Peygamberimiz ve En Büyük Mucizesi
Cenâb-ı Hak, tevhit ve hakka davet etmekle görevli olarak gönderdiği seçkin kulları peygamberlerini örnek bir ahlâk ve seciye üzerinde yaratmıştır. Ayrıca bu zatları da- valarındaki samimiyetlerini ispat, inkârcılarını ilzam etmek için çeşitli mucize ve olağanüstü hallerle teyit ve takviye etmiştir.
Akait ve İlm-i Kelâmla ilgili eserlerde nübüvvet ve risâletle ilgili bahisler ayrıntılarıyla işlendiği gibi özel olarak peygamberlik konusunu ve Hz. Muhammed’in (s.a.s.) peygamberliğini ispatlayan eserler de telif olunmuştur. Ebu Nuaym el-İsfahani’nin ve Ebu Kasım et-Ta- berânî’nin, ‘Delâilu’n-Nübüvve’ leri meşhurdur. Daha önce İmam Hafız Ebu Zür’a er-Râzî, Ebu Bekir Abdullah bin Ebi’d Dünya, Ebu İshak el-Harbî ve Ebu Cafer el-Feryâbî aynı konuda eserler telif etmiştir. Ebu’l-Ferec bin el-Cevzî’nin, ‘El-Vefâ fî Fedâili’l - Mustafa’ isimli eseri ile Hafız Ebu Abdillah el-Makdîsi’nin, ‘Delâilu’n-Nübüvve’ hakkındaki eseri meşhurdur. (1)
Zürkanî, Mevâhib şerhinde Peygamberimizin mucizelerinin çokluğunu belirtmiştir. Gerçekten de mucizeleri pek çoktur. O, peygamberler arasında bu yönüyle de temayüz etmiştir. Kur’an hariç, diğer mucizelerinin sayısının bine, hatta üç bine vardığı rivayet edilir. Seyyid Muhammed Murtaza İhya Şerhinde diyor ki: “Aleyhissalâtü ve’s-selâm Efendimiz’in mucizeleri pek çoktur. Onun Şemâil-i Şerifinin en belirgini, en mükemmeli ve en şereflisi Kur’an-ı Kerimdir.
- Yusuf en-Nebhânî, Nücumul Mühtedin ve. Rucumu’l-Mu’tedin, sh. 148. (Mısır, Matbaa-i Hâmidiyye, Tarihsiz.)
163
Diğer mucizeleri ise tehaddî (kâfirlere meydan okuma) ve kâfirlere mukabele gayesiyle vaki olmuştur. Peygamberimizin isteği dışında meydana gelen harikulade olaylar da bu nevidendir.” (2) Daha önceki peygamberlere verilen hiç bir mucize yoktur ki, onun benzeri veya ondan daha parlağı bizim peygamberimize verilmiş olmasın. (3)
Hâtemü’l-Enbiyâ Efendimizin peygamberliği, diğer birçok mucizeleri arasında ebedî bir mahiyeti haiz olan Kur’an-ı Kerim ayetleri ile de sabittir. Filhakika her peygamber-i zîşânın mucizeleri, kendi zamanında terakki etmiş sanatlara, güzelliklere benzer. Fakat onların çok üstünde mümtaz bir mahiyeti haiz olarak zuhur etmiş, bu suretle o nebiyy-i âli-şânın dava- sındaki doğruluk anlaşılmıştır.
İşte asr-ı saadette de fesâhat ve belâğat pek ziyade gelişmiş, pek ziyade revaç bulmuş idi. Bu cihetle fesâhat ve belâğatın en yüksek şahikalarında da bulunmak üzere Kur’an-ı Mübin’in ayetleri, sûreleri nâzil olmaya başlamış, bunun da eşi ve misli getirilemeyen bir ilâhî mucize olduğu anlaşılmıştır. (4)
Abdülkerim el-Hatîb, ‘En-Nebî Muhammed’ adlı eserinde Kur’an-ı Kerim’in mucizeliği konusunda şöyle yazmaktadır:
“İbn Haldun demiştir ki, mucizelerin en büyüğü, en şereflisi ve en açığı Peygamberimize inmiş olan Kur’an-ı Kerim’dir. Zira Kur’an-ı Kerim’in bizzat kendisi mucizedir. Harikulade bir olaydır. Başka bir delile ihtiyacı yoktur.” (5)
Kur’an-ı Kerim, Arap edebiyatının ilk ve ebedî şâheseri olmakla kalmamıştır. Kur’an-ı Kerim; aynı zamanda Hz. Muhammed’in peygamberliğini destekleyen en büyük mucizedir. Kur’an-ı Kerim’in bu eşsizliği hakkında geniş bir edebiyat meydana gelmiştir. Bu eşsizlik vâkıası, Müslümanlarca kesin bir nass mertebesine yükselmiştir. Kur’an-ı Kerim’in üslup mükemmeliyetini gayrimüslimler bile kabul ve itiraf etmişlerdir.
“Kur’an şiir midir? Değildir... Kur’an şiirden daha yüksek bir şeydir. Mamafih Kur’an, ne tarihtir, ne terceme-i hâldir, ne de İsa’nın dağda irat ettiği mevize gibi bir mecmua-i eş’ar- dır. Öyle bir ses ki, onu bütün dünya dinleyebilir.” (6) (Dr. Janson)
(2) Yusuf en-Nebhânî, Nücumu’I-Mühtedin, sh. 156, 157.
(3) Yusuf en-Nebhânî, a.g.e. sh. 381.
(4) Ömer Nasuhi Bilmen, B. Tefsir Tarihi (Birinci kısım, Usul-i Tefsir, sh. 43.) İst. 1955.
(5) A. el-Hatîb, en-Nebî Muhammed, sh. 282, Beyrut, 1975.
(6) A. Öncel, a.g.e. sh. 64.
164
Kur’an-ı Kerim gibi maddî-manevî, ilmî, ahlâkî, içtimaî, iktisadî ve tarihî birçok hakikatleri ihtiva eden bir kitabın ilim ve terakkiden mahrum bir muhitte yetişmiş, kırk yaşlarına kadar hiç kimseden ilim namına hiç bir şey öğrenmemiş bir zatın dilinden zuhur ve sudûru onun mucize oluşunun büyük bir delilidir.
En yüksek bilginlerin, filozofların, fen sahiplerinin birçok fikirleri kâinat hakkındaki bilgileri zaman geçtikçe kıymetini kaybediyor, değerden düşüyor. Kur’an-ı Kerim ile ilim ve fenlerin gelişmesi arasında ise asla bir çelişki ve zıddiyet meydana gelmiyor. Bilâkis zaman geçtikçe Kur’an’ın yüceliği bir kat daha belirgin hâle geliyor. Kur’an’ın geleceğe ait verdiği haberler; meselâ Bizanslıların İranlıları yeneceği, Mekke’ye müminlerin salimen girecekleri vb. gibi haberler aynen vuku bulmuştur.
Bütün semâvî kitaplar tahriflere uğradığı halde Kur’an-ı Kerim’in her çeşit tahrif ve ilâveden münezzeh olarak zamanımıza kadar gelmesi, önceki hiç bir kitaba nasip olmayan bir mucizedir. Zaten bu, bizzat Kur’an-ı Kerim’de taahhüt ve garanti edilmiştir.
“Şüphesiz Kur’an’ı biz indirdik, O’nu koruyacak olan da Biziz.” (7)
Şurası da bir gerçektir ki, en cazip mevzulara dair en güzel tarzda yazılmış eserler bir kaç kere okunduğunda halâvetini ve ruh üzerindeki tesirini kaybeder. Kur’an-ı Kerim ise böyle değildir, insan çok kere bir ayet-i celileyi yüzlerce defa okumuş, dinlemiş olduğu halde yeniden okuyunca ilk defa okuyormuş gibi ulvî bir heyecana kapılır. Kur’an-ı Kerim, kendisine inanmayanlara meydan okuduğu halde, düşmanlarının onun eş ve benzerini meydana getirememeleri de Kur’an’ın mucizelerindendir.
Bilginler, Kur’an-ı Kerim’in mucizeliği konusunda çeşitli yorumlar getirmişler, çeşitli yönlerden O’nun mucizeliğini izah ve ispat etmişlerdir. Kur’an-ı Kerim’in, okuyucularına verdiği tatlılık, ruhlara bahşettiği rahatlık ve ferahlık herkes tarafından teslim edilegelmiştir. Başka eserlerde buna rastlamak mümkün değildir.
Kur’an-ı Kerim, çeşitli ilimleri ve kültür dallarını ihtiva eder. Bu ilimler, Araplarca bilinmiyordu. Hz. Peygamber (s.a.s.) dahi, bunu peygamberlikten önce bilmiyordu. Böyle bir muhitte Kur’an-ı Kerim’in zuhuru büyük bir mucizedir. (8)
- Hicr, 9.
- M. Ebu Zehra, İslâm Hukuku Metodolojisi, çev. A. Şener, sh. 94, Ankara-1973.
165
Ümmî olan bir zatın bunları bilmiş olduğu iddia edilemez.
Kurtubî, ‘el-Câmi li ahkâmi’l-Kur’ân’ adlı meşhur eserinde, Kur’an’ın mucize olan başka bir yönünü şöyle açıklamaktadır:
“Kur’an’ın icazlarından biri de haram, helâl vesaire hükümler gibi insanlığın ayakta durmasını sağlayan ilimdir.” Kurtubî, bununla İslâmî hükümlere işaret etmektedir ki, bu hükümler çeşitli münasebetleri düzene koymakta olup, bu husus Kur’an’ın mucizelerindendir. (9) Bazı bilginler Kur’an’ın icazının muayyen bir nokta üzerinde tahsis ve tespitini uygun görmez. Nitekim Mennâ el-Kattan da bu görüştedir. (10) Ona göre, Kur’an’ın icazı bir bütündür. Her hususta kendini gösterir. Harflerin seslerinde ve kelimelerin vaki oluşunda bile bunu müşahede ediyoruz. Akait kitaplarından Ramazan Efendi’de kaydedildiğine göre (11) Kur’an’ın mucize oluşu iki yolla bilinir: Belâğatının kemâli ve ediplerin onun karşısında âciz kalmalarıdır.
Kur’an karşısında ediplerin âciz kaldığı tarihî bir gerçektir. Ancak Mutezile fırkasının bazıları, bu hususta mesnetsiz ve tehlikeli bir saplantı içine düşmüşlerdir. Bunların yanlış görüşlerine göre; aslında Kur’an’a nazire yapmak mümkün iken Cenâb-ı Hak, muarızların elinden böyle bir fırsat ve gücü almış, onlara böyle bir imkân tanımamıştır. Mutezilîlerin bu yanlış görüşüne göre tehaddî (Kur’an’ın insanlara meydan okuması) vaktinin geçmesiyle mucizenin de zamanının geçmesi gerekir ki, bu iddia icmaya aykırıdır. Zira Hz. Peygamberin mucizesi bakî ve ebedîdir. (12)
Kur’an-ı Kerim, Müslümanları sapıklıktan koruyan bir rehberdir. Nitekim Ahmed İbn Hanbel’in naklettiği bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: “Cibril bana geldi ve dedi ki: Ey Muhammed! Ümmetin senden sonra gruplara ayrılacaktır. Ben sordum: Bundan kurtuluş nedir? O da cevap verdi: Allah’ın Kitabı (Kur’an). Cenâb-ı Hak, Kur’an’la her zalimin (belini) kırar. O’na sarılan kurtulur. O’nu terk eden helak olmuştur.” (13)
( 9) Kurtubî, el-Câmi li Ahkâmi’l - Kur’ân, c. I, 75, Kahire - 1950.
(10) Mennâ el-Kattan, Mebâhis fî Ulumi’l Kur’ân, s. 30.
(11) Ramazan Efendi, Hâşiyetü Şerhi’l-Akaid, s. 279 - 280.
(12) O. Keskioğlu, Kur’ân Tarihi, sh. 137 - 138 (Nebioğlu Yayınevi).
(13) İbn Kesîr, Fedâilü’l-Kur’ân, c. I, s. 43. (Beyrut - 1966).
166
Nesilden nesile tevatür yoluyla gelip, ezber ve yazı ile tespit edilip, dünyanın her yerinde aynı şekil ve nüsha olarak mevcut bulunuşu Kur’an’a kat’î bir senet vasfı kazandırmıştır. Se- net bakımından tevatüre dayanan bir şey üzerinde şüphe edilemez. Bu da Kur’an’ın büyük bir mucizesidir. (14)
Kur’an-ı Kerim’in üslûbu Hz. Peygamber’in hadis-i şeriflerindeki ifade üslûbundan farklıdır. Tabirdeki üslûpta ve mevzularda bu farklılık apaçık ortaya çıkar. Hadis-i şeriflerde konuşma, anlatma, öğretme ve hitabetin çeşitli üslûp ve şekilleri, Arapların bilinen tarzında söylenmiştir.
Kur’an’ın üslûbu ise bunun zıddıdır. Hadis’in üslûbundan onun insana ait bir söz olduğu anlaşılır. Eğer Kur’an, Hz. Peygamber’in sözü olsaydı, Kur’an ve Hadis birbirinin aynısı olurdu. Şurası muhakkaktır ki, aklıselim sahibi hiçbir edip, aynı kişinin birbirinden farklı iki ifade ve söz üslûbuna sahip oluşunun varlığını kabul etmez.
Kur’an’ın ve Hadis’in üslûplarının farklı oluşu dahi, bu ikisinin kaynaklarının farklılığını ispat eder. (15)
Kur’an’da göze çarpan özelliklerden biri de darb-ı mesellerdir. Bununla ilgili olarak Kur’an’da şöyle buyuruluyor: (16)
“Biz bu Kur’an’da insanlar için her çeşit meseli getirdik. Ta ki hatırlasınlar.”
Bu; hatırlatma ve vaaz içindir. İbret almak, takrir ve murat olunan tasviri, hissedilir bir tasvir ile akla yaklaştırmak içindir. Zira bu, zihinlerde daha ispat edici ve vicdanlarda daha süratli ikna edicidir.
Kur’an’ın üslûbu tekrarlarla da kendini gösterir. Bazı ayetlerdeki bu tekrarlar çeşitli ibarelerle geçer ise de mananın aslı birdir. Bu özellikle bazı kıssalarda sakındırma ve tehdidi tekit, nasihati genişletmek ve delili ispat etmek için vs. sebepler ile olur. Bazen de nimetler verip, nimeti vereni hatırlatarak gerekli şükrü sağlamak için olur. Aynı mana etrafında, çeşitli ayetlerde lâfız ve mana benzerliğini koruyarak sözü (kelâmı) çok tekrar etmek Kur’an’ın sırlarındandır. Bunun bir hikmeti olarak Cenâb-ı Hak, O’nun belâğat ve hidayeti ile meydan okumuştur.
(14) A. Şener, İslâm Hukuku Metodolojisi, (M. Ebu Zehra’dan terceme, s. 189, Ank. 1973).
(15) A. Tabbara, Rühu’d - Dini’l-İslâmî, s. 32-33, Beyrut, 1962.
(16) Zümer, 27.
167
Bunun içindir ki, bazen ayetlerin manası itnâb (sözü uzunca anlatmak) ve bazen de kısaca ifade (icaz) şeklinde ifade olunmuştur. Böylece O’nun mucizeliği apaçık görünür. Fesâhatı belirginleşir ve O’nun insan sözü olmadığı daha iyi bilinir. Herhangi bir sözü tekrar ettiğinde, ikinci sözü birincisi kadar fesâhatlı olamaz. Bilâkis sanatın zorlama ve ağırlığı hemen belli oluverir. (17) Kur’an’da ise kıssaların tekrarı bir noksanlık değil, bilâkis üstünlük ve mucizelik yönlerinden biridir. Bilginlerden Bedr İbn-i Cemaa bu konuda bir kitap telif etmiş ve ismine, ‘el-Muktenas fî fevâidi tekrari’l-kısas’ demiştir. Müellif adı geçen eserde kıssaların tekrarlanması hususundaki bazı hikmetleri saymıştır. Buna göre:
Birincisi: Her ziyadede daha önce zikredilmeyen bazı şeyler zikredilir. Veya bir nükte için başka bir kelime getirilerek mana kuvvetlendirilir. Bu, belâğatçıların bir âdetidir.
İkincisi: Eğer kıssalar tekrar edilmemiş olsaydı, mesela Hz. Musa (a.s.) ile ilgili kıssa sadece kendi kavmine; Hz. İsa (a.s.) ile ilgili kıssa da kendi kavmine ait olur, bu kıssalardaki ibret ve matlup olan genel nasihat dar bir muhite yönelik olurdu. Hâlbuki Cenâb-ı Hak, bu kıssalarla umuma ve bütün insanlara nasihati murat buyurmuştur.
Üçüncüsü: Fesâhat ve belâğatın noksan ve gizli kalmaması için sözün çeşitli üslûb ve me- totlarla anlatılması gerekir ki, bu da kelâmı açmak ve açıklamakla mümkündür. Kıssaların çeşitli defa tekrarı ile bu husus tamam olur. (18)
Kur’an’ın bilinen edebiyat nevileri olan nazım ve nesirden ayrı bambaşka bir üslûbu vardır. O ne nazımdır ne de nesir; O, Kur’an’dır. Ayetlerin sıralanış ve kelimelerin tertibiyle hususî bir musikisi vardır. Kur’ân, secii (kafiyeli söz) iltizam etmez. Tesadüfen secî gelir. Eski ve yeni edebî nevilerden hiçbirine benzemez ve uymaz. O’nun eşi ve örneği yoktur. Ünlü şair Ebu’l-ala el-Maarrî, ‘Fusul ve Gayât’ adlı eseriyle Kur’an’ı taklide kalkışmıştı. Fakat beğenilmedi, sönük ve pürüzlü denildi. Hiç itibar görmedi. O da “Lisanlar onu 400 sene okuya okuya mihraplarda cilalasın, düzeltsin, bak o zaman nasıl olur.” demiş. Hâlbuki durum tam tersidir. Zira herhangi bir eser, ilk defa yaptığı tesiri sonraki defalarda meydana getiremez.
(17) A. Tabbara, Ruhu’d-Dini’l-İslamî, s. 34 - 35.
(18) Yusuf en-Nebhânî, Nücumu’l- Mühtedin, s. 436 – 437.
168
Bilâkis tekrarlandıkça tesiri azalır. Tekrarlandıkça tesiri çoğalan sadece Kur’an’dır. Müslümanların kulakları Kur’an’ın makam ve sadâsına o kadar alışmıştır ki, onu derhal fark eder. Mânâsını anlamasa da onu zevkle dinler, huşû içinde kalır. (19)
Garplı Hıristiyan bilginleri Ortaçağ boyunca, İslâm Dini ve Kur’an-ı Kerim’e, taassup ve düşmanlık dolu bir göz ve nefret hisleriyle bakmışlardır. Dante ve Voltaire gibi akılcı filozoflar bile bu taassuptan kendilerini kurtaramamışlar. Ancak son asırlarda yetişen bazı bilgin ve yazarlar taassup çemberinden kendilerini kurtararak Kur’an ve İslâm hakkında gerçekçi ve objektif bir bakış kabiliyetine sâhip olabilmişlerdir. Bu grup yazarlar, eserlerinde Kur’an’ın eşsiz edebî ve ilmî üstünlüğünü itiraf etmişlerdir.
Yazımızın bu son bölümünde ecnebi yazarların Kur’an hakkındaki görüşlerini nakledeceğiz:
“Şüphesiz her peygamberin nübüvvetinin doğruluğunu ispata gerekli özel delile ihtiyaç vardır. Bu delil, velilerin getirdikleri kerametten farklıdır. Kur’an, Hz. Muhammed’in öyle bir mucizesidir ki, üstün edebî güzelliği, nurânî kuvveti sürekli ve sonsuzdur. Takvaca insanların en zayıfı bile olsa, her insan özel bir heyecan ve coşkunluk içinde kalır. Muhammed, insan ve cinlere, Kur’an’ın bir eşini getirmeleri hususunda onlara meydan okudu.”
Bu sözler, Peygamberimiz hakkında bir biyografi yazan E. Dermenghem’e aittir.
İlâhî vahyin mahsulü olan Kur’ân-ı Kerim, yalnız Müslümanlar için mukaddes bir kitaptan ibaret kalmamıştır. Aynı zamanda Arap nesir edebiyatının ilk ve ebedî bir şaheseri olup, stil ve üslûb bakımından taklit edilemez bir mükemmeliyettedir. Onun tilâveti karşısında yalnız müminler değil, Arapça bilen veya bilmeyen gayrimüslimler dahi hayran kalırlar. Kur’an-ı Kerim’i Fransızca’ ya çeviren Sorbon Profesörlerinden Regis Blachere, bu ilâhî kitaba hayran olanlardan biridir. Nitekim bu konuda şöyle söylüyor:
“Hatta Arapça bilmeyen bir Avrupalı, bazı sûrelerin tilâvetinden mütehassıs oluyor, ya onun muasırları!”
Batılı yazar ve bilginlerin Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed hakkındaki sözlerinden bazılarını iktibas etmeye devam ediyoruz.
(19) O. Keskioğlu, Kur’ân Tarihi, s. 112-114 (Nebioğlu Yayınevi).
169
“İslâm’ın kitab-ı semavisi Kur’an’dır. Bu kitap Hz. Muhammed’in müddet-i nübüvveti esnasında telâkki etmiş olduğu vahiylerin mecmuudur. Kur’an, Müslümanlığın esasat-ı itika- diyyesinden başka birçok ahlâkı telâkkiyatı, hayât-ı yevmiyeye dair birçok kavaidi muhtevidir. Bu itibarla müslümanlar, Hıristiyanlara karşı üstünlüğü haizdirler.” (20) (Manuel King)
“Ben Kur’an’ı her cihetten tetkik ettim, her kelimesinde büyük bir hikmet gördüm. Müslümanların düşmanları, bu kitabın Muhammed’in zâde-i tab-ı olduğunu iddia ediyorlarsa da en mükemmel, hatta en mütekâmil bir dimağdan böyle bir harikanın zuhurunu iddia etmek, hakikatlere göz kapayarak kin ve garaza âlet olmak mânâsını ifade eder ki, bu da ilim ve hikmetle kabil-i telif değildir.” (21) (Prens Bismarck)
“Kur’an’ı bir kitâb-ı münzel olarak kabul etmek hususunda zerre kadar tereddüt etmiyorum... İslâmiyet’in, kendini muvakkaten içine giren taassup ve darlıktan kurtarmak kabiliyetini haiz olduğuna eminim.” (22) (Edvar Monte)
Sell de diyor ki:
“Muhakkak Kur’an’ın üslûbu güzel ve coşkundur. Birçok yönlerden O’nun üslûbu tatlı, azametli bulunur. Şurası enteresandır ki Kur’ân, üslûbu ile dinleyicilerini -ister mümin ister inkârcı olsun- etkilemiş ve onları bağlamıştır. Muarızları bile bunu kendi ağızları ile itiraf etmişler, âdeta Kur’an ile büyülendiklerini, onu dinlediklerini ve ona hayran kaldıklarını iti- raf etmişlerdir.” (23)
On dokuzuncu asırdan itibaren garplıların İslâm’ı ve Kur’an’ı tanımaya başlamasından itibaren yakinen İslâm hakkında gerçekçi itirafların çoğaldığını sevinçle görüyoruz. Doktor Johnson, müsteşrik Scott, Thomas Arnold, H. Wells, E. Gibbon, Prens Bismarck, Dr. Stengass, Bodley, B. Smith gibi yüzlerce Batılı bilgin; Kur’an-ı Kerim hakkında takdirkâr ve yoruma dayanan beyanlarda bulunmuşlar, Kur’an’ın Müslümanlar üzerindeki tesirini, edebî eşsizliğini, eğitici kudretini ve İslâm medeniyet hayatına getirdiği hamle ve dinamizmi ifade etmişlerdir. (24)
(20) Abdurrahman Öncel, Dünya Basınında Hz. Muhammed, Ank. 1972, sh. 47.
(21) Abdurrahman Öncel, a.g.e. s.10.
(22) Abdurrahman Öncel, a.g.e. s. 46.
(23) A. Tabbare, Ruhu’d-Dini’l-İslâmî, sh. 36, 37.
(24) Bu konuda geniş bilgi için Ömer Rıza Doğrul’ un, Kur’an Nedir? Ve Eşref Edip’in, Garp Mütefekkirlerine Göre Kur’an-ı Kerim adlı eserlerine bakabilirler.
170
Batılı bilgin ve yazarların Kur’an-ı Kerim hakkındaki görüşlerini iktibas etmeye devam edelim:
“Kur’an’ın kelâmullah olmak haysiyetiyle her Müslümanın kalbinde haiz olduğu kutsi- yet o kadar büyüktür ki, 0’nun yanında Hıristiyanların kitâb-ı mukaddese gösterdikleri hürmet güneşin muhteşem şaşası yanında yine güneşin aksi olan kamerin soluk ışıkları gibi kalır.” (Leonard) (25)
“Kur’an, belli zamanlarda Hz. Muhammed’e tebliğ edilmiş Allah kelâmıdır ve Levh-i Mahfuzdaki nüshasının aynısı olarak tebliğ olunmuştur. İşte bu suretle hatadan beridir.” (Nat- han Söderblam) (26)
“Kur’an’ı bir kere dikkatle okursanız hususiyetlerini apaçık görürsünüz. Kur’an’ın güzelliği diğer bütün edebî eserlerin güzelliklerinden kabil-i temayüzdür. Kur’an’ın başlıca hususiyetlerinden biri, O’nun asliyyetidir. Benim fikir ve kanaatıma göre Kur’ân, serapa samimiyet ve hakkaniyet doludur. Hz. Muhammed’in cihana tebliğ ettiği dâvet; hak ve hakikattir.” (27) (Mr. Carlyle)
İcazı Hz. Muhammed tarafından beyan olunan Kur’an hakikaten bir mucizedir. Çünkü Hz. Muhammed, medenî bir insan olmakla beraber ümmî idi. Hiç Şüphe yoktur ki Kur’an, ona, vakit vakit, vahiy yoluyla geliyordu. Dünyada Kur’an’a benzeyen bir kitap yoktur ve bu kitap, hakikaten akılları hayrette bırakacaktır. (28)
Netice olarak: Peygamberimizin en büyük mucizesi Kur’an’dır. Bu ise manevî bir mucizedir. Kur’an, anadan doğma körleri ve alaca hastalıklarını iyileştirme veya buna benzer muvakkat bir mucize değildir. Peygamber (s.a.s.) Kur’an’ı tanımayanlara, kendilerinin de böyle bir kitap meydana getirmelerini söylemiş, onlar ise âciz kalmışlardır. Hissî mucizeler bir kere meydana gelir ve onları ancak belli kimseler görebilir. Manevî mucize ise ebedî olarak kıyamete kadar burhan oluşunu ve mucizeliğini korur. Hz. Muhammed’in tebliğâtı cihanşümul ve kıyamete kadar bakî olduğuna göre, onu destekleyen mucizenin de ebedî ve sürekli olması gerekir.
(25) Abdurrahman Öncel, Dünya Basınında Hz. Muhammed, s. 13. Ank. 1972.
(26) A. Öncel, a.g.e. s. 14.
(27) A. Öncel, a.g.e. s. 19.
(28) A. Öncel, a.g.e. s. 14.
171i