Makale

AİLE ÜZERİNE

AİLE ÜZERİNE

M. CEMAL SEBÜK / Burdur Müftüsü

Aile malum olduğu üzere en küçük topluluktur. Anne - baba, çocuklar, kardeşler, n dedeler, nineler bu topluluğun bireyleridir. Bu çekirdek toplum, ne kadar sağlam temeller üzerine oturursa; cemiyette o nisbette sağlam temeller üzerine oturmuş demektir. Sağlam temeller üzerine oturan ailelerden meydana gelen milletler için herhangi bir tehlike ve korku olamaz.
Bizim neslin çocukları, ilkokul "hayat bilgisi" kitaplarında uzun kış gecelerinde, torunlarına masal anlatan aksakallı dedelerin, başörtülü ninelerin anlattıkları güzel masalların resimlendiği hikayeleri okuya okuya, o resimlere baka baka büyümüştür. Bunlar, gerçek hayattan kitaplara yansıyan şaheser tablolardı. Ailenin direği sayılan dedemiz, ninemiz; babadan-anneden, daha çok saygı, sevgi görürdü. Onların şefkat kucağında, sobaya veya mangala sokularak dinlenen masallar, hele biraz da korku motifi ihtiva ediyorsa, ürpererek, daha çok sığınma ihtiyacı ile yaklaşılan o şefkat kucağı ve titreyerek saran kollar ve o anlar, ne muhteşem aile-hayat tablolarıydı.
Şimdi ise zannediyorum aileden dışlanan ihtiyarların; bırakın dedeyi, nineyi; anne, babaların bile ilk menzili ya huzur evleri veya güçsüzler yurdu olmaktadır. Huzur evlerinin sayısının gün geçtikçe artması sevinilecek bir olay mıdır? Elbette kimsesiz olanlar için sevinilecek bir olaydır. Ancak küçüklüğünde, bütün sıkıntı ve meşakkatlerine katlandığı, gözlerinin nuru, gönüllerinin süruru yavruları tarafından, büyüyünce dışlanan insanlar hiç huzurlu olabilirler mi?
Her toplumun değer yargıları vardır. Tarih boyunca, bizi biz yapan, ayakta durmamızı temin eden bu hükümler içinde "küçüklere şefkat, büyüklere saygının" pek büyük bir yeri vardır. Giderek küçülen, aile kavramında dedelerin, ninelerin hatta anne ve babaların dışlanması, bu değer hükümlerimizi yitirmeye başlamış olmamızın tehlike sinyalleri sezilmiyor mu? Annesine "kocakarı" babasına "moruk" diye hitap eden veya harçlık vermediği için onları hırpalayan, döven gençlerimizin basına yansıyan hazin... hazin olduğu kadar da ibretli hikayeleri, tehlikenin büyüklüğünü haber vermiyor mu?
Bir aileyi meydana getiren fertlerin birbirlerine karşı, karşılıklı hak ve vazifeleri vardır. Bu hak ve vazifelere riayet ve saygı, hiç şüphesiz ki, bir ailede Cennet hayatının daha dünyada iken yaşanmasını, aksi de Cehennem hayatının aynı şekilde dünyada tadılmasını ve yaşanmasını intaç eder. Bir aile ki, duyuşları, sevinçleri ve kederleri, yaşayışları Allah’ın emrettiği şekilde olursa, o ailede saadetin, bahtiyarlığın fani zevk ve lezzetlerine doyum olmaz. Fakat, her kafadan bir ses çıkan, karşılıklı saygının yitirildiği, bağların zayıfladığı, bir aile çatısı içinde de sanırım ızdırapların en büyüğü yaşanır, hayat çekilmez olur.
Ailede "ana" asıldır. Bu fedakar insan icabında yememiş-yedirmiş, uyumamış-uyutmuş, giymemiş-giydirmiş, şefkat ve merhamet kanatlarını çocuklarının üzerine öyle germiştir ki, bu haliyle o, melek olmaya layık mübarek bir insandır. Evinin bekçisi ve koruyucusu, yarının büyüklerini yetiştirecek, eğitecek, yarınlara hazırlayacak. Örnek olacak, kendinden çok şeyler verecektir. O, bilecektir ki, ahlaken ve fazileten; "büyük insanlardan, büyük insanlar meydana gelir." Çocuğunu yetiştirmek için icabında "saçını süpürge yapan" bu mübarek insana, ne yapılırsa yapılsın hakkı ödenmez. Bu konuda "Cennet anaların ayakları altındadır" ha-dis-i şerifi her halde pek çok şeyi anlatmaya kafidir sanırız. Babanın durumu da anadan farklı değildir. Ya onun dışarda çektiği sıkıntı-çileler? sıcak soğuk demeden aç-tok demeden türlü sıkıntılara katlanmalar, niçindir? Hiç şüphe yok ki, "ailem-çocuklarım" aç-açıkta kalmasın diye değil midir? Baba da, anne kadar aziz-mübarek bir insan timsalidir.
Sevgili Peygamberimize soruyorlar: "Ya Resulallah sohbetime, ilgime layık kimdir? Peygamberimizin verdiği cevap: anandır, anandır, anandır, sonra babandır"(1) Yine Sevgili Peygamberimiz ilenerek: "burnu yerde sürünsün" diye üç kere tekrarladıktan sonra, "Kim ya Resulallah, kimin bumu yerde sürünsün?" diye soran arkadaşlarına: "anası-babası veya her ikisi birden yanında ihtiyarlığa ulaştığı halde cennete giremeyen kimsenin burnu yerde sürünsün"(2) cevabını veriyorlar. Demek oluyor ki Allah’ın rızasını kazanmak ana-nın-babanın rızasını kazanmakla mümkündür.
Öte yandan hayatın en zor işlerinden birisi hiç şüphesiz ki çocuk terbiyesidir. Bu zor, zor olduğu kadar da önemli mesele için anne-baba, bu işin önemini müdrik hale gelmelidir. Çocuğun ilk örnek aldığı, taklit ettiği kişinin anne-baba olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Terbiyenin ana karnında başladığını kabul eden ilim adamları da vardır. Eğitim-terbiye bir bütündür. Bu bütünde meydana gelebilecek gedikler, çocuğu menfi yönde etkileyecektir. Bu itibarla aile-okul cemiyet aynı değerler manzumesini çocuğa vermeye çalışmalı, teşekkül edecek şahsiyete müsbet manada katkıları olmalıdır. Çocuğun zihninde boş bırakılan her gedik, kendine takdim edileni almaya müsaittir. Bu sebeple, bizlerin boş bıraktığı noktaları çok iyi takip eden insanlık düşmanları o noktalardan saldırıya geçmekte, o boşlukları menfi olanla doldurmaktadır.
Konumuzu bir hadis meali ile noktalayalım: "Hiç bir baba çocuğuna güzel edepten daha üstün bir miras bırakmaz."(3)
------------------------

(1) Riyazü’s-salihin terceme ve şerhi C.1 Hadis no: 312
(2) El-camius-sahih Müslim ve Tercemesi C.8 Hadis no: 10
(3) İslâm’da Aile Eğitimi. Terceme C. Yıldırım C.2, Sh:232