ORUÇLA İLGİLİ BÂZI ÖNEMLİ NOKTALAR
Her müslümânın, mükellef bulunduğu "ibâdetleri noksansız ve doğru olarak eda edebilmesi için bu ibâdetlerin sıhhat ve fesâdıyla alâkalı bilgileri öğrenmesi, zarurîdir. Namaz kılması farz olan kimselerin namazın şartları, rükünleri, vacip ve sünnetlerini öğrenmesi, namazı nelerin bozduğunu bellemesi, sehiv (unutma) secdesini gerektiren hususlar hakkında bilgi sâhibi olması lâzımdır.
Keza bülûğ çağına ermiş her akıllı müslüman, mübarek Ramazan ayında oruç tutmakla mükellef olduğundan; bu ibâdeti, şer’î esaslara uygun olarak eda edebilmek için bâzı bilgilere sâhip olmak zorundadır. Aksi halde ibâdetlerinde istedikleri hataların ne gibi neticeler tevlid edeceğini bilemeyeceklerinden amelleri nakıs veya fasit olur. İman ve teslîmiyyeti bütün olan bir müslüman ise Rabbi’nin emirlerini îfâ hususunda ihmâl ve gevşeklik göstermemeli, Cenâb-ı Hakk’ın kullarına en büyük ihsânı olan akıl ve iz’an ile bugünkü geniş öğrenme imkânları içinde lüzumlu bilgileri elde etmeye çalışmalıdır.
Oruçla alâkalı malûmatın ayrıca her sene Ramazân-ı Şeriften biraz evvel tekrarlanması, unutulanların hatırlanması bakımından lüzumlu ve faydalıdır.
İbâdete taallûk eden bilgiler fıkıh kitaplarında çok geniş olarak anlatıldığından, bâzı kimseler, “Bu kadar ihatalı ve teferruatlı mâlûmatı her müslümanın öğrenmesi mümkün müdür?” diye dînî mükellefiyetleri beşeri tâkat ve vüs’atin üstünde göstermek isterler. Halbuki İslâmiyet’in her emri, mükellefin tâkatiyle mütenâsiptir. Bu husus, "Allah, kimseyi gücünün yetmediği bir emirle mükellef tutmaz", "... Allah sizin hakkınızda kolaylık murâd ediyor, zorluk İstemiyor."1 meâlindeki âyet-i kerîmelerde gâyet vâzıh ve sarih olarak ifade edilmiştir. Her müslümânın yalnız kendisine terettüp eden dînî vazifeler hakkında bilgi edinmeye mecbur oluşu, kendisi için külfetli bir iş değildir. Şöyle ki; şer’an zengin olmayan bir mü’min, zekât ve hac farizalarıyla mükellef olmadığından bu konularda fıkhî mâlûmat sahibi olmak zorunda değildir. Yalnız namaz ve oruca inhisar eden bilgiler de onun için biraz dikkat ve gayretle çok kısa zamanda öğrenebileceği makûl bir miktar teşkil edecektir. Zengin olanlar ise ömürde bir defa hac, zenginliklerinin devamı müddetince senede bir kere zekâta mütedair lüzumlu bilgileri gözden geçirme durumundadırlar.
İçtimâî ve beşerî münâsebetlerin insanı öğrenmeye mecbur ettiği hususlar yanında bilinmesi gerekli dînî bilgilerin büyük bir yekûn tutmadığı meydandadır.
Belirtilmesinde faide mülâhaza ettiğimiz bu noktalara kısaca dokunduktan sonra Ramazân-ı Şerifte Diyanet İşleri Başkanlığı’na mektup veya telefonla sık sık sorulan oruçla ilgili birkaç mes’ele üzerinde duralım.
Soru: Oruçlu iken burun veya kulağa damlatılan ilâçlar oruca zarar verir mi?
Cevap: İlâç beyne vâsıl olursa oruç bozulur. Bu husus mezhep imamlarınca ittifakla kabûl edilmiştir.2
Hukne (lavman) yoluyla bağırsaklara ilâç veya su vermek de böyledir. Orucu bozar, gününe gün kazâyı gerektirir.
Başta olup da beyne kadar derinleşen veya karında olup da karın boşluğuna kadar inen yaralara tatbik edilen ilâç katı ve kuru ise orucu bozmaz. Fakat bu kabîl yaralara sıvı ilâç konulursa İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe Hazretlerine göre orucu bozar ve sadece kazâyı gerektirir. İmam Ebû Yûsuf ile İmam Muhammed Şeybânî’ye göre ise ne kazâ ne de keffâreti gerektirir, kısacası orucu bozmaz. Çünkü konulan ilâcın beyne veya karın boşluğuna varıp varmadığı kesinlikle bilinememektedir.3
Görülüyor ki, bu mes’ele üzerinde İmâm-ı A’zam ile talebeleri arasındaki ihtilâf, yaraya konulan ilâcın beden dâhiline (karın boşluğuna veya dimağa) vâsıl olup olmaması noktasındadır.4 Şâfiî fıkhının muteber kaynaklarından olan İmam Nevevî’nin Minhâc’ında ve Şerh-i Nihâye’de, karın ve baştaki yaralara konulan ilâcın orucu bozacağı tasrih edilmiştir.5
Bugün tedavide çok müracaat edilen tıbbî enjeksiyon (iğneyle ilâç zerki) mevzuu ile derîn yaralara konulan ilâç arasında çok sıkı bir benzerlik vardır. Yalnız şu farkla ki, iğne ile kaba etten veya damardan deva veya gıda olarak verilen ilâcın, bedenin her tarafına kan dolaşımı yoluyla yayıldığı bugün tıbben kesinlikle sübut bulmuş, yaralara konulan ilâçların beyin ve karın boşluğuna vüsûlü hususunda vârit tereddüde bu mevzuda mahal kalmamıştır.4 Dışarıdan verilen bir ilâcın mide veya beyne vüsûlünün kat’iyyeti halinde orucun bozulacağı hem Hanefî hem de Şâfiî müctehid ve fakîhlerinin ittifakıyla karşımıza çıkmaktadır. Demek ki oruçlu olan bir kimse önemli bir sebep veya zorlayıcı bir zaruret yoksa iğne yoluyla yapacağı tedâviyi iftar vaktinden sonraya tehir etmelidir. Bir mecburiyet dolayısıyla gündüz oruçlu iken iğne yaptıranlar Ramazân-ı Şeriften sonra bu oruçlarını kazâ etmelidirler.
(1) Bakara 286 ve 185.
(2) Muhtasarü’t-Tahâvî, s. 56, Kâhire, 1310; H. İbn-ü Hümam, Fethü’l-Kadir, c. 2, s. 73, Mısır; M. Muhammed Mut. Remlî, Nihâyetü’l-Muhtâc ilâ şerhi’l-Minhâc, c. 3, s. 163; Menârü’s-Sebîl fî şerhi’d-Delîl (Hanbelî fıkhına dair) c. I, s. 225; Meydânî, El-Lübâb fî şerhi’l-kitâb lil İmâm Kudûrî, c. 1, s. 169, Kahire, 1961.
(3) El-Lübâb, c. 1, s. 169.
(4) Fethü’l-Kadîr Alel Hidâye, c. 2, s. 74 ve aynı kitabın hamişindeki “İnâye alel Hidâye”
(5) Nihâyetü’l-Muhtâc, c. 3, s. 163.
(6) Bu konuda Hacettepe Üniversitesi Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesinin kıymetli doktorlarının bilgilerine müracaat olunmuştur.