Makale

Mekke'nin Fethi ve Hz.Peygamberin Hoşgörü Anlayışı

Mekke’nin Fethi ve Hz. Peygamber’in Hoşgörü Anlayışı

Pof. Dr. İBRAHİM SARIÇAM
Ankara Üniv. İlahiyat Fak. Öğr. Üyesi

Ocak ayı Mekke’nin fethinin gerçekleştiği bir aydır. Bu vesileyle biz bu yazımızda, İslam tarihinde pekçok bakımdan önemli bir yeri olan Mekke’nin fethinin (kısaca) tarihi seyrini ortaya koyacağız. Daha sonra çeşitli yönleriyle değerlendirerek, özellikle İslam’ın hoşgörü anlayışını aksettirmesi bakımından taşıdığı önem üzerinde duracağız.
Hz. İbrahim (A.S.) zamanından beri tevhid inancının merkezi olan Kâbe’yi putlardan temizlemek, Hz. Peygamberin en büyük hedeflerinden biriydi. Hudeybiye antlaşması, müslümanların Mekke müşrikleriyle barış içinde yaşamasını ve Kâbe’yi ziyaret edebilmelerini sağlamış olsa dahi Kâbe hâlâ putperestliğin merkezi olmaya devam ediyordu.
Hz. Peygamber’in Mekke’nin fethine karar vermesine ve bu kararı gerçekleştirmesine asıl sebep ise, Mekke müşrikleriyle müslümanlar arasında 10 yıllık bir süre için imzalanan Hudeybiye antlaşmasının, üzerinden henüz 2 yıl gibi kısa bir zaman geçmeden müşrikler tarafından bozulmuş olmasıdır.
Hudeybiye antlaşması uyarınca Huzâa kabilesi müslümanlarla, Bekr kabilesi de müşriklerle birlik kurmuştu. Ancak bu iki kabile arasında eskiden beri düşmanlık mevcuttu. Bekr kabilesinden bir grup, Hicretin 8. yılı Şaban ayında, bir gece ansızın Huzâalılara baskın yaparak 23 kişiyi öldürdü. Bu baskında Kureyş müşrikleri, Bekrlilere silah, binek ve su yardımı yaptılar. Hatta gizlice, yüzlerini örterek Safvân b. Ümeyye, Ikrime b. Ebücehil ve Süheyl b. Amr gibi bazı Kureyşliler, Bekr kabilesiyle birlikte baskına bizzat iştirak ettiler. Huzâa’dan Amr b. Sâlim, yanına 40 süvari alarak Medine’ye geldi ve durumu Hz. Pey- gamber’e anlattı. Hz. Peygamber onların gönüllerini alıp yardım edeceğine söz verdi ve yurtlarına gönderdi. Kureyşlilere de bir mektup yazarak, ya Bekrlilerle olan ittifaklarını bozmalarını, ya da öldürülen Huzâalıların diyetlerini ödemelerini istedi. Şayet bunlardan birini yerine getirmeyecek olurlarsa onlarla savaşacaklarını bildirdi.
Kureyşliler Hz. Muhammed’in tekliflerini reddettiler ve elçiye olumsuz cevap vererek geri gönderdiler. Ancak daha sonra buna pişman oldular ve Hudeybiye antlaşmasını yenilemek üzere Ebû Süfyan’ı Medine’ye yolladılar. Ebû Süfyan Medine’ye gelip antlaşmayı yenilemek için teşebbüslerde bulunduysa da, ne Hz. Peygamber’den ve ne de Ashâb-ı Kirâm’dan yüz bulabildi. Neticede istediği sonucu elde edemeden Mekke’ye döndü ve durumu hemşehrilerine anlattı.
Ebû Süfyân Medine’den ayrıldıktan sonra Hz. Muhammed (S.A.S.) Mekke üzerine yürümeye karar verdi ve gizlice hazırlıklara başladı. Ramazan ayının başlarında Medine’de bulunmaları için çevredeki kabilelere haber gönderdi. Onlar da bölük bölük geldiler.
Ashabdan Hâtıb b. Ebî Beltea, Mekkelilere bir mektup yazarak Medine’deki savaş hazırlıklarından onları haberdar etmek istedi. Bu mektup yolda yakalandı ve Hâtıb sorguya çekildi. O, bu işi, Mekke’de bulunan ailesini korumalarını temin için Kureyşlileri memnun etmek amacıyla yaptığını ifade etti. Bedir harbine ka- tılanlar arasında bulunduğu için sonunda affedildi.
İslam ordusu 10 Ramazan 8/1 Ocak 630’da Medine’den hareket etti. Mekke yakınlarındaki "Merru’z-Zahrân" denilen vâdide konaklandı ve karargah kuruldu. Hz. Peygamber’in emriyle, İslam ordusunun kuvvetini göstermek maksadıyla burada on bin ateş yakıldı. Mekkeliler telaşa kapılarak, birkaç arkadaşıyla birlikte Ebû Süfyan’ı durumu öğrenmek üzere gönderdiler. Ancak onlar, İslam ordusunun gözcü birlikleri tarafından esir alınarak Hz. Peygamber’in huzuruna götürüldüler. Mekke Lideri Ebû Süfyan, uzun tereddütlerden sonra müslüman oldu.
İslam ordusu dört koldan şehre girdi. Hz. Peygamber, mecbur bırakılmadıkça kan dökülmeme- sini emretti. Halid b. Velid’in komuta ettiği birlik hariç Islâm ordusu mukavemetle karşılaşmadı. Hz. Peygamber, Muhacirlerin başında Mekke’yi kan dökmeden fethetmenin verdiği huzur içinde ilerlerken, şehrin alt taraflarından kılıçların parladığını ve Halid’in kendilerine saldıranları takip ettiğini görünce canı sıkıldı. Halbuki kendisi kan dökülmemesini ve savaşılmamasını emretmişti. Hz. Peygamber Halid’e haber göndererek savaşmamasını emretti.
Bu suretle Hz. Peygamber, Medine’de 7-8 yıl zarfında teşekkül eden Müslüman topluluk
Mekke’yi, kan dökülmeden fethetti ve şehre girince umumi af ilan etti. Ancak 11 ’i erkek, 6’sı kadın olmak üzere 17 kişiyi genel af dışında tuttu. Bunların katlinin emredilmesi şahsî bir kin ve husumet yüzünden değildi. Bunlar çok büyük suçlar işlemişlerdi. Mesela Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh önce Müslüman olmuş, Medine’ye hicret etmiş ve hatta vahiy katipleri arasında yer almıştı. Bir müddet sonra İslam dininden çıkıp Mekke müşriklerinin yanına dönmüş, katipliği sırasında vahyi kendi arzusuna göre tahrif ettiğini söyleyerek müşriklerin İslâmiyet aleyhindeki çalışmalarını desteklemişti. Ebû Süfyan’ın karısı Hind de, Uhud’da şehit edilen Hz. Hamza’nın ciğerinj sökmüş ve çiğnemişti. Ancak bu ikisi ve daha başkaları da bilâhere affedildi. Öldürülmesi serbest bırakılanlardan ancak 6 kişi Mekke’ye girildiği gün katledildi.
Kâbe ve çevresinde bulunan putlar yıkıldı ve Hz. Peygamber’in emriyle bu putların bir kısmı ateşe verilmek ve bir kısmı da kırılmak suretiyle imha edildi.
Hz. Peygamber, Mekke’nin yağma edilmesini yasakladı. "Bugün Kabe’de savaşın helal olacağı gündür" şeklinde sözler sarfeden komutan Sa’d b. Ubâde’yi görevinden azletti ve elinden sancağı alarak oğlu Kays b. Sa’d’a verdi. Yaralıların, arkasına dönüp kaçanların, esirlerin öldürülmemesini emretti.
Kudret anında affetmek çok güzel bir haslettir. Hz. Peygamber, Kureyş’in eline düştüğü bir sırada kin ve intikam duygusuna asla kapılmadı. Bu hareketiyle bir insanın gösterebileceği asaletin en yükseğini gösterdi. O, Kureyş içinde kimlerin kendisini öldürmek üzere süikastler tertiplediğini, kimlerin kendisine ve ashabına işkence yaptığını,! kimlerin Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarına iştirak ettiğini ve kimlerin bütün bedevileri etrafına toplayarak kendisini ve İslam’ı ortadan kaldırmak istediğini çok iyi biliyordu. Bunlar şimdi onun eline düşmüşlerdi. İsteseydi hepsini de kılıçtan geçirebilirdi. Onun birtek sözü bile bunu gerçekleştirmek için yeterli idi. Fakat O böyle yapmadı; düşmanını ele geçirir geçirmez affetti. Bu suretle yalnız kendi nesli ve devri için değil, aynı zamanda her nesil ve her dönem için iyilik, vefalılık ve gönül yüksekliği bakımından kimsenin ulaşamayacağı bir örnek verdi. Çünkü Hz. Peygamber, prensip olarak, düşmanı tamamen imha etmeyi değil, daima ona galebe etmeyi ve düşmanı kazanmayı tercih etmiştir. Fetih konuşmasında: "Benim size ne yapacağımı zannediyorsunuz" diye sordu:
- "iyilik ümid ediyoruz. Sen kerîm bir kardeş ve kerim bir kardeş oğlusun" dediler.
Bunun üzerine Hz. Peygamber:
- "Gidiniz, serbestsiniz" buyurdu.
Gerçekten tarihte, zor ve baskı altında tutulup vatanından kovulan, sonra da vatanına dönme imkanını elde edince oradakilere dokunmayan ve intikam alma yoluna başvurmayan herhangi bir şahıs ve toplum bulmak güçtür. Uzun süren kanlı çarpışmalardan sonra karşı karşıya gelen ve bu karşılaşmada kin ve intikam duygusu bulunmayan iki düşmana rastlamak da zordur. Bunun sırrı, Hz. Peygamber’in müsamaha anlayışında yatmaktadır. Fetihten sonra Mekke halkı sanki mağlup edilmiş bir millet ve işgal edilmiş bir memleketin ahalisi değillerdi; hak ve vazifeler konusunda zaferi kazananlarla eşit duruma gelmişlerdi.
Ya mücahitler ne ile meşguldüler? Onlar, yağma vs. ile meşgul değillerdi; bilakis Mekke’yi fethettikleri günün gecesini sabaha kadar tekbir, tehlil ve Kabe’yi tavafla geçirmişlerdi.
Hz. Peygamber, Mekke’de hiçbir asker bırakmadan Medine’ye çekildi. Mekke’nin idaresini de İslâm’ı yeni kabul etmiş bir Mekkeli’ye bıraktı. İşte Hz. Peygamberin bütün bu davranışları, insanların kalbinin nasıl kazanılacağını gösteren ve İslam’ın hoşgörü anlayışını apaçık ortaya koyan hususlardır.


MEKKE’NİN TARİHİ

Mekke, Arabistan’ın en eski şehirlerindendir. İlk sakinlerinden olan Kureyşlileri, Kussay adındaki biri, Kâbe civarına yerleştirerek ilk yerleşim alanını kurdu.
Asya ile Afrika’nın önemli ticaret yollarının birleştiği bir noktada bulunmakta oluşu Mekke’nin tarihteki önemini artırdı. Şehir, ileri gelenlerinden meydana gelen Darün-Nedve adlı meclis tarafından idare edilirdi.
Mekke, tarihte sırasıyla önce Emevilerin, daha sonra 750’de Abbasilerin hakimiyetine girdi. 1258’de Bağdat’ın, Hüla- gun’un eline geçmesiyle de Eyyubîlerden Memluklulara geçti. Sultan Baybars (1260-1277), Mekke’nin yönetimini Şerif Ebû Numeyye’ye verdi (1254-1301). Yavuz Sultan Selim 1517’de Mısır’ı fethedince, şehrin yönetimini Şerif Muhammed Ebû Numeyye (1526-1566) ve Hasan’a (1566-1601) bıraktı.
Sonraki devirlerde meydana gelen karışıklıklardan sonra, 1813’de Kavalalı Mehmed Ali Paşa yeniden burayı Osmanlı hakimiyetine aldı. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Sava- şı’ndaki durumundan faydalanan Şerif Hüseyin 1924’te bağımsızlığını ilan etti. Daha sonra Need Sultanı Abdul Aziz Ibn-i S.uud, Taif ve Mekke’yi alarak 1926’da kendisinin Hicaz Kralı olduğunu ilan etti.
İslâm Âleminin dini merkezi konumundaki Mekke’nin normal zamanlardaki nüfusunun 1990 yılında yapılan nüfus sayımına göre 550 bin olduğu kaydedilmektedir.