Makale

BALKANLARDAN İZLENİMLER -2-

BALKANLARDAN İZLENİMLER -2-

HALİT GÜLER
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

T. C. Bükreş Büyükelçiliği İdari Ataşesi Ahmet Cengiz ÇETİN’ in rehberliğinde yolumuza devam ediyoruz.
Bükreş’e gireceğimiz köprünün altında yağmur suları toplandığı için geçemedik ve yolumuzu değiştirmek zorunda kaldık. Biraz yağmur yağınca ki -buralara çok yağmur yağdı- sular, asfaltta oluşan çukurları, kanalizasyonun olmaması sebebiyle, yalnız bizde doldurmuyormuş demek ki. Buralarda da aynı durumlar oluyormuş.
Yolumuzu değiştirmenin ne kadar isabetli olduğunu Bükreş Türk Şehitliğine kavuşunca daha iyi anladık. Türk Şehitliğini mutlaka ziyaret edecektik ama belki biraz gecikmeli olarak.
Bükreş Türk Şehitliği önünde arabalarımız durunca ve bakışlarımız mezarlığa yönelince içimizde bir rahatlama olduğunu hissettik. Nura bürünmüş bu manzaradan onur duyduk.
Heyetimizi demir kapının önünde şehitliğin bekçisi Sezai Tevfik karşıladı. Bekçiliği ailesinden devralan Sezai Tevfik’in bizi karşılarken yalnız olmadığı muhakkaktı. Şehitlerimizin ruhunu göremiyorduk ama, manevî varlıklarıyla, vatan topraklarından uzakta yatmanın hassasiyetiyle, bizi karşılayanlarla beraber olduklarına inanıyorduk. Sanki büyük bir kalabalıkla karşılaşmışçasına yüzlerimizde meydana gelen mutluluktan da bunun böyle olduğu anlaşılıyordu.
Fatihalarla şehitliğe girerken sıradan bir mezarlığa girmediğimizin farkında idik ve adımlarımızı ona göre saygılı atıyorduk.
Güzel demir parmaklıklı bir kapıdan girilen bahçenin ortasındaki yolun sağ başından itibaren, mezar taşlarında isimleri latin harfleriyle yazılı 400 şehidimizin kabirleri bulunmaktadır. Kabirlerinin Cennete açılan bir pencere olduğuna inandığımız bu bahçede huzur içinde yatan yiğitler, Romanya’yı Ruslara karşı savunmak için Anadolu’dan Galiçya’ya gönderilen Osmanlı kolordusuna mensup mübarek şehit askerlerdir.
Yolun sonunda, isimleri belli olmayan 535 şehidimizin toplu kabri bulunmaktadır. Bahçeyi ikiye bölen yolun sol tarafı ise Bükreş’te vefat eden Türklere tahsis edilmiştir. Bu bölümde şehitlerimize komşu olma şansına erişmiş mutlu insanların kabirleri bulunmaktadır. Şehitlerimizin teker teker kabirleri başında Yasin-i Şerif okuyup ruhlarına bağışlamak isterdik. Ne yapalım ki buna zamanımız yetmezdi. Bizi rahatlatan nokta, okuyacağımız Yasin-i Şerifin rahmet ve bereketinin cümlesine yeteceği inancı idi.
Şehitlerimizi temsilen yapılan âbidenin huzurunda heyetimizden Sakarya Müftüsü İsmet SELİM’in okuduğu Kuran’ı Kerim’i Diyanet işleri Başkanımız Mehmet Nuri YILMAZ’ ın dualarıyla, her birine yeteceği ve mübarek varlıklarına ulaşacağı inancıyla hediye ettik. Şehitlerimizin nurlu ufkuna yönelen avuçlarımız, gönlümüzden geçenleri ifade etmeye yetmese bile herhalde ispatlıyordu. Şerefini şehitlerimizden alan defteri, heyet Başkanımız Mehmet Nuri YILMAZ imzaladıktan sonra, kabirlerinde gıpta edilecek bir hayatın sahibi olduklarından hiç şüphe etmediğimiz bu insanlara karşı görevimizi yerine getirmiş olmanın huzuruyla oradan ayrıldık.
Böyle yüce bir fırsat elimize geçtiği için Allah’a şükrediyorduk.
Şehitliğimizden doğruca Bükreş Camiine gitkik. Şehitlik bizimdi ama, cami bütün müslümanlarındı. 1906 yılında Romen Hükümeti tarafından yapılan bu cami, harpte tahribat gören caminin yerine 1960’da yeniden yapılmıştır.
Caminin Tatar asıllı imamı Aziz Beşir Osman, dini kisveyle heyetimizi kapıda karşıladı. İmam Efendiden edindiğimiz bilgiye göre; şu anda Bükreş’te yaşayan müslümanların sayısı 9000 civarında imiş. Vaktiyle bu rakam daha yüksekmiş. Bütün Balkanlarda olduğu gibi. Aslen Kırım’lı olan Aziz Beşir Osman, 1987 den beri bu camide imamlık yapıyormuş. Vakit namazlarında az olan cemaat, cuma namazlarında artıyor-muş.
Öğle namazını kılmak için vaktin girmesini beklerken, imam efendi söylediklerine şunları da ilave etti:
"Bükreş’te 14 din mensubu var. Şu anda tenha olduğumuza bakmayın.
Cuma namazında gelen cemaati cami almıyor. Yeni cami inşa etmek için yer istiyoruz, belediye vermiyor. Bükreş ’te arazi çok pahalı olduğu için de yer satın almaya gücümüz yetmiyor. Müslüman Türkler tam 700 yıldır Bükreş’te yaşıyorlar. Camiyi beş vakit ibadete açıyoruz. Komünistler bize korkunç baskı yaptılar ve dini faaliyette bulunmamızı yasakladılar. O yüzden uzun süre çocuk okutamadık ve camimize cemaat hazırlayamadık. Kendim Mecidiye Medresesinden mezunum. 1856 da Kırım ’dan gelmişiz. Ne yazık ki Kırım’ı daha hiç görmedim. Bükreş 400 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalmış. Bükreş’te yaşayan Türklerin dışında Türkiye ’den gelmiş 200 den fazla iş adamı var. iş yapmak için buraya gelen Türk iş adamlarının bize destek olduklarını söylemek de mümkün değil. Biraz da Türkiye ’den kandırılıp getirilen veya kaçıp gelen kimseler var."
Bu arada öğle namazı vakti gelmişti. İmam Efendi bizim duyabileceğimiz bir sesle ezan okudu. Öğle namazını cemaatle eda ettikten sonra Bükreş Büyükelçiliğimizi ziyaret etmek üzere camiden ayrıldık.
Bükreş Büyükelçimiz Yaman BAŞKURT, heyetimizi hemen kabul etti. Büyükelçimiz bu kısa ziyaretimizde bize üzerinde durulması gereken üç önemli konudan bahşetti:
1- Dil Konusu
2- Din Konusu
3- Tarihi Miras.
Büyükelçimizin önemle üzerinde durduğu konulardan birisi de Babadağ Camii idi. Babadağ Camii’ni mutlaka görmemizi istiyordu. Biz de zaten buralara bu tip yerleri görmek için gelmiştik.
Bükreş, yalnız Romanya’nın değil, Avrupa’nın önemli şehirlerinden birisi. Eflak ovasında kurulan bu başkent, Tuna Nehrine 50 km. mesafededir. Tarih boyunca Bükreş, Türklerin, Rusların ve Avusturyalıların eline geçmiştir.
Böyle önemli bir şehri elimize fırsat geçmişken az da olsa tanımak istedik. Kısa şehir turumuzda arabalarımız bir binanın önünde durdu. Rehberimiz binanın balkonunu göstererek: "Komünist diktatör Nicolae Ceauşescu’nun öldürülmeden önce son konuşmasını yaptığı yerdir. Burası başkanlık binası idi. Nicolae Ceauşescu bu balkondan al aşağı edilerek karısıyla birlikte şuracıkta linç edildi" dedi.
Biraz sonra arabalarımız büyük bir binanın önündeki geniş bir meydanda bir kerre daha durdu. Bu dev bina da kızıl diktatörün 35.000 Romen’i çalıştırarak yaptırdığı saraymış. Meydana bakan bütün binalar sarayın mimari tarzına uydurulmaya çalışılmış.
Bu saray için denebilir ki, 20. asır Romanya’sında haksızlığın, zulmün, açlığın-sefaletin, sevgisizliğin ve kızıl diktatörlüğün üzerine oturtulmuş bir sanat harikası.

Köstence Türk -Tatar Birliği
Federasyonu
Geniş bir ovada ve düz bir i yolda Köstence’ye doğru sür’atle ilerliyoruz.
İşte yine Tuna Nehri. Şanına yakışır bir canlılık ve dolulukta akıyor. Peşi peşine I gelen demir köprüler de Tuna’ya çok yakışmış. Önce uzunca bir köprüden geçtik. Onu takiben ikinci bir köprüden daha geçtik. Yerden yüksekliği önce geçtiğimiz köprülerden daha fazla olan üçüncü bir köprüden daha geçtik.
İsimlerini öğrenemediğim Tuna Nehrine çok uygun düşen bu köprülerden Osmanlı orduları geçmemiştir ama, Rus Kızıl ordusu veya Hitlerin askerleri mutlaka geçmiştir. Belkide bu köprüler binlerce masum insanın kanına girmek için fırsat kollayan korkunç silahların nakline bile yaramıştır.
Geçmişte daha çok medreseleriyle tanınan ve ilim dünyasına ünlü alimler kazandıran Mecidiyeye gelince Köstence Başkonsolosumuz İhsan YÜCEL’in bizi beklemekte olduğunu gördük. Kısa bir söyleşiden sonra yolumuza devam ederek saat; 19.45 de Köstence’ye ulaştık. Doğruca Başkonsolosluğumuza gittik.
Başkonsolosluğumuzda, aralarında Romanya Baş Müftüsü Osman Necat ile Türk-Tatar Birliği Başkanı Muhammed Ünal’ın da bulunduğu kalabalık bir soydaş grubuyla beraber olduk. Başkonsolosluğumuzda hazır bulunanların ifadelerine göre soydaşlarımızın yoğun olarak yaşadıkları Köstence’de Türkler ve Tatarlar varmış. Konuşma esnasında geçtiği için bende ayırım sayılabilecek bu tabirleri istemeyerek kullanıyorum. Daha açığı bir Türk şehri olan Köstence’de kendilerini Türk ve Tatar zanneden veya kendilerine kurnazca öyle empoze edilmeye çalışılan insanlar var.
Esasında bunların hepsi Türk. Bu ayırımı yapan Komünistler, yıllarca bu bölünmeyi canlı tutmayı ve Türklerle Tatarları birbirleriyle uğraşır hale getirmeyi başarmışlar. Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetlerinde de uygulandığı gibi. 1985 yılında Moskova’ya; Özbekistan, Azerbaycan ve Dağıstan’a yaptığımız seyahatte Komünist idareciler usanmadan bize S.S.C.B’de 105 ırkın yaşadığını söyleyip duruyorlardı. Türkleri çeşitli ırklardan meydana gelen bir topluluk olarak gösteriyorlardı. Bu propaganda o kadar tesirli oldu ki bugün bile bir Özbek, bir Kazak, bir Kırgız, bir Tatar ve bir Çerkez... Türk kökenli olduğunu kabullenmekte zorlanıyorlar. Bu yüzden Stalin döneminde Ahıska’dan sürülen Türkleri, aynı kökten geldikleri halde sanki yabancı bir ırktanmış gibi dışlamışlar ve yaşadıkları bölgelerde korkunç muamelelere maruz kalmalarına sebep olmuşlardır.
Bu ayrılığı ortadan kaldıran bir davranışa Köstence’de şahit olmak bizi mutlu kıldı.
Köstence’de Türk Birliği, Tatar Birliği diye iki kuruluş varmış. Bu birliklerin başkan ve yöneticileri bir araya gelmişler ve bu iki kuruluşu Türk-Tatar Birliği Federasyonu ismi altında birleştirmişler. Bu hayırlı teşebbüsün neticesi şu anda Başkonsolosluğumuzun sıcak çatısı altında hep beraberiz.
Türk-Tatar Birliği Federasyonu Başkanı Muhammed Ünal şunları söyledi:
"Biz tarih boyunca hep beraberdik. Şimdi neden beraber olmayalım. Bu zamana kadar ayrılıktan ne fayda gördük ki, bundan sonra görelim."
Romanya Baş Müftüsü Osman Necat, önce benim konuşmam gerekir havasıyla söze karışarak şunları söyledi:
"Sizleri biz sabırsızlıkla bekliyorduk, hoş geldiniz.
Hemen şunu ifade edeyim ki bizde zannedildiği gibi ayrılık yok. Türk-Tatar ayırımı yapmak çok büyük yanlış olur. Aslına bakarsanız yeni nesillerde Türklük te kalmadı, Tatarlık ta. Neredeyse asimile oluyorduk.
Biz büyükler Türk-Tatar kavgası yaparken çocuklarımız kaybolup gidiyor da haberimiz olmuyor. Toplumumuzun menfaati icabı birlik içinde olmak zorundayız. Camilerimizin bir kısmında çok şükürler olsun beş vakit namaz kılınıyor. Komünizm döneminde camilerimizin önünden bile geçemiyorduk.
Biz aklı erenler, okumuşlar birlik içinde olmazsak bu insanlara ve bu kültüre nasıl sahip çıkarız. Birlik içinde olmazsak haklarımızı nasıl elde ederiz."
Türklerin Federasyondaki temsilcisi Talip Revan, heyecanla söze başlayarak şunları söyledi:
"Biz Osmanlıların torunlarıyız. Şunu herkes kabullersin ki anavatanımız Türkiye. Bu topraklarda 1877 den 1945 e kadar çok büyük sıkıntı çektik. Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı dünyadaki bütün Türklerin Diyanet İşleri Başkanlığı olmalıdır. Nasıl ki Hıristiyanların dini bir merkezi var, bizim de olması lâzım.
Rusya yıllarca burada Osmanlı Türkleri var, Kırım Tatarları var ayırımı yaptı ve bizi birbirimize düşürdü. Geç te olsa biz bunu anladık. Bundan böyle hiç bir güç bizi birbirimize düşüremeyecek. Bizim birinci kapımız Türkiye’dir.
1945 yılında zulüm sona erdi mi? Hayır. 1945 den 1990 yılına kadar da çok büyük zulüm gördük. Korkunç işkencelere, akıbeti meçhul sürgünlere maruz kaldık. Dine baskı devam etti.
Komünizmin yıkılıp gitmesinden sonra dini faaliyetlere izin verilince imamların kendi aralarından seçtikleri müftüyü biz de kabul ettik. Şimdi ise arkadaşların belirttikleri gibi federasyon kurduk. Bu federasyonda T.C. Diyanet İşleri Başkanlığından da bir temsilci bulunmalı.
Biz bu ülkede Anavatandaki İmam-Hatip Liselerinin aynısının açılmasını istiyoruz. Öğretmenlerimiz de Türkiye’den gelmeli."
Konuşmalara Başkonsolosumuz İhsan YÜCEL ile değerli eşinin ev sahipliğimizi yaptıkları yemekte de devam edildi. Ayağımızın tozu ile böylesine güzel konuşmalara ve ümit verici tablolara şahit olduğumuz içjn biz de sevindik. Yemekten sonra otelimizde istirahata çekildik.
Kaldığımız otelin penceresinden sahildeki gazinolar ve Karadeniz’in soydaş şehir Köstence’yi Anadoluya bağlayan mavi suları görülüyordu. Karadeniz, tarih boyunca Köstence limanı ile Trabzon limanına gidip gelen gemileri onurla taşıdığı günlere hasret. Herhalde o ihtişamlı günlerin hayaline dalmış olacak ki oldukça sakin ve düşünceli görünüyor.
Sabah kahvaltısından önce sahil boyunca epeyce bir yürüdüm. Aynı yürüyüşü akşamda Av. Ethem ALİMOGLU’ yla yapmıştım. Akşam karanlıkta farkedemediklerimiz sabahın aydınlığında daha iyi görünüyordu. Yalnız gördüklerimiz akşamın karanlığına daha uygundu. Sahil akşamki kadar hareketli ve gürültülü değildi. Gazinolar ve çay bahçeleri gecenin pisliğinden ve sarhoş nefesinden kurtulmaya ve gündüze yakışır bir şekle bürünmeye çalışıyordu. Sahilde geniş adımlarla işlerine gidenlerden başka kimse görülmüyordu. Akşam, arabalarının farlarının aydınlattığı bölümde denize girenlerden de eser kalmamıştı. Şu anda da denize girmeye niyetli kimse görülmüyordu.
Köstence, turistik imkanlara sahip güzel bir sahil şehri. Sahil şehri ve turizm merkezi olması bir tarafa her köşesinde Osmanlı eserleri yer alan, meydanlarında ve sokaklarında Türk akıncılarının nal izleri farkedilen bir Türk şehri.
Köstence’nin tarihi zenginliği ve tabii güzelliği yeterli görülmemiş olacak ki ayrıca sahile yabancıların ilgisini çekecek, şehrin turistik değerini artıracak ve göz zevkini okşayacak şekiller çizmişler, heykeller yapmışlar. Bu sözüm ona turistik görüntülerin can alıcı noktası da müstehcen kadın heykelleri olmuş. Belden aşağısı balık şeklinde görünen havuzdaki yapma kayanın üstüne serpile serpile oturmuş deniz kızından tutun da, bir plaj kadınının göğüsleri dışarı fırlamışçasına havuz sularından sıçrayıp çıkışına varıncaya kadar.
Bu çirkin manzarayı görünce bizdeki parklara konmaya çalışılan, birtakım tatsız tartışmalara yol açan müstehcen heykellerin kaynağını da tesbit etmiş olduk.
Sabah kahvaltısından sonra Köstence Valisi Angel Kostantinasko’yu ziyaret ettik. Bu ziyarette Validen şu bilgileri aldık:
"Bildiğiniz gibi Romanya’da müslüman Türklerle Hristiyan Romenler asırlarca kardeşçe yaşamışlar. Ben inanıyorum ki herşeye rağmen yine kardeşçe yaşayacaklardır. Memnuniyetle kaydedelim ki bizde, hiçbir zaman Bulgaristan’daki gibi olmadı. Hiçbir Türkün zorla ismini değiştirmedik. Türklerin dini merasimlerine karışmadık, sünnet ve düğün merasimlerine müdahale etmedik.
Camilere imkanlarımız nisbetinde yardım ediyoruz. Romanya’nın mali durumu düzeldiği zaman, şimdilik az olan bu yardımları daha da artıracağız. Romanya ile Türkiye arasındaki münasebetlerin müsbet istikamette gelişmesinden son derece memnunuz. Köstence’yi Turgut ÖZAL ile Süleyman DEMİREL’in de ziyaret etmiş olmaları bizi çok sevindirdi. Burada yalnız birgün kalacağınızı öğrenince çok üzüldük. Köstence ile İstanbul arasındaki yolu otoban haline getirmeyi düşünüyoruz. Bu arada uçak seferlerini de artıracağız. Bizde din adamlarının ücretlerini devlet ödüyor. Cami giderlerine de İmkanlarımız ölçüsünde yardımcı oluyoruz. Ülkemize en kısa zamanda tekrar bekliyoruz. Beni ziyaretiniz için teşekkür ederim."
Heyet Başkanımız Mehmet Nuri YILMAZ, Valiye bizi kabul ettiği ve bilgi verdiği İçin teşekkür etti. Romanya’daki dini gelişmelerden ve din görevlilerine tanınan haklardan memnuniyet duyduğumuzu söyledi. Vali, heyetimizin ayrılışına da sıcak ilgi gösterdi ve bizlere arabalarımıza kadar refakat etti. (Devam edecek)