Makale

TÜRKİYEM

TÜRKİYEM

Muammer Yılmaz
Kayseri TED Kolaji Tarih Öğretmeni

Derinden bir ah çeksem, bir kaval sesi ney nefesi ve yanık bir türkü duyup kendimden geçsem, lime lime doğranıp yerlere düşsem, her parçamda yine seni duyacağım.
Kuşsütü, nar çiçeği renginde göklerinin altında, "kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü” al bayrağımın altında huzur içinde yaşarken, beş vakit duada saadetin, ebed-i müddetin İçin ellerimi seni bana bağışlayıp, seni de, beni de koruyan Allah’ıma açarım.
Senin sevginle ırmak olup çağlayıp, "Leylâ Leylâ" diye ağlayıp, Mecnûn gibi çöllere düşeceğim. Varsın, "Bir damla su" diye inleyeyim, varsın kızgın güneş alnımı yaksın, kum yığınların ayaklarımı kavursun ne çıkar. Türkiyem, Tonyukuk’um, Bilge’m, Kürşad’ım, Mevlânâ’m, Yunus’um, Alparslan’ım, Fatih’im, Muhteşem Süleyman’ım, Ulu önderim, sen dert ortağım, sen analar kucağı, koç yiğitler yatağım, kanadım kolum. Sen bitmeyen yolum, solmayan çiçeğim, goncam gülüm.
Yanık yanık buğday kokan, keven nane, kekik, çiğdem, çay, pamuk fındık kokan, buram buram hasret kokan öpülmekle, koklanmakla doyulmayan, şehidimin kanıyla yoğrulan, yoğruldukça doğrulan toprağım. Evim barkım, gönül çarkım. Dönüm dönüm sürüp, evlek evlek ektiğim, bazlamanı içimdeki ateşimde pişirip lokma, lokma, çoluk çocuk, komşu kardeş, dost- düşman bölüştüğüm. Üzerinde gözlerimi açtığım, ağacınla yapılan beşiğinde sallanıp uyuduğum, nevres fidanım, çınar ağacım.
Serhadden serhade levandâne at koşturup, kırlarının hür havası ile ciğerlerimi pişirip coştuğum, zemzem sularından kana kana içip, kevser ırmaklarında çimdiğim, kâh ağlayıp, kâh güldüğüm, mısralara döküp şiirleştirdiğim, kağıda döküp romanlaştırdığım ecdâd yadigânm hey.
Başımızın tacı, gönlümüzün otağı, namusumuzun kucağı. Sevgin, bağrımızdan kopan bir volkan, lâvların gönüllere akan iksir, kraterin sevginle beslenen bir göldür.
Mazlumun sığınağı, güçsüzün dayanağı, gönüller ortağı cihangirler yatağım. Gönlümüz seninle sevdalı, dağlan delerek, toprağı eleyerek, cehaleti boğarak, karanlığı kovarak, devlerle boğuşarak ellerim bembeyaz, yüreğim, Allah ve sevgili Habibi’nin aşkıyla dolu sana doğru koşarak geliyorum. Demir yürekli, çelik bilekli, şefkatli, merhametli kolla- nnı uzatıp, ben hakir ve fakiri de kucaklar mısın? ert çekmeyen derdin, hasretlik çekmeyen ayrılığın, sıhatini kaybetmeyen afiyetin ve nice güzelliklerin, esârete düşmeyen hürriyetin, sevmesini bilmeyen aşkın ne olduğunu nereden bilsin? Seninle gülüp, seninle ağlamayana ve dahası bağrında ateş yakıp, zemzem sularına zehir katmak isteyenlere milyon kere yazıklar olsun. Ne olur utanma bizden, utanma gafilliğimizden, cehaletimizi bağışla. Kalbimizin taşlığına, ruhumuzun açlığına ağlama. Yine ılık ılık gül bize, bizi okşa, sev ve affet. Biz seninle yoğrulup, seninle kavrulduk. Seninle düşüp, seninle doğrulacağız.
Biliyorum gönlün çok kırık, üstelik de benim gibi yaralı. Yüzün solgun, başın ise Erciyes’ten dumanlı. "İrem Bağım", gümüş akan, çiçek kokan, üç kıta yedi iklime yayılıp fazilet saçan ırmağım. Güzel huylum, selvi boylum, beşbin yıllık asil soylum. Defineler, efendiler, diyarım. Kahramanlar, koçyiğitler otağım, veliler, evliyalar ve Alperenler yatağım.
Sen sadece toprak ve bayraktan ibaret değilsin. Yüce Yaratıcının bize bağışladığı ebed müddetsin, sen ikinci cennetsin. Damarlarımızda dolaşan kan, kemiklerimizi dolduran iliksin, Sen bükülmeyen bilek, körük körük yüreksin.
Sevgini ağaçta, çiçekte, arının yaptığı petekte, Ayşe, Fatma, bacımın siyim siyim akan gözyaşında, zamanı silen, ölmeyi bilen Mehmed’imin gök kubeyi delen sesinde, neşter vuran süngüsün- de. Alparslan’ımın, Zeynel Beyimin namaz kıldığı ovasında, taşa can veren Koca Sinan’ımın Allah’ı kucaklayan Selimiye’sinde ve hattâ bir "yün çorabında", "ilmek-ilmek dokunan halıda" da bulabilir, eğer gönülden seviyorsa insan. Sevmiyorsa, zehirleyen akrebin, sokan yılanın, yeşermeden kırılan nevres fidanların kabahati ne?
Yüce Allah (C.C.)’ın bize armağan ettiği mukaddes varlık. Sen aşktan da üstün aşkın şiirisin. Sen benim toprağıyla yoğrulup, sıcağıyla kavrulup, rüzgârıyla savrulduğum, bir canlar canı memleketim Türkiyemsin.

-MİLLİ DUYGU VE GENÇLİK-
Milletleri ve toplumları bir arada tutup, yaşatan ve onu zirveye taşıyan değerler ve bağlar vardır. Bu değerlerin en önemlilerinden biri de milli duygudur.
Bir topluluğun millet haline gelmesinde onun yeri doldurulmayacak kadar büyüktür. Bu itibarla yarınımızın teminatı, devletimizin direği ve gözümüzün bebeği elvân çiçeklerimize milli duygulan verememiş ve bunların sürekliliğini sağlayamamışsak, fert olarak, aile olarak, millet olarak bunalımlara düşeceğimiz ve güçlülerin elinde oyuncak olacağımız bilinen bir gerçektir. Günümüz bir yana, dünya tarihi ve tarihimiz bunun sayılmayacak kadar örnekleriyle doludur. Öyleki yüzlerce yıl, başka milletlerin egemenliği altında yaşadıkları halde milli duygularını muhafaza edebilmiş, buna ilaveten kendilerini de her bakımdan yenilemiş olan toplumlar ise, birgün gelmiş hamilerinin de desteği ile bağımsız bir millet ve devlet haline gelmişlerdir. Muhteşem Osmanlı, gaflet ve ihanetlerinin kucağında boğulurken, şefkatli kollan altında yaşıyanlardan pek çok devlet çıkmıştır.
Milli Duygu millet fertlerini birbirine sımsıkı bağlayan ulvî bir aşktır. Bu aşkın ocağı ve bucağı da aile, okul, kışla ve camidir. Bu ocaklar iyi yakılamaz, ateş kor haline getirilemezse devamlı tütecek ve yerini ithal ocaklar alacak ve gök kubbe süratle başımıza çökecektir.
Milletlerin bağımsızlığını ve geleceğini milli duygular sağlar. Fertlerin eline dünyanın en modem silâhlarını da verseniz, sayı bakımından sizden üstün de olsa, eğer insanlarda milli duygu yeterince gelişmemiş, gelişmesine gayret sarfedilmemiş, mevcut olanlar da körleştirilmiş ise, istediğiniz kadar çırpınınız, sonuç alamazsınız. Öyle ki manevî köleliğe hazır olanlar, ergeç maddi köleliğinde gönüllüleri olacaklardır.
Bugün dünyamızda sıcak savaş, yerini soğuk savaşa bırakmıştır. Devletlerde insanlar gibi birbirinin kuyusunu kazmak için fırsat beklemektedirler. Düşman bükemediği bileği öpmek yerine onun sırtını yere getirmek, topla- tüfenkle yıkamadığı milli ve manevi kalesini fethedip veya en azından bir delik açıp içten yıkmanın yarışına girmiştir. Tarihten ve şanlı tarihimizden ders alarak bunlara aldanmamamız ve bilhassa genç nesilleri bunların her türlü tahriklerinden uzak tutmamız gerekir.
Milli duygudan mahrum milletler ve topluluklar günleri sayılı yatalak hasta gibidirler. O halde bir milletin var olabilmesi ve tarih sahnesinde yaşayabilmesi ve varlığına hürmet ettirebilmesi, herşeyden önce milli benliğini bilmesi ve ona dört elle sarılmasıyla mümkündür. Bunun için de milli duyguyu güçlü tutmak ve daha da takviye etmek için atalarının ve atasının ona emanet bıraktığı ve tek bir taşına Yüce Mevlâ’nın kefil olduğu cennet yurdumuzu ve Ebed-Müddet Devlet’imizi dünya arenasında zirveye çıkaracak milli ve manevi duygularla yoğrulmuş, fikir ve gönül işçilerinin sayısını artırmak için gerekli olan herşey zaman geçirilmeden süratle yapılmalıdır.
* * *