Makale

Kaderin Üstünde Bir Kader Vardır

Kaderin Üstünde Bir Kader Vardır

Yrd. Doç. Dr. Ahmet ÇAPKU
Kırklareli Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi

Bedir harbi nasıl ki Müslümanlar için bir varlık mücadelesinin başlangıcı, moral kaynağı, özgüven tesisi açısından bir dönüm noktası olmuşsa aynı hususu Çanakkale harbi için de söylememiz mümkündür.

“Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır.” (Fetih, 48/4.)
ÇANAKKALE Savaşı’nın milletimiz için hayat memat meselesi olduğu malumdur. 1683 Viyana bozgunundan beri vuruşa vuruşa geri çekilen Osmanlı Devleti, denilebilir ki, Çanakkale’de düşmana dur diyebilmiş ve büyük bedeller ödeyerek tarihin aleyhteki akışını durdurabilmiştir. Bu yönüyle Çanakkale, İstiklal mücadelesinin de mayasını oluşturmuştur. Kronolojik olarak tarihe bakıldığında 1453’te Doğu Roma (Kostantiniyye) Türkler tarafından fethedilmiş ve Fatih Sultan Mehmet, Batı Roma havalisine de el atmıştır. Yeni Dünya’dan akıp gelen servet özellikle Avrupa’nın Batı şeridindeki ülkelerde maddi refahı artırmış, Endülüs’ten ve (Haçlı Seferleri ile birlikte) Doğu’dan devşirilen bilgi birikimi ise ilerleyen yüzyıllarda Batı’da kültür ve sanatta Rönesans ve bilim devrimine zemin hazırlayan önemli unsurlar olmuştur. Özellikle on yedinci yüzyılda Batı, Doğu’ya nispetle maddi ve ilmî (bilim) açıdan epey mesafe almış durumdadır. Nitekim II. Viyana bozgunu böylesi bir altyapının neticesi olsa gerektir. Sonraki zamanlarda Batı’nın Doğu’ya dönük hamlesinin durdurulduğu nokta ise Çanakkale olmuştur. Bu yazıda iki önemli kurucu unsur niteliğinde gördüğümüz İslam’ın ilk harbi olan Bedir harbi ile Çanakkale savaşında Müslümanların ruh hâlini mukayese etmeye çalışacağız.
Bedir
Medine’ye hicret eden Müslümanların ilk ciddi sınavı Bedir harbi olmuştur. Müslümanlar Mekke müşriklerine ait bir kervanı ele geçirmek amacıyla yola çıkmış ancak önlerinde tam donanımlı bir ordu belirmiş ve savaş kaçınılmaz hâle gelmiştir. Müslümanların sayısı, düşmana nispetle yaklaşık üçte birdir ve aynı durum, savaş teçhizatı için de geçerlidir. Hâl bu olunca Hz. Peygamber Allah’a iltica ile, “Allah’ım! Bana verdiğin sözü yerine getir. Allah’ım! Bu cemaati helak edersen artık yeryüzünde sana ibadet edecek kimse kalmayacak!” şeklinde dua etmiştir. (Bilgi için bkz. H. Karaman vd., Kur’ân Yolu -Türkçe Meâl ve Tefsir-, Ankara 2006, DİB Yay., II/669-670.)
Savaş öncesi bulundukları yerin savaş için elverişli olmaması, sahabe içinde kimi tedirgin kişilerin bulunuşu gibi sebeplerden dolayı olsa gerek ki, Allah Teala oradaki Müslümanları teselli bağlamında yağmur yağdırmış ve onları hafif bir uykuya daldırmıştır. Böylece bulundukları yerde su ihtiyacı karşılandığı gibi içlerinde var olan endişe de izale edilmiştir. Buna mukabil Cenab-ı Hak, kâfirlerin yüreğine korku salmış ve Müslümanlara ardı ardına bin meleği yardımcı olarak göndermiştir. (Enfal, 8/9-12.)
“Hatırlayın ki, siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da ben peş peşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim, diyerek duanızı kabul buyurdu.” (Enfal, 8/9.) Böylece Bedir harbi, insani açıdan yapılması gereken her ne varsa yapıldıktan sonra ilahî yardımın beklendiği, müminlerin inancını pekiştirici bir sınav olmuştur denilebilir. Aynı şekilde o, Müslümanlar açısından yeni bir başlangıcın kurucu harbi/sınavı konumundadır. Allah’ın yardımının açıktan kendini gösterdiği bu harp ile Müslümanlar büyük bir moral kazanmış ve geleceğe daha özgüvenle bakabilmişlerdir.
Çanakkale
“Bedr’in arslanları ancak bu kadar şanlı idi”
Çanakkale harbinin bir ölüm kalım mücadelesi olduğunu teslim etmek gerekir. Devlet-i Aliyye’nin uzak kalelerinin birer birer işgal edildiği ve nihayet son kale olarak Anadolu’nun kaldığını düşünürsek buradaki mücadelenin ne kadar zorlu geçtiğini anlayabiliriz. Bu açıdan Çanakkale harbinin Bedir harbine benzeyen yönleri söz konusudur. Çünkü her ikisi de var olma veya olmama mücadelesinin en zirveye çıktığı savaşlardır.
Türklerin yaklaşık olarak dokuz ve onuncu yüzyıllarda kitleler hâlinde İslam’a girdiklerini, Karahanlılar, Gazneliler ve özellikle Selçuklular ile birlikte İslam tarihinin kurucu unsurları arasında belirgin roller aldıklarını görürüz. Bu açıdan İslam tarihinin nerede ise üçte ikisinin mezkûr husus/lar itibarıyla Türk tarihi olduğu söylenebilir. Benzer durum İslam düşüncesinin kalbinin attığı ana merkezlerin Türk devletlerinin hüküm sürdüğü yerlerde olması yönüyle de dikkate değerdir. Onun için Çanakkale harbi sadece İstanbul’un korunması değil diğer önemli ilim, ticaret, kültür kentlerinin de savunulması ile doğrudan ilgilidir.
Böyle bir arka planı varsayarak Çanakkale savaşını değerlendirebiliriz. Nasıl ki, Bedir harbinde birtakım ilahî teyidi/desteği görebiliyorsak aynı şeyi Çanakkale’de de görürüz. Bu cümleden olarak, başka hikâyelerle birlikte, Seyit Onbaşı’nın hatırası dikkate değerdir. Balıkesir/Edremit/Havranlı Seyit Onbaşı Rumeli Mecidiye Tabyalarında görev başı yapar. Quin Elizabet ve Ocean zırhlıları tabyalara ateş yağdırır! Mehmet Akif’in, “Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer!” dediği anlardır. Bu yoğun topçu ateşi içinde bir bomba Mecidiye Tabyasına düşer ve oradaki askerlerden birçoğu şehit olur. Seyit Onbaşı kendine geldiğinde Yüzbaşı Hilmi Bey ve Niğdeli Ali’den başkasını göremez. Düşman zırhlıları boğazı geçmektedir! Şehitler ve yaralılar ortalığa serpilmiş haldedir. Seyit Onbaşı kendini toparlar ve hemen durumu gözden geçirir. Geriye bir tek sağlam top kalmış ve onun da vinci kırılmıştır. Seyit Onbaşı gözünü 275 (Topun ağırlığı ile ilgili olarak 215 ila 276 kg. arasında değişen rakamlar verilir. Bkz. Mustafa Turan, Destanlaşan Çanakkale, İst. 2013, Cihan Yay., sf. 113; Erol Kılınç, Çanakkale Savaşları Günlüğü, İst. 2010, Ötüken Yay., sf. 55; Hanri Benazus, Çanakkale’den Geliboluya, İst. 2007, Bizim Kitaplar Yay., sf. 117-119.) kiloluk top mermisine diker. Niğdeli Ali durumu anlar ve ‘Koca Seyit kaldıramazsın!’ der. Hâlbuki o, şu anda farklı bir halet-i ruhiye içindedir. Kendisi durumu şöyle anlatır:
“Toprağın altından çıktım. Baktım ki on üç arkadaşım şehit olmuş. Bir ben kalmışım, bir arkadaşım Niğdeli Ali, bir de batarya komutanı Yüzbaşı Hilmi Bey. Arkadaşlarımın bu şekilde gözlerimin önünde şehit edilmesini içime sindiremedim. Anamın bana öğrettiği duaları okudum. Size izahını yapamayacağım bir şeyler doldu içime. Merminin yanına koştum… Topun vinci de bozulmuştu. O mermiyi bir kez kaldırdım. Niğdeli Ali beni biraz destekledi. Basamaktan çıkarken kemiklerimin çatırtısını duyuyordum. Mermiyi namluya sürdüm, patlattım… İsabet ettiremedim. Aynı olayı üç kez tekrar ettim. Üçüncü mermiyle onların en büyük zırhlılarından Ocean zırhlısını dümen kısmından vurdum… O anda zırhlı etrafında dönmeye başladı. Denizin ortasında tam bir panik yaşanıyordu!” (Talha Uğurluel, Çanakkale Savaşları ve Gezi Rehberi, İst. 2005, Kaynak Yay., sf. 273-274; Turan, age. sf. 113-114.)
Savaşın seyrini değiştireceğine inanılan gemiler ardı ardına batınca diğer savaş gemileri geriye dönmüş ve düşmanın (maddeye dayalı olarak büyüyen) kibri böylesi önemli manevi teyit ile kırılmış gibidir. Savaşın ve tarihin akışının değişmesinde, Nusret Mayın Gemisi’nin döktüğü mayınlar ile birlikte, Seyit Onbaşı’nın yaptıklarının önemli yeri olsa gerektir. Nitekim Seyit Onbaşı’dan top mermisini yeniden kaldırması istenildiğinde bunu yapamamış ve yapamayacağını belirtmiştir. Komutanı Cevat Paşa’ya; “Paşam! Ben o zaman bu mermiyi kaldırırken gönlüm Allah’ın feyziyle dopdolu idi. Kendimde bir başkalık hissetmekteydim. Bu ağırlığı kaldıracak bir makama ulaşmışsam, bu Cenab-ı Hakk’a yaptığım duaların mukabilinde idi ki, o ana mahsustur. Şimdi kaldıramam, mazur görün. Fakat siz o düşmanı tekrar buraya getirirseniz, benim de bu mermiyi nasıl kaldırdığımı o zaman görürsünüz” şeklindeki ifadesi sanırım meseleye açıklık getirir. (Turan, age. s. 114.)
Netice
Bedir harbi nasıl ki, Müslümanlar için bir varlık mücadelesinin başlangıcı, moral kaynağı, özgüven tesisi açısından bir dönüm noktası olmuşsa aynı hususu Çanakkale harbi için de söylememiz mümkündür. “Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhîd’i / Bedr’in arslanları ancak bu kadar şanlı idi!” mısrası ile Mehmet Akif’in, Çanakkale savaşını Bedir harbine benzetmesi bu açıdan anlamlıdır. Aynı şekilde İslam coğrafyasının nerede ise tamamına yakınının işgale uğradığı bir dönemde Çanakkale ile birlikte elde edilen zafer, sadece Türk milleti açısından değil diğer İslam toplumları için de moral kaynağı olmuştur.
Çanakkale savaşında insani planda yapılması gereken şeylerin imkân ölçüsünde yerine getirilmiş olduğuna şüphe edilemez. Bununla birlikte Bedir harbinde olduğu gibi yer yer ilahî yardımın görüldüğü durumlar da yaşamıştır. Çünkü Çanakkale savaşı bu şekilde düşünmemize imkân sağlayan hadiseleri bünyesinde barındırır. İşgal kuvvetleri komutanı Ian Hamilton’un, “İnsan ruhunu yenmek mümkün olmuyor. (…) Son derece hırpalanmış Türkleri, onları koruyan Allah’larından ayırmak için başka ne yapılabilir!” şeklindeki sözleri bu açıdan anlamlıdır. (Süleyman Dikici, “Çanakkale İşgal Kuvvetleri Komutanı Ian Hamilton’un Rüyası”, Osmanlı’nın Son Kilidi içinde, İst. 2010, Çamlıca Yay., sf. 171.) Çanakkale harbi, Sultan Reşad’ın; “Kapanıp secde-i şükrâna Reşâd eyle duâ / Mülk-i İslâm’ı Hudâ eyleye dâim me’men” (Harp Mecmuası, hzl. Ali Fuat Bilkan, Ömer Çakır, İst. 2006, III. bsm., Kaynak Kitaplığı Yay., sf. 113.) mısralarında dile getirdiği kabul olmuş duası gibidir.