Makale

Yeni Türk Cumhuriyetleri-ÖZBEKİSTAN

YENİ TURK CUMHURİYETLERİ- ÖZBEKİSTAN

Dr. Berdiyar YUSUF:

“Yıllarca Baskıya
Aldırmadan Halkımız inancını Korudu”
Taşkent Dil Bilimi Enstitüsü Görevlilerinden Dr. Berdiyar YUSUF ile Ertuğrul YAMAN Özbekler ve Özbekistan Üzerine Konuştular.

İlk sorumuz Türkiye’ye geliş sebebinizle ilgili olacak. Türkiye’ye geliş sebebinizi anlatır mısınız?
Türkiye’ye Türk Lehçelerinin Karşılaştırmalı sözlüğünü hazırlamak üzere geldim. Türkiye’de bunu, size malum, tamamladık.
Türkiye’ye gelmeden önce sizin, Türkiye ve Türkiye’deki Türkler hakkında muhakkak ki belirli bir fikriniz vardı. Acaba Türkiye’ye geldikten sonra düşünceleriniz değişti mi? Ne umuyordunuz, ne buldunuz?
Doğrusu Türkiye hakkında bizde tasavvurlar pek az idi. Çünkü biliyorsunuz, uzun yıllar boyunca, bizdeki totaliterizm devrinde Türkiye hakkında bilgi almak çok zordu. Hatta bizim kütüphanelerimizde de Türkiye’de çıkan edebî eserler ve Türkiye hakkındaki kitaplar çok azdı. Ama biz, buraya ara sıra gidip gelen insanlardan sorup araştırmak yoluyla bazı meseleleri biliyorduk. Bazı düşüncelere, tasavvurlara sahiptik. Amma ben çoklukla, Türkiye feodal memleket, Türkiye geri kalmış memleket diye tasavvur ediyordum. Sadece ben mi? Özbekistan’daki pek çok kişi, Türkiye’yi bilip işitenler hep bu fikirdeydi. Türkiye’de hayat iyi değil, Türkiye’deki insanlar doyuncaya kadar yemek yiyemezler. İnsanlar çok perişan kılıklı, aç, perişan hâlde diye tasavvurlar vardı. Ama ben buraya (Türkiye’ye) geldikten sonra, ilk önce İstanbul’a inip mağazalara girdim. İnsanları gördüm, hayran kaldım. Böyle aç(!) bir memlekette böylesine zenginlikler, gelişmeler, böylesine kıymetler; yine meselâ böyle mağazalar, bu mağazaların içindeki insana gerekli her türlü eşya, kısacası her ne isterseniz var. Türkiye’de ve mağazalarda. Ben işte böylece kendimi önceki düşüncelerimle, tasavvurlarımla tamamiyle zıt bir durum karşısında buldum. Elbette Türkiye’de bazı zorluklar, eksiklikler, sıkıntılar var. Burada, meselâ işsizlerle karşılaşmak mümkün. Elbette bazı, az da olsa, küçük de olsa eksiklikler var. Meselâ burada istediğin kitapları istediğin kadar alabilirsin kitapçılardan. Ama benim şahsî gözlemlerime göre insanlar az kitap okuyor1ar. Kitapçılardan kitapları çok az alıyorlar.
Binlerce yazıklar olsun ki buna iyi bir hadise demek mümkün değil. Bunun sebeplerini de ben bir türlü anlamadım.
Yine bir soru beni çok meraklandırıyordu: Türkiye Türklerinin bize, yani Türkistan’dan gelip giden Türklere karşı tavırları nasıldır? Bize nasıl davranacak bunlar?
Bu sorular beni çok meraklandırıyordu. Ben İstanbul’a geldikten sonra, Türkiye Türkleri-nin bize karşı iyi davranışlarını, bütün gönüllerini açıp içten hareketleri sezdim, gördüm. Her adımda sınadım. Türkiye’deki Türkler bizimle ilgilenmeye, bizimle çokça konuşmaya, Özbekistan’ı görmeye çok meraklılar. Özbekistan hakkında bana pek çok soru sordular. Her kiminle konuştuysam mutlaka bana Özbekistan hakkında pek çok soru sordu. Hatta ben o soruların bazılarına cevap verecek zaman bulamadım. Pek meraklılar. Ben Türkiye Türklerinin şu yönünü pek beğendim. Buradaki Türkler bizden hiç farklı değiller. Bize, yani Türkistan Türklerine göre pek farklı değiller. Bizim hayatımızla, bizim kaderimizle bunlar, ta eskiden beri ilgilenmişlerdir. Meselâ bizim facialarımız, bunları oldukça üzmüştür. Ben Türkiye Türkleri’nin bizim için duydukları kaygıları öğrenince, şimdiki yahşi tavırlarını görünce çok memnun oldum.
Bize biraz da Özbekistan hakkında bilgi verebilir misiniz? Meselâ Özbekistan’ın idari şekli nasıldır?
Biliyorsunuz Ruslar Özbekistan’ı 1864’te işgal etmişler. O zamandan ta Bolşevik ihtilâline kadar Çarlık Rusyası idare etmiştir. Ondan sonra 1917’den başlayarak bize, yeni hükümdarlar hükümranlık kılmıştır. Size malum, ta bugüne kadar. İşte yakında bağımsızlığımızı ilân ettik. Şimdi bundan sonra Allah’a şükür, inşallah hepsi yahşi olacak.
Günümüzde Özbekistan; bir nice vilayet ve bir muhtar cumhuriyetten oluşmaktadır. Bu muhtar cumhuriyete Karakalpakistan Cumhuriyeti adı verilmektedir. Burada Karakalpak kardeşlerimiz yaşıyorlar. Onların sayısı 300.000’den daha fazladır. Yine biliyorsunuz tarihî şehirlerimiz var. Taşkent, Semerkant, Hive, Buhara. Bunlara dünyanın her tarafından, her yıl turistler gelir. Bu turistlerden bize, devletimize büyük paralar düşüyor. Fakat Buhara ve Hive’deki, yine Semerkant’taki tarihî yadigârlarımız çok kötü durumda. Onları tamir etme konusunda çaresiz durumdayız. Onlardan, âbidelerimizden gelen paraların pek azı tamir işlerine ayrılıyor,
Bize biraz da Özbekistan’daki eğitim durumu hakkında bilgi verebilir misiniz?
Bizde, Özbekistan’da Özbekler eskiden beri tahsilli olmuşlardır. Bizde, eski zamanlar-dan beri tarihî şehirlerimizde meselâ Semer- kant’ta, Hive’de, Buhara’da pek çok medresemiz vardır. Erkeklerle birlikte kızlar da okumuşlardır. Ama bugüne kadar, merkezî matbuat, yani Rus matbuatı Özbekistan inkılâbına kadar Özbeklerin ancak % 2’sinin okur yazar olduğunu yazmıştır. Bugüne kadar bu rakam bize öğretilip gelindi.Demek ki, Özbeklerin sadece % 2’si okur yazar; % 98 i okur yazar değil diye yazmışlar. Bu elbette büyük bir hata.
Şimdi 1917 den ve 1929’dan başlayarak yazımız değişti. Siz bunu iyi biliyorsunuz, yazı-mız önce Arap alfabesinden Lâtin alfabesine sonra da Rus alfabesine geçirildi.
Bu yüzden de o dönemler bizim için çok zor oldu. Meselâ şimdi biz, Arap yazısıyla olan yazma eserlerimizi okuyamıyoruz. On dan sonra meselâ otuzlu yıllarda bizim büyük yazar ve şairlerimiz var. Meselâ Abdullah Kadiri, Çolpanlarımız gibi. Onların bütün şiirleri hâlâ Kirile aktarılmamış. Biz onları okuyamıyoruz. Bizim halkımız bunları okuyamıyor.
Şimdi bizim eğitim sahasındaki işlerimiz genel olarak yahşi. Eğitimde okullarımız 10 yıllık. 8 yılı mecburî ama çoklukla 10 yıl okunuyor. Yine bizde üniversiteler, enstitüler var. Bizde yüksek okul iki türlü. Üniversiteler ve enstitüler. Ama Özbekistan’da üniversiteler az. Hepsi üç tane. Taşkent’te Semerkant’ta ve Karakalpakistan’da. Ancak bizde 40’tan fazla enstitü var. Bu enstitülerde öğrenciler eğitim öğretim yaparlar. Öğrenciler buralardan çeşitli mesleklere sahip olarak mezun olurlar. Biraz önce de söylediğim gibi bu üniversite ve enstitülerde çeşitli konularda dersler veriliyor. Fakat bizde bu enstitülere giriş oldukça zor. Bizde, sizce malum, uzun yıllar pamuk tekeli vardı. Pamuk tekeli bizim eğitim sistemimize çok fazla zarar verdi. Şahsen benim kendi ömrüm pamuk tarlalarında geçti. Ben ilkokuldan çıkıp üniversiteyi bitirinceye kadar her pamuk mevsiminde pamuk tarlalarına çıkıp pamuk topladım. Hatta üniversiteyi bitirdikten sonra bile pamuktan kurtulama- dım. Meselâ Taşkent’te benim hâlâ çalıştığım Dilcilik Enstitüsünden bizi her yıl pamuk toplamaya gönderiyorlar. Biz her vıl pamuk topluyoruz. İki üç ay pamuk topluyoruz.
Şimdi şükürler olsun ki. iki üç yıldır öğrencileri pamuğa götürme yasaklandı. Artık hiçbir öğrenci pamuk toplamaya gitmiyor.
Özbekistan’daki basın-yayın hayatı nasıldır? Gazete, dergi ve kitapların basılması ve okunması ne durumdadır?
Bizde kitaplar çok okunur. Ben bunun sebebini bilmiyorum. Belki bizde kitaplar biraz ucuz olduğu için çok okunuyor olabilir.’ Çünkü ucuz olduğu için kitap almaya herkesin gücü yetebilir. Bu birinci sebep. İkincisi bizde gazeteler de çok ucuz. Fakat bir iki yıl öncesine kadar bizdeki gazeteler de çok az okunuyordu. Bunun sebebi ise, malum olduğu gibi, bizdeki totaliter sistemde gazetelerin hepsi aynî türdeydi. Meselâ bizde hangi gazeteler vardı: Sovyet Özbekistanı, Taşkent Hakikati, Sir- derya Hakikati, Cizzah Hakikati... İşte görüyorsunuz ki hakikatlar çok. Ama hayatta hakikatlar çok az idi. Şimdi o devirler geçti. Şimdi bizim gazetelerimiz değişti. Tabiî ki bütün eski Sovyet ittifakına dahil ülkelerde olduğu gibi bizde de değişiklikler gazeteleri ilgi çekici duruma getirdi. Özellikle bu sahada bizim dergilerimiz çok yahşi. Dergilerimiz çok ilgi çekici, ancak bulmak zor.
Özbekistan’daki dinî hayat ne durumdadır? İnsanlar dinlerini rahatça yaşayabiliyorlar mı?
Bu sorunuza ben Özbekistan’daki ınkılaptan ve o devirdeki faaliyetlerden başlayarak cevap vermek istiyorum. Malum ki Bolşevikler yönetime el koyduktan sonra ilk önce dindarları baskı altına aldılar. Pek çok dindar insan Sibirya’ya ve başka yerlere sürgün edildi. Çoğunluğu yok edildi. Genel olarak mescitler (camiler) çok az kaldı. Fakat yıllar boyunca işte böyle öldürmelere, baskılara aldırmadan bizim Özbek halkımız kendi dinini korudu. Çoğunluk dinî örf ve âdetlerine Diyanet O E bağlı kaldı. Özellikle Taşkent’te her türlü yasak ve baskılara rağmen dinî merasimler devam edip geldi. Size malum ki dinî yasaklar 80’li yılların sonlarına doğru kalktı. Genel olarak dinî hayat, dinî faaliyetler yeterli derece- dedir’demek mümkün. Ama elbette bazı eksiklikler de hâlâ var. Meselâ dinî kitaplar hâlâ yeterli değil.. Meselâ Kur’an bizde pek yok. Çok az. Kitapçılarda bulmak çok zor. Bundan bir iki yıl evvel Suudî Arabistan) Orta Asya Cumhuriyetlerine bir milyon Kur’an gönderdi. Ama bu çok az. Bizim müslümanlarımız her evde Kur’an olmasını istiyorlar. Oralarda şimdi Kur’an’a dinî kitaplara karşı bir susamışlık var. Susamışlık çok güçlü.
Bize biraz da ana hatlarıyla Özbekistan’ın tarihi hakkında bilgi verebilir misiniz?
Özbekler halk sıfatıyla 10. 11. asırda şekillendi deniyor. Bu zamandan itibaren Özbekler uzun yıllar Maveraünnehir’de yaşadılar. 16. asırda Deşt-i Kıpçak’tan göçmen Özbekler geldi, şimdiki Özbekistan’a geldiklerinde, Özbekistan’da Temurîler hükümran idi. Bu göçmen Özbekler Orta Asya’ya geldiklerinde yavaş yavaş Temurîleri sürüp çıkarmaya başladılar. Çıkardıktan sonra uzun zaman burada hükümran oldular. Bizim oradaki Özbeklerle Deşt-i Kıpçak’tan gelen Özbekler birbirlerine karıştılar. Genel bir ad altında birleştiler. Çünkü şimdiki Özbekistan’da yaşayan Özbek- lere o zaman Özbekler denilmiyordu. Genel adı Türk idi. Türkler deniyordu. Meselâ bir Nevai, bir Babür’ün eserlerine bakarsanız, orada yaşayan Özbeklere, göçmen Özbekler gelinceye kadar sadece Türkler denilmiştir. Dışarıdan gelen Özbekler, orada yerleşmiş bulunan büyük gruplara kendi adlarını verdiler. Yani mahallî Türklere Özbekler denmeye başlandı. İşte halkımızın adı o zamandan kalmışa tır. Bazıları, Özbek halkı 6. yüzyılda ortaya çıkmıştır, diyorlar. Bu doğru değil. Sadece bu ad var. Ad değişti. Sadece adı değişti. Lâkin mahiyeti değişmedi. Mahiyeti, şükür ki bu göçmen Özbeklerden daha eskilerde vardı ve bugüne kadar devam edip gelmiştir.
Temurîlerin hakimiyetinden sonra yönetimi ellerine alan Şeybaniler üç devlet kurdular. Buhara Hanlığı, Hive Hanlığı ve Hokant Hanlığı’nı kurdular. Bunların hepsi uzun süre ya-şadılar. Bunların tarihi uzun olduğu için ben anlatmıyorum. Onlar, ta Çar Rusyası, Orta As-ya’yı işgal edinceye kadar yaşadılar. Buhara Emirliği 20. yüzyılda Bolşeviklere mağlup olunca Afganistan’a gitti. Böylelikle 20. yüzyılda Özbek Devletçiliği yok oldu. 20. yüzyıla kadar Buhara Emirliği yarı sömürge sıfatıyla yaşadı. 1864 yılından itibaren Orta Asya’ya gelen Ruslar yavaş yavaş bağımsız devletleri yok etti. O zamandan bugüne kadar gerçek bağımsız devlet yok idi. 1917 yılında ise Bolşe- vikler yönetimi ele geçirdiler. Bolşeviklerin yönetimi ele geçirmeleri kolay olmadı. Meselâ Taşkent’te çok sert karşılık verildi. Taşkent’i aldıktan sonra Buhara Emirliğine hücum ettiler. O devirlerde Buhara büyük şehirlerden biriydi. Semerkant’ı almaları da kolay olmadı. Yine Cızzah’ı almaları da pek kolay olmadı. Yazıklar olsun ki onların bu baskınları sırasında bizim şehirlerimiz harap edilmiştir. En eski âbidelerimiz, minarelerimiz, camilerimiz kurşunlanmıştır. Bizim yaşlılarımız bize dediler ki Semerkant’taki büyük büyük minareler kurşunlanmıştır. Bazılarını kurşunlayacağız diyerek korku salınmış. Yine (Binlerce) yazıklar olsun ki yönetim Çar Rusyasından Bolşe- viklere geçince, savaş sırasında şehirlerimiz yerle bir edildi. Yakında Fen ve Turmuş (Bilim ve Hayat) dergisinde açıklandı. Frunze (Kızıl Kumandan) Buhara Emirliğiyle savaşırken uçakları kullandı. Uçaklarla şehri bombaladı. Buharadaki nice tarihî eserlerimiz, minarelerimiz viran kılındı. Bundan sonra, biliyorsunuz, bizi 1917’den bugüne kadar Sov- yetler yönetti. Özbekistan’ı bağımsız bir devlet hâline getirdi. Ancak bütün dünya bilir ki hiçbir zaman bağımsız değildi.
Biraz da çok zengin olduğunu bildiğimiz Özbek edebiyatı hakkında bilgi verebilir misiniz?
Özbek edebiyatının uzun bir geçmişi var. Özbek edebiyatı, Lutfîlerden, Sekkakîlerden, Hataîlerden, Nevaîlerden başlar. 15-16. asrın en büyük dehası Nevaî kabul ediliyor. Ama Nevaî kuru bir yerden çıkmış değildir. Onun öncüleri var. Yukarıda saydıklarım ve yine kendisinden sonra gelenler var. Babür, Şeyba- niname’nin yazarı Muhammed Salih gibi.
Biz Nevaî’nin eserlerini değerlendirirken bir eksiğimiz oldu. Onun eserlerini dinden, İs-lâm’dan ayrı düşündük. Bu bizim büyük bir hatamız oldu. Çünkü Nevaî’nin eserlerine ba-karsanız, din hakkında, Kur’an’dan yapılan alıntılar görürsünüz. Bunlar ya çıkarılmış veya değiştirilmiştir.
Yine burada belirtmeliyim ki Türkiye’de
Nevaî hakkında pek çok çalışma yapılmış. Meselâ Kemal ERARSLAN, Agâh Sırrı LEVENT yahşi İlmî eserler ortaya koymuşlardır.
Lâkin biz bunlardan habersiziz. Türkiye’deki bu çalışmalar bize ulaşmadı. Bizdeki neşirler de burada yok. Biz birbirimizin işlerinden bihaberiz. Bizdeki eserlerin buraya getirilmesini; buradakilerin bize gönderilmesini ümit ediyorum. Böylece Nevaî hakkında dopdolu, mükemmel eserler ortaya koyabilelim.
Berdiyar Bey, size çok teşekkür eder,
Özbek kardeşlerimize Türkiye’den kucak dolusu selamlar göndeririz.
Men sizin bilen sohbetleşmekden cuda hursend boldim. Köprahmet. Sav bolin. (Ben sizinle sohbet etmekten çok memnun oldum. Çok teşekkürler. Sağ olun.)