetmekten çekinmez. Bu yazımız ile İbrahim Naci Efendi’nin günlüğünden birkaç hatırasını naklederek bir şehidin hissiyatını sizlere nakletmeyi amaçladık.
İbrahim Naci’nin cananı
İbrahim Naci günlüğünde sevdiklerinden ayrı kalmanın kendisinde meydana getirdiği hasret ve hüznü her fırsatta zikretmiştir:
Oh!... Çünkü o gün mutlu olma isteği ve arzusu içinde idim. Bugün, bugün ise ayrılık elemlerinin, harp facialarının vücuda getirdiği öyle karanlık ve derin felaket girdabının önündeyim ki, bunun nihayetsiz neticesine gözlerimi diktiğim zaman başımın bir kasırga süratiyle döndüğünü hissediyorum.
Öğleden sonra biraz yatmıştım. Rüyamda iki cananı gördüm. Şimdi defterimde buna dair uzun şeyler yazmak istemiyorum. Çünkü onları düşündükçe kalbim sıkışıyor. Boğulacak gibi oluyorum. Ah, bu hayatın acılıkları, bu hicran!...
Bu cananlardan ilki, İbrahim Naci’yi en çok üzen ve etkileyen ona daima hicran ve hasret duygularını hatırlatan, belki de satırlarına samimiyeti aksettiren kişi, “E. N.” harfleri ile kısalttığı sevdiği kişidir. Emine mi, Elif mi bilmiyoruz. Ama yazdıklarından, şehit olmasaydı bugünün önemli ediplerinden biri olacağı kesindi diyebiliriz:
Oh, bu ne ıstırap ya Rabbi, ne azap!.. Şimdi bu satırları yazdıkça heyecandan bütün vücudumun titrediğini hissediyorum. Neden bu kadar duyguluyum. Artık yazmak istemiyorum. Çünkü yazdıkça içimde baygın bir selin her tarafı istila ettiğini görüyorum. İşte nefesim daralmaya başladı. Ah! “E. N.” Bu ıssız, meçhul dağ başlarında seni ne kadar düşündüğümü senin için neler çektiğimi bilsen. Acaba bunu anlayacak mısın? Yoksa benim sizi unuttuğum fikrine mi kapılacaksınız. Bu kadar kâfi. Boğuluyorum, boğuluyorum… Artık yazamıyorum. Sana selam “E. N.” saat gece 08.30…
Cephede naat
Muharebeler sırasında sosyal hayat da devam etmektedir. Asker birbiri ile sohbetten geri kalmamakta, memleketindeki sevdikleri için türküler söylemektedir:
Akşamüstü binbaşı geldi. Çadırın önünde bekledik. Ve kaput sererek oturduk. Mübahasede bulunduk. Ben akşam yemeğini de yedikten sonra (kabak, nohut, eşkice çorbası) Hafız’a gazel söylemesi için haber gönderdim. Şimdi artık her taraftan gazel, naat, ilahi nameleri işitiliyordu.
Vatanı için çarpışmadan ölme düşüncesi
İbrahim Naci’nin muharebe sahasına giderken görmüş olduğu birkaç şehit kabrinin kendisinde tevlit ettiği hissiyat cepheye giden her fertte mevcuttu.
Öğleden sonra saat 2.20’de etüve gitmek üzere bulunduğumuz mahalden çıktık. Vadiye muvazi giden yamaca çıktığımız zaman solda yeni birkaç mezar nazar-ı dikkatimizi celp etti. İlerledim baktım.
Bunların çoğunun üzerinde hiçbir işaret yoktu. Bazılarında birer ağaç dalı, iki üç tanesinde de kırık tahtalar vardı. Okudum. Bunlarda muharebede şehit düşen fedakâr subayların isimleri yazılıydı.
Ve şimdi doğrusu kalben pek sarsılmış bir hâldeyim. Kendisi kim bilir nasıl bir naz u niyaz içinde büyümüş, ne azim bir anne babanın şefkat ve merhameti ile beslenmiş bu vücutlar şimdi nerede yatıyorlar.
Şimdi düşünüyorum. Şehit olursam ben de mi böyle solgun yapraklı birkaç kel ağacın dibine gömülüp terk edileceğim. Fakat bu ne kadar merhametsiz ve ne kadar feciydi.
Bu bakalım bana da aynı akıbeti mi göstereceksin? Yoksa sevdiklerime kavuşmaya müsaade edecek misin? Bu yakın olacak mı ya Rabbi?”
Şehadeti
İbrahim Naci, katıldığı ilk muharebenin ilk günü 8 Haziran 1331 [21 Haziran 1915] pazartesi günü şehit olmuştur. Günlüğünde bu günü kısaca “Saat 11.00. Muharebeye girdik. Milyonlarla top ve tüfek patlamaları… Şimdi birinci onbaşım yaralandı. Allahaısmarladık. [Saat] 11.15…” ifadeleri ile belirtmektedir.
Günlüğü diğerlerinden ayıran en önemli husus, İbrahim Naci’nin şahadeti hakkında hamiş yazan bölük komutanı Yüzbaşı Bedri Efendi’nin de şehit olmasıdır. Yüzbaşı Bedri Efendi, “Zavallı Naci, evladım gibi sevdiğim yavrum, defterine emanet ettiğin hislerini bir peder, bir ağabey yakınlığıyla okudum.” diye başladığı hamişinde, “Naci’m, pek genç ve körpe iken kara topraklara emanet ettiğim o sevimli vücudundan uzak kalmak hem benim, hem de bölük askerlerinin -telafisi imkânsız- büyük bir kaybıydı. Yalnız benim ve bölüğün mü ya?” diyerek İbrahim Naci’nin şahadetini bize bildirmektedir.
Günlüğü ilginç ve bir o kadar da önemli kılan husus ise bölük yüzbaşısının bu hamişine nokta koyamamasıdır. Son cümlesi virgül ile yarım kalmıştır. Çünkü yazısını bitiremeden şehit olmuştur. Bedri Efendi’nin kendi el yazısı ile yazdığı metnin ibarelerin hemen altına tabur imamının 2 Temmuz 1915 tarihli notu ise ayrıca önemlidir. Düşülen bu notta bölük komutanı Bedri Efendi’nin şehit oluşu şöyle tasvir edilir:
Bölüğün yüzbaşısı Bedri Efendi yukarıdaki hamişi buraya kadar yazarak, 1 Temmuz 1915 tarihinde istirahat mahallinden sağ cenaha taburla azimet ettiği sırada, 2 Temmuz 1915’te onun da şahadeti maalesef vuku bulmuştur.”
Sonuç
İbrahim Naci’nin o kısacık hayatı Türk milletinin maddi ve manevi değerlerinin yeni nesle aktarılması açısından büyük önem arz eder. Onun yirmi dokuz gün kaydettiği hatıratı dahi milletin verdiği varlık mücadelesinin yegâne delili olmaya sezadır. Vatanı uğrunda sevdiklerinden vaz geçen bir muhterem şehidin hissiyatını havi bu yazıyı yazma imkânına nail olmak bizim için bir bahtiyarlık vesilesi olduğunu da belirtmek isteriz.

“Saat 11.00. Muharebeye girdik. Milyonlarla top ve tüfek patlamaları… Şimdi birinci onbaşım yaralandı. Allahaısmarladık. [Saat] 11.15…”