Makale

Peygamberimiz ve En Büyük Mucizesi

Peygamberimiz ve En Büyük Mucizesi

İbrahim URAL
Din İşleri Y. Kurulu Raportörü

Cenâb-ı Hak, tevhit ve hakka davet etmekle görevli olarak gönderdiği seçkin kulla­rı peygamberlerini örnek bir ah­lâk ve seciye üzerinde yarat­mıştır. Ayrıca bu zatları da- valarındaki samimiyetlerini ispat, inkârcılarını ilzam etmek için çeşitli mucize ve olağanüs­tü hallerle teyit ve takviye et­miştir.

Akait ve İlm-i Kelâmla ilgili eserlerde nübüvvet ve risâletle ilgili bahisler ayrıntılarıy­la işlendiği gibi özel olarak pey­gamberlik konusunu ve Hz. Muhammed’in (s.a.s.) peygamber­liğini ispatlayan eserler de telif olunmuştur. Ebu Nuaym el-İsfahani’nin ve Ebu Kasım et-Ta- berânî’nin, ‘Delâilu’n-Nübüvve’ leri meşhurdur. Daha önce İmam Hafız Ebu Zür’a er-Râzî, Ebu Be­kir Abdullah bin Ebi’d Dünya, Ebu İshak el-Harbî ve Ebu Ca­fer el-Feryâbî aynı konuda eserler telif etmiştir. Ebu’l-Ferec bin el-Cevzî’nin, ‘El-Vefâ fî Fedâili’l - Mustafa’ isimli eseri ile Hafız Ebu Abdillah el-Makdîsi’nin, ‘Delâilu’n-Nübüvve’ hakkındaki eseri meşhurdur. (1)

Zürkanî, Mevâhib şerhinde Peygamberimizin mucizeleri­nin çokluğunu belirtmiştir. Ger­çekten de mucizeleri pek çoktur. O, peygamberler arasın­da bu yönüyle de temayüz et­miştir. Kur’an hariç, diğer mu­cizelerinin sayısının bine, hatta üç bine vardığı rivayet edilir. Seyyid Muhammed Murtaza İhya Şerhinde diyor ki: “Aleyhissalâtü ve’s-selâm Efendimiz’in mucizeleri pek çoktur. Onun Şemâil-i Şerifinin en belir­gini, en mükemmeli ve en şeref­lisi Kur’an-ı Kerimdir.

  1. Yusuf en-Nebhânî, Nücumul Mühtedin ve. Rucumu’l-Mu’tedin, sh. 148. (Mısır, Matbaa-i Hâmidiyye, Tarihsiz.)

163

Diğer mucizeleri ise tehaddî (kâfirle­re meydan okuma) ve kâfirlere mukabele gayesiyle vaki olmuş­tur. Peygamberimizin isteği dı­şında meydana gelen harikulade olaylar da bu nevidendir.” (2) Da­ha önceki peygamberlere verilen hiç bir mucize yoktur ki, onun benzeri veya ondan daha parlağı bizim peygamberimize verilmiş olmasın. (3)

Hâtemü’l-Enbiyâ Efendimi­zin peygamberliği, diğer birçok mucizeleri arasında ebedî bir mahiyeti haiz olan Kur’an-ı Kerim ayetleri ile de sabittir. Filhakika her peygamber-i zîşânın mucizeleri, kendi zamanında te­rakki etmiş sanatlara, güzellik­lere benzer. Fakat onların çok üstünde mümtaz bir mahiyeti haiz olarak zuhur etmiş, bu su­retle o nebiyy-i âli-şânın dava- sındaki doğruluk anlaşılmıştır.

İşte asr-ı saadette de fesâhat ve belâğat pek ziyade gelişmiş, pek ziyade revaç bulmuş idi. Bu cihetle fesâhat ve belâğatın en yüksek şahikalarında da bulun­mak üzere Kur’an-ı Mübin’in ayetleri, sûreleri nâzil olmaya başlamış, bunun da eşi ve misli ge­tirilemeyen bir ilâhî mucize ol­duğu anlaşılmıştır. (4)

Abdülkerim el-Hatîb, ‘En-Nebî Muhammed’ adlı eserinde Kur’an-ı Kerim’in mucizeliği ko­nusunda şöyle yazmaktadır:

“İbn Haldun demiştir ki, mucizelerin en büyüğü, en şe­reflisi ve en açığı Peygamberi­mize inmiş olan Kur’an-ı Kerim’­dir. Zira Kur’an-ı Kerim’in biz­zat kendisi mucizedir. Harikulade bir olaydır. Başka bir delile ihtiyacı yoktur.” (5)

Kur’an-ı Kerim, Arap edebi­yatının ilk ve ebedî şâheseri ol­makla kalmamıştır. Kur’an-ı Ke­rim; aynı zamanda Hz. Muhammed’in peygamberliğini destek­leyen en büyük mucizedir. Kur’an-ı Kerim’in bu eşsizliği hakkında geniş bir edebiyat meydana gelmiştir. Bu eşsizlik vâkıası, Müslümanlarca kesin bir nass mertebesine yükselmiş­tir. Kur’an-ı Kerim’in üslup mü­kemmeliyetini gayrimüslimler bile kabul ve itiraf etmişlerdir.

“Kur’an şiir midir? Değil­dir... Kur’an şiirden daha yük­sek bir şeydir. Mamafih Kur’an, ne tarihtir, ne terceme-i hâldir, ne de İsa’nın dağda irat ettiği mevize gibi bir mecmua-i eş’ar- dır. Öyle bir ses ki, onu bütün dünya dinleyebilir.” (6) (Dr. Janson)

(2) Yusuf en-Nebhânî, Nücumu’I-Mühtedin, sh. 156, 157.

(3) Yusuf en-Nebhânî, a.g.e. sh. 381.

(4) Ömer Nasuhi Bilmen, B. Tefsir Tarihi (Birinci kısım, Usul-i Tefsir, sh. 43.) İst. 1955.

(5) A. el-Hatîb, en-Nebî Muhammed, sh. 282, Beyrut, 1975.

(6) A. Öncel, a.g.e. sh. 64.

164

Kur’an-ı Kerim gibi maddî-manevî, ilmî, ahlâkî, içtimaî, ik­tisadî ve tarihî birçok hakikat­leri ihtiva eden bir kitabın ilim ve terakkiden mahrum bir mu­hitte yetişmiş, kırk yaşlarına kadar hiç kimseden ilim namına hiç bir şey öğrenmemiş bir zatın dilinden zuhur ve sudûru onun mucize oluşunun büyük bir delilidir.

En yüksek bilginlerin, filo­zofların, fen sahiplerinin birçok fikirleri kâinat hakkındaki bilgi­leri zaman geçtikçe kıymetini kaybediyor, değerden düşüyor. Kur’an-ı Kerim ile ilim ve fen­lerin gelişmesi arasında ise asla bir çelişki ve zıddiyet meydana gelmiyor. Bilâkis zaman geçtikçe Kur’an’ın yüceliği bir kat daha belirgin hâle geliyor. Kur’an’ın geleceğe ait verdiği haberler; meselâ Bizanslıların İranlıları yeneceği, Mekke’ye müminlerin salimen girecekleri vb. gibi ha­berler aynen vuku bulmuştur.

Bütün semâvî kitaplar tah­riflere uğradığı halde Kur’an-ı Kerim’in her çeşit tahrif ve ilâ­veden münezzeh olarak zamanı­mıza kadar gelmesi, önceki hiç bir kitaba nasip olmayan bir mu­cizedir. Zaten bu, bizzat Kur’an-ı Kerim’de taahhüt ve garanti edilmiştir.

“Şüphesiz Kur’an’ı biz in­dirdik, O’nu koruyacak olan da Biziz.” (7)

Şurası da bir gerçektir ki, en cazip mevzulara dair en gü­zel tarzda yazılmış eserler bir kaç kere okunduğunda halâvetini ve ruh üzerindeki tesirini kaybeder. Kur’an-ı Kerim ise böy­le değildir, insan çok kere bir ayet-i celileyi yüzlerce defa okumuş, dinlemiş olduğu halde yeniden okuyunca ilk defa okuyormuş gibi ulvî bir he­yecana kapılır. Kur’an-ı Kerim, kendisine inanmayanlara mey­dan okuduğu halde, düşmanla­rının onun eş ve benzerini mey­dana getirememeleri de Kur’an’­ın mucizelerindendir.

Bilginler, Kur’an-ı Kerim’in mucizeliği konusunda çeşitli yo­rumlar getirmişler, çeşitli yön­lerden O’nun mucizeliğini izah ve ispat etmişlerdir. Kur’an-ı Kerim’in, okuyucularına verdiği tatlılık, ruhlara bahşettiği ra­hatlık ve ferahlık herkes tara­fından teslim edilegelmiştir. Başka eserlerde buna rastlamak mümkün değildir.

Kur’an-ı Kerim, çeşitli ilim­leri ve kültür dallarını ihtiva e­der. Bu ilimler, Araplarca bilin­miyordu. Hz. Peygamber (s.a.s.) dahi, bunu peygamberlikten önce bilmiyordu. Böyle bir mu­hitte Kur’an-ı Kerim’in zuhuru büyük bir mucizedir. (8)

  1. Hicr, 9.
  2. M. Ebu Zehra, İslâm Hukuku Metodolojisi, çev. A. Şener, sh. 94, Ankara-1973.

165

Ümmî olan bir zatın bunları bilmiş olduğu iddia edilemez.

Kurtubî, ‘el-Câmi li ahkâmi’l-Kur’ân’ adlı meşhur ese­rinde, Kur’an’ın mucize olan başka bir yönünü şöyle açıklamaktadır:

“Kur’an’ın icazlarından biri de haram, helâl vesaire hüküm­ler gibi insanlığın ayakta dur­masını sağlayan ilimdir.” Kur­tubî, bununla İslâmî hükümle­re işaret etmektedir ki, bu hü­kümler çeşitli münasebetleri düzene koymakta olup, bu husus Kur’an’ın mucizelerindendir. (9) Bazı bilginler Kur’an’ın icazının muayyen bir nokta üze­rinde tahsis ve tespitini uygun görmez. Nitekim Mennâ el-Kattan da bu görüştedir. (10) Ona göre, Kur’an’ın icazı bir bütün­dür. Her hususta kendini gös­terir. Harflerin seslerinde ve kelimelerin vaki oluşunda bile bunu müşahede ediyoruz. Akait kitaplarından Ramazan Efendi’de kaydedildiğine göre (11) Kur’an’ın mucize oluşu iki yolla bilinir: Belâğatının kemâli ve ediplerin onun karşısında âciz kalmalarıdır.

Kur’an karşısında ediplerin âciz kaldığı tarihî bir gerçektir. Ancak Mutezile fırkasının bazıları, bu hususta mesnetsiz ve teh­likeli bir saplantı içine düşmüş­lerdir. Bunların yanlış görüşle­rine göre; aslında Kur’an’a nazire yapmak mümkün iken Cenâb-ı Hak, muarızların elinden böyle bir fırsat ve gücü al­mış, onlara böyle bir imkân ta­nımamıştır. Mutezilîlerin bu yanlış görüşüne göre tehaddî (Kur’an’ın insanlara meydan okuması) vaktinin geçmesiyle mucizenin de zamanının geçme­si gerekir ki, bu iddia icmaya ay­kırıdır. Zira Hz. Peygamberin mucizesi bakî ve ebedîdir. (12)

Kur’an-ı Kerim, Müslüman­ları sapıklıktan koruyan bir reh­berdir. Nitekim Ahmed İbn Hanbel’in naklettiği bir hadis-i şerif­te şöyle buyurulmuştur: “Cibril bana geldi ve dedi ki: Ey Mu­hammed! Ümmetin senden son­ra gruplara ayrılacaktır. Ben sordum: Bundan kurtuluş nedir? O da cevap verdi: Allah’ın Kita­bı (Kur’an). Cenâb-ı Hak, Kur’an’la her zalimin (belini) kırar. O’na sarılan kurtulur. O’nu terk eden helak olmuştur.” (13)

( 9) Kurtubî, el-Câmi li Ahkâmi’l - Kur’ân, c. I, 75, Kahire - 1950.

(10) Mennâ el-Kattan, Mebâhis fî Ulumi’l Kur’ân, s. 30.

(11) Ramazan Efendi, Hâşiyetü Şerhi’l-Akaid, s. 279 - 280.

(12) O. Keskioğlu, Kur’ân Tarihi, sh. 137 - 138 (Nebioğlu Yayınevi).

(13) İbn Kesîr, Fedâilü’l-Kur’ân, c. I, s. 43. (Beyrut - 1966).

166

Nesilden nesile tevatür yo­luyla gelip, ezber ve yazı ile tespit edilip, dünyanın her yerinde aynı şekil ve nüsha olarak mev­cut bulunuşu Kur’an’a kat’î bir senet vasfı kazandırmıştır. Se- net bakımından tevatüre daya­nan bir şey üzerinde şüphe e­dilemez. Bu da Kur’an’ın büyük bir mucizesidir. (14)

Kur’an-ı Kerim’in üslûbu Hz. Peygamber’in hadis-i şerif­lerindeki ifade üslûbundan fark­lıdır. Tabirdeki üslûpta ve mevzularda bu farklılık apaçık ortaya çıkar. Hadis-i şeriflerde konuşma, anlatma, öğretme ve hitabetin çeşitli üslûp ve şekil­leri, Arapların bilinen tarzında söylenmiştir.

Kur’an’ın üslûbu ise bunun zıddıdır. Hadis’in üslûbundan onun insana ait bir söz olduğu anlaşılır. Eğer Kur’an, Hz. Pey­gamber’in sözü olsaydı, Kur’an ve Hadis birbirinin ay­nısı olurdu. Şurası muhakkak­tır ki, aklıselim sahibi hiçbir edip, aynı kişinin birbirinden farklı iki ifade ve söz üslûbuna sahip oluşunun varlığını kabul etmez.

Kur’an’ın ve Hadis’in üslûp­larının farklı oluşu dahi, bu iki­sinin kaynaklarının farklılığını ispat eder. (15)

Kur’an’da göze çarpan özel­liklerden biri de darb-ı mesel­lerdir. Bununla ilgili olarak Kur’an’da şöyle buyuruluyor: (16)

“Biz bu Kur’an’da insanlar için her çeşit meseli getirdik. Ta ki hatırlasınlar.”

Bu; hatırlatma ve vaaz için­dir. İbret almak, takrir ve murat olunan tasviri, hissedilir bir tas­vir ile akla yaklaştırmak için­dir. Zira bu, zihinlerde daha ispat edici ve vicdanlarda daha süratli ikna edicidir.

Kur’an’ın üslûbu tekrarlar­la da kendini gösterir. Bazı ayetlerdeki bu tekrarlar çeşitli ibarelerle geçer ise de mananın aslı birdir. Bu özellikle bazı kıssalarda sakındırma ve tehdidi tekit, nasihati genişletmek ve delili ispat etmek için vs. sebep­ler ile olur. Bazen de nimetler verip, nimeti vereni hatırlatarak gerekli şükrü sağ­lamak için olur. Aynı mana et­rafında, çeşitli ayetlerde lâfız ve mana benzerliğini koruyarak sö­zü (kelâmı) çok tekrar etmek Kur’an’ın sırlarındandır. Bunun bir hikmeti olarak Cenâb-ı Hak, O’nun belâğat ve hidayeti ile meydan okumuştur.

(14) A. Şener, İslâm Hukuku Metodo­lojisi, (M. Ebu Zehra’dan terceme, s. 189, Ank. 1973).

(15) A. Tabbara, Rühu’d - Dini’l-İslâmî, s. 32-33, Beyrut, 1962.

(16) Zümer, 27.

167

Bunun içindir ki, bazen ayetlerin manası itnâb (sözü uzunca an­latmak) ve bazen de kısaca ifa­de (icaz) şeklinde ifade olun­muştur. Böylece O’nun mucizeliği apaçık görünür. Fesâhatı be­lirginleşir ve O’nun insan sözü olmadığı daha iyi bilinir. Her­hangi bir sözü tekrar ettiğinde, ikinci sözü birincisi kadar fesâhatlı olamaz. Bilâkis sanatın zor­lama ve ağırlığı hemen belli olu­verir. (17) Kur’an’da ise kıssala­rın tekrarı bir noksanlık değil, bilâkis üstünlük ve mucizelik yönlerinden biridir. Bilginlerden Bedr İbn-i Cemaa bu konuda bir kitap telif etmiş ve ismine, ‘el-Muktenas fî fevâidi tekrari’l-kısas’ demiştir. Müellif adı ge­çen eserde kıssaların tekrarlan­ması hususundaki bazı hikmet­leri saymıştır. Buna göre:

Birincisi: Her ziyadede da­ha önce zikredilmeyen bazı şey­ler zikredilir. Veya bir nükte için başka bir kelime getirilerek mana kuvvetlendirilir. Bu, belâğatçıların bir âdetidir.

İkincisi: Eğer kıssalar tek­rar edilmemiş olsaydı, mesela Hz. Musa (a.s.) ile ilgili kıssa sadece kendi kavmine; Hz. İsa (a.s.) ile ilgili kıssa da kendi kavmine ait olur, bu kıssalardaki ibret ve matlup olan genel nasi­hat dar bir muhite yönelik olur­du. Hâlbuki Cenâb-ı Hak, bu kıssalarla umuma ve bütün insanlara nasihati murat bu­yurmuştur.

Üçüncüsü: Fesâhat ve belâğatın noksan ve gizli kalmaması için sözün çeşitli üslûb ve me- totlarla anlatılması gerekir ki, bu da kelâmı açmak ve açıkla­makla mümkündür. Kıssaların çeşitli defa tekrarı ile bu husus tamam olur. (18)

Kur’an’ın bilinen edebiyat nevileri olan nazım ve nesirden ayrı bambaşka bir üslûbu var­dır. O ne nazımdır ne de nesir; O, Kur’an’dır. Ayetlerin sıra­lanış ve kelimelerin tertibiyle hususî bir musikisi vardır. Kur’ân, secii (kafiyeli söz) iltizam etmez. Tesadüfen secî gelir. Eski ve yeni edebî nevilerden hiçbirine benzemez ve uymaz. O’nun eşi ve örneği yoktur. Ün­lü şair Ebu’l-ala el-Maarrî, ‘Fusul ve Gayât’ adlı eseriyle Kur’an’ı taklide kalkışmıştı. Fa­kat beğenilmedi, sönük ve pü­rüzlü denildi. Hiç itibar görme­di. O da “Lisanlar onu 400 sene okuya okuya mihraplarda cilala­sın, düzeltsin, bak o zaman nasıl olur.” demiş. Hâlbuki durum tam tersidir. Zira herhangi bir eser, ilk defa yaptığı tesiri son­raki defalarda meydana getiremez.

­

(17) A. Tabbara, Ruhu’d-Dini’l-İslamî, s. 34 - 35.

(18) Yusuf en-Nebhânî, Nücumu’l- Mühtedin, s. 436 – 437.

168

Bilâkis tekrarlandıkça tesiri azalır. Tekrarlandıkça tesiri çoğalan sadece Kur’an’dır. Müs­lümanların kulakları Kur’an’ın makam ve sadâsına o kadar alış­mıştır ki, onu derhal fark eder. Mânâsını anlamasa da onu zevk­le dinler, huşû içinde kalır. (19)

Garplı Hıristiyan bilginleri Ortaçağ boyunca, İslâm Dini ve Kur’an-ı Kerim’e, taassup ve düşmanlık dolu bir göz ve nefret hisleriyle bak­mışlardır. Dante ve Voltaire gibi akılcı filozoflar bile bu taassup­tan kendilerini kurtaramamışlar. Ancak son asırlarda yeti­şen bazı bilgin ve yazarlar taassup çemberinden kendilerini kurtararak Kur’an ve İslâm hakkında gerçekçi ve objektif bir bakış kabiliyetine sâhip olabilmişlerdir. Bu grup ya­zarlar, eserlerinde Kur’an’ın eşsiz edebî ve ilmî üstünlüğünü itiraf etmişlerdir.

Yazımızın bu son bölümün­de ecnebi yazarların Kur’an hakkındaki görüşlerini nakledeceğiz:

“Şüphesiz her peygamberin nübüvvetinin doğruluğunu ispata gerekli özel delile ihtiyaç vardır. Bu delil, velilerin getir­dikleri kerametten farklıdır. Kur’an, Hz. Muhammed’in öyle bir mucizesidir ki, üstün edebî güzelliği, nurânî kuvveti sürek­li ve sonsuzdur. Takvaca insan­ların en zayıfı bile olsa, her in­san özel bir heyecan ve coşkun­luk içinde kalır. Muhammed, in­san ve cinlere, Kur’an’ın bir eşi­ni getirmeleri hususunda onlara meydan okudu.”

Bu sözler, Peygamberimiz hakkında bir biyografi yazan E. Dermenghem’e aittir.

İlâhî vahyin mahsulü olan Kur’ân-ı Kerim, yalnız Müslümanlar için mukaddes bir ki­taptan ibaret kalmamıştır. Aynı zamanda Arap nesir edebiyatı­nın ilk ve ebedî bir şaheseri olup, stil ve üslûb bakımından taklit edilemez bir mükemmeli­yettedir. Onun tilâveti karşısın­da yalnız müminler değil, Arap­ça bilen veya bilmeyen gayrimüslimler dahi hayran kalırlar. Kur’an-ı Kerim’i Fransızca’ ya çeviren Sorbon Profesörlerin­den Regis Blachere, bu ilâhî ki­taba hayran olanlardan biridir. Nitekim bu konuda şöyle söylüyor:

“Hatta Arapça bilmeyen bir Avrupalı, bazı sûrelerin tilâve­tinden mütehassıs oluyor, ya onun muasırları!”

Batılı yazar ve bilginlerin Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed hakkındaki sözlerinden ba­zılarını iktibas etmeye devam ediyoruz.

(19) O. Keskioğlu, Kur’ân Tarihi, s. 112-114 (Nebioğlu Yayınevi).

169

“İslâm’ın kitab-ı semavisi Kur’an’dır. Bu kitap Hz. Muhammed’in müddet-i nübüvveti es­nasında telâkki etmiş olduğu vahiylerin mecmuudur. Kur’an, Müslümanlığın esasat-ı itika- diyyesinden başka birçok ahlâkı telâkkiyatı, hayât-ı yevmi­yeye dair birçok kavaidi muh­tevidir. Bu itibarla müslümanlar, Hıristiyanlara karşı üstünlüğü haizdirler.” (20) (Manuel King)

“Ben Kur’an’ı her cihetten tetkik ettim, her kelimesinde büyük bir hikmet gördüm. Müs­lümanların düşmanları, bu kita­bın Muhammed’in zâde-i tab-ı olduğunu iddia ediyorlarsa da en mükemmel, hatta en mütekâmil bir dimağdan böyle bir harikanın zuhurunu iddia etmek, hakikatlere göz kapayarak kin ve ga­raza âlet olmak mânâsını ifade eder ki, bu da ilim ve hikmetle kabil-i telif değildir.” (21) (Prens Bismarck)

“Kur’an’ı bir kitâb-ı münzel olarak kabul etmek hususunda zerre kadar tereddüt etmiyo­rum... İslâmiyet’in, kendini mu­vakkaten içine giren taassup ve darlıktan kurtarmak kabiliyeti­ni haiz olduğuna eminim.” (22) (Edvar Monte)

Sell de diyor ki:

“Muhakkak Kur’an’ın üslûbu güzel ve coşkundur. Birçok yönlerden O’nun üslûbu tatlı, azametli bulunur. Şurası ente­resandır ki Kur’ân, üslûbu ile dinleyicilerini -ister mümin ister inkârcı olsun- etkilemiş ve onla­rı bağlamıştır. Muarızları bile bunu kendi ağızları ile itiraf etmişler, âdeta Kur’an ile büyü­lendiklerini, onu dinlediklerini ve ona hayran kaldıklarını iti- raf etmişlerdir.” (23)

On dokuzuncu asırdan iti­baren garplıların İslâm’ı ve Kur’an’ı tanımaya başlamasın­dan itibaren yakinen İslâm hak­kında gerçekçi itirafların çoğaldığını sevinçle görüyoruz. Dok­tor Johnson, müsteşrik Scott, Thomas Arnold, H. Wells, E. Gibbon, Prens Bismarck, Dr. Stengass, Bodley, B. Smith gibi yüzlerce Batılı bilgin; Kur’an-ı Kerim hakkında takdirkâr ve yoruma dayanan beyanlarda bulunmuşlar, Kur’an’ın Müslümanlar üzerindeki tesirini, ede­bî eşsizliğini, eğitici kudretini ve İslâm medeniyet hayatına ge­tirdiği hamle ve dinamizmi ifade etmişlerdir. (24)

(20) Abdurrahman Öncel, Dünya Basınında Hz. Muhammed, Ank. 1972, sh. 47.

(21) Abdurrahman Öncel, a.g.e. s.10.

(22) Abdurrahman Öncel, a.g.e. s. 46.

(23) A. Tabbare, Ruhu’d-Dini’l-İslâmî, sh. 36, 37.

(24) Bu konuda geniş bilgi için Ömer Rıza Doğrul’ un, Kur’an Nedir? Ve Eşref Edip’in, Garp Mütefekkirlerine Göre Kur’an-ı Kerim adlı eserlerine bakabilirler.

170

Batılı bilgin ve yazarların Kur’an-ı Kerim hakkındaki gö­rüşlerini iktibas etmeye devam edelim:

“Kur’an’ın kelâmullah ol­mak haysiyetiyle her Müslümanın kalbinde haiz olduğu kutsi- yet o kadar büyüktür ki, 0’nun yanında Hıristiyanların kitâb-ı mukaddese gösterdikleri hürmet güneşin muhteşem şaşası ya­nında yine güneşin aksi olan ka­merin soluk ışıkları gibi kalır.” (Leonard) (25)

“Kur’an, belli zamanlarda Hz. Muhammed’e tebliğ edilmiş Allah kelâmıdır ve Levh-i Mah­fuzdaki nüshasının aynısı ola­rak tebliğ olunmuştur. İşte bu suretle hatadan beridir.” (Nat- han Söderblam) (26)

“Kur’an’ı bir kere dikkatle okursanız hususiyetlerini apaçık görürsünüz. Kur’an’ın güzelliği diğer bütün edebî eserlerin gü­zelliklerinden kabil-i temayüzdür. Kur’an’ın başlıca hususi­yetlerinden biri, O’nun asliyyetidir. Benim fikir ve kanaatıma göre Kur’ân, serapa samimiyet ve hakkaniyet doludur. Hz. Muhammed’in cihana tebliğ ettiği dâvet; hak ve hakikattir.” (27) (Mr. Carlyle)

İcazı Hz. Muhammed tara­fından beyan olunan Kur’an ha­kikaten bir mucizedir. Çünkü Hz. Muhammed, medenî bir in­san olmakla beraber ümmî idi. Hiç Şüphe yoktur ki Kur’an, ona, vakit vakit, vahiy yoluyla geliyordu. Dünyada Kur’an’a benzeyen bir kitap yoktur ve bu kitap, hakikaten akılları hayrette bırakacaktır. (28)

Netice olarak: Peygamberi­mizin en büyük mucizesi Kur’an’dır. Bu ise manevî bir mucize­dir. Kur’an, anadan doğma kör­leri ve alaca hastalıklarını iyileş­tirme veya buna benzer muvak­kat bir mucize değildir. Pey­gamber (s.a.s.) Kur’an’ı tanıma­yanlara, kendilerinin de böyle bir kitap meydana getirmelerini söylemiş, onlar ise âciz kalmış­lardır. Hissî mucizeler bir kere meydana gelir ve onları ancak belli kimseler görebilir. Manevî mucize ise ebedî olarak kıyame­te kadar burhan oluşunu ve mu­cizeliğini korur. Hz. Muhammed’in tebliğâtı cihanşümul ve kıyamete kadar bakî olduğuna göre, onu destekleyen mucizenin de ebedî ve sürekli olması ge­rekir.

(25) Abdurrahman Öncel, Dünya Bası­nında Hz. Muhammed, s. 13. Ank. 1972.

(26) A. Öncel, a.g.e. s. 14.

(27) A. Öncel, a.g.e. s. 19.

(28) A. Öncel, a.g.e. s. 14.

171i