Makale

FERT VE TOPLUMSAL HAYATA KATKILARI AÇISINDAN ORUÇ

FERT VE TOPLUMSAL HAYATA KATKILARI AÇISINDAN
ORUÇ

Mehmet CANBULAT
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

İslâmî bir terim olarak oruç, "Fecr-i sadığın doğuşundan güneş batana Radar, başka bir deyişle imsaktan iftara kadar kişinin kendini bir amaç uğruna ve bilinçli olarak yemekten, içmekten ve cinsel ilişkiden alıkoyması" anlamında kullanılmaktadır. Tanımından da anlaşılacağı üzere imsak vaktinden iftar vaktine kadar yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmanın bir amacı olmalı ve bu iş bilinçli olarak yapılmalıdır. Kısaca "niyet" diye tabir ettiğimiz bu bilinçli olma hali bulunmadığı zaman oruçtan hedeflenen amaç gerçekleşmemiş olur. Oruç, Allah rızası için tutulur. Buna göre doktor tavsiyesiyle ya da başka bir sebeple, perhiz, rejim, zindelik gibi amaçlarla yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak duranlar, bu pratiğe bağlı maddi yararlardan faydalanabilirlerse de ibadet etmiş olmazlar.
Buna karşılık müslüman yeme, içme gibi tabii şeyleri, İlâhî bir emanet olan hayatın sürdürülmesi, sağlığın korunması ve dolayısıyla yüce yaratıcının hoşnutluğunu kazanmak amacıyla yaparsa bu bir ibadet olur. Müslüman, dinin emir ve yasaklarına, sadece Allah emrettiği ya da yasakladığı için uyar. Bir müslüman için oruç tutmanın yegâne sebebi dinin bu husustaki emrini yerine getirmektir. Yerine getirilen emir ve yasakların, hikmetlerini tespit her zaman mümkün olmayabilir. Bununla birlikte bu hükümlerin hikmetlerinin tespit edilememesi, o ibadetlerin terkini gerektirmez. Şu kadar var ki, yapılan ibadetlerin hikmetlerinin tespit edilmesi, kişilerin o ibadetlerin aşk ve şevkle ifa etmelerinde önemli bir etkendir.
Ayrıca ibadetlerin Allah rızası için yapılması gerektiği ilkesinden, ibadetlerde hiçbir yarar ve hikmetin olmadığı anlamı çıkarılmamalıdır. Gerçek şu ki, Allah’ın emir ve yasakları kulların iyiliği içindir. Yasaklanan şeylerde büyük zararlar, yapılması istenilen şeylerde de fert ve toplumsal bazda sayılamayacak kadar yararlar bulunmaktadır.
Tarihi süreç içinde nice İslam bilgini, orucun hikmetleri konusunda kafa yormuş ve bazı tespitlerde bulunmuşlardır. Biz bu hikmetlerin daha çok fert ve topluma yansıyan bazı pratik faydaları üzerinde durmak istiyoruz.
Oruç, fertlerin ahlâkı üzerinde derin ve devamlı tesirler bırakır-, onları terbiye eder, edeplendirir, huylarını düzeltir, ahlakını güzelleştirir, iradesine hakim olmasını, nefsine galip gelmesini sağlar. Nasıl ki, budanan bir ağaç, daha gür yaprak ve daha çok meyva veriyorsa, nefsanî arzu ve isteklerini ve şehevi’ duygularını adetâ budayan oruçlu da, verimli bir insan haline gelir. Nitekim Hz. Peygamberin "Oruç bir kalkandır; sakın oruçluyken, cahillik edip kötü söz söylemeyin. Birisi size sataşırsa ben oruçluyum, ben oruçluyum desin" buyruğu bu hususu en güzel şekilde ifade etmektedir. Ayrıca oruçlu kimse, oruç sebebiyle ruhunu temizler, kendini günahlardan arındırır, insandaki hayır duygularıyla şer duyguları birbirleriyle daima çarpışma halindedir. Beden güçlenip ruha hakim olunca, süfli arzular ve kötü duygular galip duruma geçer. Ruh kuvvetlenip hakim konuma gelince de ulvi arzu ve istekler galip hale gelecektir. Maddi gıdalar bedeni ve nefsi besleyip güçlenmesini sağladığı gibi; namaz, zekât, Kur’an okuma ve oruç gibi ibadet ve taatlar da ruhu besleyip güçlenme-sini temin eder. Zira ibadet bir anlamda ruhun gıdasıdır. Bir müslüman Ramazan ayında bir yandan mutad ibadetlerini aksatmadan ifa eder, bir yandan da buna ilave olarak zikir ve Kur’an tilaveti gibi nafile ibadetler yapar, zekât, fıtra ve sadaka verir. İtikafa çekilerek geçici bir süre için dünyadan el etek çeker. Bu tür ibadetlerle ruhunu besler ve kuvvetlendirir. Oruçla insan cismaniyetten uzaklaşıp daha fazla ruhaniyet kazanır, maddi alemden sıyrılıp melekût alemine yaklaşır. Af ve mağfiret ayı Ramazanda insan ruhen arınıp günahlardan temizlenerek adeta melekleşir.
Oruç, nefsin arzu ve isteklerinden iradi olarak uzak durma olması yönüyle bir irade eğitimine, açlık ve susuzluk nedeniyle ortaya çıkan sıkıntılara dayanma cihetiyle de adeta bir sabır eğitimine dönüşmektedir. Kişinin sosyal hayatta başarı grafiğini yüksek tutmasında ifade hakimiyetinin önemi büyüktür. Özellikle bir takım kötü alışkanlıklara mübtela olan kimselerin belirli bir süre alışkanlıklarını terketmesinde orucun rolünü inkar etmek mümkün değildir. Alışkanlıklardan uzak durabilmek, büyük bir sabır gerektirir.
Bilindiği gibi, oruç kamerî takvime göre tutulur. Bu yüzden, Ramazan ayı, sırayla senenin bütün mevsimlerine, sonbahar, kış, ilkbahar ve yaza gelir. Böylece mü’min, boğucu sıcaklarda olduğu gibi, sert soğuklarda da mahrumiyetlere alışır. Oruçlu iken uzun müddet alışkanlıklarını terkedebilmeyi başaran kimse, hayatta bir çok üzücü olay karşısında sabırlı olma alışkanlığını kazanmış olur. Bu itibarla sabırlı bireylerden oluşan toplumlarda müessif olaylara pek rastlanmaz. Hz. Peygamber, "Oruç sabrın yarısıdır" buyurarak orucun sabır boyutuna işaret etmektedir.
İnsanın hayvanî yönünü tatmin eden maddi zevklere olan düşkünlüğünün, toplumsal hayatta huzursuzluklara yol açan aşırılık ve taşkınlıklara büyük ölçüde kaynaklık ettiği bir gerçektir. Maddi zevk denilince de yeme, içme ve cinsel birleşme gibi zevkler anlaşılır. İnsanı şehvet ve maddi zevkler peşinde koşturan ve böylece Allah’ın haklarına riayet edemediği için kendisine, insanların haklarına riayet edemediği için de onlara zulmetmesine neden olan nefs-i emmareyi teskin etmenin ilacı ve aşırılık ve taşkınlıkları törpülemenin çaresi oruçtur.
İnsan sosyal bir varlıktır. Bu sebeple varlığını ancak toplum içerisinde sür dürebilir. İnsan bir taraftan beslenmek ve korunmak için gerekli olan şeyleri temin etmek, bir yandan da hayatiyetini sürdürebilmek için canını ve elinde bulunan şeyleri muhafaza etmek zorundadır. Bu zaruretler de ancak bir toplum içerisinde ve dayanışma sayesinde karşılanabilir. Dolayısıyla insanın var oluşu toplumun varlığına bağlıdır. Toplum, insanların yalnız belli mekanda bir arada yaşamaları değil, aynı zamanda bir düzen içerisinde yaşamalarıdır.
İslam, müminler arasında dayanışmanın oluşmasına ve sürdürülmesine büyük önem vermiş, dayanışmayı sağlayacak ilkeler, vasıtalar ve müesseseler koymuştur.
Dağdaki çobandan devlet başkanına varıncaya kadar herkesi aynı safta omuz omuza bir araya toplayan namaz; konuyu daha da ileri götürüp aynı statüde olmaktan öte, aynı giyiniş tarzıyla da her kademeden insanı aynı duygularla bir araya toplayan hac; açlığın, yokluğun, yoksulluğun ve fakirliğin ne demek olduğunu fiilen tattıran oruç ve bütünüyle zekât, birer ibadet olmaları yanında, oluşturdukları cemaat ruhuyla, sosyal dengenin, sosyal dayanışmanın ve sosyal güvenliğin oluşmasında küçümsenemeyecek etkileri olan ibadetlerdir. Görüldüğü üzere bütün ibadetlerin bir de dünyaya bakan yönleri vardır ve sosyal içerikli ibadetlerdir.
İslam, inananların birbirinin kardeşi olduğunu ilan etmiştir. Kur’an’da İslam’a karşı oluşturulan grupların da birbirinin kardeşi olduğu belirtilmiş, Hz. Peygamber de müslümanları din kardeşliğine bağlı kalmaya çağırmıştır. Hadislerde geçen "din kardeşi, din ve dünya kardeşi" tabirleri bu hususun önemini ifade etmektedir.
Kardeşin kardeşe el uzatması, yardımda bulunması, derdiyle dertlenmesi kardeşliğin gereğidir. Kur’an’da müminler arasındaki kardeşliğin onlara bir nimet olarak ihsan edildiği belirtilerek şöyle buyurulmaktadır: "Hepiniz toptan Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız, birbirinizden kopmayınız ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp ısındırdı. Böylece O’nun nimeti sayesinde kardeşler oluverdiniz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de oradan sizi 0 kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız"
Allah, müminlerin birbirlerinin kardeşi olduğunu bildirdikten sonra takva sahibi kimseler (Allah’a karşı gelmekten sakınan) olmalarını istemektedir. Çünkü insanlar arasında iyi ilişki kurma, karşılıklı sevgi ve hoşgörülü olmanın yegâne yolu takvâdır. Ayrıca Allah’ın merhametine erişmenin yolu da takvadan geçmektedir. Esasen oruçtan hedeflenen de takvadan başkası değildir.
Hz. Peygamber, "Kim kardeşinin ihtiyacıyla meşgulse, Allah da onun ihtiyacıyla meşguldür", "Kul kardeşinin yardımında olduğu sürece, Allah da onun yardımındadır" buyurarak sosyal dayanışmanın sağlanmasında kardeşlik duygusunun önemine işaret etmektedir. Ayrıca, "Biriniz kardeşinin alışverişine arttırıcı olarak müdahale etmesin" (Mesela bk. Buhari, "Şurut", 8), "Kişi kardeşinin satışına kendininkini satmak için müdahale etmesin", "Biriniz kardeşinin istediği kıza talip olmasın" (Mesela bk. Nesai, "Nikah", 20) şeklindeki söyleriyle sosyal dayanışmayı engelleyici davranışlardan uzak durulmasını istemiştir.
İnsanlar "hakir" ve "atılıp dökülen bir sudan "topraktan", "çamurdan" yaratılmışlardır. Kur’an’da bu şekilde insanın aslının sık sık zikredilmesinde, menşei itibariyle bir oluşlarını hatırlatma yanında, asıllarının bayağılığını düşünmek suretiyle ilahlaşmaya kalkışmalarının, zulme sapmalarının ve zorbalığa yönelmelerinin yersiz ve yakışıksız olduğuna da işaret olmalıdır. Çünkü bütün insanlar bir erkek ve dişiden yani Adem ile Havva’dan yaratılmışlardır. Adem ise topraktandır. 0 halde aralarındaki üstünlük yaratılışla değil, takvadadır. Takva ise ihtiyaç içerisinde kıvranan kardeşlerine yardım elini uzatmayı, komşusu aç iken uyumamayı, onları da düşünerek çorbanın suyunu, çok koymayı gerektirir.
Materyalist ekonomik bakış açılarının aksine İslam, insanın hem doğayla hem de insanla uyumlu olması gereği üzerinde durur. Tabiatla uyumlu olan insan onu gözünde olduğundan fazla büyütüp ilahlaştırmadığı gibi kendisi de tabiata karşı ilah kesilerek onda sınırsız tasarruf sevdasına kapılmaz, onun kendisine bir emanet olarak verildiğini ve sahibine teslim edilmesi gerektiğini öğrenir.
Hemcinsiyle uyumlu olan insan, diğer insanların da hangi ırktan olursa olsunlar, kendisi gibi Allah’ın kulu olduklarını, herkesin diğerlerine karşı bir takım hak ve yükümlülükler taşıdığını, başka insanların da kendisiyle aynı fonksiyonu paylaştıklarını, aynı yolun yolcusu olduklarını, varlığa sahip bulunanların, buna hiçbir zaman kendi yetenekleriyle, ya da hak ettikleri için sahip olmadıklarını, kısaca bütün insanların insan olarak eşit olduklarını öğrenir. Böylece hemcinsine kardeş nazarıyla bakarak, ona karşı ezici, zalim ve hileci bir tutum içerisine girmez; aksine ona arka çıkar. Çünkü o kardeşidir. Onu aç-susuz, sersefil bir vaziyette ve çaresiz bir halde bırakmaz. Çünkü sonuçta bilir ki, o da Allah’ın kuludur. Bu güzel duygu ve düşüncelerin oluşmasında diğer ibadetlerin yanı sıra oruç ibadetinin fonksiyonu büyük olmalıdır.
Oruç sayesinde yokluğun ve yoksulluğun ne demek olduğunu öğrenen zengin ve varlıklı kimseler, fakir ve fukaranın ihtiyaçlarını karşılamak üzere harekete geçecekler-, böylece zengin ile fakir arasında oluşabilecek kin, nefret ve hased gibi kötü duygular yerini sevgiye bırakarak yardımlaşmanın ve sosyal dayanışmanın zirveye ulaştığı sağlıklı bir toplum inşa edilecektir.
İnsanların birbirlerinin yardımına koşmalarına, birbirlerini sevmelerine engel olan unsurların başında insanları kardeş değil de rakip olarak görmek, bu yüzden bencilleşmek, hasetlik, cimrilik ve ihtiras gibi duygulardır. İnsan mala karşı çok sıkı elli yaratılmıştır, bencil ve haristir. Bu duygudan ancak sürekli namaz kılanlar, mallarından yoksul ve yoksun için belirli hak olduğunu bilenler, din gününü doğrulayanlar ve Rablerinin azabına karşı sürekli korku duyanlar sıyrılabilir. Çünkü insan mal sevgisinde çok katıdır. 0 kadar ki, "şayet iki vadi dolusu altını olsa, üçüncüyü ister; insanoğlunun karnını topraktan başkası doyurmaz." İmtihan kastıyla Rabbi onun rızkını genişletse, bunun ondan kendisine bir ikram olduğunu zanneder ama ne zaman da yine imtihan kastıyla rızkını kıssa, hemen Rabbim bana ihanette bulundu der. Kendisine Allah tarafından bir rahmet tattırılıp, sonra da bu elinden alınırsa, ümitsiz ve nankör olur, sıkıntılı bir hayattan sonra kendisine bir nimet tattırılacak olursa, kötülükler benden gitti, der. Çünkü o çok şımarıktır, gururludur. İnsanın mayasında o kadar cimrilik vardır ki, eğer Rabbinin rahmet hâzinelerine bile sahip olsa, harcama endişesiyle elini sıkar, vermez. Ama gerçekte mal bir imtihan konusudur. Öyleyse Allah’tan korkarak onu O’nun istediği gibi harcamak gerekir. Çünkü kurtuluşa erecek olanlar, işte bu cimri tutumundan korunabilenlerdir.
Sosyal dayanışma için bu hastalık önemli bir engeldir. İşte bu engeli, insanın servet karşısındaki tutumu etkiler. Onun için insanlardan harcamaları istenirken, kendilerine yukarıdaki ayette olduğu gibi mala göre konumları hatırlatılır. Ayrıca "Onlar bizim kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler” denir.
Kur’an’da Karun kıssası anlatılırken bize farklı duyguya sahip iki insan tipinden bahsedilir. Birisi, servet ve ona sahip olanlar karşısında ezilen ve küçülenler, diğeri, bilgileri sayesinde onur ve izzetlerini koruyup servetten çok daha değerli şeyler olduğunu hatırlayanlar. (Bkz. Kasas, 28/76-82). İşte Kur’an’ın bu öğretisiyle yetişen bir Müslüman için, artık servetinden koparıp verdiği, ciğerinden kopmuş olmayacak, tersine kendisinin yaralı organı sayılan muhtaca merhem sürmesi gibi görülecektir. Cimrilik insanın hamurunda vardır ve tedavi edilmesi gerekir. Çaresi ise rızkı taksim edenin Allah olduğuna, herkesin payına düşenden ne az ne de fazla olacağına, temelde bütün insanların insan olma bakımından eşit yaratıldığına, insanlara yardım etmenin gerçekte Allah’a yardım etmek olduğuna, yardım olarak verdiklerinin, elindekileri eksiltmeyip bilakis artırdığına içtenlikle inanmaktır. Ancak o zaman insan cimriliğin ne kadar çirkin bir şey olduğunu kavrayabilir. Bu sebepledir ki, İslam, sosyal düzeni bozucu bu kötü duygu üzerinde durmuş ve "kurtuluşa ereceklerin ancak nefsinin cimriliğinden korunanların olacağım" vurgulamıştır. Cimrilik edenler aslında Allah’ın verdiğinden cimrilik etmektedirler. Ve cimrilik ettikleri kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır.
Sosyal dayanışmayı engellemede israfın oynadığı rol cimriliğinkinden az değildir. Çünkü israf, gösterişe, taşkınlığa, kaynakların yersiz ve sorumsuz tüketimine, bencilliğe, kin ve nefrete yol açar. Bu yüzden İslam "orta yolu" öğütleyerek her iki aşırılığı da yasaklar: "Elini boynuna bağlama (cimrilik etme), büsbütün de açma (müsrif olma). Yoksa kınanan ve hasret çeken olarak kalırsın "Rahman’ın gerçek kulları harcadıkları zaman ne israf ederler ne de kısarlar. Harcamaları bu ikisinin arasında orta (kıvamlı) bir yol olur." Böylece oruç sayesinde müslüman malını yerli yerince kullanmasını öğrenecektir.
Resul-i Ekrem (s.a.s.), Mekke’den Medine’ye hicreti esnasında Küba’ya uğramış, orada Cuma namazını kıldırmış ve bu münasebetle irad ettiği hutbede şu sözlere de yer vermişti: "...sizlerden kim bir hurma parçacığı ile de olsa kendisini ateşten kurtarabiliyorsa kurtarsın. Sadaka olarak verecek hiçbir şeyi bulunmayanlar ise, tatlılık ve iyilikle bir söz söylesinler..." Böylece Hz. Peygamber adeta sağlıklı bir toplumun inşası ile cemaat ve devlet düzeyinde varlığını sürdürebilmenin yolunun servet transferinden geçtiğini ifade etmiş olmaktadır. Sevgi ve dayanışma toplumunda, verecek bir şeyler bulunmaması halinde en azından güzel söz söylenecektir. Allah, böyle bir davranışı topluma örnek oluşturması yönüyle öncelikle elçisine uygulatıyor ve onun şahsında gösteriliyordu.
Tasadduk ve infak Kuran’da çokça zikredilen bir konudur: "Sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlara.... (verdikleri) kat kat yapılır ve onlar için (ayrıca) şerefli bir mükafaat da vardır." "Ey imana ermiş olanlar! Size rı- zık olarak verdiğimizden infak edin" . Bu ve benzeri ayetlerin uslubundan, verenin aslında kendisine ait olan bir şeyden değil de Allah’ın malından verdiği, dolayısıyla minnet (başa kakma) hakkına sahip olmadığı gerçeğini anlamaktayız.
Mecburi değil gibi görülen bu yardımlar, aslında inananları da aşarak bütün insanları kuşatır. Çünkü insanların tümü Allah’ın iyali (aile fertleri) dirler. Onlara yediren Allah’a yedirmiş, onları giydiren Allah’ı giydirmiş, hasta olmaları halinde onları ziyaret eden Allah’ı ziyaret etmiş gibidir. (Bk.Müslim, "Birr", 43). Bir ayet-i kerime’de: "Allah sizi, din konusunda sizinle savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp çıkarmayanlara iyilik etmekten ve onlara adaletli davranmaktan men etmez. Çünkü Allah adalet yapanları sever" buyurularak iyilik yapılacak kimselerin müslümanlarla sınırlı olmadığı belirtilir.
Tasaddukla ilgili bazı ayet mealleri şöyle- dir: "Ey imana ermiş olanlar! Kazandıklarınızın ve yerden sizin için çıkardıklarımızın iyilerinden (Allah için) verin, kendiniz (utandığınızdan ve iğrendiğinizden dolayı) göz yummadan alamayacağınız kötü şeyleri sadaka olarak vermeye kalkmayın. Bilin ki Allah zengindir, halimdir. Şeytan sizi fakirlikle korku- tur...(sadakalar) kendilerini Allah yoluna adayan fakirler içindir ki, onlar yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremezler. İffetli oluşları nedeniyle kendilerini tanımayan onları zengin sanır. Sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler. Hayırdan her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir. Onlar ki mallarını gece gündüz, gizli ve açık infak ederler. Artık bunların ecirleri Rabieri katindadır. Onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır."
Hz. Peygamber Medine döneminde, kurtuluş için herkesin sadaka vermekle mükellef olduğunu ilan ediyordu. Burada insanın aklına şöyle bir soru gelebilir: Herkes verecek o halde kim alacak? Bu sorunun cevabı şudun Herkes kendinde olandan verecek ve herkes kendinde olmayandan alacak. Böylece sonuçta sevgi ve dayanışma toplumu inşa edilmiş olacak. Bir toplumda verecek hiçbir şeyi olmayanlar da bulunabilir. Hz. Peygamber, "Her müslümana sadaka gereklidir" buyurdu. Orada bulunanlar, "Ey Allah’ın Elçisi bulamayan ne yapsın? dediler. "El emeğiyle çalışır, hem kendisine faydası olur hem de tasad- dukta bulunur" buyurdu. Bunu da bulamazsa? dediler, "O halde iyi olanı (marufu) yaşar, kötülükten uzak durur, bu da onun sadakası olur" buyurdu.
"Sadaka" kavramı, kişinin kendisiyle olan dayanışmasından başlamak üzere hayatın bütün birimlerine dağılır ve İslam toplumun- daki bütün kesimleri bir çok koldan birbirine bağlar. Ayrıca burada dikkatimizi çekmesi gereken ikinci bir konu da, İslam toplumunda ibadetler, inançlar, adet haline gelmiş günlük faaliyetler ve her türlü sosyal ve hukukf münasebetlerin tamamen birbirine bağlı, içiçe ve birbirini tamamlar görünümde olduğu, adeta birisinin devreden çıkartılıp tek başına değerlendirmeye ve anlamaya tabi tutulması halinde düzenin, ipi kopmuş dizi gibi dağıldığı... gerçeğidir" İşte Ramazan ayı başta zekat ve sadaka-i fıtır olmak üzere müminler arasında mali bakımdan yardımlaşmanın zirveye ulaştığı bir zaman dilimidir.
İslam, her şeyden önce bir "cemaat" dinidir. Bu noktada "cemaat" terimi semantik yönünden bir anahtar kelimedir ve "toplum",
"topluluk" gibi terimlerle karşılanamayacak kapsamlı bir içeriğe sahiptir. Cemaatteki bireyler Hz. Peygamberin ifadesiyle "bir cesedin uzuvları" gibi birbirine bağlıdır. Ya da Kur’an ifadesiyle "kurşunla kaynatılmış binalar gibidirler."
Bu açıdan baktığımızda İslam’ın asıl kaynağı olan Kur’anin başlayış tarzı oldukça dikkat çekicidir. İslam’la ilk defa muhatap olan kişinin başvuracağı temel kaynak, daha başlangıcında üç-dört cümleyle İslam’daki ulûhiyyet fikrini özetler. Ondan sonra inananların Allah’ın karşısındaki toplu ve yek vücut konumları vurgulanır: "Ancak sana ibadet eder, ancak senden yardım dileriz" Bu bir bakıma Allah’la olacak irtibatımızın (ibadetlerimizin) bile toplu olarak "cemaat" halinde olması gereğine işaret eder.
"Cemaatla ibadet etmek için cemaatin teşekkül etmiş bulunması lazımdır. Halbuki cemaat kuru bir kalabalık demek değil, tek bir ruhla hareket edebilen düzenli ve yek vücut bir heyet demektir. Dolayısıyla cemaatin teşekkülü sosyal bir sözleşmeye bağlıdır... Cemaat ruhu öncelikle fertte oluşur. Ferdin vicdanına ne zaman kardeşlik duygusu girerse ve onu kibirden, darlıktan, bencillikten çıkararak genişletirse, o vicdan kapasitesi oranında bir cemaate namzet olur... (Çünkü) vicdan darlığı cehalet ve kibir ile içiçedir"
Bu ayet-i kerime ile cemaatin önemi o denli vurgulanmaktadır ki, "namazda Fati- ha’yı okurken ‘bizler’ anlamında çoğul ifade eden (nûn) yerine "ben" anlamını veren (elif) harfi kullanılmış olsa namaz fasit olur. Çünkü Allah fertten sadece ferdi vicdanıyla bir misak istemiyor da içtimai vicdanla bir misak istiyor." İşte Ramazan da diğer zamanlardan daha yoğun şekilde cemaatle toplu halde kılınan beş vakit namaz ve teravihle bu cemaat ruhu daha da perçinlenmektedir.
Oruç, kişinin Allah’ı görürmüşçesine ibadet etme (İhsan) mertebesine ulaşmasına vesile olur. Çünkü riyanın en az karışabileceği ibadet oruçtur. Bir hadis-i şerifte ifade olunduğu üzere, orucun bu yönüne ilişkin olarak Allah şöyle buyurun "Oruç benim içindir-, onun karşılığını ben vereceğim."
Oruç, hayatı disipline sokar ve oruçlu kimseye zamanın önemini tanıtır. Dolayısıyla oruç tutan kişi, zamanı en iyi şekilde değerlendirmesini öğrenir.
Orucun sağlık açısından da pek çok yararları olduğu uzman hakimler tarafından ifade edilmektedir. Bir yıl boyunca çalışan vücut makinası adeta Ramazan ayında dinlenmeye ve bakıma alınmış gibi olur. Oruç, özellikle mide ve sindirim organlarının dinlenmesi için verilmiş iyi bir mola niteliğindedir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki diğer ibadetlerde olduğu gibi orucun da bir takım ferdî, İçtimaî, bedenî, sıhhî ve terbiyevî faydaları vardır. Fakat farz kılınışının illeti (gerekçesi) bu faydalar değildir. Bu sebepledir ki bu faydalar bir şekilde elde edilse, artık oruç tutmaya ihtiyaç yoktur, denilemez. Çünkü iman ve ibadetlerdeki ana gaye Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaktır.

1- Buhârî, "Savm", 9; Müslim, "Siyam", 30.
2- Uludağ, Süleyman, İslam’da Emir ve Yasakların Hik
meti, Ankara, 1992,87.
3- Hamidullah, Muhammed, İslam’a Giriş (Trc. Cemal Aydın) Ankara, 1996, 91 vd.
4- Buharı, "Savm", 2, 9; Müslim, "Sıyam",30.
5- Nefs-i Emmâre, kötülüğü emreden nefis demektir.
6-ÂI-i imrân, 103; Tevbe,11; Hucurât, 10; Haşr, 10.
7- Haşr, 11.
8- Buhârî, "Nikâh", 45; "Mezâlim", 3; Müslim, "Birr", 23, 32.
9- Buhârî, "Nikâh", 11; Tirmizi, "Menökıb", 20.
10-Âİ-i İmrân, 103,
11- Bakara, 183.
12- Tirmizi, "Hudûd", 3; Müsned, II, 9.
13-Tirmizi, "Hudûd", 3; Ebu Davud, "Edeb", 60.
14-Tirmizi, "Büyü", 57.
15- Mürselat, 20.
16- Tarık, 5-7.
17- Fatır, 11.
18- Müminun, 12-14.
19- Hucurât, 13.
20- Tirmizi, "Tefsir, 5; "Menakıb", 73; Ebu Davud, "Edeb", 11; Müsned, II, 361, 524.
21- Hucurât, 13.
22- Beşer, Faruk, İslam’da Sosyal Güvenlik, İstanbul 1988, 22-23.
23- Mearic, 90.
24- Mearic, 22-28.
25- Fecr, 20; Adiyat, 8.
26- Mesela,- bkz. Buhârî, "Rikak", 10; Müslim, "Zekat", 116, 119.
27- Fecr, 15-16.
28- Hûd, 9-10.
29- l’sra, 100.
30- Tegabun, 14-16.
31- Beşer, a.g.e., 25
32- Bakara, 3.
33- Nisa, 128.
34- Haşr, 9.
35- Tevbe, 76.
36- Âl-i imrân 180.
37- İsra, 28.
38- Furkân, 67.
39- Hamidullah, İslam Peygamberi, II, 176.
40- İsra, 28.
41- Hadid, 18..
42- Bakara, 254.
43- Mümtehine, 8.
44- Bakara, 267-268.
45-Bkz. Buhârî, "Zekat", 30, "Edeb", 33; Müslim, "Zekat", 54, 55.
46- Beşer, a.g.e, 55.
47- Beşer, Faruk, İslam’da Sosyal Güvenlik, İstanbul, 1988, 11-12.
48-Saf, 14.
49- Fatiha, 3
50- Elma/ılı, M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an D ili, I, 110 (Sadeleştirerek).
51- Beşer, a.g.e., 12.
52- Elmalılı, a.g.e., I, 115. (sadeleştirerek).
53- Buhârî, "Savm", 2, 9; Müs/im, "Siyam", 30.