ÇAĞDAŞ YÖNETİM VE YÖNETİCİLİK (I)
Nihat AYTÜRK / Kamu Yönetimi Uzmanı
Demokratik yönetim biçimine göre örgütte insanlar arası uyuşmazlık-lar normal sayılmaktadır. Çünkü insanlar birlikte yaşadıkça ve düşün-dükçe aralarında duygusal ilişkiler bulunması normaldir. Uyuşmazlık ve çekişmeler beşerî duyguların ve insan ilişkilerinin ürünüdür. Böyle durumlarda bir yönetici, ne baskı rejimine ne yatıştırma politikasına, ne tavizciliğe ve ne de kaçak güreşme taktiğine başvurmalıdır. Çelişik düşünce ve görüşleri temsil eden tarafları bir araya getirerek meseleler ve çözüm yolları tartışılmalı, en uygun yolda birlikte karar verilmeli-dir.
GİRİŞ
Yönetim bilimi ilk defa 19. yüzyılın sonlarında Amerika Birleşik Devletlerinde, siyaset bilimi içinde ele alınmıştır. Sonradan Cumhurbaşkanı olan Woodrow Wilson, 1887’de yayımladığı bir makalesinde, yönetim ile siyaset biliminin birbirinden ayrılması gerektiğini ileri sürmüştür. Daha sonraki yıllarda ise kamu yönetimi, etkinlik ve verimlilik açısından, kaynakların rasyonalizasyonu olarak ele alınmış ve ortak bir amacı gerçekleştirmek için bir araya gelmiş insanların davranışları araştırılmaya başlanmış ve yönetimde insan unsuru önem kazanmıştır. Böylece bilimsel yönetim hareketi başlamış ve “Yönetim” de bir bilim dalı sayılmıştır.
Kıta Avrupa’sında, yönetimin teknik yönü II. Dünya Savaşına kadar bilimsel olarak ele alınmamıştır. Özellikle II. Dünya Savaşından sonra kaynakların azalması, devlet görevlerinin artması ve teknolojide büyük gelişmeler sağlanması, rasyonel çalışan bir yönetimin gerekliliğini ortaya koymuştur.
Türkiye’de ise, ilk yönetim hareketi, devlet hizmetlerinde görevlendirileceklerin eğitimini gerçekleştirmek üzere, I. Murat (Hüdavendigâr) devrinde Edirne’de kurulan Enderun mektebiyle başlamıştır. Enderun’da yetişenlerin yararlılıklarını gören Fatih Sultan Mehmet, fethi müteakip Enderun’u daha da genişleterek İstanbul’a getirmiştir. Daha sonraki padişahlar döneminde de gelişerek önemini sürdüren Mekteb-i Enderun, Osmanlı Devlet yönetiminde üst düzeyde sayısız yöneticiler yetiştirmiştir.
Denilebilir ki Enderun, Dünya tarihinde kurulan ilk yönetim okuludur. 19. yüzyılda, Osmanlı sivil bürokrasisinde gelişen modernleşme hareketlerine paralel olarak İstanbul’da 1859 yılında, devlet ve kamu yönetimi düzenini yürütecek çağdaş yönetim potansiyelini oluşturmaya yönelik bir öğretim kurumu olan Mekteb-i Mülkiye kurulmuştur. Günümüze değin gelişerek önemini sürdüren bu okul son olarak, 1950 yılında çıkarılan bir yasa ile kamu yönetimi öğretimi yapmak ve devlet yönetiminde uzman elemanlar (yöneticiler) yetiştirmek üzere Siyasal Bilgiler Fakültesi hâline getirilmiştir. Müteakip yıllarda, Birleşmiş Milletlerin de katkısıyla Türkiye’de kamu yönetiminin geliştirilmesi ve modern yöneticiler yetiştirilmesi amacıyla Ankara’da, 1953 yılında Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü kurulmuştur.
Bugün, Türkiye’de birçok yükseköğretim kuruluşunda, kamu yönetimi ve yönetim bilimi dersleri okutulmakta ve yöneticilik eğitimi yapılmakta-dır. Ancak, Türkiye’de gelişen yönetim hareketi, düşünsel bir akım olmaktan ziyade, yönetici yetiştirme amacına yönelik eğitsel bir nitelik taşımaktadır.
YÖNETİM
Üç kişi teker teker yerinden oynatamayacakları büyük bir taşı, yuvarlamak için işbirliği ettiklerinde yönetimin temel unsurları ortaya çıkar. Örneğin, bir taşı birlikte itebilmek için üçlü haberleşmeyi ve işbirliğini teminen grup içinde, “ho!” komutunu veren kişi, en basit anlamıyla grubu yönetmektedir. Bu basit işte, yönetim sürecinin iki temel özelliği görülmektedir. Birincisi, ORTAK BİR AMAÇ vardır. İkincisi, amacı gerçekleştirebilmek için birden çok kişinin güçlerini birleştirmesi yani İŞBİRLİĞİ vardır. Böylece en geniş anlamıyla yönetim, “ortak amaçları gerçekleştirmek için işbirliği yapan insan kümelerinin faaliyetleri” (l) olarak tanımlanabilir. Diğer bir tanıma göre, “yönetim, grup gayretiyle işlerin başarılma sanatı ve ilmidir.” (2)
Yönetim esas itibariyle karar verme ve icra etme ile ilgilidir ve belirli bir amacın grup gayretiyle gerçekleştirilmesi işidir. Yönetim, bizatihi amaç değildir; belirli amaçların gerçekleştirilmesine hizmet eden teşkilatlanma, planlama, sevk ü idare, kontrol ve koordinasyon faaliyetleridir. Başka bir deyimle “yönetim, amaçlarını gerçekleştir-meleri için örgütlerin işler hâle getirilmesidir.” (3)
Yönetim, bilim olarak yeni olmasına rağmen sanat olarak çok eskidir. Zira yönetim, bir arada yaşayan insanlarla ilgili olduğuna ve insanlar da her zaman bir arada çalıştığına göre, yönetim sanatının çok eski olduğu kendiliğinden anlaşılır. İnsanlar; toprağı işlemek, denizleri aşmak ve düşmanlara karşı korunmak, yollar, anıtlar yapmak için sayısız maksatların tahakkuku uğruna birlikte çalışmışlar ve bu işleri başarmışlardır. Örneğin, yönetim sayesinde bir ordu esire piramitler inşa ettirilmiş ve yine yönetim sayesindedir ki savaşlar kazanılmış ve bugün dev kuruluşlar ve modern fabrikalar işletilmektedir.
Sosyal bir görüş açısından hareketle insanlar, toplumsal birer varlık olarak yaratılışlarından beri toplu yaşamak ve toplu çalışmak zorundadırlar. Çünkü insanlar ortak ihtiyaçlarını ancak ortak çabaları sonucu, faaliyetlerini birleştirerek gerçekleştirebilirler. İşte bu ilkeden hareketle örgütler oluşmuş ve örgütleri yöneten ve faaliyetleri yürüten yönetim sistemleri kurulmuştur. Kuşkusuz, insanlar sadece hoşlandıkları için birlikte çalışmazlar. Daha önemli iki sebepten ötürü birlikte çalışırlar:
a) Birçok işin bir insanın tek başına yapamayacağı nitelikte olması (ülkenin savunması, bir köprü ve yol inşası gibi…),
b) İnsanların rasyonel bir şekilde teşkilatlandırılıp yönetildikleri takdirde, daha verimli ve etkin hizmetler ve neticeler sağlanmasıdır. Bu noktada biraz duralım. Herhangi bir kuruluşta (kamu veya özel), insanlar artık uzmanlaşmaktadır. Bazı kimseler muhasebe, daktilo, mühendis, avukat vb. hizmetler görmektedir. Şu halde insanlar, uzmanlık alanlarına ayrıldıklarına göre, bu uzmanları bir ekip hâline getiren, onların çalışmalarını ve çabalarını koordine eden başka insanlara da ihtiyaç vardır. İşte bunlar yönetim fonksiyonunu ifade eden yöneticilerdir.
Bundan başka, sosyal bir birim olan aileye bakalım. Hiç kuşkusuz aile üyeleri arasında bir iş bölümü, haberleşme, otorite ve hiyerarşi gibi birtakım ilişkiler vardır. Örneğin baba, (her ne kadar atanmış veya seçilmiş olmasa da) ailenin başıdır yani yöneticisidir. Baba, yöneticilik fonksiyonu ile aile için gerekli kararları alır. Ailenin çalışma plan ve programını yapar ve uygulamaya koyar. Aile bütçesini hazırlar, muhasebesini yapar ve kontrolünü sağlar.
Ayrıca, her aile ünitesi örgütsel bir yapıdır, örneğin baba esas birim; ana kurmay birim; çocuklar da destek birimdir. Böylece, bir örgütün işleyiş biçimini ve yönetim sistemini, en basit ve sade şekliyle toplumsal bir ünite olan aile içinde de görebiliriz.
YÖNETİM TEORİLERİ
Geçmiş yıllardaki inanışlara göre yönetim; öğretilmesine ve öğrenilmesine imkân bulunmayan, dolayısıyla daha çok sanat yönü ağır basan bir konu idi. Çağımızda bu inancın günden güne kaybolduğuna, bilimsel yönetim anlayışının önem kazandığına şahit olunmaktadır. Artık yönetim bugün, bir bilim olma yolundadır.
Bilimsel yönetim hareketi, iş görenin hizmet ve üretim faaliyetleri-nin düzenlenmesine ilişkin ölçülere önemli bir kesinlik kazandırmıştır.
Bilimsel yönetim alanındaki çalışmalar, daha çok örgütlerde insan davra-nışının dar anlamda psikolojik görünümleriyle birlikte, mekanikleşme ve otomatikleşme meseleleriyle ilgilidir.(4)
Örgütler çağdaş insanın hayatında çok önemli bir yer tuttuğundan ve insanlar hemen hemen bütün ortak ihtiyaçlarını çeşitli kuruluşlar yoluyla karşıladıklarından, çeşitli yazarlar bu konuyla ilgilenmiş, dolayısıyla çeşitli modeller, teoriler ve ilkeler ortaya koymuşlardır.
Bu çalışmalar sonucu, örgüt (yönetim) teorileri birçok önemli aşamalardan geçerek bugünkü gelişmişlik düzeyine ulaşmıştır. Taylarla başlayan “bilimsel yönetim” akımı, en etkin yönetim biçimini sağlamak için aşamalı ekollerden geçmiştir. Klasik örgüt teorisiyle başlayan bilimsel yönetim, geleneksel okulda “ekonomik insan” modelini geliştirmiş ve buna paralel bir yönetim sistemini önermiştir. Onu izleyen “davranışçı okul”, toplumsal insan modeline uyumlu bir yönetim biçimi tespit ederken, “sistem okulu” da örgütü, “toplumsal sistem” olarak ele almış ve bu çerçeve içinde modern yönetim teorisini geliştirmiştir.(5)
Şimdi, çeşitli düşünürlerce geliştirilen yönetim teorilerini daha ayrıntılı yönleriyle ayrı ayrı inceleyelim:
1- KLASİK YÖNETİM TEORİSİ (Geleneksel Okul)
Klasik yönetim anlayışının öncüsü, I. Dünya Savaşından önce yazdığı, “Bilimsel yönetimin temel ilkeleri” adlı kitabıyla F. Taylor’dur. H. Fayol, Gulick, vd. klasik görüşü geliştirmişlerdir.
Klasik okul, görevler ve görevliler arasında işbölümü ve uzmanlaşma, hat ve kurmay yapı üzerine teşkilatlanma esasına dayanır.
Biçimsel (resmî) örgütlenmeden hareket eden klasik görüş, işin bilimsel düzenlemesine önem vermiş; işçinin, çalışmasının her anında kontrol altında tutulmasını ve işçinin, yönetici tarafından zorlanmasını istemiştir. Onun için bir yöneticinin etkin biçimde denetleyebileceği astlarının sayısının sınırlı olduğunu ileri sürerek dar bir denetim alanı önermiştir. (Bu sayı 3-15 arasında değişmektedir.)
Klasik okul (geleneksel okul), örgütün mekanik bir araç gibi kurulup işletilebileceğini kabul eder. Bu nedenledir ki klasikler, örgütlerde çalışan insanları birer makina gibi edilgin (pasif) birer araç olarak görmektedir.(6)
Çalışma şartlarının, makinaların ve insanların en az masrafla en yüksek verimi sağlayacak şekilde düzenlenmeleri gerektiğini savunan klasikler, işçinin işini en iyi ve en süratli biçimde yapabilmesi için ödüllendirilmesini (fazla para verilmesini) istemişlerdir. Çünkü bu akımın başladığı yıllar, 1917 Rus devrimine rastlar. Onun için klasikler, işçinin fazla parayla çalıştırılmasını ve kârdan pay almasını, komünist tehlikeye karşı bir savunma ideolojisi olarak görmüşlerdir.
İnsan unsurunun psiko-sosyal yapısını hiç göz önüne almadan, insanların sadece maddi çıkarları yoluyla teşvik edilerek çalıştırılabileceğini savunan klasikler, bu görüşleriyle otoriter eğilimlidirler.
Klasik yönetim teorisi, örgütün sadece biçimsel yani resmî anatomisi üzerinde durarak, örgüt içi çatışma ve karar verme işlemlerini, tabiî örgütleşmeleri ve insan davranışlarını ihmal ettiğinden ve insanları; doğuştan tembel yaratıklar olarak kabul ettiğinden değeri sınırlıdır.(7)
2- NEOKLASİK YÖNETİM TEORİSİ (İnsan İlişkileri Okulu)
Neoklasik yönetim anlayışının öncüleri, II. Dünya Savaşından önce Mayo ve Bakke olmuştur. Savaştan sonra Moore ve Dubin gibi düşünürlerce geliştirilen bu görüş, resmî olmayan teşkilatlanmadan yani tabiî örgüt kavramından hareket eder.(8)
Neoklasik yaklaşım ilk kez, 1927’de ABD’de Hawthorne fabrikasında işçiler üzerinde yapılan deneyler sırasında, işçilere gösterilen yakın ilgiden ve insancıl ilişkilerden dolayı üretimin artması sonucu ortaya çıkmış ve sonrasında, yönetimde insan unsuru önem kazanmaya başlamıştır.
Bu nedenle neoklasik yönetim anlayışına beşeri ilişkiler okulu, insan davranışları okulu ya da kısaca “davranışçı okul” denmektedir. Bu okul, örgütte insan unsurunun ve insan ilişkilerinin önemsenmeyişine bir tepki olarak doğmuş; normal insanın tembel olmadığı ve insanları zorlamak yerine teşvik ve tatmin yollarına başvurmanın daha verimli sonuçlar doğuracağı görüşünü savunmuş ve insanın değişmez bir malzeme ya da mekanik bir varlık olarak kabul edilmesini de fazla otoriter ve antidemokratik bulmuştur. Neoklasik okulun yönetim bilimine yaptığı ana katkılardan biri, örgüt teorisine bütünleyici bir biçimde davranış bilimlerinin sokulmasıdır.(9) Bu amaçla örgütlerde yapılan araştırmalarda daha çok insan davranışlarının nedenleri üzerinde durulmuş; yönetimde otoriter yöntemler yerine, demokratik katılmalı yöntemlerin uygulanması savunulmuştur.
Davranışçı (neoklasik) okulun ortaya koyduğu ve en çok üzerinde durduğu önemli bir konu da resmî örgütler içindeki gayrı resmî (tabiî) örgütlerdir. Tabiî (doğal) örgüt, bir iş çevresi içinde, birlikte çalışan insanların gayrı resmî (biçimsel olmayan) olarak gruplaşması demektir. Tabiî örgütler, insanların birbirleriyle işbirliği içinde bulunmak ve birlikte yaşamak ihtiyacından doğar. Çünkü örgütlerde çalışan insanların kendilerine özgü inançları, değerleri ve güdüleri vardır. Bu nedenle çalışan insanlar resmî örgütün öngördüğü ilişkilerin ve davranış biçimlerinin dışına çıkarak örgütün otorite, hiyerarşi ve haberleşme yapılarına uymayan bir tabiî örgüt yapısı oluştururlar.(10)
(Aynı okuldan mezun olma, aynı memleketten olma, aynı derneğe veya partiye mensup olma, aynı dine veya tarikata bağlı olma, aynı inancı, aynı amacı ve aynı menfaati paylaşma vb. faktörler, resmî örgütler içindeki tabiî örgütleşmelerin nedenleri ve ögeleridir.)
Tabiî örgütler, yönetim üstünde bir tür baskı ve kontrol unsuru olarak görülür. Onun için bu tür gayri resmî örgütler, genellikle değişmelere ve gelişmelere karşı tepki ve direnç gösterirler. Ayrıca, bu tür tabiî örgütlerin (gayrı resmî insan gruplarının), kendi aralarında dedikodu ve fısıltı yoluyla haberleşme yöntemleri, kendilerine özgü itibar sistemleri ve kendi içlerinden liderleri vardır.
Sonuç olarak, davranışçı okulun amacı, örgütte çalışan insanların bazı sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarını gidermek, onları daha verimli çalışmaya yöneltmektir. Bu nedenle neoklasik (davranışçı) okul, yönetimde, insan ve insan ilişkilerine fazla önem vermektedir.
3- MODERN YÖNETİM TEORİSİ (Sistem Okulu)
Modern yönetim teorisinin öncüleri C. Bernard, March ve Simon gibi düşünürlerdir. Modern yönetim (örgüt) teorisinin en belirgin özelliği birleştirici olmasıdır. Fakat bu hiç bir anlamda, birleştirilmiş düşünceler bütünü demek değildir. En açık birleştirici yönü örgüte, bütünü içinde bakma çabasıdır.
Modern örgüt teorisinin, yönetim bilimine sağladığı en büyük yarar, bu teorinin örgütleri bir “bütün” olarak ele alıp incelemesidir. Klasik örgüt teorileri, örgütleri verimlilik ve etkinlik açısından ele almış ve bunları gerçekleştirmek için örgütün ve işin nasıl düzenlenmesi gerektiği üzerinde durmuştur. Buna tepki olarak doğan neoklasik okulun ana sorunu ise örgüt içinde çalışan kişilerin mutluluğunu sağlamak olmuştur. Bu görüşler genellikle örgütte ortaya çıkan meselelere tek açıdan bakmakta ve tek bir nedene bağlamakta; meseleleri birbirine ve çevrelerine bağlı birbirleriyle ve çevreleriyle etkileşen ögelerden meydana gelmiş bir ilişkiler bütünü yani bir “sistem” olarak görememektedir. İşte sistem anlayışı (modern yaklaşım), örgütü bir bütün olarak görmekte ve meseleleri sistem açısından çözümlemektedir.
Sistem yönelimli modern yaklaşımın üzerinde önemle durduğu nokta, bir bütün olarak sistemle parçaları arasındaki ilişkilerin ve sistem içindeki değişikliklerin birbirine bağımlılığıdır. Sistem okulu ilk olarak tüm örgüte bir “sistem” açısından yaklaşımı ve örgüt üyelerinin tatmin edilmesiyle yönetime sürekli olarak katılmasının gerekliliğini ön görmüştür. Bu nedenle sistem eğilimli düşünürler, örgütün bütünü ile ilgilidirler. Onun için meselelerin çözümlenmesinde, sistemin parçaları arasındaki ilişkiler ve karşılıklı bağımlılıklar ve söz konusu parçaları birbirine bağlayan ve karşılıklı uyumlarını sağlayan ve amaca yönelmiş hareketlere katkısı olan veya engelleyen bütün süreçler göz önüne alınmaktadır.(11)
Çünkü çağdaş anlayışa göre, örgütler bir bütün olarak ele alınmakta ve örgütler iç ve dış çevreyle ilişkili birer fizik, biyolojik ve sosyal sistemler olarak kabul edilmektedir.
Örgütü rasyonel bir sistem olarak düşünenler onu, belli amaçlara göre iş bölümünün yapıldığı, hiyerarşinin kurulduğu, koordinasyonun sağlandığı, çalışanların davranışlarının örgütün amacına uygun olarak önceden tespit edildiği bir sistem olarak görürler. Öte yandan, toplumsal bir sistem olarak örgüt boşlukta değil, toplumsal bir çevrede faaliyet göstermektedir. Onun için örgüt, kendi içinde ve dışında birtakım sürtüşmeleri ve çatışmaları olan, değişen ve gelişen sosyal ve fiziksel şartlara kendini uyarlayabilen, canlı ve dinamik toplumsal bir sistemdir.
Sistem ise yönetim biliminde, birbirleriyle karşılıklı iç ve dış bağımlılıkları olan ögelerden meydana gelmiş bir “BÜTÜN” olarak tanımlanmaktadır. Bu “bütün” içinde her ögenin davranışı, ötekilerin durum ve davranışına bağlıdır. Özellikle toplumsal (sosyal) sistemler, birbirleriyle etkileşen, kişilerarası ilişkilerden meydana gelmiş sistemlerdir. (12)
Sözgelimi, örgütü bir sistem olarak ele aldığımızda, onun hem yasama hem yürütme organlarıyla ilişkilerini, halkla ve baskı gruplarıyla ilişkilerini ve kendi içindeki ilişkilerini ve etkileşimlerini inceleye-biliriz. Ayrıca her örgütün her birimini de birer sistem olarak görebiliriz. Çünkü her birim aynı zamanda diğer birimlerle de ilgili ve ilişkilidir.
Sonuç olarak sistem, alt ve üst sistemlerden ve sistem parçalarından oluşan karmaşık bir bütündür.
4- YENİ YÖNETİM BİLİM OKULU
Yönetim biliminde gelişen ve tüm düşünürlerce kabul edilen ve yukarı-da incelenen üç ana ekolün dışında, bazen yönetim teorisi okulları arasında sayılan bir dördüncü grup da “yeni yönetim bilimi okulu” dur. Tedrisini R. Schaiffer’in geliştirdiği bu okul üyeleri, genellikle karar verme süreciyle uğraşmaktadır. İlgilerine konu olan kararlar ise matematik tekniklerin ve elektronik makinaların uygulanabileceği cinsten kararlardır. Amaç, karar vermenin rasyonelliğini geliştirmektir.(13)
5- AMPİRİK (Deneyci) Okul
Bazı düşünürlerce yönetim teorileri arasında kabul edilen beşinci ekol ise deneye dayalı okul ya da deneyci okul adıyla bilinmektedir. Bu ekolün kurucusu da Prof. Koontz’dur.
Ampirikler, yönetim bilimini tecrübelere (deneylere) dayanan bir çalışma ve bunlardan genellemeler çıkartma gayretleri olarak tanımlayan ve çoğu zaman tecrübeleri, sistemli bir şekilde taleplere ve uygulama-cılara ileten bir süreç olarak tarif etmektedirler.(14)
YÖNETİM BİÇİMLERİ (15)
Batı ülkelerinde, 19. yüzyılın ikinci yarısından beri yönetimin geliştirilmesi ve belli ilkelere bağlanması yolunda, teorik ve pratik alanda bilimsel çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmaların ışığında, yönetimin ve yöneticinin davranış şekillerini yansıtan belli başlı yönetim biçimlerini beş ayrı model hâlinde görmek ve incelemek mümkündür.
1- OTORİTER YÖNETİM BİÇİMİ
Bu yönetim biçiminde, yöneticinin asıl ilgisi fazla üretim ve verim üzerinde toplanır. İnsan unsuruna, sadece üretime/hizmete yaptığı katkı oranında değer verilir. Bu yönetimde istenen şey, iş görenin para karşılığında azami ölçüde üretimde/hizmette bulunmasıdır. Otoriter yönetim anlayışına göre insan, kendi başına bırakıldığında tembel, uyuşuk, rahatına düşkün bir yaratıktır. İnsanın yaratılışından gelen bu olumsuz tutumu giderebilmek için onu, sert ve otoriter bir şekilde yönetmek gereklidir. Çünkü insan sadece bir üretim/hizmet aracıdır.
Otoriter yönetim biçiminde yönetici, katı disiplin ilkeleriyle otorite-itaat ilişkisine dayanarak fazla üretimi/hizmeti sağlamada başarılı olsa da insan unsuruna değer vermediği, örgütte sürekli çalışma hoşnutluğunu kaybettiği ve antidemokratik kabul edildiği için eleştirilmektedir.
2- İNSANCIL YÖNETİM BİÇİMİ
İnsan unsuruna ağırlık veren bu yönetim biçiminde, insanlara karşı gösterilen ilgi azami derecededir. Asıl önemli olan kişiler arası ilişkilerdir. Örgüt içindeki beşerî ve insancıl nitelikteki ilişkilerin olumlu ve yapıcı yönlerde geliştirilmesi asıl ve temel hedeftir. Bu niteliği ile böyle bir yönetim biçimi üretimi/hizmeti, insan unsuruna feda etmektedir.
İnsancıl yönetim, örgüt içinde hiçbir zaman uyuşmazlık ve çelişme hallerine meydan verilmemesi gerektiği görüşündedir. Yönetici, örgüt içinde ve kişiler arasında tam bir ahenk sağlayacak tedbirleri almak zorunda olduğu gibi, örgüt üyelerince beğenilmeyecek ve uygulanmayacak kararları almaktan da kaçınmak zorundadır.
3- ORTA YOL YÖNETİM BİÇİMİ
Orta yol politikası güden yönetim biçiminde yönetici, iş görenlerin sadece yeter oranda hizmette/üretimde bulunmalarını sağlamakta ve onları mutsuz kılacak her türlü karar ve davranışlardan da kaçınmaktadır. Bu yönetimde amaç, hizmet ve insan faktörünün eşit sayılmasıdır. Bu sistemde yönetici adeta; ”çalışın ama kendinizi yormayın” demektedir.
Orta yolcu yönetim stilinde personelin gelişimine ve yetiştirilmesine önem verildiği gibi, üretim ve hizmet hedeflerine ulaşılmasına da çalışıldığı dikkati çekmektedir.
Orta yolda, örgüt içi uyuşmazlıklar normal sayılmakta, yönetici orta yolu bulmak için “hakem” rolü oynamakta ve “taviz” politikası uygulamaktadır.
Bu yönetim biçiminde ideal kararların alınması ve uygulanması şart değildir. Asıl olan, ihtiyaç duyulan ve başarılması mümkün olan kararların alınması ve uygulanmasıdır.
4- YUMUŞAK YÖNETİM BİÇİMİ
“Bırakınız yapsınlar” anlayışına dayanan yumuşak yönetim tarzı, ne örgütün iş, üretim ve hizmet alanlarında izlediği hedeflere ne de örgüt içi insancıl ilişkilerin iyileştirilmesine ve korunmasına aşırı bir önem ve değer vermektedir. Örgüt içi mesleklerden, kişisel ve duygusal davranışlara karışmaktan uzak durmak, bu yönetim biçiminin benimsediği ana politikadır. İş gören (çalışan), işini kendi bildiği gibi görür; yönetici ona müdahalede bulunmaz.
Yumuşak yönetim anlayışında (ki buna ‘liberal yönetim’ de denir), insanın, kendi gelişim yollarını kendisinin bulabileceği düşüncesinin egemen olduğu görülmektedir. Yönetici, örgüt içi uyuşmazlıklarda dahi tarafsız ve uzak kalabilmekte, başkaları tarafından alınmış kararlara dahi boyun eğebilmektedir.
5- DEMOKRATİK YÖNETİM BİÇİMİ
Bu tarz yönetimde, iş görenlerin örgütün hizmet ve üretim hedefleri-ne, birbirleriyle işbirliği, dayanışma içinde olumlu ve yapıcı yönde katkıda bulundukları görülür. Demokratik yönetim biçimini niteleyen karakter ekip çalışması ve ekip ruhudur. Kişisel gayret ve çabalar arasında beraberlik, kişiler arası ilişkilerde egemen olan iyimserlik ile perçinleşen bir ekip hâlinde, bir bütün ve tek vücut olarak çalışmak, topluluk içerisindeki ekip ruhunun belirtisidir.
Ekip çalışmasını şiar edinen bu yönetim biçiminde, gerek kişiler, gerekse kişi ile örgüt arasında, hedef ve gayelere ulaşabilmek bakımından bir kader ve menfaat birliği gözlemlenmektedir. Kişinin başarısı ve mutluluğu, örgütün de başarısı olmaktadır.
Demokratik yönetim biçimine göre örgütte insanlar arası uyuşmazlıklar normal sayılmaktadır. Çünkü insanlar birlikte yaşadıkça ve düşündükçe aralarında duygusal ilişkiler bulunmaması normaldir. Uyuşmazlık ve çekişmeler beşerî duyguların ve insan ilişkilerinin ürünüdür. Böyle durumlarda bir yönetici; ne baskı rejimine ne yatıştırma politikasına ne tavizciliğe ve ne de kaçak güreşme taktiğine başvurmalıdır. Çelişik düşünce ve görüşleri temsil eden tarafları bir araya getirerek sorunlar ve çözüm yolları tartışılmalı, en uygun yolda birlikte karar kılınmalı-dır.
Demokratik yönetim biçiminde (ki buna, katılmalı yönetim veya ekip yönetimi de denir) yönetici; grup ve örgüt içinde anlaşmayı ve uzlaşmayı sağlayıcı nitelikte, olumlu yönde kararların alınmasına büyük önem atfeder. Farklı ve karşıt görüşleri alır ve inandırıcı bulduğu ölçüde uygular.
Demokratik ve katılmalı yönetim biçimi, bir taraftan insanı sadece üretim aracı sayan otoriter yönetimden; diğer taraftan insana aşırı derece toleranslı davranarak örgüt hedeflerini ön planda tutmayan insancıl yönetim biçiminden ayrılmaktadır. Ayrıca bu yönetim, verimli olmayan orta yol politikası ve liberal anlayışın da karşısındadır.
YÖNETİM BİÇİMLERİ: YORUM VE SONUÇ
Çalışanların gözüyle bakıldığında, otoriter yönetimde görülen işler son derece mekanik bir anlam taşımaktadır. Her şeyde otorite-itaat ilişkisi ön planda tutulduğundan, çalışanların yönetime güvenlerinin oldukça azaldığı gözlenmektedir. Kişilerin her türlü ihtiyaçları ve çalışma ortamının şartları bizzat yönetenler tarafından tayin ve tespit olunmaktadır. Kişilerin tek sorumluluğu yönetime hizmet etmek ve yönetime boyun eğmektir. Fakat bu tutumun sonucu, çalışan personelde yönetime karşı bir direniş ve tepkinin doğduğu görülmektedir. Çünkü çalışanlar, yönetimin kendilerini sömürdüğünü düşünerek üretimi veya hizmeti sabote ederek verimliliği olumsuz yönde etkilemektedir.
1920’lerin getirdiği insancıl yönetim anlayışı, insanların zorlanarak çalıştırılmasının birtakım tepkilere ve direnişlere yol açmasını doğal karşılamaktadır.
İnsancıl yönetime göre, az tenkit ve çok takdir insanları cesaretlendirmenin ve mutlu kılmanın yollarıdır. Kişisel hatalar ayıplanmamalı, kimsenin kabahati yüzüne vurulmamalıdır. Bu tarz yönetimin, aşırı nezaket ve iyilik içinde insan ilişkilerini olumlu yönde düzenlenmesine karşın, üretim ve performans durumunda düşüklük gözlemlenmesi de sakıncalı yönleri olarak zikredilebilir.
Orta yolcu yönetim ise emretmekten ziyade inandırmaya taraftar görünmektedir. Yönetici enerjisini; bir yandan örgütün, diğer yandan da bilfiil çalışan insan potansiyelinin çıkar ve ihtiyaçlarının karşılanması yolunda kullanmaktadır. Tavizci politika izleyen orta yol yöneticisinin güçsüzlüğü, yönetim biçiminin zayıflığı sayılmaktadır. Ama her şeye rağmen orta yolcu yönetimin günümüzde çok rastlanan ve daha uzun süre rastlanması mümkün olan bir yönetim biçimi olduğu söylenebi-lir.
Liberal yani yumuşak yönetimin egemen olduğu örgütlerde, kişilerin asıl işlerinden daha başka ve oyalayıcı türden meşgaleler buldukları görülür. İnsanın hata yapa yapa yapmamayı öğreneceği inancı, bu yönetim anlayışının niteliğidir. Ama bu yönetimde gerek kişi, gerek kuruluş açısından başarısızlık mukadderdir.
Demokratik yönetimde ise azami katılma ve hedeflere katkıda bulunma esasının öngörülüşü ve çalışanların gördükleri işlerden sorumlu oldukları; ekip çalışmasının orta yolcu politikada görüldüğü gibi sadece insanlara moral yüksekliğini sağlama amacına yönelik bulunmayışı; verim ve performans düşüklükleri karşısında insancıl yönetimde rastlandığı gibi “sığınılacak bir yer” bulunmayışı ve nihayet asıl amaç açısından kişiler arasında yaratılan iyi ilişkiler ortamı içerisinde, verimin en yüksek düzeye çıkarılmaya ve daima o düzeyde tutulmaya çalışılması, demokratik yönetim biçiminin üstünlüklerini belgeleyebilecek örnekler olarak zikrolunabilir.
Demokratik katılmalı yönetim biçiminde kişinin yaratıcılık ve öncelik gücüne, geniş ölçüde ve ön planda yer ve değer verildiğine de tanık olunmaktadır. Karar verme ve politika tespitinde bir çözüm yoluna varabilmek için çeşitli alternatiflerin denenişine elverişli oluşu da ekip yönetiminin bir başka üstünlüğüdür. Hatalardan ders çıkarılması ve bir daha tekrarlanmaması da bu yönetim biçiminin özelliğidir.
Sonuç olarak, demokratik yönetim biçiminin eşitliğe, işbirliğine ve kişiler arası dayanışmaya ve kararlara katılmaya dayanan bir yönetim tarzı olarak, uzun vadede azami verimi ve çalışanların tatminini sağlaması bakımından en uygun ve ideal yönetim biçimi olduğu söylenebilir.
YÖNETİM FONKSİYONLARI (16)
Fransız yöneticisi H. Fayol, ilk kez 1918 yılında, yönetimin temel fonksiyonlarını planlama, teşkilatlanma, sevk ve idare, koordinasyon ve kontrol süreçleri olarak birbirinden kesin surette ayrılan beş unsur hâlinde tahlil etmiştir. 1937’de, ünlü Amerikalı bilgin ve yönetici Luther Gulick, Fayol’ un yönetim tahlilini genişleterek bir yöneticinin yaptığı veya yapması gerektiği görevleri yedi ayrı fonksiyon hâlinde belirlemiştir. (Planlama, teşkilatlanma, sevk ve idare, koordinasyon, bütçe hazırlama, personel yönetimi ve haberleşme.) Daha sonra 1953’de, Marshall E. Dimock adında diğer Amerikalı bir bilgin ve yönetici de geliştirdiği yönetim fonksiyonlarını dokuza çıkararak liderlik (komuta), halkla ilişkiler, malî işler ve yetki devri unsurlarını da eklemiştir.
Bu fonksiyonların mahiyetlerini kısaca açıklamak yararlı olacaktır:
1- PLANLAMA: Kuruluşun gayesini gerçekleştirmek maksadıyla, yapılacak işlerin mahiyetini tayin etmek ve uygulanacak metotları tespit etmektir. Diğer bir deyimle amaçların, politikaların, çalışmaların ve usullerin zamanlanarak planlaştırılması; kısaca ne yapılacağının önceden kararlaştırılmasıdır.
2- TEŞKİLATLANMA (örgütlenme): Tespit edilen gayeye ulaşmak için görevleri, ilişkileri ve usulleri iş birimleri hâlinde ve iş bölümü yaparak kuruluşun maddi ve beşerî yapısını, resmî bir yetki ve sorumluluk kalıbı içinde düzenlemektir. Yani planları uygulamak için gerekli faaliyetleri idare birimleri hâlinde gruplandırmaktır.
3- KOORDİNASYON: Örgütün ortak gayret ve faaliyetlerini; karşılıklı ilişki ve işbirliği sağlamak suretiyle birleştirmek, denkleştirmek ve ahenkleştirmektir. Böylece yapılan işin çeşitli kısımları arasında irtibat kurma görevini yerine getirerek tekrarlamaları, anlaşmazlıkları ve aksaklıkları önlemektir.
4- SEVK VE İDARE (komuta): Devamlı surette kararlar almak, güdülen politikaya ait genel kural ve ilkeler koymak; kuruluşun bir lideri olarak maliyetini (iş görenleri) karşılıklı hoşnutluk içinde etkin ve belli biçimde çalıştırarak şevklendirmek, iş havale etmek, sorumlulukları bölmek, emir ve talimatlar vermek; yani yönetmektir.
5- KONTROL: Planlanan, programlanan ve devredilen görev ve yetkilerin bir zaman planına göre yürütülmesini, verilen işlerin etkin, verimli ve programına uygun biçimde görülmesini gözetlemek, denetlemek; çalışma sonuçlarının kabul edilen ilke ve kurallara, yapılan planlara, verilen emir ve direktiflere uygun olmasını sağlamaktır.
6- PERSONEL YÖNETİMİ: Uygun iş ortamının temin edilmesi, yararlı elemanların istihdam edilmesi, personelin hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimlerinin gerçekleştirilmesi; iş ve hizmet veriminin değerlendi-rilmesi; iş ve personel performansının yükseltilmesi konularını kapsar.
7- HALKLA İLİŞKİLER: Halkla karşılıklı ve olumlu bir etkileşim kalıbı içinde olmak; halkta olumlu bir tavır oluşturmak; halkın tepkilerini ölçmek ve değerlendirmek; halkı olumlu yönde etkilemektir.
8- BÜTÇE HAZIRLAMA VE MALÎ İŞLER: Bütçe planlaması; ödenekler, muhasebe, maliyet hesapları; hesap kontrolü ve murakabe faaliyetlerini içine alır.
9- HABERLEŞME: Yazılı ve sözlü olarak yatay ve dikey haberleşmeyi kurmak ve sağlamaktır.
10- YETKİ DEVRİ: En üst kademe yöneticisine yüklenen iş hacminin hafifletilmesi için yetki genişliği esasına gitmek; teşebbüs kabiliyetinin gelişmesi için alt kademeye fırsat vermek; yetki ve sorumluluklar arasında dengeli bir ilişki kurmaktır.
YÖNETİM KURALLARI (17)
Yönetici açısından yönetimin ilkeleri (yönetim kuralları) şöyle sıralanabilir:
a) Kuruluşun amacı, politikası ve hedefi açık, kesin ve yazılı olarak belirlenmeli ve ilgililere iletilmelidir.
b) Yönetim şahsî ve keyfî olmamalıdır. Hiçbir zaman yönetim (örgüt), yöneticinin çiftliği değildir.
c) Yönetimde komuta birliği esastır. Onun için yetki ve sorumluluk (emir-komuta) hattı kesinlikle belirtilmelidir.
d) Bir memur yalnızca bir âmire karşı sorumlu olmalı ve birden fazla âmirden emir almamalıdır. Ayrıca herhangi bir memura âmiri atlanarak emir verilmemelidir. Bunu yapmaktansa, ilgili şahsın âmirine durum iletilmelidir.
e) Kontrol alanı belirli ve sınırlı olmalıdır. Çünkü bir kişinin etkin biçimde denetleyebileceği kişi sayısı sınırlıdır. (Bu sayı, 3-15 arasında değişir.)
f) Bir kuruluşta dikey kademeler ve yatay birimler çok fazla olmamalıdır. Örgüt yapısı basit olmalıdır. Aksi halde yönetimde emir-komuta, haberleşme, kontrol ve koordinasyon güçlükleri doğar.
g) Yetki ve sorumluluk eşit olmalıdır. Sorumluluğun karşılanması ve görevlerin yerine getirilebilmesi, görev ile birlikte yeter derecede yetki verilmesi ile mümkündür.
h) Her icra elemanının yetki ve sorumluluğu açık ve kesin olmalıdır.
ı) Herhangi bir mevkiin yetki ve sorumluluklarında gelişigüzel değişiklik yapılmamalıdır.
i) İşlere göre kaynak verilmelidir, işler ancak beşerî, malî ve maddi kaynaklar kullanılarak yapılabilir. Aynı zamanda bu kaynaklar yerinde, zamanında, istenilen nitelikte ve miktarda verilmelidir.
k) Hiçbir icra elemanı veya memurun, bir diğerinin aynı zamanda hem yardımcısı hem tenkitçisi olması istenmemelidir.
l) Memuru tenkit, mümkün olan herhalde özel bir şekilde yapılmalı ve herhangi bir memuru, astları veya akranları arasında tenkit etmekten kesinlikle kaçınmalıdır.
m) Yükselmeler, ücret değişiklikleri ve cezalar muhakkak ilgili şahsın âmirinin onayından geçmelidir.
n) Her elemana, göreviyle ilgili yardımcı araç ve gereçler sağlanma-lıdır.
o) Yönetim, değişen ve gelişen şartlara uymalı; gerektiğinde yeni örgütlemeler ve yeniden düzenlemeler yapılmalıdır.
YÖNETİM KAYNAKLARI
Yönetici, yönetim görevini yaparken çeşitli kaynaklar kullanır. Bunlar:
1- BEŞERÎ KAYNAKLAR: Hizmet için gereken nitelik ve nicelikte personel (insan ve insan gücü).
2- MALÎ KAYNAKLAR: Hizmetin yerine getirilebilmesi için gerekli olan yeter miktarda para.
3- MADDÎ KAYNAKLAR: Hizmetin görülmesi için gerekli olan bina, araç, gereç ve kırtasiye.
4- HUKUKÎ KAYNAKLAR: Hizmetin gerçekleştirilmesi için yetki veren yasa, tüzük, yönetmelik, genelge, vb. mevzuattır.
Bazı yazarlar tarafından, “zaman” unsuru da yönetimin bir tür kaynağı olarak kabul edilmektedir.(18)
YÖNETİM YAPISI (19)
Yönetim örgütsel bir yapıdır. Amaçları gerçekleştirmek, plan ve programları hedeflerine ulaştırmak, gerekli faaliyetleri ve işleri yapmak için örgütsel bir yapıya ihtiyaç vardır.
Bu yapı, her örgütte, gördükleri hizmetler bakımından üç değişik nitelikteki birimlerden oluşur. Bunlar: Esas birimler, kurmay birimleri ve destek birimlerdir.
1- ESAS BİRİMLER: İdare edilenlere doğrudan hizmet sağlamak suretiyle örgütün kuruluş gayesini gerçekleştiren idarî birimlerdir. Esas birimler faaliyeti, idarenin dışında, halka (kamuya) yöneliktir.
2- KURMAY BİRİMLER: Kumanda (sevk ve idare) hizmetleri gören ve yöne-
time danışma hizmeti götüren bu tip birimler, günlük idari işlerle uğraşmazlar. Bunların görevleri üst yöneticinin otoritesi altında ve onunla işbirliği hâlinde, onun adına, gerekli kararların alınması, planların yapılması ile ilgili faaliyetleri yerine getirmektir. Ayrıca, teşkilatın hizmet politikasına temel olacak inceleme ve araştırmalar yapmak, program projeleri ve faaliyet planları hazırlamak, kararların, plan ve programların uygulanmasına nezaret etmek, esas birimlerin faaliyetlerini koordine etmek, teşkilatın (örgütün) kuruluş yapısını yeniden düzenlemek ve çalışma yöntemlerini getirmek, bu birimlerin görevleridir. Kurmay birimlerine “danışma birimleri” de denir. (Hukuk müşavirliği, planlama ve organizasyon müşavirliği, teftiş kurulu başkanlığı gibi.)
3- DESTEK BİRİMLER: Bu birimlerin bizatihi amaçları yoktur. Bunlar kamuya doğrudan hizmet götürmezler ve kamuyla temas hâlinde değillerdir. Destek birimler, esas ve kurmay birimlerin fonksiyonlarını yerine getirebilmeleri için onlara beşerî, malî ve maddî kaynaklar sağlayan yardımcı birimlerdir. Bu birimlerin görevleri genellikle örgüte personel almak, mal ve hizmet sağlamak, maliye ve muhasebe faaliyetlerini yapmaktır. Bu açıdan denebilir ki, destek birimleri yani yardımcı birimler, idareyi idare eden birimlerdir. (Personel müdürlüğü, eğitim müdürlüğü, muhasebe müdürlüğü, donatım müdürlüğü, daire tabipliği gibi.)
YÖNETİCİLİK
Yöneticilik, bir örgütün başı veya en kıdemli üyelerine özgü bir imtiyaz veya olağanüstü bir yetki ve sorumluluk değildir. Aksine yöneticilik, yukarıdan aşağıya (Müsteşardan Şef’e kadar) yayılmaktadır. Kuşkusuz, bir dernek başkanı, bir fabrika müdürü, bir aile reisi ve bir köy muhtarı da yöneticidir. Ama bizim burada tartıştığımız yöneticilik daha çok örgütsel yöneticiliktir.
Bir örgütün üst kademelerinde bulunan yöneticiler hiç kuşku yoktur ki, tüm yönetim fonksiyonlarından sorumludurlar. Fakat en üst kademe yöneticileri hiçbir örgütte, örgütün tüm görevlerini ve yönetim süreçlerini münhasıran ve tek başlarına ifa etmezler ve edemezler. Belli bir yetki ve sorumluluk dairesinde, orta ve üst kademe yöneticilere de gerek vardır.
Klasik anlayışa göre, yöneticilik doğuştan gelen bir sanattır. Yöneticiliğin mektebi, kitabı yoktur. Çağdaş anlayışa göre ise yöneticiler, yöneticilik maharet ve yetenekleriyle doğmazlar. Yöneticilik bir bilim ve tekniktir; eğitim ve öğretim yoluyla sonradan elde edilebilir.
Her yönetici aynı zamanda bir liderdir. Fakat bütün resmî (bürokratik) yöneticiler hakikî ve fiilî lider değildir. Resmî lider yani yönetici, bir teşkilatın beşerî ve fiziki vasıtalarının başında bulunan âmirdir. Liderlik ise insanları, ”belli amaçlara istekle yönelmeleri için onları ikna etme kabiliyetidir. Liderlik temel olarak grubu (topluluğu) etkileme ve hükmetme kabiliyetidir. Liderlik temel olarak grubu (topluluğu) etkileme ve hükmetme kabiliyeti ve kapasitesiyle ilgilidir. Bu kapasite resmî yapıdaki pozisyonda bulunmayabilir. İşte bu baş olma (yönetici olma) ile lider olma arasındaki farkı belirtir. Hiç etkileme gücü olmayan bir kimse, bir teşkilatın başı olabilir ama lideri olamaz. Onun için her bürokratik yönetici gerçek anlamda bir lider değildir. Ama her lider bir yönetici-dir.(20)
Bürokratik anlamda yönetici, bir örgütte resmen görevli, atanmış, kişidir. Yetki ve otoritesini yasalardan ve yazılı kurallardan alır.
Yönetici, en geniş anlamıyla yönetime ilişkin “KARAR VEREN” kişidir. Hem de süratli ve isabetli karar veren kişidir. Bir başka deyimle sevk ve idarecidir. Yani yönetim faaliyetlerini yürüten kişidir. Yönetmek ise kuruluşun (örgütün) tüm faaliyetlerinde, başarıyı artıracak biçimde insanları çalıştırabilmek ve onları istenilen hedefe yöneltebilmektir.
Yönetici, işi bizzat yapan değil yaptıran kişidir. Örgüt faaliyetlerini yöneten, yürüten ve koordine eden kişidir. Yönetici, imza atan kişi değil, karar veren kişidir.
Modern yönetim görüşüne göre, uzmanlıkla günlük mutat (rutin) işlemleri ifa edenlerden tamamen farklı görevlere sahip bulunan YÖNETİCİNİN, kontrol etmekle yükümlü olduğu kuruluşa ait en ince ayrıntıyı bilmesi gerektiği kabul edilmemektedir. Modern yönetim bilimcilerine göre yönetici, ayrıntılı ve günlük rutin işlerin ifası zımnında, kendisine tanınan yetkileri mümkün mertebe astlarına devreder ve devretmesi gerekir. Günlük işleri ve işlemleri yürütmek üst yöneticilerin değil, genellikle ilk ve orta kademe yöneticilerinin görevidir. Yöneticinin asıl görevi, bir sürü ayrıntılı işleri bizzat görmek değil, emrine verilen kişilerin verimli ve ahenkli bir şekilde çalışmalarını sağlamaktır. (Üst) yöneticinin esas görevi, planlar yapmak, kontrol ve koordinasyon sağlamaktır. (21)
Bugün, modern yönetim anlayışına göre yönetim ve yöneticinin başarısı yönetim sırasında, bilimsel verilerden ve tekniklerden yararlanma oranına bağlıdır. Gerçekten de çağımızda modern yöneticilik ya da bilimsel yönetim olarak adlandırılan yönetim türünün, klasik yönetim ile arasındaki açık ve önemli fark modern yönetimin; araştırma, istatistik, matematik, sosyoloji, psikoloji ve sosyal-psikoloji gibi disiplinlerden dayanak ve güç almasıdır. Ayrıca insan unsuruna, insanlar ve gruplar arası ilişkilere büyük değer vermesi de modern yönetimin ve yöneticili-ğin önemli bir özelliğidir.
Çağımızda yöneticilik, insancıllaşmakta ve yönetici insanla ilişki kurmaktadır. Açık ve seçik biçimde bilmek gerekir ki yöneticilik, doğrudan doğruya insanı yönetmektir. Bir makinayı, bir hayvan sürüsünü idare eden kişiye, yönetici demek doğru değildir. Yöneticinin ham maddesi insandır. İnsana iş gördürme, onu daha etkili ve verimli biçimde çalıştırma ameliyesidir yöneticilik.
Çağdaş anlayışa göre yöneticilik, evrensel bir süreçtir. Yönetimin temel ilkeleri her tür örgütte geçerlidir. Yine çağdaş yaklaşım olan “sistem” anlayışına göre, örgüt sadece teknik ya da davranışsal bir birim değildir; aynı zamanda çevresine bağlı, çevrenin etkisi altında olan ve çevresini etkileyen canlı bir organizmadır. Örgütlerin sosyal, canlı bir organizma olduğu, çevreleriyle çevre şartlarıyla her türlü ilişkilerde bulundukları ve bu ilişkilerin yoğunluk kazandığı unutulmamalıdır. Çağdaş yönetici 20. yüzyılda örgütün içinden çıkıp dikkatini etrafa çevirmek, çevre şartlarının eğilimlerini önceden görmeye çalışarak, bu şartlara göre idarî davranışlarını belirlemek zorundadır.
Çağımızda, belirsizlikler artmakta, siyasal ve sosyal hayat gittikçe daha dinamik ve değişken bir nitelik kazanmakta; insanlar ve örgütler arası ilişkiler çok yönlü ve karmaşık özelliklere sahip bulunmaktadır. Çağdaş yönetici, bütün bu gerçekleri gözden ırak tutmamalıdır.
Çağdaş yaklaşımlar, modern yöneticilik üzerinde şu iki önemli özelliği ortaya koymaktadır:
a) Örgüt her şeyden önce insanlardan oluşan bir varlıktır. Yönetici, grup hâlinde bir araya gelmiş ve belli bir amaç için örgütlenmiş olan bu insanları, verimli ve etkili biçimde yönetmek görevindedir. Çünkü yöneticinin esas hammaddesi insandır. Başka bir deyişle yönetimde, bir tür insancıllaşma eğilimi gerçekleşmektedir. İnsancıllaşma, yöneticiye yeni bir takım fonksiyonlar eklemektedir. Bunların en başında da eskiden ihmal edilmiş olan insanı anlamak, insanın amaçlarını bilmek ve insanın davranışlarını etkileyen faktörleri ortaya koymak gibi çok zor bir takım görevler yer almaktadır.
b) Örgüt, çevredeki doğal, sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik her türlü etkilerin altındadır. Çağdaş yönetici, eski yöneticilerden farklı olarak, bütün bu etkileri de dikkate almak ve hiçbirini ihmal etmemek suretiyle karar vermek durumundadır. Fırtınalı bir havada, nasıl ki bir gemi kaptanı, limana ulaşabilmek için deniz ve hava şartlarını sürekli göz önünde bulundurmak zorundaysa, çağdaş yönetici de iç ve dış şartları dikkate almak zorundadır. Çünkü çağımızda doğal çevre şartları, sosyal, siyasal ve ekonomik şartlar sürekli değişmekte ve örgütleri etkilemekte-dir. Yöneticiler de bu şartlardan etkilenmektedir.
Yönetici; insanları yönetirken, insanların psiko-sosyal ve kültürel yapılarını ihmal etmemek, inanç, eğilim ve her türlü ihtiyaçlarını göz önüne almak durumundadır.
20. yüzyılın önemli bir özelliği de fertlerin gittikçe güçlenmekte olmasıdır. Fert gerek ekonomik ve örgütsel yönden, gerekse daha kültürlü ve uyanık duruma geldiği için psiko-sosyal yönden daha güçlü bir kişi hâline gelmektedir. Yönetici eskisi gibi birçok bakımdan zayıf fertler karşısında değildir. Bu nedenle yönetimle ilgili otoritesini kullanırken, eski yöneticiye göre çok daha güç durumdadır ve daha dikkatli, belli bir taktik sahibi olmak, belli yetenek ve bilgilere erişmek zorundadır.
Kuşkusuz yönetici bu zor görevini yerine getirirken, personelin mutluluğunu artırma; yönetimde etkinliği ve verimliliği sağlamak için modern yönetimin bir gereği olarak, bir takım tedbirler almak zorunda-dır. Bunlar şöyle sıralanabilir:
a) Örgütlerde, çalışanların yönetime katılması en önemli etkenlerden birisidir. Yönetime katılma, personelin kendisine saygınlık gösterildi-ğini belirten dolayısıyla moralini yükselten bir etkendir. Artık 20. yüzyılda hükmetmek değil, en demokratik düzeylerde katmak ve katılmak gereklidir. Ayrıca bugün birçok ülkede, kâra ve sermayeye katılmak da tartışılmaktadır.
b) İşi geliştirmek, alınacak tedbirlerden bir başkasıdır. İş (görev) artık zevkle ve psiko-sosyal bir tatminle yapılması gereken bir ödevdir.
c) Komite ya da grup hâlinde kararlara katılıp birlikte karar vermekte de büyük yarar vardır. Yüz yüze ilişkiler çeşitli çalışma kollarında hem moral düzeyini yükseltir hem de çeşitli fikirlerin ortaya konmasını mümkün kılar.
d) Merkezkaç yönetim (yetki devri), çağımızın en önemli ilkelerinden birisidir. Bundan amaç, en üst kademeden orta ve alt kademelere doğru yönetim yetkisinin geçirilmesi, alt kademelere daha fazla yetki ve sorumluluk verilmesidir. (22)