Makale

Milli Birliğin Önemi

Milli Birliğin Önemi

Ahmet DEMİR

Amasya panayırında halkın perişan görünümü karşısında Atatürk arkadaşına şöyle demiştir: “Bak birader, böyle bir ulustan nasıl ayrılırsın? Bu palas- parelerin içinde perişan gördüğün insanlar yok mu? Onlarda öyle yürek, öyle cevher vardır ki, olmaz şey! Çanakkale’yi kurtaran bunlardır. Kafkasya’da, Galiçya’da, şurada, burada aslanlar gibi çarpışan, yoksunluklara aldırmayan bunlardır. Ben 1919 yılı Mayıs ayı içinde Samsun’a çıktığım gün, elimde maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk Milleti’nin soyluluğundan gelen ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevî bir kuvvet vardı. İşte ben bu ulusal kuvvete, bu Türk Milleti’ne güvenerek işe başladım.”
Türk Milleti’nin milli birlik şuurunu en güçlü manada sergilediği an, Kurtuluş Savaşı ve onu izleyen süreçte ortaya çıkmıştır. Yok olma eşiğine gelmiş, toprakları paylaşılmış, ordusu dağıtılmış, maddi manevi bütün varlığı tehdit altına girmiş bir durumdayken herkesin olmaz dediği şey olmuş ve Türk Milleti bütün dünyaya karşı öyle güçlü bir irade göstermiştir ki, kısa süre sonra bütün dünyanın saygı duyduğu bir devlet haline gelmiştir.
Türk Milletindeki bu cevheri ilk fark eden Atatürk olmuştur. İşte böyle günlerde geleceğini kendi eline alma uyanıklığını gösteremeyen ulusların geleceği karanlık ve korkuludur.
Türk ulusu bu gerçeği anlamaya başlamıştı. Bu anlayış sonucuydu ki, kurtuluş umudu veren her içten çağrıya koşmakta idi...
Böyle olduğu için, durumu ve gereği bilenler, elinden geldiği ölçüde kendi ulusunu uyarıp aydınlatarak kurtuluş yolunda ona kılavuzluk etmeyi en büyük insanlık ödevi bilmelidirler. (Söylev, 1, s. 246) Bir millet varlığı ve hakları için bütün kuvvetiyle, bütün maddi ve fikri kuvvetleriyle ilgilenmezse, bir millet kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını sağlayamazsa şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. (Nutuk. İÜ, s. 1185 )
Atatürk, Türk Milleti’nin her ferdinin tek bir yumruk haline gelmesi için gerekli olan milli birlik ve beraberlik şuurunun kavranması aşamasında büyük bir çaba göstermiş, yaptığı her konuşmada, her kongrede, her yazısında, mevcut durumun zorluğu karşısında Türk Milleti’ni birliğe ve beraberliğe yöneltmiştir.
Mustafa Kemal, Anadolu’da işgalci devletlere karşı bir direniş sağlamak için ulusal birliği sağlamanın esas olduğunu anlamış, bu amaçlarla düzenlenen kongrelerin sonucunda ortaya çıkan bildirilerde milli birliğin sağlanması ana hedef olarak gündeme gelmişti. Atatürk’ün yaptığı bu çağrı kısa sürede Anadolu’ya yayılmış ve arzulanan etkiyi oluşturmuştur. Milli birlik sağlandıktan sonra, Türk Milleti’ni oluşturan her birey, yaşlısı genci, kadını çocuğu demeden canını dişine takarak vatanı için mücadele etmiş, canım malını bu yolda harcamaktan çekinmemiştir.
“Ulusal gücü etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak temel ilkedir.” (Erzurum Kongresi’nin Bildirisi ve Kararları, Madde, 3)
Halkı saran bu heyecan ve şevk dalgası etkisini uzun süre sürdürmüş, zorluklar karşısında Türk Milleti’nin biraraya gelerek topluca tepki göstermesi bir gelenek haline gelmiştir. Bu duygu birliği sayesinde genç Türk Cumhuriyeti büyük bir kalkınma hamlesine girişmiş, her türlü iç ve dış düşmana rağmen güçlü bir devlet kurmayı başarmıştır.
Tarihin çeşitli dönemlerinde karşı karşıya kaldığımız zorluklar milli birlik ve beraberlikle çözüme kavuşmuştur. Ancak bu birliğin gücü, topraklarımızda gözü olan, Türk Milleti’nin içteki ve dıştaki düşmanlarını oldukça rahatsız etmiştir. Devletimizi kendilerince zayıf düşürmek için ilk önce bu birliği parçalamanın ne kadar zaruri olduğunu fark etmişlerdir. Bu amaçla kimliği hiç değişmeyen bu çevreler, tarih boyunca oynadıkları oyunlarına yeni senaryolar yazarak, Türk Milleti’ni zarara uğratmak için ellerinden geleni yapmışlardır. Bunun için yakın tarihe bir göz atmamız yeterlidir.
1970-80 döneminde yaşadığımız, kardeşin kardeşi vurduğu ve kışkırtıcıları, terör hareketlerine silah dahil olmak üzere her türlü maddi ve manevi destek sağlayanlar, halkın birliğini parçalamak isteyenler hep aynı çevrelerdir ve zaman içinde tek tek ortaya çıkarılmışlardır. Kurtuluş Savaşı öncesinde Türkiye’yi paylaşmaya kalkışanlarla bugün Türk Devletini karıştırmaya çalışanlar, 1980’den itibaren devreye sokulan ayrılıkçı terör senaryosunu hazırlayanlar, bu karışıklıktan büyük çıkarlar elde edecek olanlar aynı odaklardır.
Milletimize yönelik bütün bu saldırılar, oyunlar Türk Milletini yok etmek için bıkıp usanmadan yürütülen çabaların sonuçlarıdır. Bölücü başının yakalanmasıyla ortaya çıkan süreçte bu düşmanlar bütün dünyanın gözü önünde alenen teşhir edilmişlerdir.
Terör ve siyasi tehditlerin yanı- sıra, ülke üzerinde baskı kurmak, devleti zor durumda bırakmak için kullanılan bir diğer silah da ekonomidir. Bir ülkenin güçlü bir devlete ve güçlü bir orduya sahip olması için güçlü bir ekonomiye de sahip olması gerekir. Ekonomisi güçlü olan devletlerin halkı refah ve huzur içinde olduğu için maddi vaatlere kapalı, kanun dışı faaliyetlere de uzak olacaktır.
İşte bütün bu tehditler ve zorluklar karşısında Türk Milleti’nin en büyük silahı birlik ve beraberlik halinde hareket etmesidir. Birlik şuurunu elde etmiş bir Türk vatandaşı devletini, milletini ilgilendiren sorunlar karşısında bilinçli ve duyarlı davranacağı gibi, çevresindekileri de bu yönde teşvik edip harekete geçirecektir. Kurtuluş Savaşı gibi en vahim durumda bile bütün sorunların üstesinden gelmeyi sağlayan bu güç sayesinde bugün ve gelecekte karşılaşacağımız sorunları çözmek çok daha kolay olacaktır.