Makale

ÇANAKKALE MUHAREBELERİ’NDE DİN GÖREVLİLERİ

ÇANAKKALE MUHAREBELERİ’NDE
DİN GÖREVLİLERİ

Yrd. Doç. Dr. Abdullah AKIN
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi

Biraz sonra şehit edileceğini bildiği hâlde ateşe atılan askerin gösterdiği gayret ve azim, sadece bazı askerî imkân ve kabiliyetlerle izah edilemez. Vatan sevgisi, galibiyete inanç ve her şeyden önemlisi askerin sahip olduğu manevi değerler göz ardı edilmemelidir. Çanakkale’de, bir milletin ve onun temsil ettiği medeniyetin nurunu söndürmek için gelmiş düşmana karşı duran askerlerin en önemli teşvik unsuru, cephede görev yapan din görevlileri olmuştur diyebiliriz.
Osmanlı Devleti’nde din görevlileri sivil hayatta görev yaptıkları yere göre birtakım isimler aldıkları gibi, askeriyede de tabur imamlığı, alay imamlığı, ocak imamlığı, gemi imamlığı; alay müftüsü ve ordu şeyhi gibi isimler almışlardır.
Bu usul Yeniçeri Ocağı’nda “ocak imamı” olarak başlamış, daha sonra kurulan tüm ordularda devam etmiştir. İmamların rolü askerlerin, cephede dinî ihtiyaçlarının yerine getirilmesinin yanında taarruz öncesi ve sırasında askerin gayretini artırıcı telkinlerde bulunmaktan ibaret olagelmiştir.
Protokolde yüzbaşıdan önce kolağasından sonra gelen alay imamları terfi ederek “alay müftüsü” olurlardı. Alay müftüleri Osmanlı askerî teşkilâtında askerin maneviyatını yükseltmek için onlara dinî bilgiler ve zaman zaman vaazlar vermek, bazen de teçhiz ve tekfin işleriyle ilgilenmekle görevli askerî memurdu. Alay müftüsü protokolde binbaşıdan önce gelirdi. Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar alay müftülüğü varlığını korumuştur.
31 Mart 1914’te görevleri son kez belirlenen imam ve müftüler, (“Alay ve Tabûr İmamlarının Vezâif-î Tedrîsiyyeleri Hakkında Nizâmnâme” Numara: 196, Düstur, Tertib-i sânî, C. 6. Sh. 332-333,14 Zilhicce 1331/24 Zilhicce 1332 [1 Teşrin-i sânî 1329/13 Teşrin-i evvel 1330]. (Takvim-i vekâyı ile neşr ve ilân: 7 Cemâd-l-ûlâ 1332 21 Mart 1330-Numara: 1776.) 2 Ağustos 1914’te ilan edilen seferberlik ile birlikte birliklere tayin edilmişlerdir.
Osmanlı Devleti, içinde bulunduğu şartlarda halkın ve cephedeki askerin maneviyatını artırmak ve önemini belletmek için gerek İstanbul’da gerekse cephede vaizler de görevlendirmiştir. Seçilen kişilerin isimleri ve vaaz edecekleri camiler gazetelerde duyurulmuştur. Meşihat Dairesi, ayrıca Medresetü’l-Vaizin dördüncü sınıf talebelerinden vaaz ve nasihat etmeye liyakati olanlardan bir kısmını -seçilen bu âlimlerin vaazının yeterli gelmeyeceği düşüncesi ile olsa gerek ki- bazı İstanbul camilerinde vaaz vermek üzere görevlendirmiştir. (Mevaiz-i Diniye, Sabah 13 Mart 1331-26 Mart 1915.)
Çanakkale Muharebelerinde cephede birlikler arasında bir program dâhilinde dolaştırılan İstanbul’un ileri gelen hocaefendilerinden biri de Beyazıt Dersiamlarından Hüseyin Hilmi Efen-di’dir. Hüseyin Hilmi Efendi 26. ve 7. Tümenlerde askerin yaptığı işin önemini ve âlem-i İslam için ifade ettiği anlamı anlatmıştır. Cepheye gönderilen vaizlerden bir diğeri de, Fatih Dersiamlarından Hüseyin Mahir Efendi’dir. Bu imamlardan biri de Cephe’de şehit olan 71. Alay yüzbaşılarından Bedri Efendi’nin şehit oluşunu yazan Mustafa Memduh Efendi’dir.
Muharebeler sırasında askere telkinde bulunan ordudaki din görevlileri, gerektiğinde ellerine silah almaktan çekinmemiş, düşmana hücuma katılmışlardır. Bir kısmı gazilik mertebesine ulaşırken bir kısmı da şehit olmuştur. Bu kahramanlardan cephede yaralanarak tedavisi için İstanbul’a getirilen bir gazi imamın sözleri bu hakikatin tespiti adına büyük önem arz etmektedir:
“Biz her zaman olduğu gibi kahraman yavrularımızın arasında ifa-yı vazife ediyorduk. Onlarda teşvik ve teşci’ edilmeye hiçbir ihtiyaç yok idi… Düşman üzerine arslanlar gibi hücum ediyorlar, boğuşuyorlar hiçbir zaman hiçbir şeyden ürkmüyorlardı.
Yükselen “Allah Allah…” sedasından başka bir şey işitilmiyordu. Bu öyle ruhanî ve ulvi bir an idi ki, bunun karşısında, yapacak hiçbir vazifesi olmayarak, bizden bir kelime-i teşvik ve teşci’ bile beklemeyen er oğlu erler arasında dolaşmak zait bir şey gibi geldi. Ben de hemen orada boş bulduğum bir silaha sarılarak hücuma iştirak ettim. Bir müddet dövüştüm ve nihayet sağ tarafımdan bir kurşunla mecruh oldum…” (Gaziler Arasında, Tanin, 17 Mayıs 1331-30 Mayıs 1915.) Hatta 73. Alay Müftüsü Ali Rıza Efendi çarpışmaların en fazla kızıştığı an, askeri düşmana karşı cesaretlendirirken, makineli tüfek ateşiyle şehitlik mertebesine ulaşmıştı.
3. Kolordu Komutanı Esat Paşa da hatıratında tabur imamlarının ellerinde Kur’an olduğu hâlde askerin önünde ilerlediğini belirtmektedir. Tabur imamlarından askerin önünde muharebelere iştiraki ve sonra işgal edilen siperlerin geri alınışı ile ilgili bir başka hadise ise Tanin Gazetesi muhabiri tarafından şöyle anlatılmaktadır: (Muhabir-i Mahsusamızdan Çanakkale Mektupları, Tanin, 29 Haziran 1331-8 Temmuz 1915; Lokman Erdemir, Çanakkale Savaşı, İstanbul 2009, s. 455.)
“30 Haziran 1915: Önceki gün sonuçlanmış sanılan muharebe, dün yine bütün şiddetiyle devam etti. İngilizler öğleden sonra saat biri yirmi geçe Arıburnu’nda sağ tarafımıza karşı şiddetle tecavüz ettiler ve bu hücumu bir taraftan himaye etmek diğer taraftan da umumi göstermek için bütün cephede şiddetli bir ateş açtılar. Fakat birliklerimiz İngiliz hücumunun ilerlemesini beklemeye lüzum görmeyerek derhal karşı koydular. Bir elinde kılıcı, diğer elinde Kur’an-ı Kerim olduğu hâlde tekbir ve tehlil (Kelime-i Tevhit) ile ileri atılan tabur imamı düşmanın birkaç adım ilerlemeye muvaffak olan askerlerini kovduktan sonra ileri siperlerden ikisine girdiler.”
Cephede imamların asker üzerindeki bu etkisi ve muharebelerde ifa ettiği vazife müttefik askerlerinin hatıralarında da yerini almıştır. Deniz çavuşu F.W. Johnston Türk imamlarının “Allah! Allah! Allah!” diye bağırdıklarını, bu seslerin kendisinde bir ürküntü meydana getirdiğini nakletmektedir. (Nigel Steel, Peter Hart, Gelibolu: Yenilginin Destanı, çev. Mehmet Harmancı, İstanbul 1996, s.151.)
Bir süre 9. Tümen’in komutanlığını üstlenen, yaralanarak cephe gerisine alınan Alman komutan Albay Hans Kannengiesser de cephede imamların rolünü ve hücum öncesi yapılanları hatıratına kaydetmiştir. O, taburun hücumundan önce Alay imamının obüs toplarının sesleri arasında askere hitap ettiğini belirtmektedir. Kannengiesser Paşa bu hitabın önemli bir etkisinin olduğunu belirttikten sonra “Bu gibi kötü durumlarda bir Hıristiyan olarak, keşke bir telkin de bana verilmiş olsaydı.” diyecektir. Paşa sözlerini “Alay imamı, pratik bir insandı. Hele, tüm subaylar ve hatta tabur komutanı şehit olmuşsa, insanları oldukça fazla duygulandırıyor ve iyice etkiliyordu.” ifadeleri ile bitirecek ve Çanakkale’de alınan zaferin ardındaki bir gerçeği açıkça belirtecektir. (Hans Kannengiesser, Çanakkale’de Türklerle Beraber (Bir Alman Subayının Gözü İle Çanakkale) Timaş Yayınları, 2009, s. 144.)
Cephede görevlerini yapan imamlar taburlarında şehit olan kardeşleri için Kur’an-ı Kerim ve mevlid-i şerif okumuşlardır. Okunan bir mevlid-i şerif esnasındaki sükûnet ve askerdeki zafere olan inanç ve metanet Tanin Gazetesi muhabirinin dikkatini çekmiştir. Muhabirin “Dikkat ettim, aralarında elinden, kolundan, hatta alnından yaralılar da var. Muharebeden henüz çıkmışlar. Birkaç gün istirahatten sonra belki yine geri dönecekler. Fakat bütün simalar pür vakar, ruhlar dinin cenah-ı himayesinde hakiki bir teselli bulmuş. Tehlil ve tekbir sesleri arasında kuvve-i maneviyeleri yükselmiş…” ifadeleri askerin içinde bulunduğu ruh hâlini de ortaya koymaktadır. (Çanakkale Mektupları 5, Tanin, 1 Haziran 1331 [14 Haziran 1915]; Lokman Erdemir, Çanakkale Savaşı, s. 455.)
Din görevlileri, cephede gösterdikleri bu kahramanlıklara fazla ehemmiyet vermeyeceklerdir. Zira yapılan bu iş o kadar büyütülecek bir durum da değildir. Onların yerinde kim olsa aynısını yapar, gerektiğinde eline silahı alır, düşmana hücum ederdi. Burada önemli olan vatan ve milletin selametidir. Cepheye giden herkes, kaybedilen her bir siperin bir milletin geleceği ile ilgili olduğunun farkındaydı. Onlar muharebe meydanlarında elinden Kur’an’ı, dilinden ise duayı bırakmamışlardır. Neticede cephede Mehmetçik ile yeri geldiğinde omuz omuza muharebe eden din görevlileri kendilerine düşen vazifeyi en iyi şekilde yapmışlardır.

Osmanlı Devleti’nde din görevlileri sivil hayatta görev yaptıkları yere göre birtakım isimler aldıkları gibi, askeriyede de Tabur İmamlığı, Alay İmamlığı, Ocak İmamlığı, Gemi İmamlığı; Alay Müftüsü ve Ordu Şeyhi gibi isimler almışlardır.

Muharebeler sırasında askere telkinde bulunan ordudaki din görevlileri, gerektiğinde ellerine silah almaktan çekinmemiş, düşmana hücuma katılmışlardır. Bir kısmı gazilik mertebesine ulaşırken bir kısmı da şehit olmuştur.