Makale

İslam Dininin Engellilere Sağladığı Bazı Kolaylıklar

İslâm Dininin Engellilere Sağladığı Bazı Kolaylıklar

Yüksel SALMAN
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

İnsan, varlıklar arasında şerefli bir konuma sahiptir. Yüce Allah insanı yeryüzünün halifesi kılmış ve yarattığı herşeyi insanın istifadesine sunmuştur."1 İster sağlıklı, isterse müptelâ olduğu bir rahatsızlık sebebiyle engelli konumunda bulunsun, İslâmî anlayışa göre bütün insanlar mükerremdir, saygı ve hürmete lâyıktır. İslâm’a göre insanın zenginlik veya fakirliği, memur ya da âmir olması, şu veya bu renkte olması, ya da belli bir dili konuşması Allah katında üstünlük ölçüsü olarak kabul edilmediği gibi, engelli olup olmaması da bir üstünlük sebebi değildir. İslâm nazarında, tarağın dişleri gibi birbirine eşit olan insanlar arasındaki yegane üstünlük ölçüsü, Allah’ın emir ve yasaklarına yürekten bağlılık (takvâ) dır. Bu bağlamda, engelli kimseler ile diğerleri arasında haklara sahip olma açısından da bir ayrım söz konusu değildir. İslâm hukukunda hak ehliyetinin esası "hayat’tır.2 Engelli kimseler, ister akıl hastalığı gibi zihinsel engelli, isterse görememek, işitememek veya yürüye- memek gibi bedensel engelli olsun haklara sahip olma konusunda sağlıklı insanlarla aynı konuma sahiptirler. Zira, gerek akıl hastalığı, gerekse bedensel engeller, vücup (hak) ehliyetini ortadan kaldırmazlar.’3’
İslâm hukukunun genel teorisine göre- aklî ve bedenî gelişimi ne durumda olursa olsun- renk, cins ve ırk ayrımı gözetilmeksizin yaşayan her insan, insan olma vasfı sebebiyle Allah’ın veya hukuk düzeninin tanıdığı haklardan faydalanma (vücûb) ehliyetine sahip olduğu gibi, aklî ve bedenî gelişimine bağlı olarak
bu hakları bizzat kullanma (edâ) ehliyetine, hukukî işlemleri bizzat yapma yetkisine de sahip olur. İyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırt edemeyen akıl hastalarına hakları kullanma ehliyetinin tanınmayışı ve onların ancak kanunî temsilcileri aracılığıyla bu hakları kullanabilmeleri, öncelikli olarak bu şahısların haklarını korumayı amaçlar."’ Aynı şekilde mümeyyiz küçüğün, malını ölçüsüzce harcayan kimsenin (sefih), ölüm yatağındaki hastanın, iflas etmiş borçlunun vb. kimselerin hukukî tasarrufta bulunma ehliyetlerinin belirli ölçüde kısıtlanması, bazen bu şahısların, bazen de başkalarının haklarını korumak için gerekli olabilir. Ancak bu ikinci grupta yer alan kısıtlama, genel kurala getirilmiş bir istisna mahiyetinde olduğundan arızî bir tedbir konumundadır.
"Allah her şahsı ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar.." 5 ...0 size dinde bir zorluk kılmadı",6 "Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez" gibi ayetlerle kolaylığı genel bir ilke olarak kabul eden İslâmiyet, engelli kimselere de güçlerinin yetmeyeceği şeyleri yüklememiş, bu kimselerin özel durumlarını dikkate alarak dînî vecîbeler hususunda kolaylıklar getirmiştir.
Hudeybiye seferine katılamayan kimselere hitaben: "...Eğer önceden döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız, sizi acıklı bir azaba uğratır"18’ ayeti indiğinde, kendilerini savaşa katılmaktan alıkoyacak müzmin hastalığı bulunanların, Hz. Peygamber’e durumlarının ne olacağını sormaları üzerine: "Köre sorumluluk yoktur, topala da sorumluluk yoktur. (Bunlar, savaşa katılmak zorunda değildirler) Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de geri kalırsa, onu acı bir azaba uğratır."’9’ ayeti inmiştir ki, bu ayetle sözü edilen kimselerin durumları dikkate alınarak mazur sayılacakları ve cihada katılmadıklarından dolayı günahkar olmayacakları beyan edilmiştir."01 Hatta, Abdullah b. Cabir (r.a.) bir savaşta, savaşa katılmak istedikleri halde, mazeretleri sebebiyle katılamayan kimseler hakkında Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Hastalıklarından dolayı cihada katılamayarak Medine’de kalan öyle kimseler vardır ki, onlar sizin her yürüyüşünüzde ve her bir vadiyi geçtiğinizde (niyetleri sayesinde) sizinle beraberdirler.’"11" bir rivayette de: "Onlar ecirde sizinle müşterektirler" şeklinde varid olmuştur ki, bu konumdaki kimselerin mazeretlerinden dolayı savaştan geri kalmış olmaları, Allah yolunda savaşma sevabından onları mahrum etmemiştir.
Kur’an-ı Kerim’de, "âmânın, topalın ve hastanın (Allah yolunda savaşmaktan uzak kalmalarından dolayı) bir sorumlulukları yoktur..’.’"12 buyurularak, hasta ve yatalaklarla, Allah yolunda savaşa aktif olarak katılmaktan alıkoyan her türlü hastalık ve engelliliği bulunan kimseler, cihaddan muaf tutulmuşlardır. Aynı şekilde gözleri görmeyenler; cemaate devam etmek, Cuma ve bayram namazları kılmak, hacca gitmek gibi konularda, ister karşılıksız, ister ücretle olsun kendilerini götürecek bir kimse bulunsa bile, Hanefî mezhebine göre, bizzat haccetmekle yükümlü değildirler. Şafiî ve Han- belî mezhepleriyle, Ebu Yusuf ve Muhammed’e göre ise, gözleri görmeyenler, kendilerine yardım edecek birinin bulunması halinde, söz konusu ibadetleri yapmakla yükümlüdürler."31 Hanefî, Malikî ve Hanbelî mezheplerine göre kadın, çocuk, yaşlı ve yatalak kimseler gibi, âmâlar da bilfiil savaşmadıkça savaşta öldürülmezler.
İslâm hukukunda, temyiz gücüne sahip olmak dini hükümlere muhatap sayılmanın temel şartını teşkil etmektedir. Bu hususu dile getiren bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardın "üç kişiden sorumluluk kaldırılmıştın Büluğ çağına kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan ve şifa buluncaya kadar akıl hastasından.""14
Eda ehliyetinin (fiil ehliyeti) temelini temyiz gücü teşkil ettiğinden, akıl hastaları, eda ehliyeti açısından yapılan ayrımda, ehliyetsizler gurubunda yer alırlar. Buna göre akıl hastası, ibadetlerin edası ile yükümlü olmadığı gibi, ce- zâî sorumluluğu da yoktur. Yine, akıl hastasının irade beyanı hukuki sonuç doğurmaz ve kendisine yapılan irade açıklamalarına hukukî sonuç bağlanamaz. İslâm hukukunda haksız fiil sebebiyle tazmin borcunun doğması konusunda kusur sorumluluğu prensibi değil, objektif sorumluluk (netice sorumluluğu) prensibi benimsendiğinden, akıl hastasının verdiği zararlar kural olarak kendi malından tazmin ettirilir.
Fıkhın genel kuralları, akıl hastalığı ister doğuştan, ister sonradan olsun, ister uzun süreli, isterse söz konusu ibadetin vaktini kapsayacak kadar kısa süreli olsun, kişiden ibadet yükümlülüğünün düşmesini gerektirmektedir. Çünkü, akıl hastası İlâhi hitâbı anlama (temyiz) gücünden yoksundur. Hanefî müctehidlerinden Züfer ve Hanefilerin dışındaki mezheplerin -özellikle Şâfiîler’in genel olarak benimsedikleri görüş budur. Hanefî mezhebinde ise, yükümlülüğün düşmesi için akıl hastalığının uzun süre devam etmesi şart koşulmuştur. Kısa süreli akıl hastalığının yükümlülüğü düşürmemesi şeklindeki tercihin izahında uyku ve bayılma halindeki bazı hükümler esas alınırken, uzun süreli akıl hastalığı durumunda, yükümlülüğün devamını kabul etmenin zorluk ve sıkıntıya yol açacağı, bunun da "zorluğu giderme" ilkesiyle bağdaşmayacağı ifade edilmektedir.
Akıl hastasının korunması amacıyla kısıtlı sayılması hususunda alimler arasında görüş birliği vardır. İslâm hukukunda akıl hastalığı (cünûn), kısıtlılık (hacr) sebebi sayılarak tasarrufları geçersiz kabul edilmiştir. Sözü edilen şahısların tasarruflarının geçersiz kabul edilmesinin kendileri aleyhine bir hüküm olduğu ifade edilebilir. Ancak bu şahıslara ait tasarrufların geçerli kabul edilmesinin beraberinde getirebileceği zararlar da akıldan çıkarılmamalıdır. İslâm’ın böyle bir kısıtlılık ile, akıl hastalarının kendilerine ve topluma verebileceği zararları önlemeyi hedeflediği dikkatten uzak tutulmamalıdır.
Burada, engelliler konusunda İslâm’ın, temel ibadetler ve hukuki işlemlere ilişkin getirdiği bazı hükümlere değinmek istiyoruz.
Namaz
Namazın farz olmasının şartlarından biri de aklı melekenin sıhhatidir.
Bu sebeple akıl hastalarına namaz kılmak farz değildir."81
Hanefî mezhebi imamlarından Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’a göre, akıl hastalığının süresi yirmi dört saati geçmesi halinde, o süre içindeki namazları kaza etmek gerekmez. Muham- med b. Hasen’e göre ise altı vakit geçip yedinci vakit girdiğinde kazâ yükümlülüğü düşer.9
Hanefîler dışındaki üç mezhebe göre ise, akıl hastalığı bir namazın vaktini tamamen kaplarsa, daha sonra bu namazın kaza edilmesi gerekmez.
Camiye yürüyerek gidemeyecek derecede hasta olan kimseler, kendilerini götürecek birisi olsa dahi Cuma namazını kılmakla yükümlü değillerdir. Camiye kendi başlarına gidemeyen görme engelliler, her ne kadar İmameyne göre bir bedel mukabilinde de olsa, kendilerini götürecek birilerinin bulunması halinde Cuma namazına gitmekle mükellef olmakla beraber-, ister ücret karşılığında, isterse ücretsiz olsun Ebu Hanife’ye göre Cuma namazını kılmakla mükellef değildirler.1201
Yine, farz namazları ayakta kılmaya güç yetiremeyen kimselerle, ayakta kıldıkları takdirde başka bir rahatsızlığı oluşan veya hastalığının artması, ya da iyileşmesinin gecikmesi söz konusu olan kimseler, namazlarını oturarak kılarlar. Rükû ve secde yapmaya güç yetiremeyen kimse ise namazını îmâ ile kılar.’21
Oruç
Akıl hastalığı sürekli olan kimseler oruç tutmakla da mükellef değildirler. Zira orucun farz olabilmesinin şartlarından biri de akıldır.
Hanefî mezhebinde, akıl hastalığının Ramazan ayını tamamen kapsaması halinde, o yıla ait orucun kaza edilmesi de gerekmez. Ancak, bu durumdaki kimselerin Ramazan ayı içerisinde ister gece isterse gündüz vakti olsun, kısa bir süre de olsa iyileşmesi durumunda mezhebin en güvenilir (Zâhiru’r-rivâye) eserlerindeki görüşe göre- o Ramazana ait oruçları kaza etmesi gerektiğine hükmedilmiştir.’22’ Bununla birlikte, Hanefîler- den Züfer’e, Şâfiî mezhebinde sahih kabul edilen görüşe ve Hanbelî mezhebine göre Ramazan ayının bir bölümünde iyileşen kimseye geçmiş günler için kaza gerekmez.’23’ Başka bir ifadeyle, akıl hastalığı bir günü tamamen kapsarsa kaza yükümlülüğü düşer. Malikî mezhebinde yaygın olan görüş de budur.
Hac
Hac ibadeti için de aklî melekenin yerinde olması şart olduğundan, akıl hastaları hac ibadetiyle de mükellef değillerdir. Ancak fakihlerin çoğunluğu, akıl hastası adına velîsinin haccetmesinin ( ihcâc) geçerli olduğu sonucuna varmışlardır.
Hac için gerekli ihtiyaçları temin eden ve hacca gidip gelmeye güç yetiren görme engellilerin, kendilerini hacca götürecek birisini bulamadıkları takdirde bizzat haccetmeleri gerekli değildir.1241
Hanefî mezhebinde haccın bizzat yapılması (edâ) için hacca gidip gelmeye engel olacak bir rahatsızlığın bulunmaması şart olduğundan, felçli, kötürüm ve hac ibadetini yerine getirmeye engel olacak derecede yaşlı kimselerin haccetme sorumluluğu bulunmamaktadır.’25
Zekât
Akıl hastalarının zekâtla mükellef olup olmamaları konusunda İslâm alimleri farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunlardan bir kısmı (Hanefîler), zekâtın ibadet yönünü esas alarak akıl hastalarının zekât vermekle yükümlü olmadıklarını söylemişlerdir. Zekâtın yardımlaşma yönünün ağır bastığını ileri süren ve çoğunluğu teşkil eden İslâm hukukçuları ise (Şâ- fiî, Malikî ve Hanbelîler), çocuk ve akıl hastasının da gerekli şartları taşıması halinde, velilerinin bunlar adına zekât vermeleri gerektiğini ifade etmişlerdir.26’
Hukukî İşlemler
Tek taraflı hukukî işlemlerde işlemi yapanın, çok taraflı hukukî işlemlerde taraflardan her birinin edâ (fiil) ehliyetini haiz olması İslâm fıkıh bilginlerinin çoğunluğuna göre kuruluş şartı sayıldığından, bu sırada söz konusu kişi veya kişiler akıl hastası ise işlem batıl (geçersiz) dir. Ayrıca sözleşmelerde tarafların iradesinin uyumu şart olduğundan karşı taraf daha kabul beyanında bulunmadan önce icabı yönelten tarafın akıl hastalığına yakalanması halinde icab hükümsüz kalır ve bu icab doğrultusunda kabul beyanında bulunmakla sözleşme kurulmuş olmaz.’271 Bununla birlikte, sözleşmenin mal varlığında sadece artış meydana getiren türden olması veya kanunî temsilcinin izin ya da icazet vermiş olması, yahut iyileştikten sonra akıl hastası tarafından icazet verilmiş olması, akıl hastalarınca yapılan sözleşmelerin geçersizliği sonucunu değiştirmez.28
Hanefi ve Şafiîlere göre, söz söylemeye güç yetiremeyen kimselerin, işaretle yaptıkları irade beyanları geçerlidir.’29

1- Câsiye, 13.
2- Zeydan, Abdülkerim, el Medhal li Diraseti’ş-Şerîati’i-isiâmiyye, 9. baskı, Beyrut, 1986. s. 317.
3- Abdülaziz el-Buhâri, Keşfü’t-Esrâr, 2. baskı, Beyrut, 1994, IV, 444.
4- Apaydın, H. Yunus, Hacir, DİA.
5- Bakara, 286.
6- Hacc, 78.
7- Bakara, 185; Ayrıca bkz. Mâ/de, 6, Talak, 7.
8- Fetih, 16.
9- Fetih, 17.
10- Kurtûbî, el-Cami li Ahkâmi’l-Kur’ân, Beyrut, ts. XVI, 181.
11- Reyâzü’s-Sâlihîn, I, 5, Hadis no: 4.
12- Fetih, 17.
13- Cezîrî, Abdurrahman, ei-F/kh ala’l- Mezahibi’i-Erbaa, İstanbul, 1987,1, 378; Halebİ İbrahim Efendi, Halebî-i Sağİr, (sadeleştiren: İsmail Kara kaya), Ankara, 1983, s. 367; Özel, Ahmet, "Â’md”, DİA.
14- Buhârî, Hudûd, 22, Talak, 11.
15- Abdulaziz, el-Buhârî, age., IV, 437-445; Zeydan, age., s. 317.
16- Abduiaziz, el-Buhârî, age., IV 437-444, Dönmez, i. Kâfi, Cü- nûn, DİA.
17- Karaman, Hayrettin, Anahatiarıyia İslâm Hukuku, İstanbul, 1986, ili, 58.
18- Cezîrî, Abdurrahman, age, i, 178.
19- Buhârî, Abdulaziz b. Ahmed, age., IV, 442.
20- Cezirî, Abdurrahman, age., I, 378.
21- Cezirî, Abdurrahman, age., i, 497, 499.
22- Abdulaziz, el-Buhârî, IV, 44 7; Cezirî, Abdurrahman, age., I, 545.
23- Abdulaziz, el-Buhârî, IV, 438.
24- Cezirî, Abdurrahman, age., I, 633-636.
25- Ceziri, Abdurrahman, age., I, 633.
26- Cezirî, Abdurrahman, age., I, 591.
27- Zeydan, Abduikerim, age., s. 293. 317.
28- Dönmez, Kâfi, Cünûn, DİA.
29- Karaman, Hayrettin, age, III, 48.