Makale

Kundak, beşik ve süt

Dr. Dursun Ayan
ASACEM / Sosyolog

kundak,
beşik ve süt

Doğarız dünyanın kıyısında, kulağında bir yere. Gurbetçiliği bir yana bırakırsak, orası bizim ana vatanımız, baba ocağımızdır. Dünyaya orada başladığımız için dünyanın merkezi de orasıdır. Dönüp dolaşıp geliriz; yol uğratırız gurbetteysek, sılay-ı rahim deriz uzaklarda yaşıyorsak. Nedir işin özü? Evimiz gibi yer yok mudur? Anamızdan daha güzel yar olmaz mı? Var, var olmasına ama onların vazgeçilmezliği bambaşka. Vazgeçilmezliğin özünde bedenimizin aczi var. Bir koruyucu gerek. Ana ve süt; anayı da sütü de koruyup kollayan yuva, ocak dediğimiz kelimeyle aklımıza gelenler. Kundak, beşik ve süt her yerde olmaz öyle; anamız olmalı, yuvamız, ocağımız olmalı. Okumuş yazmışlar toplumsallaşma derler, kültürlenme derler, eğitim derler evdeki hayatına çocuğun.
Kundak, şu zamanlarda eskisi kadar kullanılmıyor Anadolu- muzun şehir yerlerinde. Çocuğa sarılan bez olmaktan başka derin anlamları var onun. Gözleri buluşur ana ile evladın ve derinden bir anlaşma, bir muhabbet doğar aralarında. Aslında kundak bahanedir, onu sarıp sarmalarken olur ne olursa. Etkileşim, iletişim denilen; dokunmak, sevmek denen, daha ne olsun? Bu olmalı temelde. Ana dili öğrenmek, gelecekte hayatı onunla sürdürmek, onunla konuşmak, onunla anlaşmak. Kundağa sarılırken, başlayan hayatıdır bebeğin. Kundak nasıl bağlanır. Kundağın bezi neden dokunur, kenarına kulağına nasıl bir süsleme yapılır? Bu soruların cevabı üzerinde düşünmez ana, öyle uzun uzun. Gelenek neyse ondan dokunur kundağın bezi, ailenin hâli vakti nasılsa o kadar para ayrılır kundak bezi almak için, kendine göre bir süs yapılır geleneksel bezeklerden. Annenin ninnisi de türküsü de ona göredir. Bebek belemek de herkesin aklına estiği gibi olacak bir şey değildir.
Ama zaman değişip işin içine şehir hayatı, annenin evi dışında çalışmaya başlaması gibi konular girince kundak bambaşka bir şekil alıyor. Anne gene süt veriyor dar zamanlarda. Ana ve çocuk temel ilişkisini sürdürüyor, ana dilini öğreniyor gene; gene dokunuyor annesinin ellerine, yüzüne. Gene bakıyor gözlerinin içine. Sevgi denilen, tadından doyulmaz değer böylece öğrenilip gidiyor.
Beşik de kundak gibi artık unutulmaya yüz tutuyor. Belirli yerlerde kalmış, müzelerde görülüyor. Belki de ileride tamamen müzelerde göreceğiz. Oval ayaklarıyla ırgalanmaya, sallanmaya, bir yana yatırılarak bebek emzirmeye, kundağı bağlamaya, bir yerden bir yere taşınmaya uygun tasarımıyla, binlerce yıllık tecrübeleri yansıtıyor. Beşik kolay devrilmez, kundağı yere atmaz. Beşik sözü sadece bebekle, kundakla anılan bir şey değil; uygarlık beşiği diye bir kavram da kullanıyoruz. Beşik, insanlığın insana hediye edeceği beslenme, ekonomik hayat, bilim, sanat, tıp, teknoloji, yazı gibi değerli şeylerin ortaya çıktığı bölgeler için kullanılmaktadır. Demek ki gelişimin, ilerlemenin, ilginin, insanlığın olduğu yerler beşik oluyor. Beşik olan yerde insanlık ve kültür gelişiyor, serpiliyor. Bundan olsa gerek ailenin beşiği önemsemesi, kundağın insanı sarmalaması, beşiğin kundağı benimsemesi. Beşiğin beşik olması. O nedenle olmalı, uygarlığın kendisini koruduğu yerlere beşik denmesi. Az önce söylemiştik ya kültürlenme, eğitilme, toplumsallaşma denilen şeyler kundaklanmayla başlar, dil böyle öğrenilir, hayat da.
Zaman ilerler, çocuk, beşikte artık bir aile üyesi olarak evin bir kenarında konuşulanları duyar, biri ninni söyleyerek onu uyutursa, uykuya ihtiyacındandır. Biri uyansın diye beşiğini ırgalarsa, onun ihtiyaçlarını gidermek içindir. Böylece farkına varır olup bitenlerin ve bir gün kendi sözünü söylemeyi öğrenir. "Agu-gugu" olan ifadesi kendi sözü, kendi fikri olur ve ele-âleme karışmak için, söze-sohbete girmek için, bir işin ucundan tutmak için dışarıya doğru ayaklanır, yola çıkar. ikincil toplumsallaşma, evin dışında bir şey öğrenip kendini geliştirme dediğimiz dünya böylece açılır ayaklarının altına, gözlerinin önüne.
Evin tedirginliği de başlar böylece. Artık elden avuçtan çıkmaya yüz tutmuştur, beşiğin kundağın sarıp sarmaladığı çocuk. Ana-baba kaygılanır başına bir şey gelmesin diye; kontrol etmek ister, bir yere giderse haber almak, bilgi edinmek ister. Ne yazık ki, çocuklar bundan rahatsız olurlar bir süre sonra, oysa ana-baba başına bir şey gelmesin diye bunu yapmaktadır. Bu nedenle evin dışına çıkan çocukla, ana-baba arasında bir sürtüşme de başlar. Sonrası ver elini hayat; mektep-medrese, iş- güç, kâr-zarar, ölüm-kalım derken şekillenir hayat ellerimizde. Anadan ayrı düşmek, el kızına, el oğluna yâr olmak, ele-güne karışmak derken, hayallerimiz ve gerçeklerimizin arasında şekillenir adımız soyadımız.
Süt kundakta, beşikte ana ile buluşmak; onun rızkından rızıklanmak, onun hakkından kendi hakkımızı almak. Bir gün biter anamızın sütü, sonra evin çorbası, yemeği derken yaşadığımız konforlu hayat, bizim eve süt getirmemizi gerektirir, çorba ekmek getirmemizi gerektirir. Rahatı kaçar çocuğun yükümlüdür evin derdiyle. Beslenmek artık çocukluktan çıkıp "adam olmaya" doğru giden yolun dönemeçlerinde, düzünde, yokuşundadır. Kısmet eder de Allah evlat ve mürüvvet gösterirse, o zaman başa döner çark. Evladın beşiği kundağı sorulur, sütü yiyeceği boynumuzun borcu olur.