Makale

Can Azizdir; Allah Verir, Allah Alır...

Can Azizdir; Allah verir, Allah alır...

ŞÜKRÜ ÖZBUĞDAY
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

İslâm, insanın en tabii hakkı olan hayatı hukukun teminatı altına almış, kişinin yaşama hakkına tam bir saygı gösterilmesini sağlamak için bir takım maddi ve manevi müeyyideler koymuştur. Yaşama hakkı bütün hakların başında gelir. Bu hakka sahip olmayan bir kimse diğer haklara da sahip olamaz. En tabii hak olan hayat hakkına sahip olmayanların görevleri de olmaz. Bir insan önce yaşama hakkına sahip olmalıdır ki şâir haklara da sahip olsun ve bir takım görevleri yüklensin.
Yüce Allah, "Allah’ın haram kıldığı insan öldürme fiiline yaklaşmayın.’^) buyurmuş, cana kıymayı haram kılmıştır. Hz. Peygamber veda hutbesinde bu konuya temas ederken, "Bugün bu ayın ve bu beldenin nasıl dokunulmazlığı varsa kanlarınızın ve mallarınızın da aynı şekilde dokunulmazlığı vardır."(2) demiştir. Yani Kabe ve hac mevsiminin kudsiyeti olduğu gibi insan kanının ve malının da bir dokunulmazlığı vardır.
Kur’an nazarında cinayet ve katillik en büyük günahlardan olduğu için bir insanı öldüren adetâ bütün insanları öldürmüş, bir insanı ölümden kurtaran da adetâ bütün insanlığa hayat bahşetmiş kabul edilir. (3) Bu yüzdendir ki, Kuranda, "Kasten bir mü’mini öldürenin cezası ebedî olarak cehennemde kalmaktır."(4) buyrulmuştur. Hz. Peygamber de adam öldürmeyi aynen Allah’a şirk koşmak gibi insanı mahveden en büyük günahlardan biri olarak göstermiş(5) ve mahşer günü ilk hesaplaşma konusunun kan dâvası olacağını bildirmiştir.(6)
İslâm cana kıymayı çok büyük bir suç saydığı içindir ki, bir kimsenin diğerine şaka ile dahi olsa, silah çekmemesini emreder.(7) Birbirlerine silâh çektikten sonra, birinin diğerini öldürdüğü iki kişi hakkında, "Öldüren de, öldürülen de cehennemdedir. Çünkü o da arkadaşını öldürmek arzusunda idi." esasını getirir.(8)
Dünyada canlıların en aziz şeyi candır. Onu veren Allah’tır ve ancak yine O alabilir. Bu konuda Kur’an da şöyle buyurulur: "Doğrusu biz diriltiriz, biz öldürürüz, dönüş bizedir."(9) Bu yüzdendir ki, dinimizde bir kimsenin kendi canına kıyması ve intihara kalkışması caiz görülmemiş ve büyük günahlardan sayılmıştır. İnsan, ne kadar zor ve acıklı bir durumda olursa olsun kendi hayatını sona erdirme hak ve yetkisine sahip değildir. Yüce Allah Kur’an’da: "... Kendinizi öldürmeyiniz.. ."(10) buyurmaktadır. Hz. Peygamber de daha önce yaşayan insanlardan bir kişinin dayanamadığı bir acıdan dolayı, ölüme teşebbüs ettiğini, bundan dolayı da Cenab-ı Hakk’ın kendisine cenneti haram kıldığını haber vererek şöyle buyurur: "Sizden önce geçen ümmetlerden birisi içinde bir kişi vardı. Onun (vücudunda) bir yarası vardı. (Kangren haline gelmişti.) Onun elem ve ızdırabına dayanamayıp bir bıçak almış da onunla elini kesmiştir. Fakat kan bir türlü kesilmemiş nihayet ölmüştür. Allah Teâlâ: Kulum kendi kendisine (ölüme teşebbüs ederek) benim önüme geçti. Ben de ona Cenneti haram kıldım."(11) buyurmuştur.
İnsan intihar edemeyeceği gibi, canına, bedenine ve organlarına zarar gelecek tehlikelere kendini atamaz. Kur’an’da şöyle buyurulur: "Elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız.’^ 2) İntihar hakkına sahip olmayan insan, bedenini yaralama, sakatlama veya herhangi bir uzvunu kesme veya Allah’ın bedenine verdiği tabiî şekli aleyhine olacak şekilde değiştirme hakkına, vücudunda tasarrufta bulunma yetkisine sahip değildir.
Bir hadiste intihar edenin cehennemlik olduğu haber verilerek, şöyle buyurulmaktadır: "Kim kendini yüksek bir yerden atarak öldürürse; o kimse cehennem ateşinde de ebedî ve devamlı şekilde kendini atarak azab olunur. Zehir içerek kendini öldüren kimse de, cehennemde devamlı elindeki zehiri, içerek azab görür. Kendini bir demir parçası ile (bıçak vb. şeylerle) öldüren kimse ise, cehennem ateşinde devamlı elindeki demiri karnına saplayarak azab olunur."(13) Bu bakımdan hiç bir müslüman intihar yolunu seçmemelidir.
Dinimizde yoksulluk, hastalık, çeşitli bunalımlar gibi sebeplerle kişinin -değil kendini öldürmesi-ölümü temenni etmesi bile yasaklanmış; sadece kişinin yaşadığı çevrede fesadın artması sebebiyle, -günahtan korunmak için- "kendisi için hayırlı olacaksa" kaydı ile ölüm temennisi caiz görülmüştür. Nitekim Hz. Peygamber (S.A.S.): "İçinizden hiç kimse, sakın ölümü temenni etmesin. Çünkü o, salih bir kimse ise, hayatta oldukça iyiliklerinin artması umulur. Şayet kötü bir kimse ise, tevbe edip, Cenab-ı Hakk’ın rızasını kazanması umulur."(14)
"Sizden hiç biriniz, başına gelen bir musibetten dolayı sakın ölümü temenni etmesin. Eğer bunu yapmaya mecbur ise, o takdirde "Allah’ım, benim için yaşamak hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat. Ölüm benim için hayırlı olduğu zaman beni öldür, desin"(15) buyurmuştur.
İnsan niçin canına kıyar? Hayata niçin küser? Araştırmacılar bunun başlıca iki sebebinin olduğunu söylüyorlar:
Birincisi, teknolojinin süratle gelişmesiyle insan için ortaya çıkan yeni problemlerin insanlarda stres halini artırması ve bunalıma sokmasıdır. Şöyle ki, gelişen medeniyet bir taraftan insanın ihtiyaçlarını artırırken, bir taraftan da onu hızlı yaşamaya mecbur ediyor. Hem artan ihtiyaçları karşılamak hem de devrin hızına ayak uydurmakta daha çok çaba sarfet-mek gerekiyor. Çok sık değişen şartlara uymak, fertlerde bazı çatışmalar meydana getirmekte ve böylece dengeyi bozabilecek etkenlerin sayısı artmaktadır.
İkincisi ise, dinî inancın fertlerde zayıflıyarak, toplumlarda gereği gibi değerinin korunmamasıdır. Dini inancın insanın ruhsal hayatındaki olumlu etkisi bilinen bir husustur. Nice filozof ve bilim adamı, dinî inancın olumlu etkisini belirten ifadelerden bulunmuşlardır. Meselâ William James:
"Şüphesiz üzüntünün başlıca ilacı din ve imandır."
Gandhi: "Duâ ve ibâdet olmasa idi ben çoktan çıldırırdım."
Mazhar Osman: "Mutedil, sahih bir itikada mâlik dindar bir şahıs, sinirlerini metin bir zırhla muhafaza etmektedir."
İnsanın kişiliğinin oluşmasını sağlayan değerlerin kaybı veya bir ölçüde zarara uğramasıyla, insanın benliğinde sarsıntı doğurmasının sebebini güvensizlik duygusunda aramak lâzımdır. İnsan, bağlandığı değerlerin maruz kaldığı tehlike karşısında güvensizlik duygusuna kapılır; her şeyin sona erdiği vehmine düşer. Bu durumda insan kendisini yalnız hisseder ve kendisini kurtarabilecek bir yardımcıya ihtiyaç duyar. İnsanın kendisini sarsabilecek hadiseler karşısında kişiliğini koruyabilmek için güveneceği dayanacağı bir yere ihtiyacı vardır. Güven duygusu, ruhsal dengeyi sağlayan başlıca unsurdur.
İnsan için ana, baba, dost, mevki, para v.s. güvence olabilir, insan yerine göre bu tür güvencelere dayanır. Bu tür güvenceler geçicidir; bugün varlarsa yarın yok olabilirler. Bu bakımdan bunlarla sürekli güven duygusu sağlanamaz. Dilimizde böyle bir hali ifade eden, bir deyim vardır. "İnsana dayanma ölür, duvara dayanma yıkılır." Bu tür güvencelerin ikinci bir niteliği de güven sağlama alanlarının sınırlı oluşudur. Güvensizlik doğurabilecek sayısız olaylar karşısında, doğması muhtemel bütün halleri karşılayacak geniş bir etki alanına sahip değillerdir.
İnsan için sürekli yani geçici olmayan, güvensizlik duygusu doğurabilecek muhtemel her olay karşısında sığınılabilecek, gücü sonsuz olan bir güvence gerektir ki o da Allah’tır. Allah her şeye kadir, mutlak bir varlıktır. İşte böyle bir varlığı güvence olarak kabul edip ona teslim olan kişi, çevresinde olup biten ve durumunu sarsabilecek her türlü hâdiseye karşı mukavemet gösterir, kişiliği rencide olmaz, dolayısıyle strese girmez. Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın ifadesi ile,
Hak şerleri hayreyler
Zannetmeki gayreyler
Arif anı seyreyler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

diyebilen ve buna içtenlikle inanan kişi olaylar karşısında güvensizlik duygusuna kapılmaz, ruhen yıkılmaz.
Stres ve bunalımdan kurtulmak için esas olan Allah’a tam teslim olabilmedir. Bu hal ruhun mutlaka açılabilme halidir. Bunun için taki-bedilecek yegane yol da din yoludur. Dinde iki müessese mutlaka açılmada en büyük rolü oynar. Birincisi ibâdet, ikincisi duadır. İbâdet esnasında insan kendisini Allah’ın huzurunda hisseder. İbâdet süresince insan mümkün olduğu ölçüde Allah’la olan ilişkiler dışındaki uğraşılarından uzak durur. Kendisini dış etkilerden âdeta soyutlar, Allah’la başbaşa olduğunun bilincine erişmeye çalışır. Böyle bir tutum ruhu mutlaka açılmaya hazır duruma getirir. İnsan bu ruh hali içinde bulunurken, duâ ile Allah’a teslim olabilir. Öyle ise ibâdet ve duâ bir anlamda, ruhun yıkanmasıdır. Bu hali yaşayan insan stres ve bunalımdan uzaktır.
Stres ve bunalım doğuran hadiseleri etkisiz bırakan bir ruhî durum da sabırdır. Sabır, bir kişinin arzu etmediği bir hal başına geldiğinde ona tahammül göstermesidir. Başa gelen hal ister maddî ister manevî olsun, yerine göre, beden veya ruhta tahribat yapar. Bu halin etkisi devam ettiği sürece tahribatının azaltılması ona karşı mukavemet göstermekle olur. İşte ferdin takınacağı bu tavır sabır halidir.
Sabır, başa gelen istenmeyen halin geçici olduğu, geleceğin daha iyi olacağı inancına dayanır. Böyle bir inanca sahip olma insanda güven duygusu doğurur ve güven duygusu da kişinin paniğe kapılmasını, bunalıma girmesini önler. Öyle ise sabrın temelinde güven duygusu vardır. Daha önce de belirttiğim gibi, en sağlam güven duygusu veren güvence ALLAH’ dır.(17)
----------------------------------
(1) İsrâ Sûresi; Âyet:33
(2) Buharı, Hudûd9; Müslim, Hac 19
(3) Bkz. Mâide Sûresi; Âyet: 32
(4) Nisa Sûresi; Âyet: 93
(5) Bkz. Buharî, Hudud 44; Müslim Hudud 38
(6) Buharı, Cihad 1; Prof. Dr. Süleyman ULUDAĞ; İslâm’da Emir ve Yasakların Hikmeti, T.D.V. Yayınları, Ankara 1989, Sh: 117-118
(7) Bkz. Buharî, Fiten 7.
(8) Bkz. Buharî, İman 22, Fiten 10; Müslim, Fiten 14; Ebû Dâvud, Fiten 5; lbn-i Mâce, Fiten 11.
(9) Kat Sûresi; Âyet: 44. Bu konudaki diğer âyetler için bkz: Hier Sûresi; Âyet: 23; Necm Sûresi; Âyet: 44
(10) Nisa Sûresi; Âyet: 129
(11) Tecrid-i Sarih Tercemesi, C:9, S:192-193, Hadis No: 1413
(12) Bakara Sûresi; Âyet: 195
(13) Buharî; Cenâiz 84; Müslim İman: 175; Tecrid-i Sarih Tercemesi, 12/96, Hadis No: 1940
(14) Müslim; Zikr 13; Nesâî; Cenâiz 1
(15) Müslim, Zikr 10; Ebû Dâvud Cenâiz 13
(16) Prof. Dr. Necati ÖNER; Stres ve Dinî İnanç, T.D.V. Yayınları, Ankara 1989, s. 14, 66
(17) a.g.e.; 35, 36, 37, 57, 58 59.