Makale

FATİHİ ANLAMAK, FETHİ DOĞDU YORUMLAMAK ZORUNDAYIZ!

FATİHİ ANLAMAK, FETHİ DOĞDU YORUMLAMAK ZORUNDAYIZ!

Yılmaz TARTAN / Musahhih

23 Mayıs 1453’ün çok şeyler ifade ettiği malum. 29 Mayıs 1453 klasik anlamda İstanbul’un fetih tarihi. Aynı zamanda 29 Mayıs 1453, tarihte Türkiye’nin birliğinin ilk ve I kesin olarak sağlandığı tarihtir... Türkiye, İstanbul’un fethi ile artık bir İmparatorluk haline gelir. Yükselme dönemi çoktan başlamıştır.
Fethi Yorumlamak...
Fetih’le, Bizans’ın temsil ettiği zulüm, kölelik, desise, düşmanlık, ayrılık, ahlaksızlık, gitmiş; ahlak, hürriyet, insanca yaşama, adalet ve bilim gelmiştir. Fetihle köleci, karanlık, cahil bir toplum sistemi Orta çağın çöp sepetine atılmış; gelişmeyi emreden, insanın ufkunu açan bir sistem gelmiştir.
Bu konuda, yukarıdaki bilgileri reddeden bir belgenin varlığından henüz söz edilmiyor. Tüm belgeler, Osmanlı devletinin Balkanlarda ve Avrupa’daki fütuhatının pek kolay yapıldığını yazıyor. Tarihçiler bunun sebebini, oralarda yaşayan toplumların, insanca bir hayata duydukları özleme, hasrete bağlıyorlar.
Osmanlı fetihlerini toprak işgali, başka milletleri boyunduruk altına alma teşebbüsü gibi, fethin ahlakına ve imanına aykırı yabancı ve kasdî saptırmalarla izah etmek son derece yanlıştır. Sadece İstanbul’un fethi sırasında bile Bizansta Türk taraftarı grupların var olduğunu artık bugün biliyoruz.
Grandük Lukas Notaras’ın: “Kardinal külahı görmektense, Sultan’ın sarığını görmeyi tercih ederim” sözleri, Balkan ve Orta Avrupa milletlerinin Müslüman olması, hararetli Türk taraftarı olmaları, yukarıda yazdığımız gibi, karanlıktaki insanların ışığa koşması, zulüm görenlerin adalete sarılmaları olarak değerlendirilebilir.
İstanbul’un fethine kadar kültür, medeniyet ve ekonomik alanda karanlıklar içerisinde yüzen batı toplumla- n, bu tarihten sonra yeni bir çağa girmiş olduklarını farkedebilmişlerdir.
Yeni bir çağa girdiğini anlama ve algılama, batıda 300 yıllık bir kavga ve kargaşa sonucunda olabilmiştir. Bundan sonradır ki batı, askerî ve ekonomik olarak karşı konmaz bir güç olacaktır. İşte batı için fevkalâde önemli bu olayın temelinde Yeni Çağın uyanış tarihi, 29 Mayıs 1453 yatmaktadır.
Kısaca fetih, batının hayatını baştan sona değiştirmiştir.
Batı 29 Mayıs 1453’ten sonra değişecek, gelişecek ve bu kez onun eliyle dünya baştan sona bir değişim süreci yaşayacaktır. İşte bunun için diyoruz ki fetih, bir savaşın kazanılması, bir şehrin alınması değil, dünya medeniyetinin akışına yön veren muazzam bir olay, fevkalâde bir hadisedir.
Şu sorular aklımıza gelebilir... Batının idrak ve anlayışının değişmesine fetih niçin bu kadar etki edebilmiştir? Batı da bilhassa müspet ilimlerde inkılâbı manada bir gelişme, yükselme artık kaçınılmaz bir hal almışken fethi müessir bir güç olarak ortaya koymak, Türk tarihi adına bencillik değil mi?
Evet bu sorular aklımıza gelebilir. Yahut bu sorular sorulabilir. Fethi yorumlayan bilim adamlarımızın cevap vermesi gereken en önemli sorular bunlardır.
Bize göre bu soruların bilimsel cevabı şöyle verilebilir.
Batı, Roma İmparatorluk düzeni içerisinde kalmış, Yunan felsefesini ve Musevilik ve Hristiyanlığı benimsemiştir. Buna rağmen bir türlü gelişme imkânı bulamaz. Fetih günlerinde ve evvelinde, batı medeniyetinin aktif ve gelişmeci bir tavır sergilediği görülmemiştir. Batı medeniyeti, durağan Hind, Çin, Afrika ve Amerika’nın ilkel medeniyetlerinden hiç te farklı değildir. Kısaca batı medeniyeti bilim ve teknolojik geliştirmeye müsade etmez. Akla hürriyet vermeyen bir medeniyet olarak kendini ortaya koyar. Batı milletleri, kendi medeniyetlerinin akıl dişiliğim ve İnsanî olmadığını ancak Müslümanlarla yaptıkları savaşlar ve temaslar sonucunda öğrendiler.
Bu tespitler, keyfî ve kişisel görüşler değil batı medeniyetini inceleyen, irdeleyen hemen herkesin iştirak ettiği ortak görüşlerdir. Hatta batılı bilim adamları o dönemleri anlatırken:
“ Orta Çağ boyunca bir çok eser Arapçaya çevrildiği halde, Latince’den yalnız eski bir Roma tarihi çevrilmiştir. Başka hiç bir batı dilinden tercüme yapılmamıştır. Bu davranış karanlık çağlarda isabetli sayılabilir, zira Frenklerin Avrupası sahiden geri, sahiden aşağı idi.” (Bernard LEWIS, The Middle And The West)
Bu konuyu daha yüzlerce misalle donatmak mümkün. Ancak Orta Çağın karanlığında inleyen bir zihniyetin, karanlıklar içerisinde kaldığını ispata ne hacet. Elbette karanlıklar içerisinde kalacaklardı. Çünkü sahip oldukları felsefe, yaşadıkları medeniyet, batıya bilim ve teknoloji zihniyeti geliştirme fırsatı vermiyordu.
Bilim ve teknoloji zihniyeti geliştirebilen tek bir medeniyet vardır. O da İslâm medeniyetidir. Herkesin bildiği üzere matematik, cebir Müslümanların eseridir. Müspet bilimlerin kullandığı ölçüler ve vasıtalar da yine Müslüman bilim adamlarının eseridir.

Daha sonra...
Karanlıklar içerisinde yüzen batı, gelişmemiş medeniyetini, bilim ve teknoloji düşüncesine sahiplenerek yeniden donatarak, kendi medeniyetlerinin kaynaklarını yorumlayarak zenginleştirdiler ve dünyamızın bir kaç asır sonra efendileri konumuna geçtiler. Fetihle batı, hem orta çağdan yeni çağa geçti, hem de bir medeniyet safhasından bir başka medeniyet safhasına geçme imkânını buldu.

Fatih’i anlamak zorundayız
Fatih, Türkler ve Müslüman milletler tarihi bakımından değil, dünya tarihi açısından bakıldığında da bir deha... Saltanatı boyunca yaptığı işlerin önemi, büyüklüğü ve kalıcılığı açısından Fatihle mukayese edilebilecek devlet adamı pek az bulunmaktadır. Avrupa tarihinde Fatih’le mukayese ettiğiniz her komutan onun devasa eserleri karşısında cüce kalmaktadır. Fatih, dünya tarihinin bilinen devlet kumcuları, askerî liderleri arasında gerçekten büyüklüğü ile göz kamaştırır. Fatih’i belki Darius, İskender, Sezar ve Cen- gizle mukayese edebiliriz. Fütuhatın sür’ati bakımından yaptığımız bu sıralamada Fatih, kurduğu eserin uzun ömürlü olması bakımından ayrılır ve başa geçer.
Çünkü Fatih’in kurduğu cihan devleti yüzyıllar yaşadığı halde, diğer imparatorluk kurucularının eserleri pek az ömürlü olmuştur. Bazılarının eserleri ancak hayat sürelerince yaşayabilmiş, vefatlarıyla devletleri parçalanmıştır.

Milli Birlik
Fatih’i daha doğru değerlendirebilmek için Onun devletin başına geçtiği gün, Devletin sınırlarının neresi olduğunu hatırlayalım. Devletin sınırları Doğuda, Karaman vilayetine dayanıyordu. Doğu Karadeniz,
Trabzon hatta Kastamonu bile siyasi birliğin Sancağı altına girmiş değildi. İstanbul fethedilmemişti.
Fatih iktidarı boyunca Anadolu ve Rumeli Türk birliğini sağlamak için akıl almaz bir gayretle çalışmıştır ki, bugün Anadolu’da siyasi kültürel bir birlikten bahsedebiliyoruz. Fatih’le Türkler, milli birliklerini yeniden kurabilmişlerdir.
Fatih, Haçlı seferleri ile birliğini yitirmiş olan İslam dünyasının da birleştiricisi oldu. Abbasilerden sonra İslâm dünyasının liderliği Osmanoğulları’na geçti. İslam dünyasının liderliği konusunda Mısır Mumlukluları ve İran rekabeti söz konusu idi.

Müstesna özellikleri
Fatih’in coşturucu bir hatip ve iyi bir şair olduğu biliniyor. Arapça ve Farsça’nın yanında Rumca ve Latince de bildiği de söylenmektedir. Fatih hem bilim koruyucusu, hem bilim ve sanatkar dostu. Aynı zamanda bir bilim adamı... İstanbul’un fethinde kullanılan topların balistik hesabını kendisinin yaptığı kaynaklarda yazılıdır. Gemilerin karadan yüzdürülmesi ise bir harikadır. Hele havan toplarının mucidi olması üzerinde önemle durulacak bir husustur.
Fatih’in ilim, hikmet ve fen sevgisi asla tartışılamaz. Fatih’in ilme ve san’ata duyduğu sevgide pek az devlet büyüğü onunla yarışabilir. Fatih, fetihten sonra kendi kurdurduğu medresede, öğrenci veya asistan olarak, çalışmak istemiştir. Bu davranış, şüphe yok ki, İstanbul’un fethi kadar büyük ve önemlidir. Bir cihan devletinin kurucusu ancak bu kadar ilim sevdalısı olabilirdi. Kısaca Fatih, bilimsel çalışmalarına aralıksız devam etmek isteyen bir imparator.

Bu kadar mı? Değil.
Fatih, Türk ve İslâm dünyasında kendi alanında ne kadar sanatkâr varsa hepsini İstanbul’a çağırmış ve davetine icabet eden bilim adamlarına göz kamaştıran lütuflar, imkânlar vermiştir.
Ali Kuşcu’nun Türkiye’ye getirilişi çok iyi incelenmeli ve ders çıkarılmalıdır. Aynı şekilde Molla Cami’nin İstanbul’a getirilme macerası da nefes kesicidir.
Fatih’in askeri ve siyasi dehası hakkında söylenenler O’nun evrensel bir deha olduğunu göstermektedir.

Bir başka soru
Burada bir başka soru aklımıza geliyor. Bunca büyüklüğü yanında Fatih, hatasız bir devlet adamı mıydı? Elbette değil. İnsanların hatasız olması zaten mümkün değil. Eğer insanlara hatasızdır merceğiyle bakmaya kalkarsak, tespitlerimiz daha baştan iddiasını kaybeder.

Asıl mesele
Bu değerlendirmemizde yaptığımız gibi biz,

Türk İslâm dünyasının kahramanlarını tanımaya ve dolayısiyle anlamaya çalışacağız. Onların yaptığı güzel şeyleri nasıl yaptığını inceleyecek, onlardan daha iyisi nasıl yapılabilir sorusunu ortaya koyacağız. Hatalarını da görüp hatalarından da sakınacağız. Fatih’i her yönüyle anlatabilmek böylesi bir incelemenin sınırlarını aşıyor.
Yukarıdaki tespitlerimizin Fatih’i anlama ve Fethi doğru yorumlamada bir ölçü olduğuna inanıyoruz. Fetih, sadece bizim sınırlarımıza hapsedilirse. değerlendirmemiz eksik ve yanlış olur. Batı’yı bugünlere ulaştıran müessir gücün temelinde Fethin yattığını bir kez daha ifade edelim.
Fatih’i tanımaya, bilhassa devlet ve millet birliği yolundaki çalışmalarını öğrenmeye, bugün her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Devlet ve millet birliğini sağlayabilmek için 31 yıl iktidarını 29 büyük seferle taçlandırılış olan, sıcak yatağında yatmayan, bize şu güzelim Türkiye’yi hediye eden, Sultan II. Mehmed’e, Fatih lakabı ne de güzel yakışıyor.