Makale

ORUÇLA İLGİLİ BÂZI ÖNEMLİ NOKTALAR

ORUÇLA İLGİLİ BÂZI ÖNEMLİ NOKTALAR

Orhan KARMIŞ
Din İşleri Yüksek Kurulu Raportörü

Her müslümânın, mükellef bulunduğu "ibâdetleri noksansız ve doğru olarak eda edebilmesi için bu ibâdetlerin sıhhat ve fesâdıyla alâkalı bilgileri öğrenmesi, zarurîdir. Namaz kılması farz olan kimse­lerin namazın şartları, rükünleri, vacip ve sünnetlerini öğrenmesi, namazı nelerin bozduğunu bellemesi, sehiv (unutma) secdesini gerektiren hususlar hakkında bilgi sâhibi olması lâzımdır.

Keza bülûğ çağına ermiş her akıllı müslüman, mübarek Ramazan ayında oruç tutmakla mükellef olduğundan; bu ibâde­ti, şer’î esaslara uygun olarak eda edebil­mek için bâzı bilgilere sâhip olmak zo­rundadır. Aksi halde ibâdetlerinde iste­dikleri hataların ne gibi neticeler tevlid edeceğini bilemeyeceklerinden amelleri nakıs veya fasit olur. İman ve teslîmiyyeti bütün olan bir müslüman ise Rabbi’nin emirlerini îfâ hususunda ihmâl ve gev­şeklik göstermemeli, Cenâb-ı Hakk’ın kul­larına en büyük ihsânı olan akıl ve iz’an ile bugünkü geniş öğrenme imkânları içinde lüzumlu bilgileri elde etmeye ça­lışmalıdır.

Oruçla alâkalı malûmatın ayrıca her sene Ramazân-ı Şeriften biraz evvel tek­rarlanması, unutulanların hatırlanması ba­kımından lüzumlu ve faydalıdır.

İbâdete taallûk eden bilgiler fıkıh ki­taplarında çok geniş olarak anlatıldığından, bâzı kimseler, “Bu kadar ihatalı ve tefer­ruatlı mâlûmatı her müslümanın öğrenme­si mümkün müdür?” diye dînî mükelle­fiyetleri beşeri tâkat ve vüs’atin üstünde göstermek isterler. Halbuki İslâmiyet’in her emri, mükellefin tâkatiyle mütenâsip­tir. Bu husus, "Allah, kimseyi gücünün yetmediği bir emirle mükellef tutmaz", "... Allah sizin hakkınızda kolaylık murâd ediyor, zorluk İstemiyor."1 meâlindeki âyet-i kerîmelerde gâyet vâzıh ve sarih olarak ifade edilmiştir. Her müslümânın yalnız kendisine terettüp eden dînî vazi­feler hakkında bilgi edinmeye mecbur oluşu, kendisi için külfetli bir iş değildir. Şöyle ki; şer’an zengin olmayan bir mü’min, zekât ve hac farizalarıyla mükellef olmadığından bu konularda fıkhî mâlûmat sahibi olmak zorunda değildir. Yalnız namaz ve oruca inhisar eden bilgiler de onun için biraz dikkat ve gayretle çok kısa zamanda öğrenebileceği makûl bir miktar teşkil edecektir. Zengin olanlar ise ömürde bir defa hac, zenginliklerinin de­vamı müddetince senede bir kere zekâta mütedair lüzumlu bilgileri gözden geçirme durumundadırlar.

İçtimâî ve beşerî münâsebetlerin insanı öğrenmeye mecbur ettiği husus­lar yanında bilinmesi gerekli dînî bilgile­rin büyük bir yekûn tutmadığı meydan­dadır.

Belirtilmesinde faide mülâhaza etti­ğimiz bu noktalara kısaca dokunduktan sonra Ramazân-ı Şerifte Diyanet İşleri Başkanlığı’na mektup veya telefonla sık sık sorulan oruçla ilgili birkaç mes’ele üzerinde duralım.

Soru: Oruçlu iken burun veya kulağa damlatılan ilâçlar oruca zarar verir mi?

Cevap: İlâç beyne vâsıl olursa oruç bozulur. Bu husus mezhep imamlarınca ittifakla kabûl edilmiştir.2

Hukne (lavman) yoluyla bağırsaklara ilâç veya su vermek de böyledir. Orucu bozar, gününe gün kazâyı gerektirir.

Başta olup da beyne kadar derinle­şen veya karında olup da karın boşluğu­na kadar inen yaralara tatbik edilen ilâç katı ve kuru ise orucu bozmaz. Fakat bu kabîl yaralara sıvı ilâç konulursa İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe Hazretlerine göre oru­cu bozar ve sadece kazâyı gerektirir. İmam Ebû Yûsuf ile İmam Muhammed Şeybânî’ye göre ise ne kazâ ne de keffâreti gerektirir, kısacası orucu bozmaz. Çün­kü konulan ilâcın beyne veya karın boş­luğuna varıp varmadığı kesinlikle biline­memektedir.3

Görülüyor ki, bu mes’ele üzerinde İmâm-ı A’zam ile talebeleri arasındaki ih­tilâf, yaraya konulan ilâcın beden dâhili­ne (karın boşluğuna veya dimağa) vâsıl olup olmaması noktasındadır.4 Şâfiî fıkhı­nın muteber kaynaklarından olan İmam Nevevî’nin Minhâc’ında ve Şerh-i Nihâye’de, karın ve baştaki yaralara konulan ilâcın orucu bozacağı tasrih edilmiştir.5

Bugün tedavide çok müracaat edilen tıbbî enjeksiyon (iğneyle ilâç zerki) mevzuu ile derîn yaralara konulan ilâç arasında çok sıkı bir benzerlik vardır. Yal­nız şu farkla ki, iğne ile kaba etten ve­ya damardan deva veya gıda olarak veri­len ilâcın, bedenin her tarafına kan dola­şımı yoluyla yayıldığı bugün tıbben ke­sinlikle sübut bulmuş, yaralara konulan ilâçların beyin ve karın boşluğuna vüsûlü hususunda vârit tereddüde bu mevzuda mahal kalmamıştır.4 Dışarıdan verilen bir ilâcın mide veya beyne vüsûlünün kat’iyyeti halinde orucun bozulacağı hem Ha­nefî hem de Şâfiî müctehid ve fakîhlerinin ittifakıyla karşımıza çıkmaktadır. De­mek ki oruçlu olan bir kimse önemli bir sebep veya zorlayıcı bir zaruret yoksa iğne yoluyla yapacağı tedâviyi iftar vak­tinden sonraya tehir etmelidir. Bir mec­buriyet dolayısıyla gündüz oruçlu iken iğne yaptıranlar Ramazân-ı Şeriften sonra bu oruçlarını kazâ etmelidirler.

(1) Bakara 286 ve 185.

(2) Muhtasarü’t-Tahâvî, s. 56, Kâhire, 1310; H. İbn-ü Hümam, Fethü’l-Kadir, c. 2, s. 73, Mısır; M. Muhammed Mut. Remlî, Nihâyetü’l-Muhtâc ilâ şerhi’l-Minhâc, c. 3, s. 163; Menârü’s-Sebîl fî şerhi’d-Delîl (Hanbelî fıkhına dair) c. I, s. 225; Meydânî, El-Lübâb fî şerhi’l-kitâb lil İmâm Kudûrî, c. 1, s. 169, Kahire, 1961.

(3) El-Lübâb, c. 1, s. 169.

(4) Fethü’l-Kadîr Alel Hidâye, c. 2, s. 74 ve aynı kitabın hamişindeki “İnâye alel Hidâye”

(5) Nihâyetü’l-Muhtâc, c. 3, s. 163.

(6) Bu konuda Hacettepe Üniversitesi Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesinin kıy­metli doktorlarının bilgilerine müracaat olunmuştur.