Makale

Milli ve Manevi değerleri Zayıflatan Unsurlar

Doç. Dr. Halil Altuntaş
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Milli ve
Manevi Değerleri
Zayıflatan Unsurlar

Değerler insanın vaz geçilmezleri arasında yer alır. Değer yargıları olmadan hayatın yaşanamaz olacağını söylemek abartılı sayılmamalıdır. Para dediğimiz aracın sağladığı rahatlığı özel bir kağıda yahut maden parçasına yüklediğimiz değere borçluyuz. Haklarımıza değer veririz, bu değer çok kere hayatımızla özdeşleşir, uğrunda canımızı bile feda edebiliriz. Malımız kıymetli, çocuklarımız "her şeyimiz"dir. Bu değer yargıları olmadan bir hayat düşünebiliyor muyuz?
Söz konusu ettiğimiz değerler, maddî yönümüzün "ürettiği" değerleri temsil ediyor, insanı insan yapan manevî alana ait değerler ise konumuzun temel unsurlarını oluşturuyor.
Maddî varlığımızın iz düşümüdür manevî yönümüz. Felsefî-tasavvufî bir yaklaşımla bu yargıyı tam tersine çevirerek, maddî yönümüz manevî yönümüzün iz düşümüdür de diyebiliriz. Buna göre birer insan olarak hayatımızı anlamlı kılan şey manevî yönümüzdür. Sırlarının henüz eteklerinde dolaştığımız ruh ve kalp dünyamız ayrı bir değerler manzumesine ev sahipliği yapar. Bir dinimiz vardır, inanır ve onu yaşarız. Burada bir manevî değerler yapısı söz konusudur. Ahlâk anlayışımız bizi bir dizi manevî değerin sahibi yapar. Bu iki değerler bütünü birbiri ile kopmaz biçimde bağlantılıdır. Hayat sürecimiz bu değerlerin "organize" işbirliğinin mimarlığında sürüp gider. Severiz, güveniriz, saygı duyarız, merhamet ederiz. Bu yönelişlerimizin her biri bir değer yargısının kaynağıdır. Sevdiğimiz, güvendiğimiz, saygı duyduğumuz, merhamet ettiğimiz insanlara bir değer atfederiz.
İçinde yaşadığımız toplumun bireyleri ile bir kader birliğimiz vardır. Ortak bir yurdumuz, bir tarihimiz, bir bayrağımız var. Ortak kaderimizin çizgisi bu bağlantı noktalarından geçerek uzar gider. Temel millî değerlerden söz ediyoruz.
"Millî" ve "manevî" kavramlarının asıl ilişkisi, her ikisinin de maddi olmayışında, temelde kalbî ve duyguya yönelik oluşunda ortaya çıkmaktadır. "Millî" nin mayasında "manevî" vardır. Bu bakımdan birbirlerini etkilerler. Özellikle bizim toplu- mumuzda "millî" kaynağını "manevî"den alır.
Değerler sistemi insanlığa hakim bir sistemdir, insanlık tarihinin en önemli belirleyicilerinden biridir bu sistem.
Ne var ki dinî, ahlâkî ve millî değerlerin bu etkinliği bazen zayıflar, bu yüzden de "küser" ve çekilir. Ama yok olmaz, mayada sürer gider, tekrar gün yüzüne çıkacağı bir ortamı bekler. Fakat bu zayıflamanın derecesine göre toplum çeşitli büyüklüklerdeki depremlerin, bunalımların ve kayıpların tehdidi altındadır. Bu tehdit toplumun topyekün yok oluşuna kadar genişleyen bir içeriğe sahiptir. Roma ve Bizans, çok daha eskilerde "Sodom" ve "Gomore" bu son noktanın gerçek şahitleridir.
Değer aşınmaları ne zaman ortaya çıkar? Bu sorunun cevabı bizim, "Taş düştüğü yerden kalkar" atasözümüzde gizlidir. Değerleri oluşturan kaynaklar ne ise onların aşınması, değer aşınmasının da etkenidir. Bu kaynakların bulanması, kirlenmesi, zehirlenmesi ya da kuruması bu değerler üzerinde çeşitli derecelerde tahribat yapar.
Değer oluşturan unsurları geniş bir bakış acısı ile "dünya- ahiret" yahut "madde-mânâ" dengesi ekseninde birleştirmek mümkündür. Din, ahlâk, millî ve İnsanî değerler... hepsi bu kaynaktan beslenir. Öyle ise bütün değer aşınmalarının arka plânında bu alandaki denge kaybının yer aldığını söyleyebiliriz.
Değerlerin aşınmasının ilk basamağı yetersiz eğitimdir. Aile bu alanda ilk akla gelen kurum oluyor. Zira özellikle manevî değerlerin kazanıldığı ilk ocak burasıdır. Aile örnekliği plânında yaşanacak zaaf ve sapmalar, çocukların değer oluşturma aşamasında yalnız bırakılması anlamına gelecektir. Anne-babaların, sahip olunması gereken değerleri yaşayarak, örnek oluşturarak, öğreterek bir sonraki nesle aktarma yükümlülüğünün temelinde bu gerekçe yer alır. "Ey iman edenler kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun" (Tahrim, 6) ayeti bu noktaya dikkat çekiyor.
Değerlerin "verildiği" asıl kaynak örgün eğitim safhasıdır. Daha doğrusu öyle olmalıdır. Milli Eğitim Temel Kanunu (Madde 2/1) "Türk milletinin bütün fertlerini; Türk milletinin... millî, ahlâkî, İnsanî, manevî ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren, ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan... yurttaşlar olarak" yetiştirilmesini temel amaçlarından biri olarak öne çıkarır. Bu amacın ne ölçüde gerçekleşebildiği sorusuna tatmin edici bir cevap bulabilir miyiz zihinlerimizde? Okullardaki şiddet ve uyuşturucu kullanımı bu alanda hep birlikte ciddî bir sorgulamalar yapmamız gerektiğini gösteriyor. Eğitimde dinin/manevî değerlerin birleştirici, uzlaştırıcı niteliğinden yararlanmayı başarmalıyız. Bütün değerlerin temelinde inancın yattığı, ahlâkın inanç ile başladığı gözden uzak tutulmamalıdır.
Değerlerin aşınmasında temel etken olan "madde-mânâ" dengesinin mânâ aleyhine bozulması, geniş anlamı ile materyalist dünya görüşünün boy attığı yer konumundadır. Materyalist dünya görüşü/materyalist felsefe insanları çıkarcı ve "faydaca "perestiş" eden, amacına ulaşma yolunda hiçbir kural tanımayan bireyler hâline getiriyor. Bu felsefenin ürettiği hayat biçimleri dünyayı güçlünün yaşayabileceği bir savaş alanı olarak görmektedir. İnsanların ihtiyaçları ve tutkuları alabildiğine tahrik edilmekte ve bunların tatmini için her türlü yola başvurması ön görülmektedir. Hayat dünya ölçüleri ile sınırlı sayıldığı için, vahye dayalı hiçbir değer kabul edilmemekte, insan "akıllı hayvan" konumuna indirgenmektedir. Dengesiz ve aşırı doyumun kıskacına aldığı sayısız insan, nice sapmaların, sapkınlıkların, aşırılıkların çaresizliğinde kıvranıp duruyor.
Aşırı maddî doyum kadar, maddî imkânsızlıklar da tahripkardır. Savaş hallerinin ve olumsuz ekonomik şartların da önemli ölçüde değer yıpratıcı bir etken olduğunu hatırlamak gerekiyor. Özellikle uzun süren savaşların geride bıraktığı ağır tahribatın pençesinde kıvranan bir kısım insanlar "hayatta kalma" uğuruna bazı değerlerinden vaz geçebiliyorlar. Hz. Peygamber Efendimiz "Fakirlik neredeyse küfür olacaktı" (Beyhakî, Şuab, V, 267, No. 6612) buyurarak maddî imkânsızlıkların ne büyük tehlikelere kapı aralayabile- ceğine işaret etmiştir.
"Harp zengini" tipinin önümüze koyduğu tabloda fırsatçılık, hukuk-tanımaz tutum, hakka tecavüz gibi ana unsurlar hemen göze çarpar. "Karaborsacı", "istifçi", "tefeci", "vurguncu" gibi tipler harp sonrası bozuk ekonomik şartlarda kolaylıkla boy atabilen tiplerdir. Başkalarının alın teri, günlük gıdası ve birer lokması üzerinden servet yığarlar. Hepsinin ortak özelliği maddeperestlik olan bu kesim değer aşınmalarının topluma nelere mal olduğunun bir örneğidir.
Bu tür çalkantılı ortamlar aile kurumunun tehlikeye daha çok maruz kaldığı ortamlardır. Kadın her zamankinden fazla istismar edilebilir. Sosyal ve ekonomik çalkantınlar, ailenin sarsılması ve kadının istismarı gibi olgular ciddî bir problemi, sokak çocukları problemini gündeme getirmektedir. Victor Hugo kendi yaşadığı sosyal ortam üzerinden konuya şöyle vurgu yapıyor: "Paris’in sararmış, kansız sokak çocukları dinsiz bir medeniyetin kurbanıdırlar. Kiminin annesi, evi de vardır. Fakat onlar yine de sokağı tercih ederler. Böylece dayak yememiş olurlar." (Victor Hugo, Sefiller, Çev. Ali Çankırılı, 1st. 2006. s. 233)
Aşağılık duygusu ve taklitçilik unsurları da değerlerin yenik düştüğü farklı bir alandır. Kendinden utanan, değerlerini küçümseyen yönelişler sığınmak için başka hayat biçimleri ve yabancı değerler arar, bulur ve onları yüceltir.
Değer yıpratıcı etkinliklerin arkasındaki düşünce, çok kere bunları değişik isim ve kılıklar altında ve "makul" gerekçelerle vitrinlemeyi tercih eder. Değerler, toplum hayatının her alanında "değer ifade eden" yapı taşlarıdır. Onların aşındırılması, toplumun kendine kıyması ile eş değerdedir.