Makale

Bir Katre Alevdir Bu Karanfil

Ayfer Balaban

Bir katre alevdir bu
karanfil

Güle özel bir muhabbetimiz vardır ama biz karanfil de severiz, lâleyi de sümbülü de... Muhabbet bağımızda mahcubiyetin hümeyra hümeyra açan çiçeğidir karanfil.
’Gül güler, karanfil ağlar’ derler ama Bahtiyar Vahapzade’nin;
"Men sevirem, sevirem yaşayıram demek men
Men sevirem, sevgisiz kuş da bala uçurmaz.
Men sevirem, çölü de, men sevirem dağı da
Gülmek geder (kadar) sevirem dolup ağlamağı da."
Dediği gibi; gülmek kadar sevmeli ağlamayı, bahar kadar sevmeli hazanı. Ağlamak merhamet mayalar gönülde. Onun için severiz belli ki karanfili bütün renkleriyle. Onun için mabetlerimizin duvarlarında güller, karanfiller, lâleler sarmaş dolaş. Her çiçek kendi yaprağıyla, ateşin harında, ’hamdım piştim yandım’ makamlarından geçtikten sonra, cami serinliğinde cennet müjdesi almış gibiler.
Çinilerimizde ve taş üzerinde, kimi zaman bir saksı içinde, kimi zaman yalnız karanfil kompozisyonları dikkat çeker. Özellikle Şahkulu ve Karamemi gibi nakkaşbaşıların idaresinde çalışan nakkaşların, çini ustaları için hazırladıkları çeşitli karanfilli desenler, nakış nakış işlendikleri mevsimlerden evvel zaman esintileriyle dolar gönlümüze.
Diplerinden fışkıran lâle, karanfil gibi natüralist çiçeklerin yer aldığı çiniler ile mihrap duvarı bahar açmış İstanbul Sü- leymaniye Camii, kayıtlara göre, 21043 çininin kullanıldığı Türk çini sanatının en parlak dönemine ait örneklerin toplandığı İstanbul Sultan Ahmed Camii’nin, özellikle üst kat mahfillerinin duvarlarını kaplayan çini panolardaki karanfil demetleri görülmeye değer örneklerdendir.
İçten tahassüslerin ifadesidir karanfil. Ahmed Haşim’in;
"Bir katre alevdir bu karanfil
Ruhum acısından bunu bildi
Düştükçe vurulmuş gibi bir yer
Kızgın kokusundan kelebekler
Gönlüm ona pervane kesildi."
Şiirinde olduğu gibi, sessiz ve derinden kanayan bir yara gibidir. Güneşe sevdalıdır karanfil, onu gördüğü yerde açar en güzel çiçeklerini.
Lâle gibi bir devre adını vermese de, gül gibi şeydaları olmasa da mütevazı ama soylu, mahcup zevklerin dili olmuştur karanfil güneşe sevdalıların elinde, dilinde, kaleminde, kağıdında.
Edirne ve İstanbul mezar taşlarında çeşit çeşit açan karanfiller, kalbi ötelere uyandırır çiçek dokunuşlarıyla. Şair Nailî’nin diliyle;
"Mestâne nukuş-i suver-i âleme baktık
Her birinin bir özge temaşa ile geçtik."
Ölümü, şeb-i arus görmenin ifadesidir mermerde, taşta açan karanfiller. Ölümüne bir karanfil gülümsemesi belki kim bilir. Aslolan mânâ, onun bizde uyandırdığı duygu değil midir zaten.
Kumaşlarımızda ferahlatıcı güzellikte bol bol dokunmuştur karanfil. Meşhur müsteşrik H. Glück’ün dediği gibi, Türk kumaşının ayırt edici özelliğidir lâle ve karanfil motifleri.
Kitapların güzelliğine güzellik katmıştır karanfil. Topkapı Sarayı Nakışhanesi Baş Hocası Karamemi de Kanunî Sultan Süleyman’ın kendine ait Divan nüshası tezhibinde, 700 sahifenin her yaprağına tek veya çift, renkli "Şikâf" halkârîde, sayısı pek çok stilize karanfil yapmıştır ki, bu da bize Kanunî asrında karanfilin de lâle gibi rağbette bir çiçek olduğunu gösterir.
Kitapları süsleyen karanfiller, bir gün gelmiş (isimleri cinsleri ve yetiştirilmesi hakkında) kendinden bahseden, "Ferahname" diye bir risaleye konu olmuştur.
Necmettin Okyay ve Mustafa Düzgünman gibi üstadların teknelerinde ebru ebru açmıştır karanfil. Kâh duvarları süsleyen bir levha olmuş kâh bir kitaba kapak.
Oyalarla ve kadın başlıklarıyla kadın zerafetinin bir parçası olmuş katmer, kavuniçi, çaylak, pembe, yediveren, dağ, boz, zehli dağıl ebru, sarı karanfiller. Bazı yörelerimizde ise karanfil çiçeği oyasını gelinler, evli kadınlar takmışlar sadece.
Hızın insanı tüketmediği zamanlarda, huzur mekanı eski evlerde, pencere önlerinde karanfil açmış saksılar, gözün gönlün ferahlığı, gönülden gönüle yürünen yolların rengi, kokusu olmuş.
Çiçek üzerine sohbet edenler olmuş, sohbetlerin konusu olmuş karanfil. Sultan Mecid’e Hekimbaşı olan Dr. Salih de karanfile büyük merakı olanlardanmış. Karanfil hakkında; ’karanfil alıp hemen burnuna götürenler, karanfilin ne olduğunu bilmeyenlerdir. Karanfili şöyle alıp bakmalıdır’ diyerek, şe- hadet ve orta parmaklarının arasıy- le karanfilin ke’sini ölçmesini söyler, biraz iri karanfilleri kendilerine gösteren gençlere: -Oğlum biz bunlara pazar pehlivanı tabir ederiz- der, beğenmezmiş. Hele ke’sin- de patlamış olan karanfillere hiç itibar etmezmiş.
Karanfil hakkında Hekimbaşı Salih Efendi için şöyle bir fıkra nakledilir:
Kendisi zabtiye nazırı iken, narhtan fazlaya karanfil satan bir karanfilciyi getirirler. Daha ucuza verilmesi lâzım bir karanfili bir mecidiyeye satar. Ona 4 mecidiye belediye cezası keser ve der ki:
-Ben sana bu cezayı şu sebebten verdim ki, bunca emek vererek yetiştirilen bu karanfili insan bir mecidiyeye satar mı?
Sadrdan satırlara dökülmeyenlerle birlikte kendini çoktan aştı karanfil. Ruhumuza plastiğin çöktüğü zamanlarda, İstanbul’u lâleye bezeyerek içimizi ferehlatanlar, bir sene de karanfil açtırsalar diye umut büyütüyorum içimde. Karanfil koksa her yer, karanfil konuşulsa, karanfil yazılsa, karanfil çizilse, karanfilin dili çözülse.