Makale

ACI RAMAZAN HATIRALARI

ACI RAMAZAN HATIRALARI


İbrahim ŞAFAK

Bulgaristan’da yaşamış olan biz soydaşlar için Mübarek Ramazan ayı baskıların- arttığı, mezalim zinciri halkasına yenilerinin eklendiği dönem olurdu. Ramazan ayı yaklaştı mı Türklerin yaşadığı her meskûn yerde görevli kişiler, yıllardır hiç değişmeyen "Orucun sağlığa zararları" konulu saçma sapan konuşmalar yaparlar, toplantılar düzenlerler, konferanslar verirlerdi. Herkes bu toplantılara katılmak mecburiyetindeydi, özellikle de teravih namazı kıldırabilecek kişiler. Onların listesi yapılır, imza ettirilerek bu görevde bulunmayacakları belgelenirdi. Sonra da "devletin gözü ve kulağı" olarak bilinen kişiler tarafından izlenirlerdi.
Bütün bunlara rağmen Türkler beş on kişilik gruplar halinde toplanarak, evlerinde teravih namazı kılma imkânları bulmağa çalışıyorlardı. Bu, Bulgar kanunlarına göre suç sayılan tehlikeli bir işti, ama Türkler arasındaki dayanışma ve İslâm’a olan bağlılıklarından dolayı gizli yapılan bu ibadetler yetkililerin kulaklarına pek erişmese de idareciler çoğu defa köylere ani baskınlarda bulunuyorlardı.
Hiç unutmam. Böyle bir baskın bizim köye de yapıldı. Teravih namazı kıldıran Mehmet Onbaşı "suçlu" bulunarak mahkeme önüne çıkarıldı ve 2 yıl hüküm giydi. Yaşlı olmasına rağmen Filibe şehri yakınlarındaki taş ocağında en ağır işlerde çalıştırıldı. Başka bir köydeşim Abdullah Mustafaoğlu da evinde bir kaç kişi ile teravih namazı kıldığından dolayı işkenceye maruz kaldı ve işinden oldu.
Aslında, bunlara benzer baskılar Bulgaristan’da her Müslüman Türk’e yapılmaktaydı. İşyerlerinde, okullarda ve diğer toplum yerlerinde oruç bozdurma operasyonları düzenlenirdi. Herkese zorla su içirtilir, yiyecek verilirdi.
Son yıllarda Bulgarlar bütün bunları daha "ustaca" yapmağa başladılar. Mesela, Ramazan ayında sağlığı koruma maskesi altında özel ekipler Türk köylerini dolaşarak ilâç verirler, gereksiz aşılar yaparlardı.
Başka bir örnek. 1989’un Ramazanında Mestanlı bölgesi imamlarını Belediye’de topladılar. Bir görevlinin (yaş) günü var bahanesi ile özel bir sofra kuruldu. Ötesi malûm. Yiyen içen görevini korudu. Bunu yapamayanlar ise daha sonra çeşitli "sebeplerle" görevlerinden alındılar.
Ramazan Bayramı günlerinde ise baskılar daha da yoğunlaşırdı. Bayram günlerinde-Türkler camiye gidemesinler diye-işbaşı, sabahın erken saatlerine alınırdı. İşe gecikenlere daha o gün çıkış verilirdi. Ramazan Bayramının hafta sonu günlerine rastladığı zamanlarda ise cumartesi ve pazar, işgünleri ilân edilirdi. Okul çağındaki Türk çocuklarının bayram yapmalarını önlemek için mecburi bir kaç günlük geziler tertiplenirdi. Bayram misafirliklerinin önlenmesi için milisler Türk köylerini gözetim altına alırlardı. Gidiş gelişlere müsaade edilmezdi.
Bütün bu yapılanlara rağmen biz Bulgaristan Türkleri dinimize ve dilimize bağlı kaldık. Verilmiyen ezanın sesini imanımızın verdiği haz ile duyarak orucumuzu açar, namazımızı kılar, dua ederdik. Dine olan bağlılığımız, içimizdeki millî varlığımızı da yaşattı. Müslümanlığımızı, Türklüğümüzü dilimizle olmasa da kalbimizle haykırdık.